Bilge Demirköz’ü alkışlayalım


İŞTE “rol model” dediğin böyle olmalı…
Sadece kadınlara değil erkeklere de…

Bütün gençlere…

Bilge Demirköz, bir bilim insanı.

ODTÜ’deki çalışmalarıyla UNESCO-L’ORÉAL “Uluslararası Bilim Kadınları Ödülü” aldı.

Bu ödül bilim dünyasının “rising star”ı sayılıyor.

Yükselen yıldızı yani.

Demirköz’ün müthiş bir eğitimi var.

Robert Kolej’de okurken, bir matematik yarışması dolayısıyla CERN’i görüyor, fiziğe merak sarıyor.

MIT’de fizik okuyor, matematik ve müzik yan dalları yapıyor. Doktorasını Oxford’da tamamlıyor. Sonra Cambridge Üniversitesi’nde ve Barcelona Yüksek Enerji Enstitüsü’nde çalışıyor. Derken ver elini Türkiye, ODTÜ’de bir laboratuvar kuruyor. 15 kişilik ekibi onun için çok önemli, bu ödüllü de onlarla birlikte aldığını söylüyor, “Ekip yoksa ben de yokum!” diyor. Müthiş bir Atatürkçü ve kadınların gücüne inanıyor…

Bilge Demirköz… Çok çok kutluyorum sizi! UNESCO-L’ORÉAL “Uluslararası Bilim Kadınları Ödülü”nü bu yıl siz kazandınız. Avuçlarım patlayıncaya kadar alkışlıyorum. Ne mutlu size, ne mutlu bize…
– Çok teşekkür ediyorum. Ne güzel sözler bunlar, sağ olun…

Türkiye 15 yıldır katılıyor, bu yıl sizinle ödül aldı. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
– Çok sevindim tabii ki. Ama henüz şaşkınlığımı üzerimden atamadım, ödül töreni martta Paris’te, belki o zamana kadar bu fikre daha alışabilirim. Tabii ki takdir edilmek güzel bir şey. Kalkınma Bakanlığı’ndan tek başına, hem de 35 yaşında, böyle büyük bir proje alan ilk kişiyim. Bu projenin yürütülmesi sırasında bir dert ve sıkıntı içindeyken, iltifatlarınız ilaç gibi geldi…

Bu ödül, dünya genelinde bilim kadınlarını destekliyor. Bu ödül, bilimin “rising star”ı olarak biliniyor. Bu size gaz veriyor mu, heyecan veriyor mu?
– Bir bilim insanının mutluluğu, içsel olarak düşünerek planlayıp yaptıklarından bulması daha iyi! Eğer sürekli dışarıya bir bağımlılık hissediyorsa ve takdir bekleyerek yaşıyorsa, bu onu yıpratır. Benim de böyle bir beklentim yok. Özellikle Türkiye gibi temel bilimlerin göz ardı edildiği bir ülkede…

Sizi anlıyorum ama siz bu ödülle pek çok genç insana rol model oldunuz…
– İşte tam da bu! Eğer böyleyse ne mutlu bana. Ben yaptığım işten inanılmaz zevk alan, özellikle de gençleri bilimin içine çekmeye çalışan biriyim. Bu bana yaşam sevinci veriyor. Bu açıdan bu ödül, evet bana gaz verdi. Ama asıl bu fırsatı, gençlere bilim sevgisini aşılamak için nasıl kullanırım diye bakıyorum. Derdim bu! Yoksa ödüller, tamam biraz hak etme meselesi ama biraz da şans. Bazen de dosyanızın hangi jüri üyesi tarafından değerlendirildiğiyle ilgili. Gerçi bir taraftan da kulağıma UNESCO tarafından jüride olan ağır topların isimleri geldi. Tabii ki onların beni bu ödüle layık görmesi gerçekten onur verici…

Yaptığınız çalışma, bilimsel olarak, “Türkiye’de geliştirilmiş özgün malzemelerin ve elektronik bileşenlerin, uzay için toplam doz etkisi (TID) radyasyon testleri altındaki etkilerinin araştırılması ve dayanıklılığının artırılması” olarak tanımlanıyor. Bunun Türkçesi nedir? Okurların anlayacağı bir şekilde bunun ne olduğunu anlatır mısınız?
– Uzayda çok radyasyon var. “Ne kadar?” derseniz, ortalama bir cep telefonunu uzaya, korumasız bir şekilde yollasanız, bir günden fazla dayanamaz! Yani içindeki elektronik devreler, halk tabiriyle yanar! Bizim tabirimizle, “malzeme bozunmalarına uğrar”, elektronik özellikleri değişir ve çalışamaz hale gelir. Ülkemizde yeni yerli uydu projeleri var, Türksat-6A ve İMECE gibi. Ben ve ekibim, Kalkınma Bakanlığı’ndan aldığımız 7 milyonluk destekle ve CERN’ün projenin de bir parçası olmayı ve bu kapsamda teknoloji transferi yapmayı kabul etmesiyle, elektronik bileşenler uzaya gitmeden, onları bu radyasyona karşı ne kadar dayanıklı olduğunu test edecek bir laboratuvar kuruyoruz… Bir yandan da uzaydaki radyasyon miktarlarını anlamak için, AMS-02 (Alpha Magnetic Spectrometer) projesinin üyesi olarak çalışmalarımıza devam ediyoruz.

Sizin çalışmalarınızla, uydu teknolojilerindeki radyasyon etkileri hakkında bilgi birikimi kazanılacak ve uzay sektöründe çalışmaya hazır deneyimli insanlar yetişmiş olacak… Öyle mi?
– Evet. Uydunuzu yollamadan önce, içindeki her şeyin, hizmet süresi boyunca, radyasyona ne kadar dayanıklı olduğunu bilmeniz gerekiyor. Şu anda Türkiye bu ihtiyacı, halk diliyle bu çipleri, yurtdışından radyasyon testi yapılmış halde alıyor. Ama Türkiye’nin kendi alt bileşenlerini de üretmeye ağırlık vermesi lazım. Şimdiye kadar, ASELSAN, ROKETSAN ve YİTAL’le güzel işbirlikleri yaptık. Devamının geleceğini ümit ediyorum…

UZAYI DİNLEYEN KADIN

Siz uzayı dinliyorsunuz. Uzayın sesinin dünyadaki seslerden ne farkı var? Daha mı huzurlu?
– Zor bir soru. Huzur değil ama insanın ufkunu açıyor.

Uzayda başka yaşamlar olduğuna inanıyor musunuz?
– İnancımı soruyorsanız, bilim insanı şapkamı çıkarıp, sade bir vatandaş olarak bu soruyu cevaplarım. Sade vatandaş Bilge Demirköz, Kuran’a inandığından ötürü, cinlerin varlığını kabul ediyor ve onları uzaylılar olarak yorumluyor. Diğer yandan bir bilim insanı olarak, bizim bildiğimiz periyodik cetvelde bulunan elementlerden yapılmış bir hayatın, başka bir gezegende tutunmasının ne kadar zor olduğunun farkındayım. Dünyanın ne kadar özel bir yer olduğunu uzun uzadıya anlatmak istemiyorum ancak bir konuya vurgu yapmak istiyorum. Mars’ın manyetik alanı olmadığından, Mars yüzeyinde yaşayan bir insanın alacağı radyasyon dozu, dünyada aldığımız seviyenin çok çok üstünde. Dünyanın manyetik alanı, bizi bu radyasyondan koruyor, bir kısmını dünyadan uzaklaştırırken, bir kısmını da çok fazla insanın yaşamadığı kutuplara doğru yönlendiriyor. İşte, “kutup ışıkları” bu radyasyonun kutuplara doğru yönlenmesinin bir sonucu. O yüzden bir bilim insanı olarak, bilimkurgu filmlerinden bir türlü zevk alamıyorum. Çünkü filmlerde “Yıldızlar arası”ndaki meşhur karadeliklerden geçerlerken, “Öldün sen radyasyondan da ama haberin yok be adam!” diyorum!

ODTÜ’DE HER ŞEYE RAĞMEN BİR İÇSEL HUZUR VAR

Bu siyasi çalkantılar içinde nasıl huzurla çalışabiliyorsunuz? ODTÜ özellikle de bu çalkantıların merkezinde, laboratuvarınıza yansıyor mu?
– Tüm ülke etkileniyor çalkantılardan ve bizim payımıza düşen de oluyor. Ama yine de ODTÜ’de ise, içsel bir huzur var. Kimse benim bilimsel kararlarımı sorgulamıyor ve üniversitenin ticarileşmesi gibi bir kaygımız yok, vakıf üniversitelerinde olduğu gibi. Bu açıdan bakıldığında, evet, eğitim gördüğüm kurumların kültürüne, en benzeyen üniversite tabii ki ODTÜ…

Yorum Bırak