Hepimiz ‘Dünyanın En Büyük Âşığıyız!’


Kıpır kıpır, enerjik, komik, hazırcevap, dobra, kadın gibi kadın.
Jennifer Aniston’ın Türkiye şubesi.
Fizik olarak acayip benziyor.
Kafa da çalışıyor.
Muzip, tatlı ve açıksözlü.
2016’ya damgasını vuran şarkıyı o yaptı: ‘Bağdat…’
Öldük, bittik o şarkı için, kendimizden geçtik söylerken. “Ben dünyanın en büyük âşığı olabilirim, koynunda yüz sene, bin sene durabilirim” dizelerini daha bir bağırarak söyledik.
Çünkü hepimiz, içten içe dünyanın en büyük âşığı olma potansiyeline sahip olduğumuzu düşünüyoruz!
Yeter ki, karşımıza değecek biri çıksın, koynunda bin yıl bile yatarız, o kadar yani.
Bence şarkının sihri
bu sözlerde…
Ayla Çelik de sihirli bir kadın, daha bir sürü güzel şarkıya imza attı, atacak, eminim…
2016 onun yılı oldu, 2016’da yaptığım son röportaj da Ayla Çelik ile olsun…

ekran-resmi-2016-12-25-10-12-11

Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu

Enerjini, sesini, gülüşünü, duruşunu, yaptığın şarkıları çok seviyorum. Özellikle ‘Bağdat’ 2016’ya damgasını vurdu…
– Evet, öyle oldu. Benim için büyük mutluluk.

Her şarkın, insanın kalbine bu kadar işlemiyor ama ‘Bağdat’ farklı. Sence özelliği ne?
– Tam olarak bilmiyorum, zaten bilsem aynısından hemen bir tane daha yazacağım! Bir şekilde ruhumuzu başka bir yere taşıyor ‘Bağdat’. Otomatik olarak, o üst noktada. Şarkının kendi yapısı öyle. Dinleyene, anlamını, sebebini bilmediği bir mutluluk veriyor.

Öyle bir anlattın ki, sanki şarkı senden bağımsız! Yazan sensin!
– Evet, enerjiyi ben vermişim ama o da almış başını gitmiş. Şarkıların da kaderleri var. Bir an geliyor kontrol edemiyorsun, senden bağımsız benimseniyor ya da benimsenmiyor. Ama ‘Bağdat’ üzerine o kadar çok şey söylendi ki, bundan sonra şarkılarımla, bir ‘dinleme kılavuzu’ vereyim diyorum. “Şöyle dinleyiniz! Keyfini çıkarınız. Aman yanlış düşüncelere kapılmayınız! Bu şarkı şunun için yazıldı diye kafanızı boş yere yormayınız!” Dalga geçiyorum tabii.

Kariyerin için bir dönüm noktası mı oldu ‘Bağdat?’
– Olmaz mı? Kariyeri bırak, hayatım için oldu. Yıllardır tek başıma uğraşıyorum ben. Sosyalim filan ama bireysel bir iş yapıyorum. Kendimi bu şarkıyla binlerce insanın arasında buldum. Öylece kalakaldım, üzerimde bir şey yok ve herkes bana bakıyor gibi oldum. Tabii şöyle bir güzelliği de var, büyük bir şefkatle sevdi insanlar bu şarkıyı. Hani, “Şarkı patladı!” deriz ya, ‘Bağdat’ da ötesi oldu. Herkes beni ailesinden biri gibi görüyor. İnanılır gibi değil, sokakta ellerini açıp bana doğru koşan insanlar var. İlk başta anlamadım, gözlerim de bozuk, “Herhalde tanıdığım biri” diye ben de koşuyordum, yakınlaşınca hiçbir şekilde tanımadığım insanlar olduğunu fark ediyordum. Herkesin aksine, 2016 Bağdat sayesinde benim için şa-ha-ne geçti! Çok istedim bunu, çok çalıştım, tamam şanslıydım da ama kalbimin de temiz olduğunu düşünüyorum. Ve çok sabrettim. Emeklerimin de karşılığını aldım. Binlerce kez şükürler olsun!

‘Dünyanın en iyi âşığı olabilirim…’ Bu dizeyi, avaz avaz söyleyenlere rastladım bu bir yıl içinde! Herkes, dünyanın en iyi âşığı olabileceğine mi inanıyor sence?
– Kesinlikle! “Siz bilmiyorsunuz ama ben dünyanın en iyi âşığı olabilirim, değecek biriyle tabii!” demeye getiriyorlar. Şarkının sihirlerinden biri bu. Ama gerçekten de hepimizin içinde bu potansiyel mevcut. Aşkın yaşı yok. Kalp yaşlanmaz ki! Buna yürekten inanıyorum. Çocuksu bir coşkuyla, bunu bütün dünyaya haykırıyoruz. Böyle bir şeye öncülük etmiş olmak harika.

“Koynunda yüz sene, bin sene durabilirim” de bence vurucu bir dize…
– Evet, çünkü içinde müthiş bir teslimiyet var. “Gerçek aşka, dibine kadar teslim olurum” mesajı var. Biz de zaten bunu istemiyor muyuz hep? Birisi gelsin teslim alsın bizi istiyoruz. Gerçek aşk, kapımızı çalsın istiyoruz. Saf sevgi var burada. Çıkar yok. Belki de bir salaklık var, aptallık var. ‘Aptal âşık’ dediğimiz hal. Böyle insanlar görmeyi özledik. Artık her şeyi bilen, ego patlaması yaşayanlarla çevrili etrafımız, bu da çok fena. Şarkıdaki saflık, özlediğimiz, unuttuğumuz bir şeyi hatırlattı hepimize.

Peki sana biri, “Sen aşktan ne anlarsın!” demiş hafif alaylı bir biçimde ve sen ‘Bağdat’ı yazmışsın, doğru mu?
– Doğru. Çok değer verdiğim biriyle aşktan söz ediyorduk, “Siz, gerçek sevgiden ne anlarsınız? Bugünün aşkları da aşk mı? Sen aşktan ne anlarsın!” dedi. Ben de hırs yaptım, gittim bu şarkıyı yazdım.

Kim bu lafları eden?
– Taşkın Doğanışık. Konservatuardaki hocam. Ailemden biri gibidir, sık görüşürüz. Dostluğumuz bilinir, çok saygı duyarım. Bir grubumuz var Gökhan Tepe, Taşkın Hoca, ben, okuldan bir hocamız daha, radyocu Şebnem Sungur. Aşağı yukarı 20 yıldır dostuz. Ama bambaşka yerlere çekildi. Şarkının çıkış noktası başka insanlara yüklendi. Dedim ya dinleme kılavuzu koyacağım içine diye.

Kenan Işık için yazdığın yazıldı, çizildi…
– Evet ama alakası yok! Çok sevdiğim ve herkes gibi iyileşmesi için dua ettiğim bir insan. Çok kıymetli bir sanatçı. Ama ima edilen, hatta açık açık yazılan şeyler aramızda asla yaşanmadı. Çok ayıp böyle düşünülmesi, bunların dile getirilmesi. Biz uzun zaman birlikte çalıştık. Kendisinden çok şey öğrendim, fakat bu konu buraya nasıl geldi, nasıl bu kadar uzadı, ben de bilmiyorum. Kendisiyle sadece iş ilişkim oldu.

ayla-celikk

KİMSEDEN ÖZÜR DİLEMEDİM!

Ben platonik, usta-çırak ilişkisi gibi bir şey düşünmüştüm.
– Evet ama ötesi asla yok. Yok efendim, ben gitmişim özür dilemişim. Kimseden özür dilemedim, özür dileyecek bir şey olmadı. Samimiyetle söylüyorum.

Hastanede onu ziyaret etmedin mi?
– Etmez miyim? Ettim. Bir insanın başına Allah korusun bir felaket geliyor. Hepimiz aramaz mıyız, benim çalıştığım bir insandı, nasıl aramam, nasıl gitmem… Hastaneye de gittim, evine de… Ama belki bir buçuk sene oldu görmedim. Fakat haberlerini alıyorum, herkes gibi ben de bir an evvel iyileşmesini diliyorum. Orada bir ölüm kalım meselesi yaşanıyor, insanlar böyle dedikodu yapıyor. Utanç verici buluyorum.

Peki nereden çıktı? Kim, nasıl uydurdu?
– Hiçbir bilgim yok. Gazetecilere sorduğumda, “Yakın arkadaşların, kankaların söyledi. Sen evine gitmişsin, şarkıyı onun için yazmışsın!” diyorlar. Bol keseden atıyorlar.

Kenan Işık’ın başına gelenler, hayattan ne süzmeni sağladı?
– İnanır mısın, ben o işin içinden çıkamadım. Çok üzüldüm ve şoke oldum. Tamam, insanın başına her şey gelebilir ama “Bu kadar basit mi her şey!” dedim. Hayat, Tanrı, kader, hepsi bende birbirine karıştı. Bilemedim yani. Diyorlar ya, “Kader!” Kader, galiba iyi bir şey. Çünkü eğer kadere inanmıyorsan, kadere sığınamıyorsan, bir sürü başka şeyi de sorgulamaya başlıyorsun. Ve pek çok şey, temelden sarsılıyor. O yüzden kadere sığınmak daha iyi hissettiriyor insanı.

Ondan en çok ne öğrendin?
– Kibirli olmamayı. Bir seneye yakın çalıştık. Müthiş biri. Çok da iyi bir hoca. Tiyatro öğrencisi olsaydım mutlaka onunla çalışmak isterdim, öğrenecek çok şey vardı.

Ona platonik olarak âşık değildin, değil mi?
– Hayır! Sevdiğim, saygı duyduğum, arkadaşlık ettiğim, görüştüğüm biriydi. Seni bile inandıramıyor muyum? Tamamen palavra Ayşecim bunlar. Benim Beyaz’la da ilişkim olduğuna inandı insanlar. Resmen evlenelim istediler. Dört günlüğüne kız arkadaşlarımla Çeşme’ye gittim, resmen sokağa çıkamadık, çünkü benim Beyaz’la düğünüm vardı. Kafadan hasta birçok insan var. Bunu da ayıp buluyorum. Benden teyit almadan bunların yazılması, haber olması ne kadar çirkin. Bir telefon açmaz mı insan? Sorsun, ben söylerim doğru mu değil mi… Ben gayet dobra bir kadınım.
Hepimiz ‘Dünyanın En Büyük Âşığıyız’

BAĞDAT-AYLA ÇELİK/İNSANİ YANIMIZI HATIRLATTI

Bağdat, hepimizin dipte olduğu bir günde, harika bir cankurtaran gibi geldi bize. Etraf bomba, parçalanmış insan bedenleriyle kararmışken, en insani yanımızı hatırlattı. Aşkı, âşık olmanın güzelliğini… Daha ne yapsın ki… İşte buydu onu bir numara yapan.
Ertuğrul Özkök

O GECE, ORADA OLAN HERHANGİ BİR KADINLA BİRLİKTE OLUYORLAR

Benim için söz yazarı; Çiğdem Talu’dur, Sezen Aksu’dur, Aysel Gürel’dir, Şehrazat’tır, Kayahan’dır… Sen kendini onlarla kıyaslıyor musun?
– Hayır! Ben benim. Hiç kimsenin tahtında gözüm yok. Kendimi de kimseyle kıyaslamıyorum, rakip de görmüyorum. Ben tamamen kendi topraklarımın kraliçesi olmak istiyorum. Hepsine büyük saygım var. Hepsi çok önemli isimler. Ama bu iş, renk işi. Kimi kırmızı sever, kimi mavi, kimi sarı. Pek çok renk var. Ben de o renklerden biriyim.

Günümüzdeki sığ şarkılar için ne diyeceksin?
– “Dinlemeyin, kapatın” diyeceğim! Sonuçta, arz- talep meselesi. Dinlemezsiniz, olur biter.

“Benim yaptığım işin içini boşaltıyorlar, aşağı çekiyorlar!” gibi hissettiğin olmuyor mu?
– Hayır olmuyor. Ona da ihtiyaç var. Eğlence müziği diye bir şey var, adam eğlenmek ve saçma sapan bir şeyler yapmak istiyor. Bunun için de saçma sapan bir şeyler dinlemeye ihtiyacı var. Önyargıyla yaklaşmamak gerekiyor. Herkes bizim sevdiğimiz şeyleri sevecek diye bir şey yok.

İyi de, eskinin şarkı sözlerine bak, kalbimizin ucu kıvrılıyor…

– İyi de, o eskilerin adamları, kadınları var mı ki?

Ama hâlâ o duygu var…
– Valla, o duygu da artık çabuk elde ediyor. Bir tuşla! Eskiden çaba vardı, saygı vardı, görgü vardı. Şimdi öyle bir şey mi kaldı? Emek vermeyi geçtim, zaman bile ayırmıyor insanlar. Sadece eğlenmek istiyorlar. O gece, orada olan herhangi bir kadınla birlikte oluyorlar. O gidiyor mu? Gitsin, başkası var nasıl olsa, fark etmiyor. Kadınlar için de erkekler için de böyle. Acı ama böyle. Alternatif çok, sabır yok!

DOMİNANTIM SERTİM TAKINTILIYIM

Arıza tarafların ne? Sevgilini nasıl delirtiyorsun?
– Dominantım, sertim, takıntılıyım. Belayım yani. Ben erkek olsam, beni ne kadar çekerdim bilmiyorum. Ama Allah’tan tatlı taraflarım da var, cadılıklarımı dengeliyor. Türkçesi, bir sürü kötü şeyim var ama vazgeçilmez bir yanım da var ayıptır söylemesi. O yüzden çekiyordur beni, yoksa kimse beni yanında bir dakika tutmaz!

Âşık olunca daha mı güzel şarkı sözü yazılıyor?
– Yok nerdeeee? Âşıkken, haliyle âşığınla vakit geçirmeyi tercih ediyorsun. Zamanın olmuyor ki şarkı sözü yazmaya. Hep sevgiliyle mıç mıç. Nerede oturacağım da, kalemi elime alıp, şarkı yazacağım. Deli miyim ben yani! Keyfini sürüyorum. Kavgan, gürültün varsa, bir derdin, meselen varsa yazıyorsun…

PEŞİNDEN KOŞTUĞUM TEK ERKEK: MELİH KİBAR

Melih Kibar’ın peşinden epey koşturuyorsun, onunla çalışabilmek, bir şeyler kapabilmek, öğrenebilmek için…
– Evet. Hayatımda en çok peşinden koştuğum, hatta tek peşinden koştuğum erkek!

Nasıl bir deneyim oldu onunla çalışmak senin için?
– Muazzam! Her şeyi ama her şeyi ondan öğrendim. Benim ikinci konservatuarımdır. Sudan çıkmış balık gibiydim, hiçbir şey bilmiyordum. Ama kafaya onunla çalışmayı taktım. O kadar çok aradım, o kadar çok kapısına gittim, o kadar çok taciz ettim ki, benden illallah etti. Dedi ki, “Ne istiyorsun?” Dedim ki, “Ben ne istediğimi de bilmiyorum. Ama o kadar bilmiyorum ki bana yol yordam öğretin. Bu işin içinde olmak istiyorum. Konservatuara da girdim ama ne yapılıyor, nasıl yapılıyor, beste nasıl çıkıyor bilmiyorum!” Böyle baktı baktı yüzüme. Dedi ki, “Şehir Tiyatroları’yla çalışmaya başlıyorum. Gel asistanım ol!” Ve öyle başladı…

Kaç yaşındaydın o zaman?
– 20’li yaşlar. Konservatuar birinci sınıftaydım.

E birinci sınıftayken, Melih Kibar’ı gözüne kestirmek de bir şeydir…
– Tabii, tabii. Derler ya, “İnsan, şansını kendi yaratır!” Doğru. Kendime, yol gösterici olarak seçtiğim hoca, hocaların hocası! Aferin bana! Ama nasıl gerizekâlıydım o zamanlar anlatamam, inanılmaz saftım. Temiz kalbimdan dolayı, Allah bir iyilik yapmış bana diyorum.

Ne kadar çalıştınız birlikte?
– Çok uzun zaman. Konservatuvarı bitirdim düşün. Sonrasına kadar beraberdik. Ben okula gidiyordum, okuldan çıkıp onun yanına stüdyoya, oradan çıkıp tiyatroya gidiyorum.

Usta-çırak ilişkisine inanıyor musun?
– Yüzde 100! Ama bence çıraklara çok iş düşüyor. Ustalar hep usta çünkü. Çırak olmanın da hakkını vereceksin, öğrenmeyi bileceksin.

Sen kafana koyduğun her şeyi yapar mısın?
– İnadım ben, inat. Büyük ihtimalle yaparım. Damarım var benim.

Peki şarkı sözü macerasında, dönüm noktan Sibel Can’ın bir şarkını söylemesi mi?
– Evet. Sibel Can şarkımı söylediği anda, ben bir isim oldum. O zamana kadar sıradan bır kızdım. “Bir kız var, şarkıları güzel!”dim. Ama Sibel Can şarkımı okuduğu zaman Ayla Çelik oldum.

Sence şarkıcı olarak niye patlamadın?
– Çünkü her şeye geç başladım. Çünkü bu öğrenme sürecim bir türlü bitemedi. İflah olmaz bir öğrenciyim ben. Ve hep kendi müziğini yapan biri olmak istedim. Kendi şarkılarını söyleyen bir kadın. E çok da az şarkı beğeniyorum. “Sen kimsin ki beğenmiyorsun! O zaman otur kendin yap şarkılarını” dedim, o da zaman aldı tabii.

Bütün başarına rağmen tedirgin ve geride durmayı tercih eden bir halin var. Neden?
– Bilmem, ortada olup kirlenmek istemiyorum galiba. Bir de insanları sıkmak istemiyorum. Doğru zamanda doğru yerde olmak…

KEŞKE KAFAYI TAKMIYORUM DİYEBİLSEM, HAYIR TAKIYORUM
Kendini ozan ya da şair sayıyor musun?
– Yok hayır! Bu payeyi insan, kendi kendine alamaz, ancak başkaları verebilir. Gerçi bizim ülkemizde sapla saman birbirine karışmış durumda. Biri kitap yazıyor, ertesi gün, “Biz yazarlar” diye beyanat veriyor, verebiliyor! Ben sanatla ilgileniyorum, şiirle uğraşıyorum ve yazmaya çalışıyorum. O kadar.

Geceleri, içkini alıp, şarkı sözü yazan biri misin?
– Ya çok komik, hep böyle zannediyorlar. İpek sabahlığım ve elimde martinimle yazdığımı… Ve bacağıma değen bir kedim olduğunu… Alakası yok. Bir kere gece değil, sabah yazıyorum. Notlarım var. Onlara bakıyorum, bilgisayar kullanmıyorum, kâğıtlarım, dolmakalemim ve ben…

Müzik filan?
– Hayır, çıt çıkmaz.

Tek başına mı yaşıyorsun?
– Evet. Altı aydır bir sevgilim var. Büyük aşk yaşıyoruz. Ama tek başıma yaşıyorum. Birlikte yaşama fikri bana şimdilik uzak! Onun ruh sağlığı açısından böylesi daha iyi. Ben birlikte yaşamak için problemli bir tipim.

İyi de çok da genç değilsin aslında…
– (Gülüyor) Lafın nereye geleceğini anladım! Evde kaldım ben. Kimse beğenmedi beni. Aslında evlenip ayrıldım. Ama pek kimse bilmez. Şimdi de evliliğe çok sıcak bakamıyorum.

Böyle mahalle baskıları oluyor mu?
– Olmaz mı? Evlilik bir, estetik iki. “Her tarafıma da estetik yaptırdım, her yerim estetikli!” diyorum. Duymak istedikleri bu çünkü. O zaman ne diyeceklerini şaşırıyorlar. Öyle olduğumu düşünmek istiyorlar. Oysa burnum hariç estetiğim yok. Lisede hentbol oynarken dirsek yedim, kırıldı. Yapıldı, olmadı. Yeniden yapıldı olmadı, şimdi oldu patates, izin verirlerse, vakit de bulursam, burnumu yaptıracağım. Sürekli “Saçı takma, orasına dolgu yaptırmış, dudağını bilmem ne!” diye yazıp duruyorlar.

E sen de dalganı geç…
– Ama ne yazık ki bazen etkileniyorum. Mesela bir yorum yazıyorlar, adreslerini bulup, kapılarına dayanmak istiyorum. Ya burunlarını dağıtmak için ya da “Bunlar doğru değil!” diye salya sümük ağlamak için. İçimdeki hissiyat bu. Keşke sana, “Şekerim hiç kafayı takmıyorum!” diyebilsem, hayır takıyorum.

Nasıl bir aşk şu an yaşadığın?
– Beni besleyen bir ilişki. Halimden memnunum. İkimiz de memnunuz. Ama üç gün sonrası için garanti veremiyorum.

Neden?
– E kolay bir insan değilim.

Ne kadar oldu ilişkiniz?
– Altı ay. Zor başlıyorum ama başlayınca uzun sürüyor.

Neden evlendiğini insanlar bilmiyor?
– Söylemedim çünkü. 2000’de boşandık. Evlilik zor, o yüzden temkinli yaklaşıyorum.

Anne olmak istemiyor musun?
– Bugüne kadar anne olmamam bir mucize zaten! Bu kadar çocukları seven bir kadının, nasıl çocuğu olmadı şimdiye kadar, akıl alır gibi değil. Galiba sorumluluktan korkuyorum, başına bir şey gelir endişesi. Çok evhamlıyım.

Daha vaktin var…
– Evet, şu aralar gündemimde.

Yorum Bırak