Alya’nın ev ödevi
“Sevgili 3-H sınıfı! Yine prezentasyon zamanı…
Kendi kültürünüzden bir hikâye, bir öykü ya da masal seçin… Önümüzdeki günlerde sınıfta arkadaşlarınıza anlatacaksınız… Seçtiğiniz eserde, ait olduğunuz kültürü tanımlayan değerler olmasına dikkat edin… Lütfen o değerleri de bizimle paylaşın…
Not: Annenizden, babanızdan yardım alabilirsiniz. Hatta alın, eseri birlikte seçin…”
MİLLİYETÇİ DAMARIM TUTTU
Alya yabancı bir okulda okuyor. 13 kişilik sınıfında çok değişik milletten çocuklar var.
Perulusu da Hintlisi de İspanyolu da İngilizi de…
Hepsi, kendi kültüründen değerler aktaracak. Bu ne demek? Bir sürü kültürden bir sürü farklı hikâye demek.
O zaman ben de heyecan yaptım.
Birdenbire ‘milliyetçi damar’ım tuttu! Kanımın son damlasına kadar Türk oldum!
Sanki fonda İstiklal Marşı’nı duydum.
Ayağa fırladım, ‘hazır ol’a geçtim.
“Alya…” dedim, “Onur!”
Alya’dan cevap:
“Onur mu? O da kim?”
“Yok isim değil.”
Seçtiğimiz değer ‘onur’ olabilir” dedim, “Biz çok onurlu bir milletiz! Onurumuz için yapmayacağız hiçbir şey yoktur. Onlar akıl almaz şeyler olsa bile…”
Neden böyle söyledim?
Çünkü aklıma ilk gelen Ömer Seyfettin’in ‘Diyet’iydi.
Çocukluğumuzda çakmışlar kafamıza!
Onursuz yaşamaktansa, kolsuz yaşamayı tercih eden çocuğun hikâyesi…
Anlatırken, “Çocuk, elini tahtanın üzerine koydu. Öbür eliyle baltayı aldı, küt diye kolunu kesti. İki de bir diyetini ödediğini söylediği adamın suratına fırlattı attı…” bölümüne geldiğimde Alya çığlığı bastı…
Yüzü bembeyaz…
“Anne ne diyorsun! Korkunç bir şey bu! Çok vahşi!
Ben kolunu kesen çocuğun hikâyesini anlatamam arkadaşlarıma!” Düşündüm, “Haklısın” dedim, sert geldi çocuğa bu hikâye!
REŞAT NURİ GÜNTEKİN VE ÇALIKUŞU
Kafamda sürekli başka hikâyeler arıyorum, ne vardı, ne vardı…
Dede Korkut geldi aklıma…
Hemen kütüphaneden buldum…
Başladım rastgele okumaya…
Ben okuyorum, Alya, aval aval yüzüme bakıyor.
“Bu nece?” diye soruyor.
“Ne demek istiyor, lafı neden bu kadar uzatıyor…”
Baktım olmayacak…
Bir ara kurtarıcı olarak Çalıkuşu geldi aklıma, Reşat Nuri Güntekin’in…
Roman ama özetleyerek neden olmasın?
Başladım o gencecik, idealist Feride’nin Anadolu yollarında giriştiği eğitim macerasını anlatmaya…
Heyecanlı olsun diye araya Kamuran’ı da soktum.
Bakışlarından anladım ki ilgisini çekmedi, giremedi hikâyenin içine, eski geldi.
Çark ettim, Kemalettin Tuğcu denedim, ultra acıklı geldi.
Gerçekçi de gelmedi.
Bir gariban çocuğun üzerine bu kadar çok yıkılmasını da anlayamadı.
ORHAN KEMAL TAHİR ALANGU
Geçtim Orhan Kemal’e, o da ilgisini çekmedi, ona uzak kaldı.
Orhan Kemal’in dünyası onun bildiği, anlayabildiği bir dünya değil.
Bir ara Kurtuluş Savaşı hikâyeleri anlatsam diye düşündüm.
Denedim.
Sırtlarında top tüfek taşıyan neneleri aklı almadı.
Çocuk bunalıma girdi!
“Daha neşeli bir şey bulamaz mıyız?” Kütüphanede Tahir Alangu’nun masal derlemesi vardı.
Açtım bir sayfayı…
“Padişahın dokuz çocuğu oluyor. Hepsi de kız. Karısına diyor ki, doğuracağın bebek yine kız olursa, seni de onu da öldüreceğim…”
Alya yine başladı çığlık atmaya…
“Nasıl yani?” dedi.
“E padişah oğlu olsun istiyor. Olmayınca kızıyor!”
İşte o noktada hayatının şokunu yaşadı.
“Niye kızıyor? Niye kızı öldürmek istiyor?”
“Kız olduğu için!” “Anlamıyorum” dedi,
“Yani babam da mı benim yerime erkek çocuğu olsun isterdi.”
Al başına belayı!
Hadi anlat bakalım çocuğa!
“Senin baban öyle değil, aksine çocukları kız olduğu için çok mutlu…
Ama bazı babalar da erkek çocuk tercih ediyor.”
“Neden?”
“Çünkü kızlar, onların soyadlarını devam ettiremiyor.
Masalda da padişah, kendisinin yerine geçecek bir oğlu olsun istiyor…”
Güzel bir cevap verdi Alya: “Ne var ki bunda? Kızı geçsin babasının yerine!”
“Kadın padişah yok ki!” “Neden yok?”
“Alyacım, mecliste bile hâlâ pek az!”
ŞİMDİ GEL DE NAMUS’U ANLAT!
O arada kendimi tutamıyorum, coşuyorum…
“Çok güzel bir ülkemiz var ama belli konularda geri kalmışız” diyorum.
“Bir de namus kavramı var kızların başına bela…
Mesela bir kız, bir erkeği sever, evlenmek isterler, aile izin vermez, kız kaçar…”
“Nereye kaçar?”
“İşte oğlanla kaçar…
Sonra aile, ‘sen bizim namusumuza leke sürdün’ diye onu öldürmeye kalkar!”
“Niye ki?”
“İşte namus!”
“Namus ne?”
“Onunla öpüşürse, sevişirse diye korkuyorlar…”
“İyi bir şey değil mi öpüşmek, sevişmek…”
“Evet ama…” diyorum, yoruluyorum, çaresiz kalıyorum ve “Boş veeer”diyorum.
Fark ediyorum ki, kızım henüz tertemiz bir sayfa, henüz toplum kuralları, yaptırımları, zorlamalarıyla beynine işlememiş, ona, “Bu yasak” “Bu ahlaksızca!” denmediği için denamus adına işlenen cinayeti anlayamıyor.
Saçma geliyor.
Kadın erkeğin eşit olmadığı bir dünyayı beyni almıyor…
Aslında sevindim.
Ama üzüldüm de.
Daha doğrusu endişelendim.
Onun, gerçek dünyadan bu kadar uzak olması beni korkuttu.
Dedim ki, “Baba gelsin, bu hikâye konusunda ondan da yardım alalım. Belki o bir şeyler bulur…”
NASRETTİN HOCA’YLA ÇÖZDÜK İŞİ
Sevgilim eve geldiğinde Alya koştu kapıya, başladı rapor vermeye:“Annem bana kolunu kesen bir çocuğun hikâyesini anlattı. Çok üzüldüm. Öğretmen olarak uzaklara giden bir kadını anlattı, başına gelmeyen kalmamış. Ama en fenası da, padişahın kız çocuk doğuran karısının başına gelenlerdi. Biz bir hikâye bulamadık, sen yardım eder misin?”
Baba hızır gibi yetişti.
“Nasrettin Hoca var mesela” dedi.
“Çok bilge bir adam. Filozof gibi. Çaktırmadan insanlara her konuda değerler öğretiyor, dersler veriyor.
Üstelik hikâyeleri eğlenceli. Bak bir tanesini anlatayım: Nasrettin Hoca bir komşusundan tencere alıyor.
Bir süre sonra geri veriyor. Komşusu bakıyor ki tencerenin içinde bir tencere daha var.‘Bu ne?’ diyor
Hoca’ya.‘Eee’ diyor Hoca, ‘Senin tencere hamileydi, doğurdu.’ Aradan zaman geçiyor, Hoca, yine aynı
komşusundan tekrar tencere istiyor, uzun süre geri vermeyince komşu, Hoca’nın kapısına dikiliyor,
‘Ne oldu bizim tencere?’ diyor. Hoca gayet sakin ‘Öldü’ diyor, ‘Öldü senin tencere!’ ‘Hiç olur mu öyle şey,
tencere ölür mü?’ diyor komşu. Hocanın cevabı: Tencerenin doğurduğuna inanıyorsun da, öldüğüne neden
inanmıyorsun!”
Alya güldü, çok hoşuma gitti. “Tamam” dedi, “Ben o zaman internete gireyim, Nasrettin Hoca’nın hayatını
okuyayım, hikâyelerine de bakayım…”
Bu haftaki ödevi işte böyle maceralı oldu!
Bakalım önümüzdeki zamanlarda başımıza ne gelecek!