Görür görmez bayıldım!
El emeği göz nuru. Doğal. Rahat. Bohem. Ve çok şık. Şimdi bu satırları yazarken bile ayağımdalar. Ohhh püfür püfür. Pahalı da değiller. 280 lira. Ama bu terliklerin en önemli özelliği ne fiyatı ne de başka bir şey…
En önemli özelliği, girişimci köy kadınlarının eseri olması!
Lütfen siz de Boyner’in ‘Fabrika Yaz Koleksiyonu’nda yer alan bu terliklere bir göz atın. Sayalarını, Akhoca Köyü kadınları ellerinde örmüş. O yüzden bir başka gururla giyiyorum.
Ben hikayesi olan şeyler giymeyi seviyorum. “Dünyaya, topluma katkısı var mı?” Bunu sorguluyorum. Bu terlikleri giyerken, köy kadınlarını desteklediğimi biliyorum. İyiliğin yayıldığını düşünüyorum. Boyner’e de büyük bir alkış! Bu terliklerle, yetenekli köy kadınlarının istihdamına odaklanmış. Sayelerinde, köydeki kadınlar, girişimci olmuş, aile bütçesine katkıda bulunuyor! Ne şahane…
Hangi köy? Edirne, Keşan’ın Akhoca Köyü. “Ben o köyü görmek, kadınlarını tanımak isterim” dedim. Üç buçuk saatte gittik. Nefis bir yolu var. Zaten Trakya, bir başka güzel. Hah geldik işte. Ay köy gibi köy” Elektrik direklerine leylekler yuva yapmış. Leylekleri de kadınları da terlikleri de bir başka güzel… Bir de Osman diye bir hindi vardı, o kadar ihtişamlıydı ki, yakından bakmak için dibine girdim, az kalsın beni kovalıyordu:)
Köyün kadınlarından biri, bizi bahçesinde misafir ediyor. Asma yapraklarının altında oturuyoruz. Terlikler sepetlerde… Nasıl güzeller. “Aaa uzak yoldan geldin. Anlatırız terlikleri ama önce bir kahve yapalım sana” diyorlar. Kahveden sonra bir ıspanaklı börek geliyor ki… Kendimi kaybediyorum! O nasıl bir börektir, ağzımda dağılıyor. Sonra kalem gibi incecik zeytinyağlı sarmalar geliyor… Terlikleri bir an olsun unutur gibi oluyorum. Son anda hatırlıyorum:))
Köyün kadınları, birbirinden tatlı. Gülerken, ağızlarını baş örtülerinin kenarıyla kapatıyorlar. Bundan güzel bir mahcubiyet görüntüsü var mı? Yok. Gülcan, Hatice, Hafize, Fikriye… Valla, biz 40 yıldır tanışıyor gibiyiz… Hemen kaynaşıyoruz.
500-600 haneli bir köy Akhoca Köyü. Seviyorlar köylerini. Pirinç ekiyorlar ve hayvancılık yapıyorlar. Ama pirinç ekimi yazın. Yani parayı, yazın kazanıyorlar. Kışın para kazanacak iş yok.
İşte Boyner’den “Bize, terlik sayası örer misiniz?” teklifi geldiğinde seviniyorlar. Fakat “10 bin tane yapmanızı istiyoruz!” deyince, önce bir afallıyorlar. Sonra aralarında konuşuyorlar, “Birbirimize yardım ederiz, alimallah bu işin altından da kalkarız!” diyorlar.
Kalkmışlar! Hem de şahane bir şekilde. “Kışın iş yoktu. Koyun, keçi ve inekle meşguldük. Hala meşgulüz. Ama artık bu terlikleri de yapıyoruz. Hoşumuza gidiyor. Aile bütçesine katkıda da bulunuyoruz. Bir de sevmiş insanlar terliklerimizi. Pek hoşumuza gitti. Yürüyüşümüz bile değişti. Çok gururluyuz!” diyorlar.
Harika bir gündü. Birlikte çok eğlendik. Tarlanın ortasına uçan halı gibi bir halı sermişler. Onun üzerine oturduk, terliklerle fotoğraflar çektirdik.
Kadın, her yerde kadın. Köylü, şehirli fark etmiyor. Kadın hep üretiyor. Evde, tarlada, bahçede… Çocuğunu ve kocasını, genellikle kendinden öne koyuyor. Kadınlara istihdam sağlamak için elimizden geleni yapmalıyız. Bunun için çabalayan kurumları da desteklemeyiz. Boyner’i tebrik ediyorum. Gerçekten şahane proje. “Bana bak, sakın çok fotoğrafımızı koyma. Ünlü olmayalım. Terlikleri koy, bizi çok koyma. Kocalarımız sinir olur sonra…” diyorlar. Gülüyorum. “Tamam terlikleri yazacağım” diyorum “Ama sizleri çok sevdiğimi de…”
İnşallah seneye çantaya filan da girerler. Hatta Boyner, yan köylere de el atsa… Kadınlar ne yaparsa güzel yapar. Bir kadının isteyip başaramayacağı bir şey yok! Çoook huzurlu bir şekilde, elektrik direklerinde leyleklerin yuva yaptığı o güzel köyden ayrılıyorum. Selam olsun Akhoca Köyü’ndeki arkadaşlarıma ve Hindi Osman’a…
Terliklerin hikayesini Boyner Pazarlama Marka Yönetimi Genel Müdür Yardımcısı Nurçin Koçoğlu’ndan da dinliyorum. O da, bir sonraki postta…