Amacımız depremden zarar gören çiftçileri desteklemek, tarım vesilesiyle birlikte çalışmaya yönlendirmek ve topluluk temelli, dirençli bir gıda ağı kurmak

Çitfçi bi ailenin kızıyım. Bizzat bu işlerin içinde olmasam da, kardeşimin anlattıklarından biliyorum ve gün geçtikçe anlıyorum ki, ‘Tarım’ bir ülkenin en önemli konu başlıklarından biri. Bizim ülkemiz için bir kat daha önemli bir başlık hatta.
.
Türkiye’de “Onarıcı Tarım” kavramını yerleştirmeye çalışan harika insanların bir araya gelerek kurdukları oluşum olan Anadolu Meraları’yla tanıştım. Toprağa iyi bakmayı hedef edinmiş, üretirken aynı zamanda toprağı iyileştirmeyi de başaran pırıl pırıl insanlar. PepsiCo Vakfıyla birlikte hayata geçirdikleri ‘’ Lay’s Ortak Hareket Yeniden Bereket’’ projesi için Hatay Samandağ’a gittik.
.
Neden Hatay?
Çünkü depremden sonra aslında Hatay’da birçok tarım arazisi de zarar gördü. Hatta çoğu çiftçi tarım yapmayı bıraktı. İşte bu proje onları tekrar çiftçiliğe döndürmeyi ve topluluk temelli dirençli bir gıda ağı oluşturmayı hedefliyor.

Anadolu Meraları CEO’su Yasemin Kireç’le toprağın nasıl korunacağını ve çiftçilerin birlikte daha verimli üretimi nasıl gerçekleştireceklerini konuştuk. Bu röportajın ardından PepsiCo Türkiye Genel Müdürü Evrim Şen’le projenin detaylarını size aktaracağım.

Sizi tebrik ediyorum. Anadolu Meraları olarak, PepsiCo Türkiye ile Hatay Samandağ’da, “Lay’s Ortak Hareket, Yeniden Bereket” projesini yürütüyorsunuz. Depremden etkilenen çiftçiler için inanılmaz olumlu sonuçlar doğuran bir proje hayata geçiriyorsunuz…
-Teşekkür ederim. Evet, canla başla çalışıyoruz. Amacımız, depremden zarar gören çiftçileri desteklemek, tarım vesilesiyle birlikte çalışmaya yönlendirmek ve topluluk temelli, dirençli bir gıda ağı kurmak. Nihai hedefimiz de bölgede onarım ile birlikte kalkınmaya da katkı sağlamak.

Peki neler yapıyorsunuz proje kapsamında?
-Katılımcı çiftçileri; eğitimlerle, atölyelerle, hibe destekleriyle, mentorluklarla desteklerken, bir yandan da üretilen ürünlerin, adil bir satın alma zemininde alıcılarla buluşmasını sağlıyoruz. Hedefimiz, Türkiye’nin farklı bölgelerinde de topluluk temelli, ekolojik dengelerle uyumlu ve onarıma dayalı modellere ilham olmak.

Sürekli “Onarıcı Tarım” kavramından söz ediyorsunuz. Tam olarak nedir bu?
-Onarıcı Tarım; gıda üretirken, ekosistemleri, toprağı, su varlıklarını ve canlı çeşitliliğini sadece korumakla kalmayıp, aynı zamanda iyileştiren uygulamalar kullanarak, çiftçilerin üretimini desteklemek. Böylece gıda güvenliği ile geleceğimizi tehdit eden iklim krizi ve doğal afetler karşısında, “sürdürülebilirlik” ilkesinin ötesine geçmeyi hedefliyoruz.
Yani siz, üretirken toprağı iyileştirmenin, ekolojik, ekonomik ve toplumsal onarımı aynı anda yapmanın mümkün olduğunu vurgulamaya çalışıyorsunuz.
-Aynen öyle!

Anadolu Meraları nasıl bir sosyal girişim? Kimler bir araya geldi ve bu inisiyatifi oluşturdu?
-Anadolu Meraları, aynı zamanda kuzen olan Durukan Dudu ve Volkan Büyükgüngör’ün bir girişimi. Amerika’daki Savory Enstitüsü’nden bütüncül yönetim eğitimi alıyorlar. Sonra ülkemizde de bütüncül yönetim uygulayarak, onarıcı tarım ve hayvancılık üzerine çalışmaya başlıyorlar. Şu anda farklı şehirlerde yaşayan on kişilik bir ekibiz. Hepimizi bir araya getiren temel motivasyon, insani ihtiyaçların etkin bir şekilde karşılandığı, insanların hem birbiriyle hem de gezegenimizle uyum içinde yaşamayı öğrendiği bir dünya için Türkiye’de onarıcı tarım ve bütüncül yönetim anlayışının yerleşmesini sağlamak. Ve sistemsel bir dönüşümün tetikleyicisi olmak.

Sizin kurumsal hayattan, sivil toplumculuğa ve sosyal girişimciliğe uzanan bir yolculuğunuz var…
-Doğru. Sosyoloji ve antropoloji eğitimi aldıktan sonra kurumsal şirketlerde çalıştım. Ama topluluklar, toplum ve insan arasındaki etkileşimin dinamikleri her zaman ilgimi çekiyordu. Bu süreçte, bizi bireyselliğe iten bir sistemin ne kadar yorucu ve yıpratıcı olduğunu deneyimledim. Eğitimimin de verdiği vizyon ile birlikteliğin gücünü fark ettim. Doğa sevgimin de ağır basmasıyla 2015’te işten ayrıldım ve peş peşe iki eğitime katıldım. Biri, Türkiye Permakültür Araştırmaları Enstitüsü’nden permakültür eğitimiydi, diğeri ise Anadolu Meraları’ndan bütüncül yönetim eğitimi. Ardından arıcılığı keşfettim. Bütün bunlar bana topluluk olmak, bizden sonrasını düşünmek, iş birliği yapmak ve onarım gibi konularda çok şey öğretti. İnsanın, doğa üzerindeki tahakküm isteğinin, sürdürülebilir olmadığını anladım.


Üretim süreçlerinde yapılacak iyileştirmelerle daha iyi bir tarım yapılabileceğini söylüyorsunuz. Nasıl iyileştirmeler bunlar?
-Evet. Onarıcı tarımın temel ilkelerinden söz etmem gerekiyor bu noktada: Mecbur kalmadıkça toprağı işlememek, uygun bir ekim planlaması, toprak yüzeyinin yıl boyunca örtülü olması gibi yöntemlerle, biyoçeşitliliği ve ürün çeşitliliğini desteklemek. Hayvan entegrasyonu ile birlikte, doğada farklı türlerin birbirleriyle olan etkileşiminden yararlanarak, bereketi artırmak. Bunları, içinde bulunduğumuz duruma göre uygun formüllerle kullanıyoruz. Tek bir reçete yok yani. Bütüncül bakarak, en uygun uygulamaları bir arada kullanıyoruz.

Deprem bölgesinde yeniden toparlanmaya destek olmak için iyi niyetle yola çıkmış, çok çeşitli çalışmalar, projeler var. Sizin projenizde dikkatimi çeken, ortak hareket ederek, yeniden inşaya özel bir vurgu var. Ortak hareket etmek, yeniden inşa sürecinin neden ayrılmaz bir parçası…
– Hepimiz birbirimize bağlıyız. Bu bilgiyi, pandemi ve depremle yeterince pekiştirdiğimizi düşünüyorum. Herkesin barış içerisinde yaşadığı bir dünyayı idealize ediyorsak, kaynakların adil dağıldığı ve dayanışmayı çoğaltacak stratejiler geliştirmeliyiz. Ortak hareket ile güç birliği sağlayan bir topluluk yapısına yönelmek bu stratejilerden biri. Bu projemizde olduğu gibi çalışmalarımızın genelinde yapmak istediğimiz şey, global ölçekteki şirketler ya da fon sağlayıcılar ile yerel düzeydeki çiftçiler ve sosyal girişimleri bir araya getiren iş birliği modelleri oluşturmak.

PepsiCo Vakfı’yla yollarınız nasıl kesişti?
-Biz özellikle hayvancılık ve bütüncül planlı otlatma konusunda, uzun yıllara dayanan bir tecrübeye sahibiz. Farklı coğrafyalarda çalıştık. Yerel halkla beraber iyileştirmeler yaptık. Bitkisel üretimde de kendi uygulama arazimizde, onarıcı tarım metotlarını uygulayarak farklı ürünler ektik. Topraktaki etkisini ölçtük. Süreç takibi yürüttük. Bir noktada bu tecrübemizi daha toplumsal bir tabana yaymak istedik. Yani bildiklerimizi, çiftçilerle paylaşmak, onları onarıcı tarım projeleri hayata geçirmeye teşvik etmenin yollarını aradık. PepsiCo Vakfı’yla yolumuz bu noktada kesişti. Projemizin ilk yılında Konya Karapınar’da 75 çiftçiyle çalıştık. Onların proje üretmelerine ve bu projelerle hibe kazanmalarına destek olduk. Şimdi de Hatay Samandağ’dayız.
Burada bir model kurmayı istediğinizi söylediniz. “Dirençli Gıda Ağı Modeli” ile ne kastediyorsunuz?
-Buradaki “dirençlilik”, iklim krizi ve afetler karşısındaki dayanıklılığı ifade ediyor. Güvenli gıdaya erişim, temel bir insan hakkı. Üretenden tüketene, herkesin gözetildiği ve bunun sürdürülebilir olduğu bir üretim, ancak suyun, toprağın ve biyoçeşitliliğin gözetildiği, kurgulanmış bir ağ modeliyle mümkün. ‘Dirençli Gıda Ağ Modeli’yle kastettiğimiz bu. Ama tabii bunu yapmak kolay değil, yıllar alıyor.

“Sürdürülebilirlik yeterli değil. Onun ötesine geçmeliyiz” diyorsunuz. Nasıl olacak bu?
-Şu an içinde bulunduğumuz sistem, ‘sürdürülebilirlik’ olarak tanımlanıyorsa da aslında hiç de sürdürülebilir değil. Onarıma dayalı bakış açısına geçmemiz şart! Yani ‘insan’ olarak gezegene etkimizi; tarım yapma biçimimizi, doğayla ve birbirimizle ilişkimizi yeniden kurgulamamız, verdiğimiz zararı, onarmaya, iyileştirmeye dayalı bir prensipler bütününe geçmemiz gerekiyor. Biz Anadolu Meraları olarak, tarımsal faaliyetleri, tek başına bir arazi ve üretim yönetimi olarak değil; toplumsal, kültürel, ekonomik bir dizi etmenden oluşan, yaşamın çok merkezinde bir bütün olarak değerlendiriyoruz. Bu projede yapmaya çalıştıklarımız da bunun göstergesi. Mesela depremden sonra giderek çöken aracılık sistemine karşı, Samandağ Tarımsal Kalkınma Kooperatifi için çiftçilerin ihtiyaçlarını gözeten bir aracılık sistemi tasarlıyoruz. Proje kapsamında, topluluk temelli tarımı destekleyen potansiyel alıcılara, distribütörlere, mevcut aracılara ve gıda topluluklarına ulaşacağız, adil sosyal satın alma zemini kuracağız. Satın alma kuralları belirleme ve sosyal satın alma diyaloğunu başlatmak da Dirençli Gıda Ağı Modeli’nin ayrılmaz bir parçası olacak.

Tarımının ülkemizde ve dünyada en önemli sorunu sizce ne?
-Pek çok sorun var aslında. Bunlardan biri, belki de en önemlisi, verimliliğe odaklanmış olmak. Artan nüfusla birlikte, bu kadar insanı nasıl besleyeceğiz kaygıları, son 50-60 yılda verimliliğe çok fazla odaklanmamıza neden oldu. Halbuki, bugün açlığın sebebi, aslında yeterince üretememek değil, üretileni adaletli bir şekilde dağıtamamak, ihtiyacı olanlara ulaştıramamak. Bir paradigma değişikliğine ihtiyacımız var. Bugüne kadar bildiğimiz yöntemler, alıştığımız reçeteler toprağımızı çok hızlı bir şekilde yok ediyor. Artık daha kapsamlı ve bütüncül düşünmek zorundayız.

Yorum Bırak