Hayat çok hızlı 15 dakikada derdini anlatabilirsin
Ben taaaa o zaman gözüme kestirmiştim Ayşegül Yürekli Şengör’ü. Ve o zaman sevmiştim, bir New York uçak seyahatinde. Hani kafaca çok iyi anlaştığın biriyle, saatler ‘cırt’ diye geçer ya, onu da anlatmak istersin, bunu da, hayatındaki bütün kesitleri, aşkları, acıları, mutlulukları ona taşımak istersin…
Öyle oldu. Rengi kırmızı. Tutkulu bir kadın o. Kafasına koyduğunu öyle ya da böyle yapar. Ve hızlı. Leb demeden leblebiyi anlar.
Sinir uçları açık. Komik. Şahane sarhoş olunur onunla. Ve cesur. Ve iyi kalpli. Onunla iş yaparken gerçekten eğlendiğim ve heyecanlandığım için Marka Konferansı’nın bir parçası oldum. Bu yılkinde, her yılki gibi sıkı konukların yanı sıra bende, Ertuğrul-Gülümsün Özkök, Ferzan Özpetek, Gülse Birsel ve Ali Denizci’yle sahne röportajları yapacağım.
Biraz içim pır pır ediyor. Çünkü bu şahane insanların anlatacakları 15 dakikayla sınırlı, sonra düdük çalıyor, lafın yarıda kesiliyor, madara oluyorsun. O yüzden soruları ona göre sormam gerekiyor, kafana estiği gibi takılamıyorsun…
Marka Konferansı beni diri tutan bir düşünce platformu… Çünkü ful adrenalin. Anladınız siz, yaşadığımı hissediyorum orada!
Denk düşerse gelin, 16-17 Aralık’ta bizi bir de sahnede izleyin…
Marka Konferansı, 16 yıldır hayatımızda. İş dünyasının kaçırmadığı en etkili konferanslardan biri. Sen de yaratıcısısın… Nereden esti?
– İlk fikir İsveç’te düzenlenen küçük bir konferanstan çıktı. Önüme broşürü geldi, üç konuşmacılı küçük bir toplantıydı, konusu ‘marka’ydı. ‘Marka’, zaten beni meraklandıran, heyecanlandıran bir konuydu. Daha iş dünyasını ele geçirmemişti ama çok güçlü bir kavram olacağı hissediliyordu. Fikri çok tuttum, hemen üstüne atladım, “Biz de bu konuda bir konferans yapalım” diye kolları sıvadık…
Seneler içinde müthiş konuklar geldi, geçti… Hâlâ heyecan duyuyor musun? Hâlâ bebeğin mi?
– Hem de nasıl! İş konusunda obsesif bir kadınım. Feci detaycıyım. Hayal ettiğim şeyi oldurana kadar deliler gibi didinme ve asla pes etmeme huyum var. Hele Marka Konferansı söz konusu olunca, kontrolü pek kimselere bırakamam. Diğer işlerimin arasında kendimi en iyi ifade ettiğim iş bu. Hem bebeğim hem ilacım… Her yıl, kendimi bu sayede yenilediğim eşsiz bir enerji ve motivasyon kaynağı aynı zamanda. Ama tabii tek tabanca yapılan bir iş değil, dev gibi bir ekiple gerçekleştiriyoruz.
Bu arada ilktiniz, tektiniz ama takipçileriniz var artık. Bir sürü benzeriniz çıktı. Kızıyor musun?
– Yooo. En önde koşmaya devam ettiğin müddetçe takip edilmek aksine güzel bir duygu! Neredeyse her kalp atışında hissettiğim bir şey var: ‘Sorumluluk’. Yüzlerce marka bu işin parçası, 1500 katılımcımız, onlarca sponsorumuz var. Ben 16 yıldır bir kez bile yanıltmadığımız seyircimize, yine beklentilerinin üstünde bir sonuç sunmanın sorumluluğunu tüm hücrelerimde hissediyorum. Çıtayı hep yukarıda tutmak, takipçilerimizi daha hızlı koşturmak gibi bir liderlik sorumluluğumuz da var.
Bu konferansı diğerlerinden ayıran özellik ne?
– Öncelikle içeriği yorumlama becerisi. Her yıl, iş dünyasının yakın geleceğine etki edecek çok önemli bir içerik küratörlüğü yapıyoruz. Biz eşsiz bir bilgi, duygu, fikir karması sağlıyoruz. Bu yüzden de Türkiye’nin en önemli fikir platformu olarak anılıyor. Sonra bunu sunma becerisi. Teknolojisiyle, müziğiyle, şov unsurlarına verdiği önemle, izleyicisini alıp bambaşka köşelere savurarak eşsiz bir içerikle buluşturma becerisi. Ve önemlisi ruhuyla! Kendisi gibi olabilen, asla ‘mış’ gibi davranmayan, kendini sürekli yenileyebilen, sapına kadar gerçek bir ruhu olması en belirgin ayrıştırıcısı… Bu yıl iki gün boyunca hepsi aynı salonda izlenecek 46 konuşmacı var. Herkes 15 dakika konuşabiliyor.
Niye 15 dakikayla sınırlı?
– Seyircimize duyduğumuz saygıdan! Uzun uzun konuşmak kolay iş. Zor ve değerli olan ayıklanmış bilgiyi, tüm kalıpları zorlayarak sıkıştırılmış sürede verebilmek. Yoksa gir Google’a, YouTube’a, oradan istediğini ara, bul, izle. Dahası hayatımız son hız akıyor, konsantrasyon süremiz, daha da önemlisi tahammül süremiz gittikçe kısalıyor. Hepimiz bir şeyleri kaçırma, bir yerlere yetişememe telaşındayız. Bunları bile bile seyircimizi 30 dakikalık konuşma sürelerine nasıl mahkûm edelim? Alışılmış konferans yapısını değiştirdik, yeniden formatladık. Bu ‘kara koyun’ tavrı, konferansın DNA’sının bir parçası. Benden de yansıyor olabilir bu duruş, çocukluğumdan beri biraz ‘kara koyun’luk vardır bende…
15 dakika sonra sirenler çalmaya başlıyor. “Hayır, ben lafımı bitirmedim, daha anlatacağım!” derse n’oluyor? Konuğu sahneden mi atıyorsunuz?
– Valla, kim olursa olsun, 15 dakika sonra müzikle konuşması kesiliyor. Önemli bir kural ve mutlaka herkes için uyguluyoruz. Uyarı şarkımız da manidar: ‘Don’t speak!’ Yani ‘Konuşma!’ Geçen yıl Bob Geldof’un sunumunu bu şekilde kestik mesela…
Davetiyeler için de savaşlar başlamış durumda. Nasıl oluyor? Dünyanın en yüksek maliyetli konferanslarından biri değil mi? Gerçekten para ödemeden, davetiye bularak girmenin yolu var mı?
– Bizim davetiye savaşları tarihe geçebilir, haklısın. Dünyadaki en büyük prodüksiyonlu konferanslardan biri ve tabii maliyeti çok yüksek. Belli bir koltuk sayısı var, her koltuğun da bir değeri… Şirketler ya doğrudan koltuk satın alarak konferansın parçası oluyorlar ya da sponsor oluyorlar. Bu davetiyeleri kendi ekiplerine, özel davetlilerine kullandırıyorlar. İşte bahsi geçen davetiye savaşları da bu davetiyeler üstünden dönüyor…
Giriş ücretleri çok yüksek değil mi?
– Aldığın karşılığa göre doğru bir ücretlendirmesi var. Etkisi çok uzun süre devam eden bir yatırım. Erken kaydolmanın fiyat avantajı büyük, konferans tarihi yaklaştıkça fiyatlar yükseliyor. Bu yüzden her yıl ocak ayında, yani neredeyse bir sene önceden, konferansların yaklaşık üçte biri doluyor.
Bu 15 yıl içinde seni en çok kimler etkiledi?
– Kimler geldi, kimler geçti… Bob Geldof, Lara Fabian, Christian Louboutain, Kenneth Cole, Sahar Hashemi, Michelle Mone, Tyler Brule, Concetta Lanciaux, Stefan Sagmeister, Alice Rawsthorn, Simon Woodroffe, Fred Alan Wolf, Jeff Manning, Tom Dixon bir çırpıda aklıma gelenler…
Ertuğrul Özkök ve Gülümsün Özkök’le provalardan bir kare. Baba Özkök çok güzel söylüyor: Çok fazla akılla yönetilen hiçbir şeyden hayır gelmez!
Özgür düşünmek, özgür konuşmak
Robert Kolejli olmanın ne faydalarını gördün hayatta?
– Kendimi özgür hissetmek benim için hep önemli oldu. Robert Kolej’de aldığım eğitimde bu duygu karşılığını çok iyi buldu. Özgür düşünmek, özgür konuşmak, özgür davranmak… Bu yüzden mutlu, motivasyonu yüksek, iyi bir öğrenciydim. Bu tavır hayatımın bütününe yansıdı. Amerikan eğitim sistemi, “Sen, en iyisin. Her şeyi yapabilirsin!” kodlaması üstüne kuruludur biraz. Bilinçli yapılmazsa dozu kaçabilir, yıldız yaratacağım derken, elinde egosu şişmiş bir başarısızlık abidesiyle kalabilirsin! Bu tehlike var Amerikan eğitim sisteminde ama bu duygu, bize herhangi bir dozaşımı olmadan, çok bilinçli verildi. Kendimi şanslı görüyorum, biraz da gurur duyuyorum galiba…
Yılın iki ayı kayıbım! Sonra ‘komik anne’ geri gelecek
Peki ailen? Sen, yılın bu zamanları işe gömülünce isyan etmiyorlar mı?
– Aile benim için hep çok önemli, hatta en önemli! Ama yılın son iki ayı kendimi tamamen bu işe adıyorum. Üzerimde çok fazla iş yükü oluyor, o yüzden epey geriliyorum konferans öncesi ama bizimkiler bir yandan merakla çalışmaları takip ediyor, bir yandan da bunun geçici bir dönem olduğunu gayet iyi biliyor. Yani 16 yıldır aynı hikâye, o yüzden kimse isyan misyan etmiyor. Nasıl olsa sonunda gene, ‘Komik, rahat, sakin ve normal anne’ geri gelecek! Kocam Cemo, her zaman, her konuda olduğu gibi burada da en büyük şansım. Böyle zamanlarda bırak sorun çıkarmayı, acayip kollar beni. Konferansların arkasındaki gizli kahraman o. Kızım Ayşe (21), dört yıldır New York’ta üniversitede, lisedeyken hiç sektirmeden her yıl katılırdı, şimdi finalleri yüzünden bazen tarihler tutmuyor. Ali (14), üç yaşından beri konferansı takip ediyor, ilk kez bu yıl konferansta görev almak istedi. Okuldan izin alıp, iki gün bizimle çalışacak. Durum bu!