Bu, 23’üncü.
Işık Üniversitesi’nde gerçekleşti.
Öğrenciler tarafından düzenlenen defilede, ünlü sanatçı, ressam, tasarımcı, profesör Balkan Naciİslimyeli Hoca’nın tasarladığı kıyafeti giydim.
Kıyafetin adı ‘Köşe Yazarı’ydı. Giymesi de çıkarması da çok eğlenceliydi. Her tarafımdan yazılarfışkırıyordu. Kulağımdaki kulaklık, kaset çözmenin dayanılmaz ağırlığını hatırlatıyordu bana.
Defile öncesi, üzerimde o kıyafetle röportaj yaptım. Derya gibi bir adam İslimyeli Hoca. Bayıldım. Buarada Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ilk mezunlarını veriyordu. Birkaç gün boyunca inanılmaz etkinliklere imza attılar. Gençlerin heyecanına, onları destekleyen üniversite yöneticilerine ve öğretmenlerine şapka çıkardım.
Şaka değil, 125 yıllık bir gelenekten söz ediyoruz. Atatürk’ün okulundan söz ediyoruz. Işık Üniversitesi’nin temeli 125 yıl önce, Selanik’te atılıyor. Hıncal Uluç da yazdı geçen gün. Adı Feyz-i Sıbyan Mektebi. Mustafa Kemal de burada okuyor, sonra okul İstanbul’a taşınıyor, cumhuriyetin karma eğitimine öncülük ediyor. 1934’te okulun adı Işık Lisesi oluyor. Ve nihayet Işık Üniversitesi?
Benim için hem gençlerin heyecanını paylaşmak hem de Balkan Naci Hoca’yla röportaj yapmak müthişti.Yarım Kalan Hayatlar’a destek oldukları için Işık Üniversitesi’ne teşekkür ederim. Balkan Hoca’nın röportajı salı günü de devam edecek…
Hocam, bu Balkan ismi çok sık rastlanan bir isim değil?
– Değil. Göçmen olduğumuz için. O toprakların bir hatırası olarak… Dedem, tıp tahsili için İslimye’den İstanbul’a geliyor. Leman Hanım’la evleniyor, babam doğuyor. Babam, dönemin en iyi karikatüristlerinden biri. Akbaba’nın kapaklarını çiziyor. Cemal Nadir çok övgüyle söz ediyor. Ama annemle evlenince, geçim derdi yüzünden memur olmaya karar veriyor. Ben aslında babamın hayallerini gerçekleştirdim. Onun hayatını tamamladım.
Ne güzel! Peki çocukken doktor olmak istemenizin özel bir sebebi var mı?
– O benim yaramaz ve kurcalayıcı tarafım! Her şeyin için merak etmek! O çocuk kafasıyla, doktor olursam, insanların da içini açacağımı düşündüm.
Peki neden olmadınız?
– Fark ettim ki, sanat yoluyla da bir şeyin hem içini hem dışını görmek mümkün.
63 yaşındasınız, ama çok daha genç gösteriyorsunuz.
– Tahtaya vuralım, ruh meselesi, hâlâ çok heyecanlıyım?
Hatta ‘rocker’ havanız bile var?
– Ya evet, ben küpeli hocayım!
Küpeniz neyin simgesi?
– “Diğer hocalar gibi değilim” diyorum öğrencilerime?
Sizin sanatçı olmak dışında bir şansınız var mıydı?
– Bence yoktu. Sanatçı olmak bir kader. Bir tür ‘seçilmiş’ insan oluyorsun.
SANATÇILIK DENEN ŞİZOFRENİK BİR ŞEY
‘Hediye’ mi peki?
– Evet hediye ama ‘cezai taraf’ı da var. Ölümcül bile olabilir. Çünkü sanat karşılıksız bir şey, bir de şizofrenik. Birçok şeyin içine giriyorsunuz, nüfuz ediyorsunuz, onun gibi hissediyorsunuz. O yüzden tehlikeli. Bütün bunları git-gel’leri denetleyebilecek bir iradenizin olması gerekiyor.
Çocukken öfkeliymişsiniz, neden?
– Dış dünyaya baktıkça, “Bu dünya bana göre değil” duygusuna kapılıyordum da o yüzden. Sakinleşmek için resim yapıyordum. Bana ait alanlarda uysal, sakin ve huzurluydum aslında. Ama kontrol edemediğim durumlarda, mekanlarda rahatsız olurdum. Panzehiri resimdi. Ben hayata hep kuş bakışı bakmak istedim. Çünkü bir şey çok yaklaşınca, göremezsin, bütünü kaybedersin.
Küçükken şehir şehir dolaşmışsınız, kişiliğinizin oluşumunda babanızın memuriyeti ne kadar rol oynadı?
– Anadolu’yu tanıdım. Başka insanları, ilişkileri, tatları, hayat hikayelerini, ziyan olanları, savrulanları gördüm.
Nasıl bir fonda büyüdünüz?
– Korunaklı, bol kitaplı, resimli, sanata düşkün, orta halli, insansever, hayvansever, çiçeksever… O yüzden çocukluğuma dair hiçbir olumsuz hatıra taşımıyorum.
Ne zaman parlak bir sanatçı olduğunuz anlaşıldı?
– Ne kadar parlak olduğunuzu sizden başka kimse bilemez aslında. Bunu hep içinizde hissetmeniz ve en olumsuz koşullarda bile, inanmanız lazım. Ama tevazuyla taşımak lazım. Bu, bir ayrıcalık değil.
Bütün o birincilikler, ödüller? Egoyu şişirmiyor mu?
– Yok, hayır. İçten ve doğal bir şey gibi taşıdığınız zaman, paniklemiyorsunuz, yırtıcı olmuyorsunuz, saldırmıyorsunuz, beklemeyi biliyorsunuz. Ve işinize sarılıyorsunuz.
Peki sizdeki bu ‘haksızlığa uğradım duygusu’ ne zaman başladı?
– Türkiye’de sanata, yaratıcıya, farklı bir şey düşünen ve ifade edebilene karşı, toplumun bir reaksiyonu var. Ya saldırıyor ya yok sayıyor. Benim de böyle kuşatıldığımı hissettiğim, haksızlığa uğradığımı düşündüğüm zamanlar oldu.
Nasıl bedeller ödediniz? Bu ülkede sanatçı olarak hayat geçirmek ne demek?
– Öncelikle ailem, beni desteklemelerine rağmen, “Yalnızca resimle yaşayamazsın!” imalarında bulundu.
Para kazanamazsın, sürünürsün?
– Aynen. Doğrudan söylemediler, dolaylı yollardan. “Biraz kendini sakınsan iyi olur. Bir mesleğin olsun, sen yinesanatını yap.” Hobin olsun demeye getiriyorlar ama bana uygun bir şey değildi bu. Onlar, ‘şair ruhlu, kırılgan,zeki ve canlı çocuğun’ bu vahşi sanat ortamında ziyan olacağını düşündü. Zaten babam da tam bu yüzdensanatı bırakıp memuriyete geçmiş. Ama ben vazgeçmedim.
Sizce hak ettiği değer verilmiş bir sanatçı mısınız? Yoksa, sizin tabirinizle ‘harcanan iyi’ misiniz?
– ‘Loser’ sayılmayı kalıcı bir durum olarak görmemek lazım. Ben her zaman bu riski göze aldım. O yüzden de 40 yıl boyunca ön sıralarda kalabildim.
“Başıma ne gelirse gelsin, ben kendi inandığımı yapacağım?” Bu muydu mottonuz?
– Aynen. Hala öyle. Mesela benim çok satan dönemlerim oldu, koleksiyonerler, galeriler etrafımdadolaşıyorlardı. Ama sıkıldım bıraktım, başka bir döneme geçtim. Onları da kızdırdım. Ticari şeyler, beni her zaman rencide etti, müdahale gibi gördüm.
Türkiye sizin yaptıklarınızı anladı mı?
– Anlamadı. Hâlâ da anlamamakta direniyor. Ben bağımsız bir noktada duran, kimseye evyallahı olmayan,yaptığı işin onuruyla yaşayan ve bununla yetinebilen biriyim. Dolayısıyla aidiyetlerim yok şu ya da bu güç grubuna dahil değilim. O yüzden beni kolay hedef zannediyor, yıkmaya çalışıyorlar. Ama başaramadılar, 40 yıldır ayaktayım. Ama tabii ki ülkemin her yaptığımı anlamasını çok isterdim. Bu ülkede, omurgasını muhafazaederek, her serisinde yeni malzeme deneyen, farklı konsept yaratan çok az sanatçı vardır. Ben sanatın çok renkliliğini, çoksesliliğini anlatamaya çalıştım. Sanat yapmayı, bir toplum projesi gibi gördüm. Ama karşılığını aldım mı? Hayır. Bu noktada birburukluğum var.
MODACI DEĞİLİM AMA KUMAŞ DA BİR MALZEME
Tasarladığınız kıyafetler çok ilginç. Mesela ‘Cebi Delik Kefen’tasarlamak nereden geldi aklınıza?
– İnsanlar ceplerine bir şeyler tıkıştırmanın peşinde. Son nefeslerine kadar. Ben modacı değilim ama kumaş da bir malzeme. Ve kendimi ifade etmemin bir yolu.
Benim üzerimdeki elbisenin adı neden ‘Köşe Yazarı’?
– Kadınların yükünü göstermeye çalışıyorum. Ve ne mutlu bana ki, tasarladığım kıyafeti giyiyorsunuz. Bu bir özgüven ve çok rastladığımız bir şey değil. Sizin gazeteciliğinizde o var. Atak, enerjik ve gözüpek.