Ben sadece kendim olmayı seçtim

Fevkalade sahici. Söyleyebileceğim ilk şey bu.
Sonra çok sıcak, çok şefkatli bir gülümsemesi var.

Ve şahane bir sesi…

O, “Abartılacak bir şey yok!” diyor ama öyle böyle değil.

Hem sesi hem de yazdığı şarkılar insanın kalbine işliyor.

Bir kere takıldın mı Cem Adrian’a, müridi oluyorsun, kopamıyorsun.

Gizli bir klan gibi zaten Adrian takipçileri.

Ve işin ilginç yanı, bu adam röportaj vermiyor, televizyona çıkmıyor, hatta şarkıları radyolarda bile çalmıyor.

Buna rağmen konserleri hep ful çekiyor.

En çok konser veren şarkıcılardan biri, düşünün konser sayısını sınırlamaya uğraşıyor.

Ve konserlerine hep birbirinden farklı insanlar geliyor.

Genci, yaşlısı, türbanlısı, rock’çısı…

Bu güzel adam, toplumun farklı kesimlerinden insanları ortak bir paydada topluyor.

Sizi Cem Adrian’la baş başa bırakıyorum…

Cem Adrian. Sen, nevi şahsına münhasır birisin! Hem ortadasın, sürekli konserler veriyorsun ama hem de yoksun. Televizyona, radyoya çıkmıyorsun. Kimseye eyvallahın yok, ihtiyacın da yok. Sen bu duruma nasıl geldin?

– Estağfurullah bir yere geldiğim yok. En değerli şeyim, özgürlüğüm. O yüzden hiçbir şekilde, hiç kimseye bağımlı olarak yaşamak istemiyorum. Yaptığım işin gerekliliği gibi görünen medya yalakalığı ve medyayla alakalı durumlar, yakın durma gayreti filan da bende hiçbir zaman olmadı. Bir dönem Okan Bayülgen’in programlarına çıkardım, bunun dışında en son Enver Aysever’in programına çıktım, o da üç sene önce filandı. Sonra da medyanın hali beni tiksindirdi. Sosyal medyada etkin olayım gibi bir amacım yoktu ama dinleyicilerime oradan seslenince, onlarla oradan bir muhabbete girince ister istemez etkin oldum.

Çok az insan bu durumda.

– Ben, beni bu noktaya getiren şeyin de kölesi olmak istemiyorum! Hiçbir şekilde, hiç kimseye bağımlı olmak istemiyorum. Sosyal medyaya bile bağımlı olmak istemiyorum, bu yüzden başka yollar deniyorum. İçgüdüsel olarak enteresan bir şekilde hiç profesyonel olmayan şeyler yapıyorum. Mesela radyolarda şarkılarımın çalınmasını istemiyorum çünkü ben, her şeyi bir bütün olarak görüyorum. Yaptığım müziği çok sevdiğim için, sahte şeylerle yan yana sunulmasını bile istemiyorum. Müzik marketlerde de olmak istemiyorum, zaten bu son albümden sonra tamamen buna son veriyorum. Diyebilirsin ki, “Bu yaptığın hiç profesyonel değil!” Evet, değil. Ama zaten benim profesyonel olayım diye bir derdim de yok. İsteyen dinlesin, istemeyen dinlemesin…

Ama konserlerin ful…

– Evet çünkü insanların bence samimiyete ihtiyacı var. Tüm bu riyakâr müzik dünyası ve müzik sektöründen nefret eden, samimi bir şeyler dinlemek isteyen insanlar da var. Onların bir kısmının tercihi de ben oluyorum. Bunun için teşekkür ederim ama ben bunu tasarlayarak yapmadım. Ben sadece kendim olmayı seçtim.

HAYATTAKİ EN BÜYÜK ZAVALLILIK PARA!

Konserlerini dolduran insanların birbirine hiç benzememesi, her yaştan, her etnik gruptan olması seni şaşırtmıyor mu?

– Hayır, çünkü 11 yılda her şey yavaş yavaş oldu. O kadar sindire sindire yaşandı ki bu süreç, şaşkınlık filan duymuyorum. Ama incelenmesi gereken bir vaka olduğunu düşünüyorum. Televizyona çıkmayan, gazetelere röportaj vermeyen, radyolarda şarkıları çalmayan birinin konseri nasıl bu kadar tıklım tıklım olabilir? Özellikle de Doğu’da biletler iki ay önceden bitiyor. Neden bu kadar çok insanın bana sahip çıktığı bence incelenmeli.

Sence neden?

– Samimiyet diyorum ben. Çünkü insanlara, kendilerine porselen dişlerle gülümseyen ve güneş gözlükleriyle bakanlardan böğ gelmiş durumda. Samimi bir şey arıyorlar…

Hayattaki en büyük zavallılık ne?

– Para. Yüzde yüz.

Böyle deyip konserlerden çok para kazanmıyor musun?

– Çok kazanmıyorum. Normal kazanıyorum. Ve her yere gidiyorum, “Yeteri kadar kazanamam, şuraya gitmeyeyim!” diye bir ayrım yok bende.

Konser öncesi midene kramp giriyor mu?

– Heyecanlanıyorum ama öyle şeyler olmuyor. Sahneyi seviyorum, gerçekten severek şarkı söylüyorum. Sahnede çok alkol alan insanlar için şöyle düşünüyorum: Müziklerine ancak öyle katlanabiliyorlar! Ben sahnede asla içmem. Ekibim de içmez. Sahneyi, yaptığım müziği hissedebilmek isterim. Bizde sahte bir şey yok.

Senin bazı konserler matine gibi, 3’te bir tane, 5’te bir tane.

– E çünkü çok talep var. Ben konserlerime sınır koyduruyorum. Şu anda mesela sadece ayda 10 konsere düşürdüm, 26 konser yapıyorduk ama çok yoruldum.

Hayattaki en büyük başarın ne?

– Her şart altında bağımız ve özgür kalabilmem.

Bir erkekte olması gereken en değerli özellik ne?

– Erkek ve kadın diye niye ayıralım ki? Her insanda olması gereken en değerli özellik: Onur. Şahane sanatçısın ama onursuzsun, kaç yazar? Benim için bir şey ifade etmez.

İlham ne zaman geliyor? Duştayken, yürürken, uçarken, uyurken…

– Ben 24 saat ilham içindeyim. Hatta kendimi durduramıyorum. Sürekli bir şey kaydediyorum, yazıp çiziyorum.

cem-adrian

Fotoğraf: Fethi Karaduman

NE OLURSA OLSUN ONURLU BİR İNSAN OL!

Sen hep mi böyleydin, sonradan mı oldun?

– Hep böyleydim. Hep insanların yanında bir şeyler mırıldanırdım. Aklımda sürekli bir şarkının şurası, bilmem nenin burası falan vardı. Beynimi durduramazdım. Halen devam…

Genç birine öğüt verecek olsan ne derdin?

– Öğütlere aldırma! Ne olursa olsun onurlu bir insan ol ve hayatta da gerçekten ne yapmak istiyorsan onu yap. Fakir bir şekilde öleceksen bile, istediğin şeyi yap diyorum, yüzde yüz!

SAAT BİRİKTİRİYORUM 1000’E YAKIN SAATİM VAR

Senin için mutluluk ne?

– Şu aralar bir yavru köpek. Adı Bozi. Dünya tatlısı bir çoban köpeği. Onunla oynamak, uyumak benim için saf mutluluk.

En büyük korkun ne?

– Sözlerimin ciddiye alınmaması ya da ciddiye alınmayacak sözler söylemeye başlamam…

Senin için aşk ne?

– Güzel hatıralar.

Âşık mısın şu anda?

– Değilim.

En sevdiğin özelliğin?

-Koordinasyon yeteneğim.

Neyi koordine ediyorsun?

-Her şeyi. Hem özel hayatımda hem iş hayatımda Cem Adrian diye bir adamın sanki menajeriymişim, prodüktörüymüşüm gibi bir sürü şey planlıyorum. Bir aç insanın yapması gereken şeyi, tek başıma yapıyorum.

Sosyal medyada müthiş aktifsin…

– Onu da kendim yönetiyorum.

En sevmediğin özelliğin?

– İş konusunda çok titiz olmam. Mükemmeliyetçiyim. Herkesten de benim gösterdiğim özeni bekliyorum.

Saçlarına kaç dakika harcıyorsun sabahları?

– Bir dakika bile değil! Belki 30 saniye… Kendi dalgası o. Kurutma makinesi bile kullanmıyorum. Taradığım zaman böyle oluyor.

Diğer insanlarda en sevmediğin özellik?

– Empati yeteneklerinin olmaması.

En çok neye para harcarsın?

– Antika kol saatine.

Kaç tane antika saatin var?

– 1000 kadar.

DÖVMELERİMDEN BİRİ BERKİN ELVAN’IN KAŞLARI

Yapma ya! Kafayı neden saatlere taktın?

– Kötü bir dönem geçirdim, saatler beni tedavi etti. Yaşanmışlığı, psikolojime inanılmaz iyi geldi. Gerçekten de endorfin hormonumu tetikledi. Çok çok mutlu ediyor saat biriktirmek.

Nereden buluyorsun?

– Dünyanın her yerinden.

Peki o saatleri ne yaptın?

– Antika saat dükkânı açtım! Ama satmıyorum bir türlü, elim gitmiyor. Hepsinin bir hikâyesi var, o saati kim takmış, kolunda o saatle neler yaşamış…

Fiziğinle ilgili sevmediğin bir şey var mı?

– Var. Çok uzunum ben. 1.89. Biraz daha kısa olabilirdim.

En çok kullandığın kelime.

– “Hayır!”

Bir sürü insan “hayır” demesini bilmez…

– Ben derim. Ne istediğimi ve istemediğimi bilirim. Netim ve inatçıyım.

Ensende neden ‘kayıp’ yazıyor?

– ‘Kayıp’ beni ifade eden bir kelime. Öyle hissediyorum. Kolumda da Şeker Prens ve Tuz Kral yazıyor. Bir albümümün adı. Güzel bir masaldı.

Başka dövmeler?

– Var… Bak, bu kör alfabesiyle aşk anlamına geliyor, bu de Berkin Elvan’ın kaşları. Unutmak istemediğim şeyleri her gün hatırlamak için yazdırıyorum.

İSTANBUL’DA KENDİMİ ÇOK KÜÇÜK HİSSEDİYORUM

Cem Adrian’la mı yatıp kalkıyorsun, kafan sürekli onunla mı meşgul?

– Hayır, ben Ankara’da son derece normal bir mahallede, son derece normal bir apartmanda Cem olarak yaşıyorum. Herkes de beni çevremde öyle tanıyor. Ama belli zamanlarda Cem Adrian olarak sahneye çıkıyorum, konserler veriyorum.

Neden İstanbul’da yaşamıyorsun?

– Sevmiyorum İstanbul’u. Çok kalabalık ve kendimi küçük hissediyorum. Trafikte küçük hissediyorum, sokakta küçük hissediyorum.

En mutlu olduğun yer ve an…

– Ankara’da evimde kanepemde otururken. Oh, o huzur gibisi yok!

Hangi yeteneğe sahip olmak isterdin?

– İyi dalabilmek isterdim. Suyun altında daha çok vakit geçirebilmek isterdim.

GENEL ANLAMDA HAKSIZLIKLARDAN MUTSUZUM

Sen de duygulara dalıyorsun. Sinir uçların çok mu açık, nasıl yazıyorsun o şarkıları?

– Bence çok abartacak bir şey yok. Mesele şu: Herkesin bir acı eşiği var. Bence benimki biraz yüksek, duygularımı ifade edebilme kabiliyetim de… Sokakta bir şey olur, beni, bir başkasından daha çok etkiler. Ve kendimi iyi ifade edebildiğimden, o olayı, ben daha farklı anlatırım. Duygumu abartırım. Yoksa yaşadığımız olaylar hep aynı.

Nasıl ölmek istersin?

– Çok ani. Kimseye veda etmeden. Uzun vedalardan hoşlanmıyorum.

Yaşadığın hayattan memnun musun?

– “Değilim” desem büyük nankörlük olur. Kendi hayatımdan şikâyetçi değilim ama genel anlamda haksızlıklardan ve adaletsizliklerden mutsuzum.

FAZIL SAY’LA KARŞILAŞINCAYA KADAR ETİLER’DE FAL BAKIYORDUM

Fazıl Say olmasa, sen bu adam olur muydun?

-Bu adam olurdum ama burada olmazdım!

Nasıl yani?

– Yine aynı ben olurdum ama yolum farklı olurdu. Fazıl Say benim için tabii çok büyük bir ışık oldu, üzerime spot tuttu, insanlara beni gösterdi ve her şey kolaylaştı. Ne kadar yetenekli olursanız olun, insanların güvendiği biri, bir tür otorite sizi ittirirse, “Bu adam çok yetenekli!” derse, o zaman işte kapılar açılıyor. Saçma ama öyle. Bir referans gerekiyor.

Bu hikâyeyi yüz bin kere anlatmışsındır ama bize de anlatsana, yolun Fazıl Say’la nasıl kesişti?

– Para kazanmak için fal bakıyordum, Etiler’de bir barda.

MESELE SES TELLERİMDEKİ GENETİK FARKLILIK

İyi fal bakar mısın peki?

– Fal bakmak ilginç bir şey aslında. Karşındakiyle konuşurken onu az çok tanıyorsun, hayatta neyin peşinde olduğunu anlıyorsun ve onu iyi hissettirmeye çalışıyorsun. Fal demek işte bu, iyi hissettirmeye çalışmak, güzel enerji vermeye uğraşmak… Ben de bunu Allah için iyi yapıyordum. İstanbul’daydım, hiç param yoktu ve para kazanmak zorundaydım. Bulabildiğim tek iş de buydu. O sırada Demet Sağıroğlu geldi. Ona dedim ki, “Demet ben aslında faldan hiç anlamıyorum. Müzisyenim, burada da para kazanmak için çalışıyorum. Sana birkaç demo vereyim, bunları dinler misin?” “Tamam” dedi. Dinlemiş, beğenmiş, bir de gitmiş Fazıl Say’a dinletmiş. Fazıl Say aradı beni…

Bu arada bilmeyenler olabilir. Senin içinden bir sürü farklı ses çıkıyor. Ben ilk dinlediğimde şoke oldum, bu sesler bu adamdan mı çıkıyor diye! Korkutmaz mı bu durum insanı?

– Yok canım. Mesele, ses tellerimdeki genetik farklılık. Bence harika sesler çıkarmak önemli değil. Önemli olan harika sözler söylemek. Ben daha fazla edebi içerikle ilgileniyorum, sesle ilgilenmiyorum. O bir tür cambazlık ve ben buna doğuştan yatkınım. Ben daha çok ozan olarak var olabilmeyi istiyorum.

Bir dönem Bilkent’te okudun Fazıl Say sayesinde. Ne dedi, “Eğitimli olman gerekiyor” mu dedi?

– Hayır. Dedi ki, “Sen çok iyisin. Ama bunu da denemelisin!” Akademik olarak ne yapabileceğimi, oraya uyum sağlayıp sağlayamayacağımı anlamamı istedi. Beni özel statüyle okula aldılar. Denedim ama uyum sağlayamadım.

ŞARKI SÖYLEMEYİ SAHNEDE ÖĞRENİYORUM

Buna üzülmüyor musun?

– Üzülmüyorum, çünkü denedim. Oraya gittiğimde 23 yaşındaydım, herkes nota bilirken ben bilmiyordum. Ama müzisyen olunmayacağını, doğulacağını düşünenlerdenim. Teknik eğitim falan işlemiyor bana. Bünyem kabul etmedi, etmiyor. Hâlâ nota bilmiyorum. İşin teknik kısmıyla da ilgilenmiyorum. Bir sene okula gittim, ikinci sene bir kere uğradım.

Kendini nasıl geliştiriyorsun?

– Ben şarkı söylemeyi sahnede öğreniyorum. Sahne, en iyi öğretmen. Hâlâ sesimi daha iyi kullanmaya uğraşıyorum.

Sende sanatçıların didişmesi, birbirlerinin gözünü oyması gibi şeyler de mi yok?

– Yok. Çünkü sanatçı tanımıyorum. Müzisyen tanımıyorum. Bir de onların çoğu İstanbul’da yaşıyor, ben Ankara’da. Kimseyle kavga edecek bir durumum yok. Ortak bir noktam yok. Tarzını beğendiğim müzisyenlerle düet yapıyorum. Birkaç arkadaşım var, mesela Aylin Aslım, Hayko Cepkin, Halil Sezai…

Cem Filiz’i, neden Cem Adrian yaptın?

– Annemin kızlık soyadında Adrian diye bir durum var, Yugoslav göçmeni annemler. Babamla alakalı kişisel nedenlerden dolayı Adrian’ı kullanıyorum. E bir de Edirneliyim, Edirne’nin de eski adı Adrianapolis.

NE DÜNYAYA AÇILMASI? BEN HAYATIMI KÜÇÜLTMEYE ÇALIŞIYORUM!

Sesinin farklı olduğunu ne zaman keşfettin?

– Ben keşfetmedim aslında, insanlar söyledi. Birine bir şarkı dinletiyordum mesela, “Kim bu?” diyordu, “Benim” diyordum. Şaşkınlık içinde, “Nasıl yani!” diyordu. Sonra bir sürü farklı demo dinletiyordum. “O kim? Bu kim?” “Hepsi benim!” diyordum, onlara çok acayip geliyordu. Bana hâlâ normal geliyor. Konserlerimde sadece bir şarkıda içimdeki tüm bu seslerin hepsini gösteriyorum, sonra kapatıyorum mevzuyu! Sürekli ona dayanmanın bir manası yok.

Ama sen o kahve falından önce epeyce debelendin, uğraştın, olmadı değil mi?

– Aynen öyle! İki sene İstanbul’da yaşadım. Radyolara gittim, o dönemdeki yarışma programlarına katıldım. Elendim sürekli. İyi ki elenmişim, onların vaat ettikleri ışık, boş bir ışık.

Fazıl Say, senin için “Sesi yedi oktav!” diyor, sen hayır diyorsun, gerekçe ne?

– Hani baba, sekiz gol atan oğlu için, “10 gol attı!” der ya, gurur duyduğu için, yaptığı şeyin önemini vurgulamak için… Onunki de öyle bir şey. Büyük bir konuşma yaptı. “Sesine baktım, şu kadar oktav!” dedi. Ve birden bana sahip çıktığını göstermek için “Yedi oktav” dedi. 16 dese 16 yazarlardı. Şu anda benim sesim 5.5 buçuk oktav.

Peki bu sesle dünyaya açılmak filan.

– Yok ya ne dünyası, ben hayatımı küçültmeye çalışıyorum! Daha fazla Ankara’ya kapanmak istiyorum. Neden biliyor musun? Bir tane hayatımız var bizim. Ben şimdi bile çok meşgulüm. Daha fazla meşgul olmak istemiyorum. O zaman hiç hayatım kalmayacak. Kazanacağım hiçbir şey de, beni şu anda kazanabileceğim boş vakitten daha mutlu edemez! Benim hayalim, köpeğim biraz büyüyecek, yeni bir tane dişi geliyor, onların bebekleri olacak ve ben onlara bakacağım. Yoksa hayalim stadyumda konser vermek değil. Çünkü buna ne maddi anlamda ne de egosal anlamda ihtiyacım var. Beni anlaması gerekenler anlıyor zaten. Yurtdışına bir albüm yapacağız. Dört seneden beri kaydediyorum. O tamam. Ama orada da tanınayım gibi bir hevesim yok. Allah aşkına Rihanna ne zaman yaşıyor sence? Ne zaman normal bir hayatı olabiliyor, ne zaman sevgilisiyle buluşuyor, sinemaya gidiyor, ne zaman yeni insanlarla tanışıyor? Ben normal bir hayat yaşamak istiyorum.

ARTİSTLİK YAPMIYORUM

Ben artistlik yapmıyorum kimseye. Mikrofonu alıp, “Şimdi Kral TV’desiniz, az sonra klibimiz yayınlanacak!” Ay böyle yalakalıklar bana o kadar sahte geliyor ki.

Beni öldürsen de bunu asla yaptıramazsın!

İNSANLARIN CEBİNDEKİ APLİKASYONDA YAŞAMAK İSTİYORUM!

Bir aplikasyon yaptım: Cem Adrian Aplikasyonu. Bu aslında benim tamamen bağımsızlık bildirgem. Yavaş yavaş sosyal medyadan da kopuşum. İnsanları sadece oraya taşıyacağım. Gelmek isteyen gelecek. Biz orada çok garip bir koloni kuruyoruz. İlerleyen zamanlarda gerçekten her şeyle iletişimimi kesip, insanların cep telefonundaki aplikasyonda yaşamak istiyorum. Beni oradan takip etsinler. Konserlerimi zaten veriyorum, sıkıntı yok. Medyayla ilişkim yok. Muhtemelen bu röportajdan sonra hiçbir röportaj da vermeyeceğim. İstemiyorum çünkü. Televizyona çıkmıyorum, annemin kafasına silah dayamaları filan lazım. İstemiyorum yani. Aplikasyon çıkalı birkaç hafta oldu. Şu anda 50 bin kullanıcıyı geçtik. 50 bin kişi indirdi telefonuna. Bence 200 bin kök dinleyicim var. Onlar bunu indirdikten sonra zaten başka insanlara ihtiyacımız yok.

Yorum Bırak