Bilimle uğraşmak isteyenler kadınlar, ‘Yapamazsın, yetişemezsin!’ diyenlere kulak asmasınlar. Kendilerine güvensiler. Hayallerinden hiç vazgeçmesinler!

Bugün sizi, 40 yaş altı şahane dört bilim kadınıyla tanıştırmak istiyorum
.
Bilim alanında cam tavanları yıkan, ülkemizin ve dünyanın geleceği için umut verici projeler geliştiren birbirinden başarılı kadınlar onlar… Onları tanıma fırsatı bulduğum için kendimi şanslı hissediyorum, her birinden ayrı ayrı acayip etkilendim. Eğitimlerine, kariyerlerine ve yaptıkları işlere hayran olmamak, takdir etmemek elde değil. Üstelik hepsinin çocukları da var.
.
🔸 Doç. Dr. Açelya Yılmazer Aktuna, kanser tedavisinde yeni yaklaşımlar geliştirmek için çalışıyor. Tümörlerde yer alan farklı tipteki bağışıklık ve kanser kök hücrelerinin ilişkilerini inceliyor. Bu araştırma, kanser teşhis ve tedavilerinde daha etkili, daha yenilikçi teknolojilerin geliştirilmesine katkı sağlayacak.

🔸 Dr. Sibel Kalyoncu Uzunlar, akciğer kanseri tedavisi için yeni bir antikor ilacı geliştirmeye çalışıyor. Bu ilaç, mevcut tedavilerin yan etkilerini azaltarak, kanser hastalarına daha etkin bir tedavi imkanı sunacak.

🔸 Doç. Dr. Feyza Kazanç Özerinç, sürdürülebilir enerji, atıklardan değerli malzeme üretimi ve karbon tutma konuları ekseninde çalışmalar yapıyor.

🔸 Doç. Dr. Begüm Yarar Kaplan‘ın iklim değişikliğinin etkilerini azaltmaya yönelik çalışmalar yürütüyor. Veee karbon emisyonunun azaltılması için yeşil hidrojen üretmeyi hedefliyor.

İşte bu projeleriyle bilimde cinsiyet eşitliğini destekleyen L’Oréal Türkiye ve UNESCO’nun “Bilim Kadınları İçin” programında ödüle layık görülen isimler oldular. Aldıkları kaynakla projelerini daha da geliştirme fırsatı yakalayacaklar. Birbirinde başarılı rol model bilim kadınlarımızı ve “Dünyanın Bilime Bilimin Kadınlara İhtiyacı Var” sloganıyla 21 yıldır aralıksız #bilimkadınlarıiçin programının hayata geçirilmesinde katkısı olan herkesi yürekten kutluyorum.

Açelya tebrik ediyorum. L’Oréal’in “Bilim Kadınları İçin” programıyla seçilen 40 yaş altı, dört bilim kadınından biri oldun. Dördünüz de müthişsiniz. Bu karanlık günlerde insana umut veriyorsunuz, ışık saçıyorsunuz. Ayrıca binlerce Türk kadınına rol model oluyorsunuz. Ödülü aldığını öğrenince neler hissettin?
-Yıllar süren çabalarımızın karşılık görmesi onur verici. Ne mi hissettim? Heyecan, mutluluk ve büyük bir gurur.

Bu tür ödüller hepimize devam etme gücü veriyor. Beni ve ekibimi bu ödüle layık görenlere teşekkür ediyorum.
Kısaca kendini tanıtır mısın?
-ODTÜ Biyoloji mezunuyum. Sonra İngiltere’ye gittim. Doktoramı ve doktora sonrası çalışmalarımı University College London’da yaptım. 2013’te Türkiye’ye dönünce, Ankara Üniversitesi’nde kendi grubumu kurma şansı elde ettim. On yıl içinde, dünya ile yarışabilen bir ekip oluşturduk. Öğrencilerimin gözlerinde bilim aşkını ve araştırma heyecanını görebilmek benim için en büyük mutluluk.

Kanser tedavisinde yeni yaklaşımlar geliştirmeyi hedefliyorsunuz…
-Evet, biz tümörlerde yer alan farklı tipteki bağışıklık ve kanser kök hücrelerin ilişkilerini inceliyoruz. Doku içerisinde onlarla çalışabilmemizi sağlayan “uzamsal transkriptom” adı verilen yenilikçi bir teknoloji kullanıyoruz. Amacımız, moleküler düzeyde, hücreler arası etkileşimler hakkında daha fazla bilgi edinmek ve yeni tedavi yaklaşımları geliştirmek.

Kanser tedavisiyle ilgili bir çalışma yapmak istemenin özel bir sebebi var mı?

-Kanser hücreleri ve kök hücreleri, bilim dünyasında en çok ilgimi çeken alan. Özellikle tümör ve tümör mikro çevresini daha iyi anlayabilmek istiyoruz. Bu, kanser teşhis ve tedavilerinden daha etkili, daha yenilikçi teknolojilerin geliştirilmesi açısından büyük önem taşıyor.

Başarırsanız bilim dünyasına nasıl bir katkı sağlayacaksınız?
-Projemiz, özellikle kanser kök hücrelerin etkin olduğu, ilaca dirençli kanser tiplerinde daha etkin tedavilerin geliştirilmesi için yeni hedefler belirlenebilmesinin yolunu açacak. Belirlenen bu yeni hedeflere karşı nano teknolojik sistemler ya da ilaç molekülleri tasarlanabilecek. Bu projeden elde ettiğimiz sonuçlarla nano tıp alanındaki bilgi birikimimi birleştirmek, ileriye dönük en büyük hedefim.

L’Oréal Türkiye ve UNESCO’nun desteği, projene nasıl bir katkı sağlayacak?
-Destek kapsamında verilen 150 bin lira ile hedeflerimize ulaşmamız için önemli bir adım atmış olacağız. Ama tabii bütçesel katkı bir yana, bu tür ödüller insanı müthiş motive ediyor. Yaptığımız çalışmalar duyuruluyor, önemi vurgulanıyor. Bu da büyük bir şans ve prestij.

Bilime merak nereden? Ailede bir rol model var mı?
– Bilime merakım ve sıkı çalışma prensibim aileden geliyor. Annem ve babam akademisyendi. Babam halen çalışmaya devam ediyor. Onlar kadar doktoramı yanında yaptığım, İngiltere’deki hocam Prof. Kostas Kostarelos da bilime bakışımı şekillenirdi.

Bilim kadını olmak isteyen gençlere neler söylemek istersin?
-Kendilerine güvensinler. ‘Yapamazsın, yetişemezsin!’ diyenlere kulaklarını tıkasınlar. Hayallerinden hiç vazgeçmesinler. İsteyince, emek verince ve çok çalışınca üstesinden gelinemeyecek hiçbir şey yok.

Bilimde de cam tavanları kırmak zor mu?
-Her geçen gün kadın meslektaşlarımın sayısı artıyor. Sadece ülkemizde değil, dünyada da durum böyle. Tabii ki annelikle gelen sorumluluklar, birtakım zorlukları getiriyor. Evet, gecesi gündüzü olmayan akademik hayatla aile hayatı arasındaki dengeyi kurmak çok kolay değil. Ama imkansız da değil. Özellikle annemle babamın, eşimle yetişemediğimiz anlarda oğlumuzun yanında olmaları en büyük şansımdı. Geriye baktığınızda, evladınızın büyümesiyle siz de büyüyor, başta zorluk gibi gözüken şeylerin aslında sizi ne kadar çok güçlendirdiğini görüyorsunuz. Bu, paha biçilemez bir duygu!

Çocuğunun bilimle uğraşmasını ister misin?
-Zorlu bir yol. Ama kendisini mutlu hissedecekse neden olmasın?

Sibel, ‘Bilim Kadınları İçin’ programında ödül alanlardan biri de sensin… Çok tebrik ederim.
-Teşekkür ederim. Yıllarca ilmek ilmek dokuduğum ve çok emek sarf ettiğim araştırmalarımın ödüllendirilmesi beni çok mutlu etti.

Bize kısaca kendini tanıtır mısın?

-2008’de Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik & Kimya bölümlerinden çift anadal alarak mezun oldum. Koç Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptım. Sonra doktora eğitimi için ABD’ye gittim. Doktoranın ardından orada bir süre çalıştıktan sonra ülkeme geri dönüp, Türkiye’de daha önce hiç yapılmayan “orijinal ilaç geliştirme” ana hedefiyle bilimsel çalışmalarımı başlattım.

Bilim insanı olmaya nasıl karar verdin?
-İnsan hayatına dokunmak en büyük hayalimdi. Bu hayalin gerçekleşmesi için daha önce düşünülmeyen fikirleri ortaya çıkarıp, gerçeğe dönüştürmek gerekiyordu. Bunu yapabilmenin en iyi yolun bilim olduğunu bildiğim için bilim insanı olmaya karar verdim.

Akciğer kanseri tedavisi için yeni bir antikor ilacı geliştirme fikri nasıl doğdu?
-Türkiye’de daha önce hiç orijinal ilaç geliştirilmemiş. Bunu gerçekleştirebilmek ülkemiz için önemli bir mihenk taşı olacak ve biyoteknoloji konusundaki saygınlığımızı artıracaktı. Dünyada en çok ölüme sebebiyet veren kanser türü olan akciğer kanseri için mevcut tedaviler, ne yazık ki işe yaramıyor ve yeni nesil tedavilere ihtiyaç duyuluyor. Bu nedenle ilaç keşfimizi akciğer kanseri için yapmaya karar verdim.

Bu tedavi yöntemiyle bağışıklık sisteminin kansere karşı iki taraflı savaş açmasını hedefliyorsun. Bu yöntem, potansiyel akciğer kanseri tedavisi için ne gibi avantajlar sunuyor?
-Şu anki tedaviler, kemoterapi ve radyoterapi gibi yan etkisi çok ağır olan tedaviler. Yan etkilerinin çok olmasının en büyük nedeni, hedefe, yani tümöre yönelik olmaması ve vücudumuzdaki sağlıklı hücreleri de öldürmesi. Önerdiğimiz tedavi, biyolojik ve akıllı bir ilaç olarak kullanılabilecek antikorlar. Antikorlar, vücudumuzda hali hazırda kullanılan proteinler ve bağışıklık sistemimizin askerleri gibiler. Antikorlar, hedeflerine spesifik olarak bağlanır. Bu nedenle hem yan etkileri çok az hem de etkinlikleri çok daha fazla. Önerdiğim projede tek antikorla iki kanser hedefine yönelik antikor keşfedilecek. Bu sayede, tek taşla iki kanser hedefi vurulacak ve kanserin ilaca direnç sağlaması engellenecek.

Projen, Türkiye’nin biyoteknoloji alanında önemli bir oyuncu olmasına yardımcı olabilir mi?
-Evet, kesinlikle. Türkiye’de orijinal ilaç geliştirilemedi. Sadece jenerik, yani halihazırda kullanılan ilaçların aynısı ya da benzeri üretiliyor. Bu noktada, Türkiye’de yeni bir ilaç geliştirmek, domino etkisi yaratarak ülkemizde biyoteknolojik ekosistemin gelişmesine çok yardımcı olacak.

Evlisin, çocuğun da var. Her şeyi bir arada yürütmek zor değil mi?
-Zor ama her şeye değiyor. Zamanla vakti, daha iyi yönetmeye ve kısıtlı zamanda daha verimli çalışmaya alışıyor insan. Günün sonunda hem çocuğumla kaliteli vakit geçirmenin değerini daha iyi biliyor hem de işimde daha verimli çalışır hale geliyorum. Bence güzel sonuç!

Bilimde, cam tavanlar hakkında ne düşünüyorsun?

-Diğer çalışma alanlarına göre bilimde cam tavanlar, kadınlar için daha alçak. Çünkü bilimsel kariyer, uzun soluklu bir süreç. Bilimde başarılı olabilmenin en önemli unsuru, bilinmeyeni aydınlatmaya duyulan heyecanı ve motivasyonu hiç kaybetmemek. Benim ilk gün de bilimsel heyecanım vardı, şimdi de var. Hiç sönmedi. Cam tavanları bu şekilde aştığımı düşünüyorum.

Yorum Bırak