OOOO… Yoooooooo!
Hani o minik ellerinin, ayaklarının fotoğraflarını paylaştığım telefon kablosu saçlı küçük kızım var ya…
Artık 12 yaşında.
Ve bağımsızlığını ilan etti.
Hayır, hoşuma gitmedi!
Sinir bile oldum…
Dokunsan ağlayacak vaziyetteyim…
Bu ne ya!
Kavanoz dipli dünya!
Çalışmanın, bağımsız olmanın ve kendi ayakları üzerinde durmanın, hayattaki en büyük erdem olduğuna inanan ben -Allah yüzüme baktı da- 35 yaşında çocuk sahibi oldum, tabii ki buldumcuk oldum, bayıldım bu annelik macerasına…
İyi bir ikili de olduk kızımla…
Ama şimdilerde de Kova burcu kızım, her şeyi yalnız yapmak istiyor.
Ben ekarte edildim!
VAZO GİBİ KOYDUĞUN YERDE DURMUYOR!
Biz sevgilimle baş başa kaldık -ki o da harika ama bu üçlü olma hali çok güzeldi ve galiba doyamadım-. İstiyorum ki, Alya vazo gibi koyduğum yerde dursun, artık öyle değil, bir karakteri var, seçimleri var, talepleri var, kendi programı var, ajandası var, koşturması var…
Alya hep dansta, Alya hep bir aktiviteler içinde.
Biz resimden çıktık.
O artık kendi resmini çiziyor.
Oyunun dışında kaldık sanki.
“Ama anneeee” diyor, her bir haltı bensiz yapıyor!
Biraz alınıyorum.
Hayır, çok alınıyorum!
Her cuma eve bir sürü kız arkadaşı yatıya geliyor.
Otel ya, 9 kişi bile kalabilir, hemen “cart” diye yatak açıyorlar, bunların da hoşuna gidiyor.
Arkadaşları varken onları rahatsız etmemek için ortadan kayboluyorum.
Ama bazen geliyor, “Seni çok ‘cool’ buluyorlar!” diyor.
Yaşasın!
Ve benim en çok hangi özelliğimle kızım gurur duyuyor biliyor musunuz?
Soru sormamla!
“Annem çok iyi soru sorar!” diyor.
Kızım, arkadaşlarına bununla hava atıyor.
“Çok direkt sorar ve ona anlatabilirsiniz her şeyi, benim de bütün sırlarımı bilir… Hadi sor anne…”
Tabii ki benim doğru soruları sormam gerekiyor.
Ve doğru bir İngilizceyle.
Çünkü çocukların hiçbiri Türk değil.
Evde genellikle Birleşmiş Milletler gibi bir topluluk oluyor, hepsi ayrı milletten…
Madem soru sormamı istiyorlar, ben de damardan giriyorum -gerçekten merak ettiğin şeyler her zaman hayatta iş yapan şeyler-; çocuklar diye numara çekmiyorum yani, gerçekten soruyorum…
Ergenlik zor bir dönem, bir sürü şey yaşıyorlar, çocuklar arasında çeteler oluyor, birbirlerine zorbalık yapıyorlar, acımasız davranıyorlar, sosyal medya üzerinden numaralar çekiyorlar, başka kimliklerle yazılar yazıyorlar, kızlar arasındaki dengeler değişiyor, güç ilişkileri başlıyor, rekabet başlıyor, erkek meselelerine giriliyor, regl oluyorlar, hormonlar devrede, duygular inip çıkıyor, kendilerini, bedenlerini keşfetmeye başlıyorlar, çocukluktan uyanıyorlar…
Off ki ne offf!
Bir yanları çocuk bir yanları yetişkin gibimsi.
Kapı arasına sıkışmış gibiler.
Ve hep gerginler.
Durduk yere ağlamalar, “Neden ağladığımı bilmiyorum”lar…
Ben sordukça, onların hoşuna gidiyor.
Ama 40 dakika filan ilgilerini çekebiliyorum.
Onun dışında Alman ekmeği yapabildiğim, bir de yaşadığımız oteli eve çevirebildiğim için iltifat aldım.
O kadar.
Hep bir şefkatli acıma var kızımın içinde.
– Ayy canım annem…
– Aaaa sen bu aplikasyonu bilmiyorsun, di mi?
– Apple şifreni öğrendin mi peki?
Arada ,“Bana bak, ben seni susuz getirir, susuz götürürüm!” diyorum, “Anlamadım ne demek o?” diyor.
Sonra gülüyor, “Ha, deyimler sözlüğü”…
Birtakım Türkçe deyimlerden geri kalsın istemiyorum da, aramızda böyle bir deyimler sözlüğü esprisi var…
Onun gözünden nasıl görünüyorum bilmiyorum.
Ama ola ki, “Uyuyamadım ben!” diye geceleri yanımıza gelirse, mutluluktan ölüyorum.
O mutluluk anları çok azaldı tabii…
ARADA ANNENİ DE ARA!
Daha yeni tiyatro kolu için Yeni Delhi’ye uçtu.
Ya insan hiç mi aramaz?
Aramıyor.
Ömer daha önce, “Alyacım, ben bu yaşımda bile, uçağa binerken de inerken de anneme de annene de mesaj atıyorum. Senin de bunu yapman lazım” dediği için…
Delhi’den, “İyiyim, burası şahane, muhteşem insanlarla tanışıyorum. Beni merak etmeyin, oyun prova ediyoruz, bulamazsınız!” diye mesaj attı…
Sonra kayıp.
Gerçekten de bulamadık.
Anladık, bütün çocuklar özgür, bize ait değiller, bizim malımız değiller, uçup gidecekler, ama 12 de çok erken…
Evet biliyorum, sürekli anneye-babaya bağımlı bir tip olsa daha kötü ama yani bu kadar bağımsızlık da beni açmadı!
Bu arada teknoloji de ne kadar ilerledi, babaannesiyle biz İstanbul’dan onun Yeni Delhi’deki gösterisini canlı izledik, YouTube üzerinden.
Sahnede parende atıyor, ters köprü kuruyor, rolünü daha da iyi kılmak için her şeyi yapıyor.
Ve nasıl heyecanlı, coşkulu hayata karşı…
Onu da yapacak, bunu da yapacak…
Eminim bütün o yaş gurubu öyledir.
“Anneni de ara!” demek gururuma yediremediğim bir şey.
Bana da yakışmıyor ama hissiyatım bu…
Geçenlerde kendi annemi aradım dertli dertli, güldü, “Sen sanki arıyordun!” dedi.
“Nasıl yani?” dedim.
“18 yaşında trenle bütün Avrupa’yı gezdin, cep telefonun da yoktu, yanında fazla paran da yoktu… Tam
bir ay gittin… Eee, aradın mı?”
Sustum o zaman…
“Güvenmeyi öğreneceksin… Hayata da çocuğuna da… Bırak uçsun uçabildiği kadar… Hayal ettiği her şeyi yapabilmesi için güç dile ona, şans dile, arkasındaki rüzgâr ol… Ve olumlu şeyler düşün… Bırak gitsin…”
Artık anne sözü dinlemeye çalışıyorum.