Bu zamana kadar yapılmış en büyük peruk bağışını yapacağız!

Söz verdiğim gibi Demet Işıl röportajıyla huzurlarınızdayım.. Demet, başarılı bir influencer, yazar ve kanser savaşçısı… Çok büyük zorluklar yaşamış bi kadın, ilk çocuğunu ölü doğurmuş… İkinci çocuğu 2.5 yaşındayken de kansere yakalanmış… ama hiç pes etmemiş, vazgeçmemiş… Mücadelesiyle ilham veren ışıl ışıl bi kadın o.

Cesur, samimi ve çok açık sözlü… Yaşadıklarını, hastalığını, tüm açıklığıyla sosyal medyada paylaştı, videolar çekti YouTube’a… Tabii ki kanserle mücadele eden başka kadınlara da ilham olabilmek, güç verebilmek için… Ama bir de Allah korusun, hayatını kaybederse, oğlu Ali Emir de izleyebilsin ve annesinin mücadele ettiğini görsün diye…
.
Demet’le, 1-7 Nisan Ulusal Kanser Haftası sebebiyje buluştuk, üçüncü derece meme kanseri teşhisi konduğu andan itibaren yaşadıklarını konuştukk. Hepimizin ders çıkarması gereken tespitlerde bulundu
.
“Kanser neden mi benim başıma geldi? Durmasını bilememekten… Nereye yetişeceğini bilmeden koşturmaktan… Kendi elimi tutmamaktan… Kendi bedenimi tanımadan, başka insanlara yeteceğini zannetmekten. Kendime koyduğum mecburiyetlerden!!!’ dedi… Demet artık, hayatın merkezine kendini koyuyor ve hayır demesini öğrenmiş
.

Ayrıca şimdi Pantene’in marka yüzü… Pantene’in 2020’den Kadın Kanserleri Derneği’yle birlikte yürüttüğü “Birlikte Daha Güçlüyüz” peruk kampanyasına destek veriyor. Kanser hastası kadınlara, gerçek saçlardan yapılan peruk desteği sağlayan bu anlamlı kampanya, depremzedelere öncelik vererek katlanarak büyüyor!!! Bu yıl, binlerce kadın faydalanabilecek.
 Siz de peruk desteği almak isterseniz, https://www.kadinkanserleridernegi.org/ adresinden başvuru yapabilirsiniz.

Şimdi sizi Demet’le baş başa bırakıyorum.

Demeeeet! Sevilen bir influencer, yazar ve kanser savaşçısısın. Şu anda da Pantene’in reklam yıldızlarından birisin. Ama seninki, bir “ünlü”nün reklam filminde oynamasından farklı. Çünkü sen, kanseri bizzat yaşamış birisin. Teşhis ve tedavi sürecinde, bir kadının neler hissedebileceğini biliyorsun. Saçlarını kaybettiğinde de… Ve sen bunları hiç gizlemeden, evirip çevirmeden sosyal medyada paylaştın. Pek çok kadına ilham verdin. Şu anda da Pembe İzler Kadın Kanserleri Derneği’yle kanserle mücadele eden ve kemoterapi tedavisi sürecinde saçlarını kaybetmiş güçlü kadınların yanında oluyorsun. Onlara peruk tedarik ediyorsunuz. Seni tebrik ediyorum. Pantene ile çıktığın bu değerli yolculuk senin için ne ifade ediyor?
-Öncelikle Türkiye’de, hatta Avrupa’da da ilk defa kanserden saçlarını kaybetmiş bir kadını marka yüzü yapan, sevgili Pantene ailesine teşekkür etmek istiyorum. Çünkü reklam yayınından hemen sonra aldığım tüm mesajlar, ‘Görüldüğümüz için çok teşekkürler’ cümleleriyle dolu… Proje benim için çok anlamlı, çok kıymetli… Yolculuğumuz uzun… 1-7 Nisan Ulusal Kanser Haftası Bu zamana kadar yapılmış en büyük peruk bağışını yapacağız! Ben inanıyorum ki bu zamana kadar iyileşmiş en yüksek kadın sayısına da ulaşacağız. Çünkü bu işi atlatmanın ilk kuralı; inanmak ve motive olmak. Biz bu projeyle bunu başaracağız!

Şimdi filmi geriye saralım… Meme kanseri olduğunu ne zaman, nasıl öğrendin?
-30 yaşındayken, yani bundan 4 sene önce öğrendim. Çocukluğumdan beri hep “30 yaşımda bana bir şey olacak ve hayatım değişecek” derdim. O, buymuş. Hakikaten köklü bir değişiklik oldu!

Memende bir farklılık sezmiş miydin? Yumru ya da herhangi bir şey…
-Bir gece TV izlerken, elime geldi kitle. Yumrudan bile büyük olduğunu düşünüyorum şimdi aklıma gelince. 30 yaşındasınız ve hiç kendi bedeninize dokunma alışkanlığınız olmamış, bir gece dokunuyorsunuz ve kitle neredeyse dışarı çıkacak. Büyük ihmal bana göre, vücudumdaki bir değişikliği sezebilecek kadar bile bakmamışım kendime.

Düzenli kontrole giden biri değildin o zaman?
-Hayır. Ben 15 yaşındayken, annem, meme kanseri oldu ve iyileşti. Ama ben hep “Nasıl olsa daha gencim. Mamografi için 40 yaş diyorlar, ben daha 30’um” dedim durdum. Ne kontrole gittim ne elle muayene ettim… İnsan kendi başına gelmez sanıyor… Tabii fena halde yanılıyor!

Doktorun, “Ne yazık ki meme kanserisin…” dediğinde, ilk aklından geçen neydi?
-Saçlarım ve oğlum. Ben, çok uzun, gür ve altın sarısı saçları olan biriydim. Herkes saçımı sorardı, oğlum saçlarıma dokunmadan uyuyamazdı. İlk sorduğum soru, “saçlarım dökülecek mi?” oldu. Hemen arkasından da şunu dediğimi hatırlıyorum, “Yaşamam için ne gerekiyorsa yapın. Alın, kesin, yaşamam lazım.”

İnsanın hayatına bomba mı düşüyor?
-Tabii ki öyle oluyor. Ama biz ailece kriz yönetimini çok iyi biliriz. Hastaneden çıktım ve hemen Gülseren Budayıcıoğlu’nun kliniğini aradım. O zaman bu kadar çok dizisi falan da yoktu, nereden geldi aklıma bilmiyorum. Ama randevu aldım ve tedaviye başladım. Mental sağlığımla beraber iyileşmek istedim. Çünkü hayatınızda görebileceğiniz en sağlıklı beslenen, sporunu yapan düzgün yaşayan biri olarak, 30 yaşında 3. evre kanser olduğunuzu öğrenince, bunun sadece beslenmeyle ya da düzgün yaşamakla alakalı olmadığını, yaşam kalitenizle de alakalı olduğunu düşünebiliyorsunuz. Ya da ben öyle düşündüm bilmiyorum.

Neleri sorguladın?
-Her şeyi! Kör bir kuyu, karanlık…Ya gidersem… Oğlum 2.5 yaşında. Hiç bensiz uyumamış, ameliyata gideceğimi nasıl söyleyeceğim? N’apacak bensiz? Onu çok istedim, çok zor sahip oldum. Nasıl başaracağım yanında kalmayı? Genç ölmekten çok korktum. Oğlumun beni tanımamasından çok korktum. Bence o yüzden çekebildim o içerikleri, bana bir şey olursa, beni görebilsin, izleyebilsin, mücadele ettiğimi bilsin istedim.

“Neden ben?” “Neden benim başıma geldi?” Bu soruların cevaplarını verebildin mi kendine…
-Verdim sanki… Durmasını bilmemekten. Nereye yetişeceğini bilmeden koşturmaktan. Kendi elini tutmamaktan. Kendi bedenini tanımadan, başka insanlara yeteceğini zannetmekten. Kendime koyduğum mecburiyetlerden. Bu yüzden “Mecburiyetsiz” diye bir kitap yazdım, benden sonra insanlara, başlarına gelmeden, rehberlik etsin istedim.

Birinci bebeğini ölü doğurmak zorunda kalmışsın. Başın sağ olsun. Çok çok büyük bir travma bu! Altından kolay kolay kalkılabilecek bir şey değil. Yaşadığın bu tür acıların etkisi olmuş mudur?
-O gün hastalandığımı düşünüyorum. Daha önce böyle bir acı yaşamadım. Bakın ölüp ölüp dirildim, çok ağır tedaviler gördüm. Üstüne pandemi yaşadık, boşandım, neler neler oldu ama ben o günü asla unutamam. Canımdan can gitti, Allah kimseyi evlat acısıyla sınamasın.

Sen, sosyal, dışa dönük, her şeyi/herkesi iplemeyen biri gibi duruyorsun. Aslında öyle görünüyorsun da içe dönük bir tip misin ve her şeyini içine mi atıyorsun? İnsanların zannettiğinden daha kırılgan ve duyarlı mısın?
-Üniversitedeyken arkadaşlarım, bana, “bir gece önce evinden cenaze çıksa, yine aynı surat ifadesiyle gezer” derlerdi. Ben duygularını hiç belli edebilen biri olmadım. Kırılgan değilimdir ama duyarlıyımdır. Eskiden daha da hassastım. Şimdi pek duygum kalmadı. Yeni hayatımda duygularımı belli edeceğim ama artık hissizleştim.

Kanser, sence duyarlı insanları mı buluyor?
-Kanser yaşam kalitesi kötü, sıkışmış insanları buluyor. Yaşam kalitesinden kastım sadece maddi değil, psikolojik şiddet altında yaşayanları, mutsuz evliliklerini sürdürenleri, sadece birilerine kendini kanıtlamak için kendini yok sayanları, anne olarak, eş olarak kabul görmeye çalışanları, baba travması olanları… Sen önce kendini görmemeye başlıyorsun, bunu anlayan kanser, hemen seni görüyor ve geliyor bence.

Pek çok ders çıkarmışsındır sen ister istemez bu kanser hikayesinden…
-Elbette! Hayat sadece bir anı benim için. İnsansınız, unutuyorsunuz. Zaman geçiyor ve yaşadıklarınız geçmişte kalıyor. Günlük telaş ve hayat size aynı stresleri, aynı üzüntüleri getirebiliyor. Yaşamayan anlamıyor, etraftaki insanlar üzerinize gelmeye devam ediyor. Tüm bunlara kapılmamak için parmağımın üzerine bir yıldız yaptırdım, kötü bir şey yaşadığımda ona bakıyor ve hatırlıyorum. Çok iradeli bir insanımdır, karar verdim mi arkasında dururum. Kararlarımı da hep o yıldıza bakarak veriyorum. Bir daha o günleri yaşamamak için bedenimin o kokusunu duymamak, o kemoterapi ilaçlarını almamak için her şeyi yaparım.

Kanser öncesi Demet’le kanser sonrası Demet arasında ne farklar var…
-“Ölümle burun buruna gelen her beden değişir” diye bir laf vardır, çok severim. Ben hem bedenen hem de ruhen çok değiştim, evrildim. Bunun da çok büyük bir şans olduğunu düşünüyorum. Bazen birileriyle konuşurken ‘Yaaa onun zamanı değil, seneye falan yaparım’ diyor. Hemen içimden diyorum ki “Nasıl biliyor ki seneye aynı bedende, aynı şekilde yaşayabileceğini…” Bu bilgelik, aşmışlık değil. Acı bir deneyim. Ve bu acı deneyim artık bana hiçbir şeyi erteletmiyor!

SAÇLARIMI KAYBETMEK BENİ ÇOK SARSTI, BİR DE OĞLUMUN ‘İLK’LERİNİ KAÇIRMIŞ OLMAK

Tüm tedavin boyunca, seni en çok sarsan şey ne oldu?
-Saçlarımı kaybetmek… Bir de oğlum Emir’le kayıp zamanımız var beni sarsan. Onun ilklerini kaçırdım ama çok şükür ki şimdi yanındayım.

Evin erkekleri de kesmiş saçlarını… Nasıl şahaneler…
-Evet, eski eşim de benimle beraber saçlarını kazıtmıştı. Eve döndüğümüzde, oğlum Emir de istedi, üçümüz öyle gezdik. Güzel bir dayanışma oldu.

Bu süreçte en büyük desteğin kimdi?
-Etrafım çok kalabalıktı, takipçilerim, ailem, oğlum, arkadaşlarım ama bunların hepsi siz varsanız var… O yatakta tek başıma yattığım günler, karanlık odalardan çıkamadığım zamanlar, kemoterapiden sonra tek başıma kurduğum hayaller… En büyük desteğim bendim. İnsan önce kendine yaslanıyor, sonra etrafını görebiliyor.

Saçın, herkes için farklı anlamları olduğunu söylüyorsun. Peki saçının, senin için anlamı nedir?
-Saçım; benim sağlığım, gücüm, başardıklarım, kaybettiklerim, bıraktıklarım, yeni kurduğum hayat ve santim santim çıkışlarını beklerken öğrendiğim sabır…

Bu arada kellik bayağı yakışmış… Ama yine de peruk takınca nasıl hissediyordun kendini?
-Öncelikle anneme kafa tasım için çok teşekkür ederek başlamak isterim! Ben kel gezmeyi de sevmiştim ama o kellik, istem dışı olduğu için çok da konforlu olmuyordu. Peruk takmak, sanki hastalıktan uzaklaşmak, bir süre de olsa eski hayatına dönmek gibi… İnsanların size bakışlarının garip olmaması, sizin yine sağlıklı günlerdeki gezmeleriniz gibi…

YAYINA ÇIKTIĞIMIZ İLK GECE, BANA YAZILANLARI OKUDUKÇA, NE KADAR DOĞRU BİR İŞ YAPTIĞIMIZI DAHA İYİ ANLADIM

Bu zorlu mücadelenin ardından Pantene gibi bir saç bakım markasıyla böylesine güçlü bir projede bir araya gelmek nasıl bir duygu?
-Görüldüm! Görüldük! Saçını kaybedip, anlamını çok daha fazla hisseden, yaşayan kadınlar olarak görüldük… Tarifsiz bir mutluluk içindeyim. Projeyi duyduğum ilk günden beri heyecanım hiç değişmedi. Yayına çıktığımız ilk gece, bana yazılanları okudukça, ne kadar doğru bir iş yaptığımızı daha iyi anladım. Saça ne kadar iyi geldiğini bildiğim bir ürünle böyle bir projede buluşmak çok güzel.

Pantene ve Pi Kadın Kanserleri Derneği, senelerdir sürdürdüğü peruk bağışı kampanyasıyla bugüne kadar birçok kadının hayatına dokundu. Sen de tedavi sürecinde peruk kullananlardansın. Kanserle mücadele sürecinde saç, kadınlar için nasıl bir yere sahip?
-Tedavimin ortalarında bir gün Emir’i oyun parkına götürdüm. Enfeksiyondan da korunmamız gerektiğinden en erken saat için çok kısa bir süreliğine izin alabildim. Peruğu takmadım, maskem var, oğlumu izliyorum. Bizden az önce gelen bir anne ve kız vardı. Anne, kızına “Hadi kızım çıkıyoruz” dedi. Görevli, “Daha 15 dakikanız var” deyince, “Yok yok biz çıkalım, şimdi bir şey olmasın” diye apar topar çıkardı çocuğunu. Ben o günden sonra, bir daha hiçbir topluluğa peruksuz çıkmadım. Toplum baskısı, kendinizi kötü hissetme… Sadece bir peruk tüm bunları yok ediyor ve sizi motive ediyor. O yüzden kanserle mücadele eden kadınlara peruk bağışı çok kıymetli!


Bu özel proje, senin ilham veren güçlü hikayenle büyüyerek devam ediyor. Üstelik depremzedelere öncelik vererek ilerliyorsunuz. Peruk, görsel bir ihtiyaçtan daha fazlası diyebilir miyiz?

-Elbette öyle! Kanser tedavisi sırasında saçlarınızın dökülmesi normal bir dökülme olmuyor. Ağrılı, bazen yaralı bir dökülme olabiliyor. Bunun için de kesinlikle enfeksiyonlardan korunması gerekiyor. Peruğun böyle bir faydası da var. Sizi koruyor. Soğuk havalarda kafanız, peruk sayesinde üşümüyor. Ama bunların hepsinden öte, sizi psikolojik olarak iyi hissettiriyor. İhtiyacınız kalmadığında, sizden sonra gelenlere, iyileşmeye inandırmak için de verilebiliyor…


Bu röportajı okuyanların asla akıllarından çıkarmamaları gereken şey nedir?

-Herkes ertelediklerini listelesin ve kendisine şu soruyu sorsun: Bugün kanser olduğumu öğrensem, neleri yapmadığım için pişman olurum? Ertelediğimiz her karar, belki bizi kansere daha çok yaklaştırıyordur. Ben 30 yaşında bir kadınken, kadınlığın en önemli simgelerinden olan organlarımı kaybederek, meme kanseri teşhisi aldım. Şimdi çok yüklü hormon ilaçları da kullanarak, hem tedavime hem de hayatıma devam ediyorum. Söylemesi dile kolay ama yaşaması ağır! Bu süreci kimsenin yaşamasını istemem ama yaşarlarsa da bilsinler ki ben bir örneğim, mücadele edebilirler, tekrar yaşamı kucaklayabilirler, hatta reklam yıldızı bile olabilirler:))

Yorum Bırak