İYİ roman mücevher gibi.
Çok sık insanın eline geçmiyor.
Tabii ki şahane klasikler var, onlar zaten birer yakut, zümrüt değerinde ama yeni kitaplar, romanlar her zaman şahane çıkmıyor.
Böyle kötü bir kahve tadı kalıyor insanın ağzında, zaten sonra da unutup gidiyorsun.
Ama iyi roman öyle mi?
Bir kere duygusu seni esir alıyor.
Âşık ediyor.
Sürekli “Beni okuuu, okuuu, okuuu” diye çağırıyor.
Sahneler kare kare zihnine nakşoluyor.
Bende sinema perdesi iniyor, izliyorum… Ben de kahramanlarla orada oluyorum ve reel dünyadan kopuyorum.
Kalbime değiyor.
Bazen de içimi oyuyor.
İyi roman okurken ağlıyorum, gizli gizli tabii, çünkü Alya “Aa baba bak! Anne kitap okurken ağlıyor!” diyor.
Annenin bir manyaklığı daha ortaya çıkıyor.
İyi roman ben de “Şuraya kıvrılayım da kitabımla baş başa kalayım!” hissi uyandırıyor.
Dünyanın geri kalanı beni ilgilendirmiyor.
Kitap yazan çok ama insana bunları hissettiren az!!!
İşte İsmail Güzelsoy’un “Gölge”si hissettirdi.
Benim için şu anda mücevher roman o.
Meğer 9. romanıymış, benim eşekliğim daha önce keşfedememişim, şimdi çok mutluyum, geri dönüp hepsini okuyacağım.
Cumartesi ilave için kendisiyle röportaj yaptım.
Bence okuyun ama esas siz, romanı “Gölge”yi okuyun.
Bir ip cambazıyla bir maymunun dostluğunu anlatıyor. Nasıl derin bir dostluk, nasıl saf, nasıl güzel. Roman daha pek çok şey anlatıyor. Kasmıyor, gebertmiyor, çok güzel akıyor. Yazarın hayal gücü insana pes dedirtiyor.
Yeni adamım İsmail Güzelsoy!
Ama o, bundan nefret edecektir, popülerlikten hoşlanmayan kendi halinde biri o, daha fazla da tüyo vermeyeyim…
Cumartesi röportajından minicik bir yeri çaldım, buraya aldım. Size gel gel yapması için. Unutmayın, “Gölge”yi okuyun, sevmezseniz dişimi kırarım!
* * *
Bir cümle var romanda, insanı boğazından yakalayıp düğümletiyor: Ölmek üzere olan bir çocuk, “Burada olanları Allah’a anlatacağım” diyor. Sizce onun anlatacaklarının yaşanan bunca kötülüğe bir faydası olur mu?
Suriye savaşının bir aşamasında kimyasal silahla yaralanmış, ölmekte olan bir çocuğun cümlesidir o. Gördüğüm kadarıyla faydası olmadı. Kötülük, her zaman galip gelecek ve böylece yıkılıp gidecek. Çünkü o kendi kudretiyle zehirlenecek sonunda…
Sizce o zamandan bu zamana, kötülüğün insanlara verdiği zarar açısından değişen bir şey var mı?
Kötülük olağanlaşıyor. Vasatsa, iyilik olarak görülmeye başladı. “Ben hiç adam öldürmedim, çalmadım!” filan erdeme dönüştü neredeyse. Olan bu.
Kitabınız aslında ince bir şekilde toplumsal değerlerle didişme manzumesi mi?
Çok derinlerde evet. Yüzeyde akıp giden hikâyenin altında bu kavga sürüyor.
IŞİD için kelle kesen Müslümanlarla, sizin anlattığınız yaratıcı Müslümanlar farklı. Ve siz, o farkı çok güzel romanlaştırmışsınız… O farkı bize de anlatabilir misiniz?
Kendini Osmanlı torunu vs diye tanımlayanlar önce Haliç’e dikilen o gudubet köprüye bir baksınlar. Tek hamlede, iki muazzam Sinan eserini kararttı. Bir zamanlar, ibadet edenlere hareketli ışık gösterisi sunabilecek kadar zarif insanlar yaşadı burada… Şimdi aynı inanç için çocukların boğazını kesiyorlar. Tribünler ölenleri yuhalamakla meşgul!
HİNTLİ AYŞE PAZAR’A
Hayatım bu aralar iki ülke arasında geçiyor…
İki de Ayşe var artık haliyle.
Bu, Hintli olanı!!!
Pazara, Emre Yunusoğlu beni Hintli Ayşe olarak çekti.
Bu gergin zamanlarda biraz eğlenmek, sizi de eğlendirmek istiyorum. Kendimle dalga geçmek de hoşuma gidiyor. Pazar günü, Mumbai’de pazardan aldığım kıyafetler içinde göreceksiniz beni. Her kadın, hayatının bir döneminde Hintli olmak ister. Hazırlanması bile şölen. Hindistan maceralarımda buluşmak üzere…