DÜN başlayan Türkiye Şizofreni Dernekleri Başkanı Doçent Dr. Haldun Soygür röportajı bugün de devam ediyor.
Aslı Sönmezler haberi için farklı psikiyatrist görüşleri de aldım, onlar da benzer şeyler söylediler. Bu davayı izlemeye devam edeceğim. Bir sonraki duruşma nisanda. Belgin Hızal’ın kardeşi ve babası da konuşmak isterse, ben her zaman onları dinlemeye hazırım…
Aslı’nın “Ben hasta değilim!” demesi ne anlama geliyor?
– İçgörü kaybı anlamına geliyor. Cezai sorumluluğu ortadan kaldıran psikiyatrik hastalıkların en temel özelliklerinden biri. Yani bir insanın çok ağır bir psikolojik hastalığı olacak ama “Ben hasta değilim!” diyecek…
Aslı tam da böyle değil mi?
– Evet. Hastalığın tüm belirtilerini taşıyor ama hasta olduğunu kabul etmiyor. Bu, düpedüz psikoz denilen tablonun bir sonucu. Kendi gerçeğini değerlendiremiyor. Bu hastaların önemli bir bölümü hastalıklarının farkında olmazlar. Hasta olduğunu kabul etmeyen bir insan tedaviyi kabul eder mi?
Etmez…
– Evet, o da etmiyor. Bu tür durumlarda yapılacak iki şey var: Bir tanesi, bu tür hastalarla motivasyonel görüşmeler yapmak. İki, kendi isteği dışında hastaneye yatırmak. Bunları niye anlatıyorum uzun uzun? Şundan: Bir ailenin başına gelebilecek en zor şeylerden biridir bu. Hasta olduğu halde hastalığını kabul etmeyen ama hasta olan bir evlatla baş etmeye çalışmak…
Çok uğraşmış rahmetli anne Belgin Hızal, öyle değil mi?
– Hem de nasıl! Perişan olmuştur o kadın. Bundan sonrasına zihin okuma denebilir ama ben şöyle düşünüyorum. Mesela anne-kız mutfaktalar. Anne, mutfağı toparlıyor, Aslı da çay alıyor kendine. Anne Belgin Hızal diyor ki, “Aslıcım, n’olur gel tedaviyi kabul et, şu ilaçlarını al!”. Aslı da “Anne yeter! Zorlama bak, fena olur! Sana kaç kere söyledim. Ben hasta falan değilim, hasta olan sensin!” diyor. Belgin Hanım ısrar ediyor, “Kızım, etme eyleme, perişan olduk, öldük, bittik hepimiz. Ne olursun şu ilaçları al!” Aslı bağırmaya başlıyor, “Git, sen al anne! Sen al! Sensin deli! Sensin deli…” diyor. Anne de mesela, “Aman be kızım!” mı dedi… Bitti… O esnada Aslı çöktü boynuna… Sonra Aslı kalktığında bir baktı ki, olan olmuş! Bilmem anlatabildim mi? Ben olan biteni görmedim. Ama bu kadar basit bile olabilir…
Sizce bu hastalık Aslı’nın genetik kodlamasında mı vardı?
– Evet, kesinlikle…
Eğer çok mutlu bir ailede yetişmiş olsaydı da çıkabilir miydi?
– Evet ama bir ekleme yapmamız gerekiyor. Bu iki insan, Aslı küçük bir yaştayken ayrılıyor. Ve baba gidiyor. Tamam, Aslı onunla da bir süre yaşıyor ama sonra uzun bir süre görüşmüyorlar…
Babayla koptukları bir dönem var. Epey bir yıl. Baba prostat kanseri olmuş, ölümlerden dönmüş, Aslı onu aramamış… Bir de feci mail’ler atmış. O da küsmüş Aslı’ya. Bana gösterdi… Dedim ki, “Nasıl küsebilirsiniz ki bu notlara. Akıl sağlığı yerinde olmayan biri tarafından yazıldığı çok açık! Aynı küfrü 500 kere tekrarlamış mesela…”
– Biliyorsunuz, bir de annenin yazdığı bir son mektup var. O mektupta anne zaten söylüyor, hastalığı “şizoafektif” olarak tanımlıyor. Doğru. Hasta olduğunu kabul etmiyor Aslı. İlaç almayı reddediyor. Düzenli ilaç almadığı için de hastalık ilerliyor. Önce durgunluk sonra izolasyon. Hiçbir işi tamamlayamıyor. Kendi kendine konuşuyor, hayallere dalıyor… Anne hepsini yazmış. Ve ilerleyen süreçlerde bu hayallerin doğru olduğuna inanıyor. “Başında otoriter biri olması gerekiyor. Hastalığını kabul ettirecek birisi. İlaçlarını almak zorundasın diyecek biri. Benden hiçbir zaman korkmadı, hâlâ da korkmuyor. Ama yaka paça doktora götürürüm diye de benden kaçıyor!” diye yazmış Belgin Hızal eski eşine, “N’olur gel, sahip çık!” demiş. Bu bir yardım çığlığı…
Ama baba inanmamış…
– Evet. Baba, uzunca bir süre kızının hastalığından bile habersiz. İyi de Aslı’nın ne günahı var arkadaş! Bu arada şunu da belirtmekte fayda var: İnsanı, bir başka insan şizofreni hastası yapmaz ama tavırları ve davranışlarıyla var olan hastalığın daha ileri seviyeye ulaşmasına neden olabilir…
Annenin çabalarına ne diyeceksiniz?
– Anne, dibine kadar sorumlu davranmış. Çabalamış, uğraşmış. Anne sorumsuz değil, çaresiz. Dediğim gibi, bir insanın başına gelebilecek en zor şey, hasta olduğu halde hastalığını kabul etmeyen birini tedavi etmek için didinmektir…
ASLI BAKIRKÖY’E YATIRILMALI
Aslı Sönmezler’in son duruşmasında ne oldu?
– 30 kişi Ankara’dan kalktık, mahkeme var diye İstanbul’a geldik. Hasta aileleri, öğrenciler, hatta şizofreni hastaları da vardı aramızda. Bu insanlara kimse silah dayamadı, kimse rüşvet de vermedi…
Gönüllü gitti herkes…
– Aynen öyle. O anne-babalar, “Bizim evladımız da hasta, biz üzerimize düşeni yapalım, toplumu bilgilendirelim ve bu kıza sahip çıkalım” dediler. Biz bir cinayete alkış tutmuyoruz. Biz diyoruz ki, “Maalesef böyle bir olay oldu ama bu hastalık nedeniyle oldu”. Ve tekrar söylüyorum, o anneyi bir kez daha öldürmektir Aslı’yı içeride tutmak. Adam gibi tedavi etmek yapılması gereken şeydir…
Gelelim duruşmaya…
– Karşı tarafın avukatları o kadar küstah ve aşağılayıcıydı ki, “Artistlik yapıyorsunuz! Magazin yapıyorsunuz. Acındırıyorsunuz kendinizi!” gibi laflar ettiler. Bunu duyan Ankara’dan gelen evlatları şizofreni hastası olan anneler-babalar kötü etkilendiler tabii. Tatsız olaylar yaşandı. Aslında, deliliğin ta kendisi o mahkeme süreciydi…
Sizce ne yapılmalı?
– Burada yapılacak en güzel şey: Aslı’yı, Bakırköy’e tedavi amaçlı yatırmak ve aynı zamanda Bakırköy’e “Cezai ehliyeti var mı yok mu?” diye sormak. Onlar bu işi biliyor, Adli Tıp’takiler bilmiyor. Adli Tıp’ta bilenler, yine yolu Bakırköy’den geçmiş olanlar. Bu kadar açık söylüyorum. Başka da bir şey demiyorum.