Can Oba’nın 5 masalı lokantasına büyük ödül geldi
Sirkeci’deki Can Oba, insanın aklını uçuran bir restoran. Minicik ama yedi düvele nam salmış bir yer. Gurmelerin hepsi biliyor. Yemek manyaklarının da!!!
Şa-ha-neeee yiyorsun.
Ama öyle böyle değil.
Yurtdışından sadece orada yemek yemeye geliyorlar. Can Oba, nevi şahsına münhasır bir adam, yıllarca yurtdışında yaşamış, yemek işlerini de oralarda öğrenmiş, Michelin yıldızlı lokantalarda çalışmış.
Bu işin gerçekten ‘ordinaryus’larından.
Onun yaptığı yemekleri yerken, parmaklarını da yiyorsun, kafayı da…
En azından bana öyle oluyor.
Bir de o beş masalı küçücük dükkân, esnaf lokantalarıyla iç içe. Önce bir ‘Nasıl yani’ oluyorsun. Sen, vişne soslu ördek, deniztarağı ya da ahtapotlu risotto yemeye gidiyorsun, yan taraftan, “Çek bir kuruuuuu” sesleri yükseliyor.
Ama bu sofistike yemekleri böyle bir mekânda yemek de ilginç bir deneyim oluyor. O küçücük lokantaya sekiz-dokuz kişi sığıyor. Tuvalet filan yok.
Anahtar alıp yandaki pasajın tepesine çıkıyorsun. İçki de servis edilmiyor.
Gel gelelim, çooook güzel yemek var. Ve yer yok, bul bulabilirsen, önceden rezervasyon yaptırman gerekiyor.
İşte bu adama, bütün şehir, iş teklif etti.
Ama kabul etmedi!
Bir grubun içine dahil olmak istemedi, ortak da olmak istemedi, “Küçük olsun benim olsun!” dedi. Farklı biri Can Oba.
Para gördü mü atlamıyor, paranın geçmediği insanlardan biri.
Öyle insanlar pek yok artık.
Hayatında iki yenilik var, sizi haberdar ediyorum.
1. O küçük restoranı var ya, Dünya Kalite Ödülü’nü kazandı. Şaka gibi! Büfeden bozma bir yer. Ama diyorum ya, yemek; şiir! Dünya Kalite Ödülü verenler de mekâna değil, yemeğin kaliteli olmasına bakıyorlar.
2. Can Oba, yakında Kanyon’un içinde minicik bir tatlı lokantası açıyor. Bu adamın bir özelliği de, öldürücü güzel tatlı yapması! Sekse eşdeğer yaptığı tatlılar, yemin ederim öyle. Kanyon’daki bir alakart tatlı lokantası olacak. 16 kişilik. Ya çay-kahve eşliğinde tatlı yiyeceksiniz, 10-12 çeşit tatlı olacak. Ya da şampanyayla havyar olayına gireceksiniz. Zaten mönüde başka bir şey de yok. Ha bir de ev yapımı dondurmalar var. Fiyatlar da uygun olacak. Çayla tatlı yiyen, 25-30 liraya çıkabilecek. Şampanya-havyar olayına girerseniz, kişi başı 40-50 lirayı bulacak…
Tebrikler, havalı bir ödül almışsınız… Ne ödülü bu?
– Teşekkürler. Dünya Kalite Zirve Ödülü. Bu yıl 30’uncusu veriliyor. 117 ülkeye yayılan ve sektörlerinde kaliteye verdikleri önemle lider konuma gelmiş kurum ve kuruluşları takdir ve teşvik etmek için. Her yıl, her ülkeden sadece bir kurum alıyor.
Peki nasıl oldu da, sizin küçücük dükkânınızı keşfettiler?
– İnanır mısınız, hiç bilmiyorum. Bu ödüle siz başvuramıyorsunuz. Onlar kendileri araştırıp buluyor. Ben bir şey yapmadım yani. Ödül komitesi aylar süren bir araştırma yapıyor, üniversitelere, meslek ve ticaret odalarına, büyükelçiliklerine filan başvurup bilgi alıyor.
Ve sizin bütün bunlardan hiç haberiniz olmadı mı?
– Hayır, hiç. Geçenlerde bir mektup aldım, kazandığım yazıyordu ve 26-28 Mayıs’ta New York’taki ödül törenine davet ediliyorum.
1.5 metrekarelik bir mutfakta…
Ne hissettiniz?
– E çok mutlu oldum. Çünkü hiç beklemiyordum, rüya gibi bir şey oldu. Arkadaşlarıma ve dostlarıma haber verdim, onlar da çok mutlu oldular.
Bu neyin kanıtı?
– Neyin kanıtı biliyor musunuz? Bir insan isterse, hiç olmadık bir yerde, 1.5 metrekarelik bir mutfak, üç göz ocak ve beş masayla çok çalışarak etik kurallardan vazgeçmeden, dik durarak da Dünya Kalite Ödülü’nü alabilir. İşte bunun kanıtı! Gençler için özellikle teşvik edici bir ödül olduğunu düşünüyorum.
Kimlerin geldiğine inanamazsınız
Türkiye’de başka bir lokantaya verilmiş mi?
– Benim araştırdığım kadarıyla verilmemiş. Bu, ilk olacak. Cumhuriyet tarihinden beri, bir restorana verilen bu dalda ilk ödül.
Siz bu dükkânı açtıktan sonra ne tür gelişmeler yaşadınız?
– Önce zorlandım. Uzun yıllar yurtdışında yaşadığım için uyum sorunu
yaşadım, sonra maddi sorunlar geldi. Restoranımız, Hocapaşa-Sirkeci’de, kebapçı ve esnaf lokantalarının arasında. Burada yaptığımız iş, deyim yerindeyse şapkadan tavşan çıkarmak gibi! Komşularım kebap, döner, sulu yemek satarken, ben deniztarağı, trüf mantarlı kestane çorbası satıyorum. Bazen komşularım, “Oğlum, kuru çeeeek… Pilav
nerde kaldııııı” diye bağırıyor, ben de karşılık olarak, “Ördek nerde kaldııııı? İki kestane çorbası çeeeek!” diyorum. Komşum manav Reşo bile ajan olduğumu düşünüyor. Ama zamanla onlar bana, ben onlara uyum sağladım. Şimdi gül gibi geçinip gidiyoruz. Ve şu dükkâna, dünyanın çeşitli yerlerinden kimlerin geldiğine inanamazsınız…
Kanyon’da 16 kişilik bir tatlı lokantası
Yeni bir Can Oba açılıyormuş, doğru mu?
– Evet, doğru. Kanyon’da. Ama yemek yok. Ufak bir tatlı restoranı olacak. Daha doğrusu, alakart tatlı restoranı. Türkiye’de bir ilk olma özelliği taşıyacak. Sadece tatlılar, tatlı şarap, şampanya, havyar, ev yapımı dondurmalar, çikolatalar ve benim yorumladığım tatlılar olacak. 16 kişilik ufak, sıcak, samimi bir yer.
İnsanları nasıl baştan çıkaracaksınız?
– Baştan çıkarmayacağım! İnsanlara, alışmış olduklarının dışında tatların da olduğunu göstermek istiyorum, o kadar. Özellikle kadınlar tatlıya çok düşkün. Ben masaların altına pilates topları yerleştirdim! Bol bol tatlı yiyip sohbet edebilirler.
Böyle küçük ve butik mi büyümeye devam edeceksiniz?
– Aynen öyle! Sıradaki proje mezeler. Ülkemizde yetişen ürünlerle, sadece bize özel, 20-25 çeşit meze yapıyorum, 10 tanesi bitti bile. Bir sponsor bulursam Boğaz’da ya da Bodrum’da ufak bir yerde güzel bir konseptle sunmak istiyorum.
Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu