İnanmakta hâlâ zorluk çekiyorum ama gitti.
Beyaz atına bindi ve gitti.
“Sil ağzının kenarını, yine gülüşünden cennet akıyor” demiş ya şair… Kastettiği Nesli olmalı, Neslican Tay…
Ben onun gibi güzel gülüşü olan hiç kimseyi tanımadım hayatımda. İçinde bir güneş vardı sanki. Yüzü içeriden aydınlıktı…
Ve o gülüşü, ah o gülüşü…
Bir kere görenin unutmasına imkân yoktu.
Çok özel biriydi. Uzaydan gelmiş gibiydi. Başka bir dünyaya ait gibiydi. Eniştem Kazım Apa sayesinde tanıdım onu. “Instagram’dan mutlaka takip et!” demişti. Dediğini yaptım ve hayran oldum bu 19 yaşındaki genç kadına. Gülüşüne, enerjisine, paylaşımlarına, gücüne, dirayetine, cesaretine…
Aradım, İstanbul’a geldi.
Çekine çekine sordum, “Deli misin, hemen gelirim!” dedi.
Dostluğumuz böyle başladı. İki yıl kadar pek çok vesileyle bir araya geldik. Pek çok şey gerçekleştirdik birlikte. Çekim yaptık, röportaj yaptık, sahne röportajı yaptık, okul maceralarına atıldık…
Işığıyla, anlattıklarıyla, verdiği mesajlarla hep büyüledi beni.
Bir bacağı olmayan, seke seke, zıp zıp oradan oraya giden müthiş bir kızdı. Bir bacağının olmamasını bir insan kendisinde bir eksiklik gibi hissetmiyorsa sen de hissetmiyorsun. Nesli öyleydi.
Zerre kadar takılmadı bacağına, sol bacağının olmamasına… Kılık kıyafetine, giydiklerine de hayrandım hep. Bir janrı vardı, tarzı vardı. Kimse için eğilip bükülmedi. Hayatını nasıl istiyorsa öyle yaşadı. Öyle giyindi. Şortlarını da mini eteğini de giymeye devam etti. Bu bile bir başkaldırıydı.
Bir bacağının olmamasından daha derin meseleleri vardı çünkü, o içten içe başına gelen hastalıkla hep mücadele etmesi gerektiğini biliyordu. Etti de. Sonunda kadar… Onuruyla… Onuruyla yaşadı, onuruyla öldü. Çok gençti aslında bütün bu ağır duygularla boğuşmak için. Ama başardı. Kendisine bir gün bile acımadı. Bu da çok acayip bir şey. Hepimiz kendimize acımaya meyilliyiz. O öyle değildi. Benden 30 yaş küçüktü neredeyse ama işte belli açılardan daha olgundu. Ama kimsenin yüzüne hamlığını vurmayacak kadar da bilgeydi.
Benim için gerçek kahraman o.
Ve bugün arkasından yazılanlara bakınca, iki yılda neler başardığını, ne kadar çok insanın hayatına değdiğini görebiliyorum.
Belki de yaşamı uzunlamasına değil, enlemesine yaşamak budur. Yaşarken de ölürken de iz bırakmak budur. Belki geride edebi romanlar bırakmadı ama kendi hayatıyla roman yazdı Nesli. Üstelik kurgu olmayan bir roman. Bir başyapıt. Ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.
Bir Nesli geldi geçti bu dünyadan, en azından ben yaşadığım müddetçe onu hiç unutmayacağım.
CENNET GÜLÜŞLÜ KIZ GİTTİ
Bunları geçen gece yazdım, sosyal medyada da paylaştım, şimdi sizinle de paylaşmak istiyorum.
1) Neler mi öğrendim senden? Hiç de küçük olmadığını! Bazen 19-20 yaşında bir bedenin zannettiğimizden çoook daha olgun bir ruh taşıyabileceğini öğrendim.
2) “Bacağım yok ama yaşam sevincim var! Bacağımın kesilmiş olmasının hayatımı etkilemesine izin vermeyeceğim. Ben bir bacaktan ibaret değilim ki… Çok daha fazlasıyım!” dedin. Ve bunu hepimize gösterdin! Biz senin fotoğraflarına bakarken olmayan bacağını değil, fazlasıyla var olan ‘yaşam sevincini’ gördük, azmini, devam etme isteğini… Sen hayatın ta kendisiydin!
3) Kesilmiş bacağından bir gün olsun utanmadın. Onu saklamadın. Aksine sahiplendin. Sadece bir uzvu eksik olanlara, engellilere değil, hepimize örnek oldun. Ben ilk defa seninle bacağı olmayan birinin şort giydiğine, minik etek giydiğine tanık oldum. Her zaman çok güzeldin.
4) Hayatı ertelememeyi, bir şeylerin kıymetini bilmek için ‘kaybetmeyi beklememeyi’ de öğrettin bize. Gösterdin. Postlarının altına yazdığın her şey hayat dersi gibiydi.
5) ”Saçlarınızı sevin, boynunuzu, kilonuzu sevin, hatta benim için sol bacağınızı sevin!” dedin. Kendimizi kabul etmeyi öğrettin. Kıymet bilmeyi öğrettin. Saçma sapan şeylere kafayı takmamak gerektiğini öğrettin!
6) “Belki kaybedeceğim ama savaşırken kaybedeceğim!” dedin. Şu lafın güzelliğine, derinliğine bakar mısın? Her şart altında mücadele etmeyi öğrettin bize.
7) En önemlisi de kanser hastalarının ardından, “Vah vah kansere yenik düştü!”, “Kanser kazandı!” denmemesi gerektiğini öğrettin. Bunun bir mücadele olduğunu… Gidenin ardından “Güzel mücadele etti!” denmesi gerektiğini… İnşallah artık literatürümüzden “Kansere yenik düştü!” cümlesi kalkar. Olursa senin sayende olur. Çünkü bazı kanser türlerinde henüz günümüz tıbbının seviyesinde ‘kazanmak’ diye bir şey söz konusu olamıyor maalesef.
8) Olağanüstü bir mücadele verdin. Hem seni çok sevdik hem de onurlu mücadeleni…
9) Evde oturabilirdin, her şeyden korkabilirdin, hiçbir şey yapmadan ‘son’u bekleyebilirdin ama sen hayallerinin peşinden gittin! Hasta olmana rağmen üniversite okumaya gittin. Yapmak istediğin her şeyi sınırlı zaman dilimine sıkıştırmaya çalıştın. Cesaret bu işte! Güvenlik alanından çıkmak bu işte! Meydan okumak bu işte! Hayranlık duyuyorum sana. Sen zoru seçtin… Her şeyinle çok güzeldin.
10) Artık mücadele yok. Tamamladın görevini Nesli… Huzur içinde ol… Anlayan anladı. Senin bütün o güzel duyguların da bize geçti. Sen bizi zenginleştirdin. Teşekkür ederiz. Bütün kalbimizle. Sen bir kahramansın. Hepimizin kahramanı… Seni seviyoruz.