PAZAR günü başlayan Ahmet Güneştekin röportajı bugün de devam ediyor. “Ölümsüzlük Odası” onun yeni, dev eseri. “Contemporary İstanbul 2018” kapsamında 20-23 Eylül tarihlerinde İstanbul Kongre Merkezi’nin açık alanında ücretsiz olarak ziyaret edilebilecek.
Bu deli emek mutlaka görülmeli. Bir yıl boyunca 22 bin parça boynuz ve kurukafa dökümü yapıldı. 35 ton alüminyum kullanıldı. 130’a yakın farklı meslekten insanın emeği geçti. Maliyeti şu anda 1 milyon doların üzerinde. Sanatseverlere bir sürprizi daha var.
“Ölümsüzlük Odası” eserinin tüm yapım aşamalarını anlattığı kitabını Contemporary’de isteyen herkese imzalayacak…
– Yirmili, otuzlu yıllarınız kendinizi eğitmekle geçiyor. 18 yıl boyunca Türkiye’yi dolaşıyorsunuz. Bu yolculuğu yalnız mı yaptınız?
Veysi Amca adında yaşlı bir şoförüm vardı, onunla dolaştım. Sonrasında Coşkun Aral’la birlikte “Haberci” belgeselini çekmeye başladık. Artık Türkiye’yi avucumun içi gibi biliyordum. 2005’te ise kendi belgeselim “Güneşin İzinde”yi çekmeye başladım…
– Sizin içinizde, “Bir gün çok ünlü olacağım, benzersiz işler yapacağım!” duygusu var mıydı?
Evet, hep. Ama hiçbir şey havadan gelmiyor. Önce kendimi eğittim. İlk sergimi açtığımda 36 yaşındaydım. Şöyle bir manifesto yazdım: “Keşfedilmeyi beklemek ölümü beklemektir!”
– İyi de siz 36 yaşına kadar keşfedilmeyi beklemediniz mi?
Hayır, olur mu? Ben kendimi yetiştirdim. Sonunda da öyle güçlü bir sanat yarattım ki…
– Oooooo! Amma iddialı bir laf!
Ama gerçek bu! 36 yaşındaydım, bunun 32 yılı resim yapmakla geçmişti. Fakat hiç sergi açmamıştım. Kimse benim resim yaptığımı bile bilmiyordu. Sanatçı olmaya karar verdiğimde önce inzivaya çekildim ve kendimi yetiştirdim…
– Bunları yaparken para kazanmıyor musunuz peki? O kadar yıl Türkiye’yi hangi parayla dolaştınız?
91’de Batman’dan İstanbul’a geldiğimde sanatla para kazanmayacağımı anladım, 6 yıl tekstil ihracatı yaptım. Sonra Türkiye’de kriz oldu, şükürler olsun ki battım! O 6 yıl hep rahatsızlık duymuştum, çünkü dünyaya sanat yapmak için geldiğimi biliyordum. 97’den 2003’e kadar o inziva dediğim o dönemi yaşadım. Ama haklısınız, bu seyahatlerimin finansınını sağlamak için bir yol bulmam gerekiyordu…
– N’aptınız peki?
Tahtakale’de akrabalarım vardı. Çin’den hediyelik ürün getirip satıyorlardı. Onların kapısını çaldım “Para kazanmam lazım. Bir şeyler tasarlarsam satabilir misiniz?” dedim. “Satarız. Özel günler için bir şey düşün” dediler. Öyle bir şey tasarlamam lazımdı ki çok adet satın alınsın. Hani “Sevgililer Günü” için kırmızı kalp yastıklar vardır ya, işte onları ben yaptım, milletin başına bela ettim! Birer numuneyle Tahtakale’deki bütün alıcıların kapısını çaldım. Millet atladı. 100-150 bin parça bir haftada sipariş aldım. Ön ödemelerini de aldım. Hiçbir para koymadan, Zeytinburnu’nda atölye kurdum. Makineler satın aldım, iki de usta koydum başına, valla sonsuza kadar kalpli yastık yaptık. Çok ciddi paralar kazandım. İşte o kazandıklarımla inziva hayatımı finanse ettim…
TÜRKİYE’DE 5-10 TANE FETTAH TAMİNCE GİBİ ADAM OLSA
– Bugüne kadar yaptığınız en önemli iş “Ölümsüzlük Odası” mı?
Evet. En kapsamlı ve en zor eser. 4 sene önce altyapısını oluşturdum. Son bir senedir de imalatı, çizimleri, kurgusu ve üzerine konan 22 bin kuru kafanın yapımı ve dökümü ile uğraşıyorum. Teknolojik bir şey yok ortada. Tamamen insan zekâsıyla, el işçiliğiyle kolektif yapılmış bir şey. 120’ye yakın farklı alanda asistan grubuyla çalıştığım devasa anıtsal bir yapıt. Bu coğrafyadaki bütün kültürleri içinde barındırıyor bu eser…
– Sizin hissettiğiniz duygu sanatseverlere geçmezse ne olur?
Geçti bile! İlk defa bir eser, yapım aşamasından beri sosyal medyada paylaşılıyor. Ben her gün story’lerle, fotoğraflarla bütün aşamalarını 3 buçuk-4 ay boyunca paylaştım. Binlerce yorum geldi. İnsanlar şu anda bırakın Anadolu’yu, dünyanın her yerinden gelmeye hazırlanıyorlar. Bir eserin bu kadar büyük heyecan yaratması bence çok önemli…
– Aşağı yukarı bir milyon dolara mal oldu, öyle değil mi?
Evet. Bu eseri hayal etmeye başladığında fark ettim ki bana büyük bir atölye binası gerekiyor. Bu da bir hangarı işaret ediyor. Haliç Tersanesi de ihaleyle Fettah Tamince’ye verilmişti. O da benim yakın arkadaşım. Bir gün ona, “Senin hangarlardan birini 3-5 aylığına bana verebilir misin?” dedim. “Veririm tabii” dedi, “Başka ne istiyorsun?” Kafamdaki dev projeyi anlattım. “Aşağı yukarı bir milyon dolara mal oluyor” dedim, “Sen destek olursan birlikte yapalım. Olamazsan da şu anda nakdim yok ama bankadan kredi çekerim, bir şeyleri ipotek ederim, yine de yaparım!” dedim. O da, “Ne istiyorsan sağlamaya hazırım. Parayı da hiç düşünme. Ne zaman başlıyoruz?” dedi. Keşke Türkiye’de 5-10 tane Fettah Tamince gibi adam olsa da birçok sanatçı, ülkenin şu anki kaotik döneminde yaratıcı, farklı ve cesurca işlere imza atsa…