Benim güzel oğlum…
Beyaz prensim…
Duyuyor musun beni?
Bak yanımdayım.
Seni hiç bırakmayacağım.
Beni hissediyorsun değil mi?
Seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun değil mi?
Yok öyle bırakıp gitmek!
Dayan Hımm.
Diren Hımm.
Ben pes etmem.
Sen de etme.
Hayatımızın yeni bir dönemindeyiz.
Sen neleri aştın, bunu da aşarsın.
Birlikte aşarız…
Kaç yıl oldu hayatımıza gireli?
Beş mi, altı mı?
Birdenbire çıktın karşıma.
Aşk gibi.
Öyledir aşk, hesapta yokken geliverir.
Seni teslim alır.
Sen de öyle yaptın.
Dubai’de, etrafında turlamayı sevdiğim bir park vardı: Safa Park… İşte, karşılaşmamız oradaydı…
Sen, bir arabanın altındaydın ne yapacağını şaşırmış bir halde, ürkek gözlerle etrafına bakıyordun.
Minik, bembeyaz bir tavşandın.
Korkudan tosbağa gibi olmuştun, sağından solundan vızır vızır arabalar geçiyordu.
Seni ilk orada kucağıma aldım.
Başta tedirgindin ama sonra alıştın.
Önce bir veterinere gittik, İrlandalı bir kadındı, “Bir yerden kaçmış olmalı” dedi, “Dünya tatlısı bir tavşan!”
“Minik bir bebeğim var evde” dedim.
“Hiçbir şey olmaz. Tavşanlardan hastalık filan geçmez. Üstelik çok sağlıklı, içiniz rahat olsun” dedi.
ADINI ALYA VERDİ
Sonra başladı maceramız.
Öfff ne afacandın sen.
Meraklı, yaramaz, ‘zıp zıp’ zıplayan bir tavşan.
Sadece bahçe değil, bütün ev senindi.
Müthiş özgürdün.
Alya verdi ismini.
“Hımmm olsun adı” dedi.
Çok da yakıştı sana.
Evin bütün kablolarını yiyen yaramaz Hımmm.
Sevgilim başta gıcık oldu sana, haksız mıydı, bir bakıyorsun evin küt diye telefonun kesiliyor.
Ne o?
Hımmm kabloyu yemiş.
Bir başka gün internet gitmiş.
Hımmm onun da kablosunu da mideye indirmiş.
Kemirmeyi en sevdiği şey, telefon şarjı…
Kurtar kurtarabilirsen…
Sen gerçek bir kablo canavarıydın Hımmm.
Sen diş geçiremeyesin diye, yavaş yavaş, evin bütün fişlerini, kablolarını duş spiralinin içinden geçirmeye başladık.
ORANTISIZ KULAKLAR
Sen hayatta gördüğüm en tatlı şeydin.
Orantısız büyük kulakların vardı bir kere.
Ben konuşurken, onları oynatıyordun, resmen beni dinliyordun.
Sevilen, her canlının algısı açılıyor.
Senin de öyle oldu.
En azından ben öyle düşünüyorum.
Dinliyordun, anlıyordun, ben çalışırken bilgisayarımın yanından ayrılmıyordun.
Film izlerken, salonda sen de bizimle birlikte iki seksen yatıyordun.
Tavşan gibi olmayan bir tavşandın.
Bir keresinde Sezen Aksu geldi evimize.
Bayıldı sana, sevdi seni, yerlerde yattı seninle, okşadı, konuştu.
Mahcup gülümsedin ona.
NE MACERALAR YAŞADIK
Derken Dubai yılları bitti.
Türkiye’ye taşınma zamanı geldi.
En kızdığım insan tiplemelerinden biri, ülke değiştirirken, hayvanlarını geride bırakanlar, birilerine verenler, araziye salanlar…
Sanki yükmüş de onlardan kurtuluyorlarmış gibi.
Elbette mümkün değildi seni orada bırakmamız.
Ne maceralar yaşadık seninle.
Evden çıktığımız için birkaç ay bir otelde kalmamız gerekti.
Gizlice soktuk o otele seni, yasaktı çünkü.
Üç ay gizli bir hayat sürdürdük seninle.
Odanın bütün kablolarını alüminyum folyoyla sardık ki başımız belaya girmesin…
Aksi gibi seni hiçbir hava yolu almadı, tavşanlar alınmıyor çünkü senin cinsin uçağın da kablolarını yiyor.
Özel kafes yaptırıldı.
Lalin Sabuncuoğlu sağ olsun seni İsviçre’ye uçurdu bir kargo uçağıyla, oradan aktarmayla Türkiye’ye geldin.
Ah birlikte ne çok sorunu aştık seninle.
DOĞAYLA TANIŞTIN
Ormandaki eve bayıldın.
Ortadoğulu bir tavşan olarak doğayla tanıştın.
Rüzgârın sesini, otların hışırtısını dinledin, mutlu oldun.
Ormandan da faydalanman için, hem evin önünde hem arkasında, (sen çimlerde uzanırken yanında kitap okuyabileyim diye) benim de içinde oturabileceğim büyüklükte kafesler yaptırdık.
Zeki Usta sağ olsun, o kafeslerin altına çimento döktü, sen yaramazsın ya, tünel kazıp kaçmayasın diye…
Çatısını da kapattık ki, uçan bir canlı seni kapıp götürmesin…
Senin için çimler ektim.
Senin için özel marullar buldum.
Maydonoz ve kırmızı elmaya bayılıyordun, soyup soyup yedirdim sana.
Gündüzleri güneşleniyordun bahçedeydin, geceleri evde bizimleydin.
Böyle geçti yıllarımız.
HAYATIMIZA RENK KATTIN
Bodrum’a giderken yazları…
Sevgilim, “Nasıl yani, bir araba mı Hımmm’ı getirecek Bodrum’a?” diyordu.
“Evet. Burada yalnız mı kalsın? Bizimle olacak, olmalı. Madem uçaklar almıyor. Onu bir araba getirmeli…”
Bodrum’da da gördün, biz nereye, sen oraya…
Sıra dışı hayatımıza renk kattın.
Uğur getirdin.
5-10 yıl arasıymış tavşanların ömrü.
Ama sen tavşan değildin ki…
Benim canımdın.
Eve Max geldi, onunla da arkadaş oldun.
King Charles köpeğimizin abisi oldun.
Onu ne kadar kucağıma alıyorsam, seni de o kadar aldım, kıskanmayasın diye.
Ve dengeyi kurduk.
Mutlu mesut yaşıyorduk.
GÖZÜNÜ SEVEYİM GİTME
İki hafta önceye kadar…
Birdenbire ne olduysa, sessizleştin.
Sıcaklara verdim.
Ama sonra baktım, kafan yan yattı.
Anlam veremedim.
Sanki bir yere sıkışmışsın da boynun kaymış gibiydi.
Sonra bir gözün kocaman açıldı, diğeri küçüldü, kayboldu.
Hemen veteriner Hümeyra’yı aradım, geldi baktı.
“Hastaneye götürelim” dedi.
“Neden?”
“Beyninde bir sorun var!”
Boğaziçi Kliniği’ne gittik.
Bir tavşan hastalığıymış, olurmuş, sebebi yok, bir virüs giriyor, beyin duvarını aşıyor ve sinirlerini etkiliyor.
Artık iki gözün de görmüyor.
Kafan da öyle yan kaldı.
Ama üzülme, yine çok güzelsin.
Yeniden bebek oldun sen.
Şu anda denge sorunları yaşıyorsun, bir tarafını hep bir yere dayamak istiyorsun.
Görmediğin için evin içinde oraya buraya çarpıyorsun.
Böyle sakin anlattığıma bakma…
İlk haftalar çok zor geçti.
“Üç ihtimal var” dendi.
“Hımmm’ı kaybedebiliriz. Az bir ihtimal yaşar. Hayatta kalmayı becerirse de kayıpları geri gelmez!”
O virüsle mücadele etmeye karar verildi.
“Bırakın” dediler, kıyamadım, sen evini seversin.
Her gün Boğaziçi Kliniği’ne götürüp getirdim seni.
10 gün boyunca.
Bir dolu aşı yaptılar sana.
Çok ama çok ürküyordun, ben de kulağına, “Merak etme, her şey iyi olacak” diyordum.
Eve gelince biraz normale dönüyordun.
Ama yemek yemiyordun.
Ağızdan beslemeye başladık seni, şırıngıyla.
Hımmm ya, eskiden çok kaka yapıyorsun diye sinirleniyordum.
Ama hastayken, minik kakalarını mumla sayar oldum.
Sonra çiş yapmayı kestin.
Deliye döndüm.
Ya böbreklerin zarar görmüşse diye.
Bu sefer günde üç kez ağzına şırıngayla su vermeye başladım.
Benim güzel Hımm’ım, sen kendini bana teslim ettin.
Ve tekrar çiş yapmaya da başladın.
Şimdi biraz daha iyi durumdasın.
Seninle konuşurken artık ben de başımı yana eğiyorum, gözlerimi kapatıyorum.
Eşit durumda olalım diye.
Aynen Sezen’in yaptığı gibi yanına uzanıyorum.
O kocaman kulaklarına, konuşuyorum, konuşuyorum.
Çalışma odamı senin için değiştirdim, yürürken çarpma diye masam dışında bir sürü şeyi çıkardım.
Her yere, karşına sürprizler çıksın diye marullar, maydanozlar koydum.
Minik minik su tasları duruyor.
Bazen deviriyorsun.
Olsun.
Her şeye hakkın var senin.
Her şeyi yapabilirsin.
Seni seviyorum.
Hepimiz seviyoruz.
Gözünü seveyim beni bırakma…
#diren Hımm!