Bu romantik komedi kaçmaz: ‘Tatlı İntikam’
Ben dizici değilim. Televizyon da izlemiyorum. Ama bu gece Kanal D’de başlayacak olan “‘Tatlı İntikam’ı mutlaka izleyeceğim.
Umarım severim, gülerim, güzel vakit geçiririm ve benim de bir dizim olur… Alya ile birbirimize söz verdik, bu gece ekran karşısındayız. Konusu da hoşuma gitti. Yemedim, içmedim, dizinin başrol oyuncularıyla buluştum, röportaj yaptım.
Pelin karakterini canlandıran Leyla Lydia Tuğutlu’nun da benim gibi annesi Alman. Ama Leyla, insanın nefesini kesecek kadar güzel. Öyle böyle değil yani. Bir yan döndü, poposunun kalkıklığı benim bile dikkatimi çekti, böyle bir şey yok. O kadar alımlı ki, ne yazık ki herkes önce güzelliğinden söz ediyor ama aynı zamanda son derece donanımlı 26 yaşında genç bir kadın…
Furkan Andıç’a gelince, o da 26 yıllık hayatına epeyce şey sığdırmış, renkli, ilginç biri. Hatta Ukrayna’da bile okumuş, Rusça biliyor. Sıkı bir basketbolcu. Genç kızların sevgilisi. Sokakta zor yürüyor, o kadar popüler. Ama kim olduğunu unutmamak ve havaya girmemek için, bugüne kadar onun hiçbir dizisini izlememiş, ikinci ailesi olarak kabul ettiği lise arkadaşlarıyla görüşüyor.
Onların, şöhretini umursamaması çok hoşuna gidiyor. İkisi de tatlı gençler, dizinin de öyle olacağını umuyorum, hadi bakalım, umarım yanılmam, hep birlikte izleyip, göreceğiz…
Leyla Lydia Tuğutlu
Çocukken kendimi uzaylı gibi hissediyordum
Bin tane dizi var neden ‘Tatlı İntikam’ı izleyelim…
– Çünkü çok sıkı bir romantik komedi!
Bize ne vaat ediyorsunuz?
– Bol kahkaha, esprili-tatlı sahneler ve çok güzel, tertemiz bir aşk. Hikâye sağlam, kast ve oyuncular da… Biz de eğleniyoruz çekerken, eminim siz de izlerken eğleneceksiniz. Üstelik ülke olarak hepimizin morale ihtiyacı olduğu bir dönemdeyiz, izleyicilerimizi bir nebze olsun güldürebilirsek ne mutlu.
Canlandırdığın Pelin karakteri nasıl biri?
– Varlıklı bir ailenin biricik kızı. Prenses gibi yetişmiş. Haliyle biraz şımarık. Ama iyi kalpli. Ölümsüz bir aşk arıyor. Çünkü aşktan yana yüzü hiç gülmemiş.
Niye?
– Konumuz da bu aslında. Tam evlenecekken ve aradığı aşkı bulduğunu düşünürken, nikah günü terk ediliyor. Birileri de ona, geçmişte birinin ahını aldığını, o kişi onu affetmezse, mutlu olamayacağını ve aradığı aşkı asla bulamayacağını söylüyor. Pelin bu işin peşine düşüyor. Böylece dizimiz başlıyor.
Kimin ahını almış?
– Tankut’un. Tankut üniversiteden arkadaşı. Hani vardır ya, insan olarak değer verdiğin ama asla birlikte olmak istemeyeceğin, onlardan biri işte. İçine kapanık ve çirkin… Pelin’in kız arkadaşları bir oyun oynuyor ve Tankut herkesin içinde rezil oluyor. Pelin’in her şeyden habersiz, Tankut’un ahını almış oluyor. Ve işte yıllar sonra o Tankut; o çirkin çocuk, inanılmaz yakışıklı bir adama dönüşüyor. Pelin de kendini, üniversite yıllarından hatırladığı Tankut’a affettirmeye çalışırken, karşısında ultra yakışıklı Amerika’da aşçılık okumuş bir adam buluyor.
İnsanların ahını almaya inanıyor musun?
– Evet. O yüzden ağızımdan çıkan sözlere dikkat ediyorum. Yaptığın kötülük, seni eninden sonunda buluyor, bumerang gibi sana dönüyor.
Yalnız mı yaşıyorsun?
– Evet. Uzun yıllar annem ve kız kardeşimle yaşadım. Annem-babam ayrı benim. Babam, İstanbul’da, annem Kaz Dağları’nda yaşıyor.
Annen Alman değil mi? Annenle baban nasıl nasılmış?
– Babam ODTÜ’de mühendislik okumaya başlıyor, sonra eğitimine Berlin Teknik Üniversitesi’nde devam ediyor. Berlin’de tanışıyorlar annemle. Âşık oluyorlar, evleniyorlar. 5-6 yaşıma kadar orada yaşadım, sonra buraya geldik.
Almancan nasıl?
– Çok iyi, ana dilim. Zaten Alman Filolojisi okudum.
Melez olmak sana ne hissettirdi?
– Başta zorlandım. Çünkü iki kültüre de adapte olabilmen gerekiyor. Çocukken kendimi hakikaten uzaylı gibi hissediyordum. Hiçbir yere ait olamıyordum. Almanca konuştuğumu duyan arkadaşlarım, “Hıristiyan mısın? Domuz eti yiyor musun?” gibi sorular soruyorlardı. Ben de sinir oluyordum. Biraz büyüdükten sonra melez olmanın başıma konmuş bir piyango olduğunu anladım.
Peki bu kadar güzel olmanı neye bağlıyorsun?
– Bilmiyorum, zaten ortalıkta “Çok güzelim!” diye dolaşan biri değilim.
İyi de Türkiye güzeli oldun…
– Evet ama bunu dillendirmeyi sevmiyorum. Üzerinden sekiz sene geçti. O zaman öyle bir tercih yaptım, niye yaptım bilmiyorum. İşime yaramadı mı? Tabii ki yaradı. Ama güzel bir anı sadece. Bu kadar konuşmanın bir anlamı yok.
“Güzellik bir tarafa, ben aslında yetenekliyim!” deme ihtiyacı duyuyor musun?
– E biraz öyle! Çünkü hep bir önyargı var, güzel insanlara karşı… Senelerce bunu kırmak için çok uğraştım.
Almanya’da bu noktada olabilir miydin?
– N’apardım bilmiyorum. Büyük ihtimalle müzisyen olurdum. Çünkü Türkiye’ye geldiğimde beş yaşındaydım ve konservatuara girdim. Beş sene solfej- keman- piyano eğimi aldım. Sonra bir gün, modellik yapmaya başladım ve konservatuarı bıraktım. Best Model’e girdim. 2005’te üç sene modellik yaptıktan sonra da tesadüfen Miss Turkey’de Türkiye güzeli seçildim. Almanya’da muhtemelen okulu bırakmaz, müziğe devam ederdim. Ama bu anlattıklarımdan, seçtiğim yoldan pişman olduğum sonucu çıkmasın, asla!
Erkeğin kasları değil karakteri önemli
Sen de, dizide canlandırdığın kadın gibi asla çirkin biriyle birlikte olmaz mısın?
– Hiç alakası yok…
Nasıl yani? Çirkin sevgililerin oldu mu?
– Evet oldu! Dış görünüş o kadar önemli değil. Ne paylaştığıma bakarım. Şefkatli, vicdanlı, sevgi dolu, dürüst ve güvenebileceğim biri olması önemli… Yani kasları değil, karakteri önemli! Ama tabii çok da çirkin olmamasını tercih ederim.
Seni tanımlayan sözcükler neler?
– Feci takıntılıyım. İflah olmaz bir mükemmeliyetçiyim. İşimi doğru yapmalıyım ve kesinlikle onay almalıyım. Ancak o zaman rahatlıyorum. Mesela asla kimseyi bekletmem… Bunlar, biraz Alman tarafım. Sonra çok şefkatliyim, anacım, duygusalım, bunlar da galiba Türk tarafım.
Oyuncu olmanın özel bir sebebi var mı?
– Hayat boyu arayış içindeydim. Bir sete, bir ekibe ait olabileceğimi gördüm. Aslında içine kapanık, kendi halinde yaşayan biriyim. Oyunculuk beni açıyor ve kendimi daha iyi tanımamı sağlıyor. Bir tür terapi, kendimi iyileştirebiliyorum, o yüzden çok seviyorum.
Furkan Andıç
O ‘ah!’ geri döner bulur seni Sen unutsan bile…
‘Tatlı İntikam’ı niye izleyelim?
– E çünkü hikâye güzel! Erkeğin metamorfozu da ilginç. Daha önce başka bir örneğini hatırlamıyorum. Önce şişman, sivilceli, gözlüklü, kimsenin yüz vermediği, hatta alay ettiği bir genç. Ama aynı genç, yıllar içinde çok yakışıklı, milletin peşinde koştuğu çekici bir adama dönüşüyor…
Ne hissettin Tankut’u oynarken?
– Bir kadın tarafından bu şekilde reddedilmek, daha doğrusu tufaya getirilmek kötü hissettirdi bana. En içten oynadığım sahnelerden biri Tankut’un maruz kaldığı durum oldu. O kadar yaralanıyor ki, kendinden bambaşka bir adam yaratıyor. Zayıflıyor, kendini geliştiriyor. Aşçılığı seviyor. Meslek olarak yapmak istiyor, babasını da bir nebze ezerek Amerika’ya gidiyor ve oradayken babasının vefatını öğreniyor. Ağır bir travma yaşıyor. Çalışmaya devam ediyor ve sonunda çok iyi aşçı olarak Türkiye’ye dönüyor. Bundan sonraki hayat artık Tankut’un değil, Sinan’ın hayatı.
Ne anlatıyor bu dizi bize?
– Tatlı bir intikamın aslında o kadar kolay olmadığını, çok daha büyük sonuçlar doğurabileceğini anlatıyor. Gençlik dizisi filan da değil. Çünkü aşk her yaşta başımıza gelebilecek bir şey.
Sen, insanın ahını almaya inanıyor musun?
– İnanıyorum. O ‘ah!’ geri döner bulur seni, sen unutsan bile. Bence hayatta kalp kırmamaya dikkat etmek gerekiyor. Ben ediyorum mesela. Hayattaki mottom, insan biriktirmek, anı biriktirmek. Allah ömür verirse, yaşlandığımda çocuklarıma, torunlarıma anlatacağım binlerce anım olsun isterim.
Bu role nasıl hazırlandın?
– Merve Taşkan’la çalışıyoruz. Merve Hoca’nın farklı bir tekniği var. Rolü içselleştirebilmek için, önce mental kısmıyla değil de, biyolojik kısmıyla ilgileniyor.
Nasıl yani?
-“Siz sonuçta iki genç insansınız ve birbirinden etkilenmeniz gerekiyor. Şimdi birbirinize bakın ve birbirinizde güzel bulduğunuz şeyleri fark edin ve onları cebinize koyun!” dedi. Ekledi, “Birbirinize söylemek zorunda değilsiniz!” Benim için hiç zor olmadı tabii, hemen buldum. Baştan beri uyumluyuz. Leyla zaten uzlaşılması çok kolay bir insan. Rollerimize de hemen adapte olduk.
Kendine güvenmeyen erkek kıskanır!
Senin hikâyeni de dinleyebilir miyiz? Nasıl bir ailede dünyaya geldin?
– Beş kişilik, sempatik, tatlı bir ailede. Annem tam bir sevgi yumağıdır. Çocukluğu çok zor şartlarda geçmiş. Sekiz kardeşler, hayatta kalabilmek için sevgiyi biraz arka planda kalmış. Sevgisiz büyümüş anlayacağınız. Belki o yüzden bize sonsuz sevgi verdi. Rahatlıkla dünyanın en şahane annesidir diyebilirim. Biz üç erkek kardeşiz. O kadar çok sevgi verdi ki bize… Hatta arkadaşlarımıza da…
Anne-baba ne iş yapıyor?
– Annem ev hanımı, babam mali ve idari işler müdürü ama şu an emekli.
Onlardan en çok ne öğrendin?
– İyi bir insan olmayı. Ve kalp kırmamayı. İAnnem beni hep şöyle uğurlardı evden, “Oğlum, Allah senin hep iyi insanlarla karşılaştırsın!” Son derece basit ama doğru.
Eğitim?
– Ataşehir Lisesi’nde okudum. Kendimi bildim bileli basket oynuyorum, Yeditepe Üniversitesi’nde. Liseyi bitirdikten sonra Ukrayna’ya gittim, iki sene orada okudum. Çünkü üniversiteyi kazanamadım, özel üniversiteye gidecek param da yoktu. Aileme de yük olmak istemedim.
Hangi dilde okudun?
– Rusça.
Biliyor muydun?
– Yooo, ama öğrendim. Hızlı öğrenen biriyim. Bir sene sonra Rusça sertifikamı aldım ve ekonomi bölümüne geçtim. Bir sene ekonomi okudum, sonra Türkiye’ye geri döndüm. Bilgi Üniversitesi’ne girdim. Hazırlıktayken ‘Kolej Günlüğü’ adlı ilk dizim başladı.
O nasıl oldu?
– Doğru yerde, doğru zamanda bulunmak. Benim de bir gelirimin olması gerekiyordu. O yüzden bu dizi işlerine girdim. Neden oyuncu olmak istedin? – Ukrayna’dan döndükten sonra bir aile dostumuz Antalya’da otelde bir iş buldu. Rusça tercüme işiydi. Fakat o sırada animasyon grubundaki oyunculardan biri hastaneye kaldırıldı. Bana da “Sen yaparsın, hadi onun yerine geç ve bizi kurtar!” dediler. İlk başta çekindim. Ama sonra, sahnede hiç olmadığım kadar özgür ve rahat olduğumu fark ettim. Sonra da sahneden inmek istemedim. Resmen büyülendim, gerisi geldi.
Üniversite peki, o ne oldu?
– O yılan hikâyesi! Devamsızlıktan dolayı kaldım, Yeditepe Üniversitesi’ne geçtim. Birinci sınıfı geçtim, sonra okulu dondurdum. Ama annem için okulu bitireceğim. O, çok önemsiyor.
Kadınlar arasında çok popülersin. Bu iyi bir şey mi?
– İyi bir şey tabii.
Çok yakışıklı olmak, bir erkek oyuncu için dezavantaj olabilir mi?
– Neden olsun ki?
Gölgeleyebilir yeteneğini, bir kadın için öyle…
– Bugüne kadar kimse öyle bir şey söylemedi.
“Oyunculuk, akıl kârı bir iş değil” demişsin, neden?
-E çünkü insanı psikolojik olarak yıpratan bir iş. Bir süre sonra canlandırdığın karakter gibi düşünmeye, hareket etmeye, hatta onun gibi nefes almaya başlıyorsun. O yüzden ara vermek gerekiyor. Ama ben bu duruma kendimce bazı çözümler buldum.
Ne gibi?
– İkinci ailem diyebileceğim çok yakın arkadaşlarım var. Her fırsatta onlarla vakit geçiriyorum.
Kim olduğunu sana hatırlatsınlar diye…
– Evet! Ve bu insanlar, benim hiçbir dizimi izlememiştir. Ki altı-yedi dizide oynadım bugüne kadar. Hâlâ lisede basketbol oynayan Furkan gibi davranıyorlar.
İlerisi için hayallerin neler?
– Kendi oynadığım ve yönettiğim bir film çekmek.
Çirkin bir kadınla beraber olman mümkün mü?
– Tabii ki! Lisedeyken birlikte olduğum sevgilim 1.55’ti. Benden epey kısaydı yani. Bizi yan yana gören dalga geçiyordu. Dünya güzeli de değildi ama bana çekici geliyordu. Üç yıl birlikte olduk.
Bir kadında ne ararsın?
– İçten olmalı, kalbinden geldiği gibi konuşmalı, komplekssiz olmalı.
En tahammül edemeyeceğin şey?
– Kıskançlık.
Sence bir kadın neden kıskanç olur?
– Kendine güvenmediği için. Bir erkek için de aynısı geçerli: Kendine güvenmeyen erkek kıskanır.