Bir gün herkes kanser olacak mı?
(Pazar)
Türkiye’nin en iyi onkologlarından Dr. Sualp Tansan’la kanser üzerine merak ettiğiniz her şey…
Çok sevdiğim bir arkadaşım meme kanseri oldu. Dördüncü kez. 15 sene sonra kanser geri geldi. Hayatının en ışıltılı, en pırıltılı döneminde. Üçüncü çocuğunu da dünyaya getirdikten sonra…
Biz perişan olduk ama o çok güçlü. 20 hafta kemoterapi görecek. Sonra da memelerinin içi boşaltılacak. Angelina Jolie gibi. Çünkü onda da aynı genden var.
Arkadaşım bu süreci bir maraton gibi değerlendiriyor. Yıkılmadı, bayılmadı, karalar bağlamadı. Nasıl mücadele edeceğini planladı. Her pazartesi Sualp Tansan’a kemoterapiye gidiyor. Saçları döküleceğini hesap ederek Nova Hair Sertaç Şensoy’a harika bir saç ısmarladı, peruk değil, dünya güzeli saçlar, kafadan hiç çıkmıyor, birkaç haftada bir bakıma gidiyor.
Kemoterapi esnasında izleyeceği filmlerin listesini bile yaptı, zaman zaman kemo sonrası buluşuyoruz, et yiyoruz. Kemo’lar eskisi gibi hırpalayıcı değil, insanı perişan etmiyor.
Aslında her şey, insanın algısıyla ilgili.
Hiç şüphe yok, arkadaşım karşısına çıkan bu pürüzü de aşacak. Onunla birlikte ben de kansere daldım. Ve kendimi Sualp Tansan’ın karşısında buldum.
“İnsan kendisi mi çağırıyor kanseri”, öyle laflar dolaşıyor. Ciddi mi, palavra mı?
-Bilimsel olarak bunu söylemek imkânsız. Fakat hayatta birçok şey, biz isteyince oluyor ya da endişe edince başımıza geliyor. Bu da ona benzer bir şey olabilir. İnsanlar tedavinin kendilerine iyi geleceğini düşündüğünde, genellikle iyi geliyor. Ama korkarak ve çok negatif başlayanlarda, tedavi işe yaramayabiliyor. Bu, bilimsel bir veri değil. Ama ben insanın ruhunun, düşüncelerinin birçok şeyi çağırdığına ya da ittiğine inanıyorum. Seneler içinde de böyle gördüm.
KISA ÇÖPÜ ÇEKMEK GİBİ
Adını bile anmamak mı gerekiyor yani… Yoksa geleceği varsa geliyor mu?
-Birçok kanserin nedenini bilmiyoruz. Beslenmenin payının, şimdiye kadar atfedilenden daha düşük olduğunu düşünüyorum ben. Öyle insanlar görüyoruz ki, sağlıklı besleniyor, spor yapıyorlar, hayatı çok sağlıklı yaşıyorlar ama hooop gelmiş pankreas kanseri olmuş…
Siz nasıl açıklıyorsunuz peki?
-Bilmediğimiz genetik faktörler var. Kanser nasıl oluşuyor, yeni yeni öğreniyoruz. Hücresel yapısını şimdi anlıyoruz. Kansere yol açtığını bildiğimiz en kesin şey sigara. Sadece akciğer kanseri değil, birçok kanserde çok önemli. Mekanizmasını da öğrendik. Sigara, PR53 dediğimiz, hücrelerin kanserleşmesini önemli ölçüde engelleyen bir molekülü bloke ediyor. Bunun dışında şişmanlık ve şeker hastalığı da, kanser olma riskini artırıyor. Kilolu olmak, tahmin ettiğimizden çok daha fazla sağlık riski taşıyor. Çünkü öğrendiğimiz kadarıyla, yağ dokusundaki bazı maddeler, kanserli hücreleri destekliyor ve onların çoğalmasını sağlıyor.
“Bir sürü hastalığın sebebi beyin, beynini formatla” laflarına gülüyor musunuz?
-Hayır, hoşgörüyle karşılıyorum. Ama gerçek şu: Kanserin nedenini bilmiyoruz. Kim kanser olacak, onu da bilmiyoruz, kim olmayacak onu da bilmiyoruz. Hele sigara içmiyorsa, kilolu değilse, şeker hastası değilse, o insanın kanser olup olamayacağını kestirmek çok zor. Ama hepimizi bekleyebilir böyle bir tehlike. Kesinlikle bir yerde kısmet…
Kısa çubuğu çekmek mi yani?
-Öyle. Bazen görüyorsunuz, çok sağlıklı bir insan, hiçbir risk faktörü yok, ailesinde kanser geçmişi yok, bir bakıyorsunuz pat diye karşımıza 40 yaşında pankreas kanseriyle geliyor. Büyük oranda bilmiyoruz nedenini. Yeni yeni anlamaya başlıyoruz. Bunu da kanserin genetiğini, molekül profilini çöze çöze anlayabiliyoruz. Ama daha işin emekleme safhasındayız.
KİLİT T HÜCRELERİ
Büyük üzüntüler, aldatmalar, aldatılmalar… Bunlar, faktör mü?
-Bu, bir şehir efsanesi mi, yoksa böyle bir şey gerçekten var mı, kestirmek zor. Yalnız biliyoruz ki, çok büyük üzüntülerde bağışıklık sistemi zayıflıyor. Bağışıklık sisteminin, eskiden, kanserde çok önemli olmadığını düşünürdük, bir iki kanser türü dışında. Şimdi anlıyoruz ki, öyle değil. Kanserle savaşan asker hücrelerimiz, T hücreleri, yani T lenfositleri, üzüntü ve büyük stres altında çok iyi hareket edemiyor, tembelleşip aptallaşıyorlar. Aslında vücudumuzda her gün, kanser hücreleri oluşuyor ama bizim T lenfositlerimiz onları tanıyor, “Gel buraya edepsiz!” deyip onları yiyor. T lenfositleri aptallaşıp, tembelleşip, kanser hücrelerini fark edip saldıramadığı zaman, o kanser hücreleri büyüyorlar, çoğalıyorlar, kendilerine damar yaparak, gerçek kanser haline geliyorlar. Şimdi onkolojideki en yeni yaklaşım, bu T hücrelerini, kansere karşı daha aktive etmek.
Kanser, hassas insanları daha çok mu vuruyor?
-Vücutta bir kanser gelişimi, oluşumu varsa, geçirilen ağır depresyonların, o kanserin oluşumunu daha hızlandırma etkisi olabilir. Ama depresyonun, gelişimi olmayan bir kanser yaratacağına ben inanmıyorum.
SAKİN KALMAK ÖNEMLİ
‘Teflon olmak’, yani bencil olmak korur mu insanı?
-İnsanın ruh sağlığı ne kadar sakin ne kadar huzurlu olursa, bağışıklık sistemi o kadar sağlıklı çalışıyor. Bununla bir ilgisi olabilir. Ama kanserin oluşumunu önlemeye yeterli olduğunu düşünmüyorum. Ne insanlar görüyorum, şeker gibiler son derece huzurlular ama onlar da kanser…
Siz, yüzlerce hasta gördünüz. Ortak özellikleri var mı?
-Her birey farklı. Burada, kansere karşı takındığın tavır önemli. Kimisi bir mücadele için, bir maratona hazırlanıyor. Kimisi de baştan teslim oluyor. Teslim olanlarda kanser seyri daha kötü gidiyor.
‘Kanseri yenmek’ doğru bir tabir mi?
-Hayır, çok saçma bir tabir! Zaten bizden başka hiçbir dilde yok ‘kanseri yenmek’. Kanserle mücadele etmek var, kanseri yenmek yok.
Artık kemoterapide de bir sürü değişiklikler var. Sizin başladığınızdan bu yana neler oldu, ilaçlar nasıl değişti?
-Ben 25 sene önce, onkoloji üst ihtisası yaparken, kanseri sadece çıktığı organa göre tedavi ederdik. Meme kanseri çıkınca şunu veriyoruz, akciğer kanseri çıkınca bunu… Zaman içinde hem kemoterapi ilaçları çok gelişti hem de kanseri artık çıktığı organa göre değil de, molekül profiline göre tedavi etme yoluna girdik. Bu, dünyada son 5 senede yaygınlaştı. Kemoterapiye alternatif değil ama kemoterapiyi tamamlayıcı bir biyolojik tedavi ortaya çıktı. Yüzlerce yeni ilaç var. Artık kişiye özel tedavi çağında yaşıyoruz.
ARTIK DAHA İYİ TEŞHİS VAR
“İlaç endüstrisi hiçbir zaman kanserin bitmesini istemiyor” sözü de şehir efsanesi o zaman.
-Kesinlikle evet! Böyle bir şey yok. İlaç firmaları da biliminsanları da kansere çare bulmaya çalışıyor. Eskiden en sık kullandığımız ilaç bir solüsyondu. Şimdi o ilacı, albümin dediğimiz proteine, nano teknolojiyle bağlıyorlar. Yani ilacı, vücudumuzdaki bir proteinin içine koyuyorlar. Çok daha etkili oluyor. Mesela melanomda çok işe yaradı.
Kanser yaygınlaşıyor mu? Biz mi fazla duymaya başladık? O da yakalanmış, bu da…
– Eskiden herkes, kalpten ve beyin enfarktüsünden ölürdü. Şimdi bu vakaları daha az görüyoruz. İnsanlar uzun yaşadıkça, kanser artıyor. Çünkü kanser, yaşlandıkça artan bir hastalık. Hücreler yaşlandıkça, bölünürken hata vermeye başlıyorlar. Bence de kanser vakalarında artış var. Buna karşın, kanserden ölüm oranları, onkolojinin ilerlemesiyle azalıyor. İkinci bir olay da, artık kanseri çok daha iyi teşhis edebiliyoruz.
BİZ TÜRKLER, ÖLÜMLE BARIŞIK DEĞİLİZ
Sizin aklınızdan hiç geçiyor mu, kansere yakalanır mıyım diye…
-Ben ölümden korkmuyorum. Korkmayınca da çok bir mana taşımıyor. Hepimiz öleceğiz nasıl olsa. Bunu kabul etmek lazım. Ama belki de ben çok ölüm vakasıyla karşılaştığım için böyle bakabiliyorum olaya. Ölüm hayatın bir gerçeği, çok da kötü bir şey olmayabilir…
‘Ölümle barışma’ konusunda Türk insanında bir gelişme var mı?
-Yok. Hiçbir gelişme olmadı. Oysa, ölümle barışma olayı çok önemli. Ölüm sonrasıyla ilgili kişisel düşünceler çok önemli. Bence ruh kaybolmuyor, ruh ölümsüz. Bence bedenlerimiz ölüyor.
Mehmet Ali Birand da iyi bir hastanızdı…
-Evet, çok da özlüyorum onu. Ama Mehmet Ali Bey’in hastalığı geri gelecekti. O safhadaki bir pankreas kanserinin tam olarak iyileşmiş olması tıbben mümkün değildi. İki ay yaşayacakken, iki küsur sene yaşadı, fakat eninde sonunda geri gelecekti ve kaybedecektik onu. Gerçi biz hastalarımızın, son dönemlerinde zor şekillere girmesine genellikle müsaade etmiyoruz…
Nasıl yani?
-Hastanın son dönemlerinde rahat etmesi önemli. Ev ortamında ailesiyle birlikte huzurlu bir şekilde, bu dünyayla vedalaşması lazım. Ağrısız, sızısız. Bizim son dönemlerinde, hastada, engelleyemediğimiz tek şey halsizlik. Ama onun dışında bir onkoloğun en önemli görevlerinden biri, hastasının ağrısız, insan gibi, ailesinin yanında, huzurlu ölmesini sağlamak. Hastanın yoğun bakımda veya hastanede vefat etmesi, ölürken hâlâ kemoterapi alıyor olması, bunlar kabul edilebilir şeyler değil!
GENÇ KIZLAR MUTLAKA HPV AŞISI YAPTIRMALI
Genç kızlar cinsel olarak aktif hale gelmeden mutlaka HPV aşılarını olmalılar. Eğer olurlarsa -ki rahim ağzı kanseri 40 yaşına kadar kadınlar için en kötü hastalık- ondan korunabilecekler. Ve rahim ağzı kanseri diye bir vaka dünyada kalmayacak. Yeter ki aşılansınlar. Yan etkisi, yok denecek kadar az. Hatta sıfır. Onun için evlenmeden, cinsel olarak aktif hale gelmeden kızlara HPV aşısı olmalarını öneriyorum.
40’INDAN SONRA VÜCUT YAVAŞ YAVAŞ İNTİHAR EDİYOR
15 yıl daha yaşarsak, hayatta kalabilirsek, kansere çare bulunabilecek mi?
-Çözümünü bulacaklar diyemiyorum ama her geçen yıl hayatta kalan kanserli hasta sayısı artıyor. Bu artış devam edecek. Şimdi meme kanserinden, çok nadir hasta kaybediyoruz. Diğer kanser türleri de buna eklenecek.
Sizce insanın ömrü ne kadar uzayacak…
-40 yaşından sonra bazı genler, durduk yerde bizim hormonlarımızı azaltıyor. Sebebi bilinmiyor. Resmen 40’ından sonra vücut, yavaş yavaş intihar ediyor. Yaradan böyle dizayn etmiş. Ama bu azalan hormonları, vücuda yeniden koymayı başarabilirsek, insan yaşamı yüz senenin üstüne çıkacak, orası kesin. Tabii kanser ve kalp hastalığını da tedavi edersek. Fakat bu araştırmalara bütün dünyada direnç var…
Neden?
-Çünkü çok yaşlı, çalışmayan, emekli insanların artması ülkelerin ekonomilerini zora sokuyor. Üstelik o hormonları her insana yetecek kadar temin etmek de pahalı bir yöntem.
ANGELİNA JOLİE ROL MODEL OLDU
Bir de geri geliyor bu meret! Arkadaşıma meme kanseri 15 yıl sonra geri geldi. Bir başka arkadaşımın annesine ise 40 yıl sonra…
-Kanserin birkaç tür geri gelmesi var. Birincisi tedaviye bir süre cevap veriyor, ama sonra bir-iki sene içinde geri geliyor. Birçok kanser türünde bunu görüyoruz. Meme kanserinden iyileşen bir kadının, ikinci kez, meme kanseri olma ihtimali, diğer kadınlardan daha yüksek. Aynı şeyler akciğer kanseri için de geçerli. Ama bu bahsettiğimiz, solid tümörlerde söz konusu. Gerçi bu geri dönmeler, kanserin tipine ve virüsüne göre değişiyor. Bir de, ‘ikinci kanserler’ var, o ayrı bir konu. Meme kanseri olmuş, 20 sene sonra, ikinci kez oluyor. Farklı bir meme kanseri ama yine meme kanseri…
Özel bir sebebi var mı?
-Meme kanserlerinin çok ufak bölümü genetik. Burada BRCA 1 ve BRCA 2 adını verdiğimiz iki gende özel bir değişiklik olursa –ki biz buna, mutasyon diyoruz– bu hastaların, hayat boyu meme ve yumurtalık kanseri olma riskleri çok yüksek.
Bu gen, doğuştan mı?
-Evet. Anne babadan geliyor. Ama nadiren de, çocuktaki bir mutasyonla da oluşuyor. Biz BRCA’da mutasyon olup olmadığını genetik bir testle anlıyoruz. Varsa eğer, bu kadınlara 40 yaşına gelmeden önce yumurtalıklarını aldırmalarını öneriyoruz. Yumurtalıkların alınması, meme kanseri riskini yarıya indiriyor. Bir müddet sonra da, memelerinin içlerini boşaltmalarını öneriyoruz. Buna da, ‘meme başı koruyucu cerrahi’ diyoruz. Yani memenin başı korunarak, süt bezi dokusu çıkarılıyor, yerine protez takılıyor. Böylece risk, yüzde bire düşüyor.
Angelina Jolie’nin yaptırdığı da bu, değil mi?
-Aynen öyle! Önce memelerinin içlerini boşalttı. Arkasından yakın zamanda yumurtalıklarını ve tüplerini aldırdı. Annesinde bu gen olduğu için ve kendi DNA analizinde de BRCA mutasyonu çıktığı için…
Henüz kanser gelmeden yaptı…
-Evet. Ama BRCA mutasyonu olduğu zaman, yüzde 90 biliyoruz ki, o kadının hayatının bir yerinde meme kanseri gelecek. Gelen meme kanseri de, genelde tatsız bir tip. Triple (üçlü) negatif meme kanseri…
O zaman Angelina Jolie bir rol model oldu…
-Kesinlikle. Birçok kadına cesaret verdi. Hayatını, dış görünümüyle kazanan bir kadın olmasına rağmen, kendisi için cesur ve doğru bir karar alarak memelerinin içini boşalttı ve protez taktırdı.
Bunu yapmamak için direnen kadın sayısı çok mu?
-Ne yazık ki var. Çok yakınım, BRCA 2 mutasyonu ama “Allah’ın dediği olur!” gibi bir yol izleyebiliyor. Bence bu, mantıklı değil. Kadınlar böyle bir olayı fark edince, uzun süre inkâr ediyorlar. Oysa memeleri boşaltmak konusunda artık endişelenecek pek fazla bir şey yok, çünkü estetik görüntü aynı…
Meme ucu kalıyor yani…
-Meme kalırsa, riski yüzde 1-2, alınırsa yüzde 0. Meme ucuna dövme yapıyorlar ama o zaman memede hakikaten bir duyarsızlık, yaşam kalitesinde bir farklılık oluyor. Ama meme ucu muhafaza edilirse, süt vermeme dışında normal memeden hiçbir farklılık olmuyor. Bu ameliyatlar, ülkemizde de çok başarıyla yapılıyor. Bir plastik cerrah ile onkoloji cerrahı birlikte giriyor. Fransa ile Türkiye’deki ameliyatları mukayese ettiğimde, bizimkiler Fransa’yı geçmiş durumda.
HASTA YAKINI KABULLENMEK İSTEMİYOR
Hastaya eşlik eden kişi de önemli değil mi?
-Evet çok. Tedavi süresince en büyük problem, eşlikçilerin olayı anlamamaları, reddetmeleri ya da başka türlü algılamaları. Bazı durumlarda, hastanın tedavisi iyi gitmediği zaman, hasta yakınları, sanki bizim suçumuzmuş gibi davranabiliyorlar. Bu da sadece Türkiye’de yaşanıyor. Ben Amerika’da hiçbir zaman böyle bir şey görmedim. İki ay yaşayacak hasta, iki yıl yaşıyor; sonunda hasta öldüğü zaman, “Tüh doktor kurtaramadınız onu!” diyebiliyor. En entelektüel insan bile bunu yapabiliyor.
D VİTAMİNİ EKSİKLİĞİNE DİKKAT!
Herkes D vitaminini ölçtürüyor ve nedense herkesinki düşük çıkıyor, neden?
-Çünkü yeterince güneş görmüyoruz. Evet, artık güneşin altında, saatlerce yanmak akıllıca bir şey değil. Ozon tabakası gitti, pıtır pıtır cilt kanserleri görüyorum. Hiç olmayan şeylerdi. Aklı başında kimsenin, minimum 30 koruma faktörlü krem sürmeden güneşin altında durmaması lazım. Dolayısıyla ne oluyor? Güneşten elde edilen D vitamini, o kremleri sürünce alamıyoruz. Onun için dışarıdan D vitamini almanız lazım. Çok da kolay bir şey. Ayda yarım ampul zeytinyağı ile karıştırıp içen kişi D vitamini seviyesini yeteri kadar yükseltmiş olur. Bu çok önemli çünkü araştırmalar gösteriyor ki D vitamini seviyesi azaldıkça, kanser görülme sıklığı artıyor. Prostat kanserlerinde, D vitamini ne kadar düşükse, kanser daha azgın seyrediyor. D vitamini ne kadar yüksekse, kanserin habislik seviyesi o kadar düşüyor. Her çocuğun, her gencin, her insanın, her yaşlının mutlaka dışarıdan alması gerekiyor.
Hemen kanlarına baktırsınlar yani…
-Evet. Baktırsınlar. Ama hepsi düşük çıkacak. Onun için çocuklar günlük, yetişkinler aylık D vitamini kullanabilirler.
HER KÖTÜLÜĞÜN ANASI ŞEKER
Siz ‘taş devri diyetini’ savunuyorsunuz değil mi?
-Evet. Bence insan bünyesine en uygun diyet. İnsanın bünyesinin yeni bir diyete adapte olması için binlerce sene geçmesi lazım. Bizim neyi bilmemiz gerekiyor? Şeker çok zararlı. Şekeri hayatımızdan çıkarmalıyız. Her kötülüğün anası şeker.
BU MESLEKTE EGONUN YÜKSEK OLMASI MÜMKÜN DEĞİL!
Zaman zaman burayı ‘son istasyon’, kendinizi de ‘istasyon şefi’ gibi hissettiğiniz oluyor mu?
-Bizim mesleğimizde, insanın egosunun çok yüksek olması pek mümkün değil. Çünkü karşılaştığımız hastalıklar bize henüz bir sürü şeyi bilmediğimizi gösteriyor. Bizler öğrenciyiz. Hepimiz öğreniyoruz. Biz her gün Yaradan’ın karşısında, bu evrende ne kadar ufak olduğumuzu görüyoruz.
EMEKLİ OLDUKTAN SONRA KANSER OLURSAM BANA HANGİ ONKOLOG BAKACAK BİLMİYORUM
O kadar hızlı gelişiyor ki her şey, bunları anlayacak, takip edecek, tecrübe kazanacak onkoloğa ihtiyacımız var. Bu, bir sağlık aciliyetidir. Ben emekli olduktan sonra kanser olursam bana kim bakacak bilmiyorum yani.
Türkiye’nin en iyi onkologlarından Dr. Sualp Tansan’la kanser üzerine merak ettiğiniz her şey…
Çok sevdiğim bir arkadaşım meme kanseri oldu. Dördüncü kez. 15 sene sonra kanser geri geldi. Hayatının en ışıltılı, en pırıltılı döneminde. Üçüncü çocuğunu da dünyaya getirdikten sonra…
Biz perişan olduk ama o çok güçlü. 20 hafta kemoterapi görecek. Sonra da memelerinin içi boşaltılacak. Angelina Jolie gibi. Çünkü onda da aynı genden var.
Arkadaşım bu süreci bir maraton gibi değerlendiriyor. Yıkılmadı, bayılmadı, karalar bağlamadı. Nasıl mücadele edeceğini planladı. Her pazartesi Sualp Tansan’a kemoterapiye gidiyor. Saçları döküleceğini hesap ederek Nova Hair Sertaç Şensoy’a harika bir saç ısmarladı, peruk değil, dünya güzeli saçlar, kafadan hiç çıkmıyor, birkaç haftada bir bakıma gidiyor.
Kemoterapi esnasında izleyeceği filmlerin listesini bile yaptı, zaman zaman kemo sonrası buluşuyoruz, et yiyoruz. Kemo’lar eskisi gibi hırpalayıcı değil, insanı perişan etmiyor.
Aslında her şey, insanın algısıyla ilgili.
Hiç şüphe yok, arkadaşım karşısına çıkan bu pürüzü de aşacak. Onunla birlikte ben de kansere daldım. Ve kendimi Sualp Tansan’ın karşısında buldum.
“İnsan kendisi mi çağırıyor kanseri”, öyle laflar dolaşıyor. Ciddi mi, palavra mı?
-Bilimsel olarak bunu söylemek imkânsız. Fakat hayatta birçok şey, biz isteyince oluyor ya da endişe edince başımıza geliyor. Bu da ona benzer bir şey olabilir. İnsanlar tedavinin kendilerine iyi geleceğini düşündüğünde, genellikle iyi geliyor. Ama korkarak ve çok negatif başlayanlarda, tedavi işe yaramayabiliyor. Bu, bilimsel bir veri değil. Ama ben insanın ruhunun, düşüncelerinin birçok şeyi çağırdığına ya da ittiğine inanıyorum. Seneler içinde de böyle gördüm.
KISA ÇÖPÜ ÇEKMEK GİBİ
Adını bile anmamak mı gerekiyor yani… Yoksa geleceği varsa geliyor mu?
-Birçok kanserin nedenini bilmiyoruz. Beslenmenin payının, şimdiye kadar atfedilenden daha düşük olduğunu düşünüyorum ben. Öyle insanlar görüyoruz ki, sağlıklı besleniyor, spor yapıyorlar, hayatı çok sağlıklı yaşıyorlar ama hooop gelmiş pankreas kanseri olmuş…
Siz nasıl açıklıyorsunuz peki?
-Bilmediğimiz genetik faktörler var. Kanser nasıl oluşuyor, yeni yeni öğreniyoruz. Hücresel yapısını şimdi anlıyoruz. Kansere yol açtığını bildiğimiz en kesin şey sigara. Sadece akciğer kanseri değil, birçok kanserde çok önemli. Mekanizmasını da öğrendik. Sigara, PR53 dediğimiz, hücrelerin kanserleşmesini önemli ölçüde engelleyen bir molekülü bloke ediyor. Bunun dışında şişmanlık ve şeker hastalığı da, kanser olma riskini artırıyor. Kilolu olmak, tahmin ettiğimizden çok daha fazla sağlık riski taşıyor. Çünkü öğrendiğimiz kadarıyla, yağ dokusundaki bazı maddeler, kanserli hücreleri destekliyor ve onların çoğalmasını sağlıyor.
“Bir sürü hastalığın sebebi beyin, beynini formatla” laflarına gülüyor musunuz?
-Hayır, hoşgörüyle karşılıyorum. Ama gerçek şu: Kanserin nedenini bilmiyoruz. Kim kanser olacak, onu da bilmiyoruz, kim olmayacak onu da bilmiyoruz. Hele sigara içmiyorsa, kilolu değilse, şeker hastası değilse, o insanın kanser olup olamayacağını kestirmek çok zor. Ama hepimizi bekleyebilir böyle bir tehlike. Kesinlikle bir yerde kısmet…
Kısa çubuğu çekmek mi yani?
-Öyle. Bazen görüyorsunuz, çok sağlıklı bir insan, hiçbir risk faktörü yok, ailesinde kanser geçmişi yok, bir bakıyorsunuz pat diye karşımıza 40 yaşında pankreas kanseriyle geliyor. Büyük oranda bilmiyoruz nedenini. Yeni yeni anlamaya başlıyoruz. Bunu da kanserin genetiğini, molekül profilini çöze çöze anlayabiliyoruz. Ama daha işin emekleme safhasındayız.
KİLİT T HÜCRELERİ
Büyük üzüntüler, aldatmalar, aldatılmalar… Bunlar, faktör mü?
-Bu, bir şehir efsanesi mi, yoksa böyle bir şey gerçekten var mı, kestirmek zor. Yalnız biliyoruz ki, çok büyük üzüntülerde bağışıklık sistemi zayıflıyor. Bağışıklık sisteminin, eskiden, kanserde çok önemli olmadığını düşünürdük, bir iki kanser türü dışında. Şimdi anlıyoruz ki, öyle değil. Kanserle savaşan asker hücrelerimiz, T hücreleri, yani T lenfositleri, üzüntü ve büyük stres altında çok iyi hareket edemiyor, tembelleşip aptallaşıyorlar. Aslında vücudumuzda her gün, kanser hücreleri oluşuyor ama bizim T lenfositlerimiz onları tanıyor, “Gel buraya edepsiz!” deyip onları yiyor. T lenfositleri aptallaşıp, tembelleşip, kanser hücrelerini fark edip saldıramadığı zaman, o kanser hücreleri büyüyorlar, çoğalıyorlar, kendilerine damar yaparak, gerçek kanser haline geliyorlar. Şimdi onkolojideki en yeni yaklaşım, bu T hücrelerini, kansere karşı daha aktive etmek.
Kanser, hassas insanları daha çok mu vuruyor?
-Vücutta bir kanser gelişimi, oluşumu varsa, geçirilen ağır depresyonların, o kanserin oluşumunu daha hızlandırma etkisi olabilir. Ama depresyonun, gelişimi olmayan bir kanser yaratacağına ben inanmıyorum.
SAKİN KALMAK ÖNEMLİ
‘Teflon olmak’, yani bencil olmak korur mu insanı?
-İnsanın ruh sağlığı ne kadar sakin ne kadar huzurlu olursa, bağışıklık sistemi o kadar sağlıklı çalışıyor. Bununla bir ilgisi olabilir. Ama kanserin oluşumunu önlemeye yeterli olduğunu düşünmüyorum. Ne insanlar görüyorum, şeker gibiler son derece huzurlular ama onlar da kanser…
Siz, yüzlerce hasta gördünüz. Ortak özellikleri var mı?
-Her birey farklı. Burada, kansere karşı takındığın tavır önemli. Kimisi bir mücadele için, bir maratona hazırlanıyor. Kimisi de baştan teslim oluyor. Teslim olanlarda kanser seyri daha kötü gidiyor.
‘Kanseri yenmek’ doğru bir tabir mi?
-Hayır, çok saçma bir tabir! Zaten bizden başka hiçbir dilde yok ‘kanseri yenmek’. Kanserle mücadele etmek var, kanseri yenmek yok.
Artık kemoterapide de bir sürü değişiklikler var. Sizin başladığınızdan bu yana neler oldu, ilaçlar nasıl değişti?
-Ben 25 sene önce, onkoloji üst ihtisası yaparken, kanseri sadece çıktığı organa göre tedavi ederdik. Meme kanseri çıkınca şunu veriyoruz, akciğer kanseri çıkınca bunu… Zaman içinde hem kemoterapi ilaçları çok gelişti hem de kanseri artık çıktığı organa göre değil de, molekül profiline göre tedavi etme yoluna girdik. Bu, dünyada son 5 senede yaygınlaştı. Kemoterapiye alternatif değil ama kemoterapiyi tamamlayıcı bir biyolojik tedavi ortaya çıktı. Yüzlerce yeni ilaç var. Artık kişiye özel tedavi çağında yaşıyoruz.
ARTIK DAHA İYİ TEŞHİS VAR
“İlaç endüstrisi hiçbir zaman kanserin bitmesini istemiyor” sözü de şehir efsanesi o zaman.
-Kesinlikle evet! Böyle bir şey yok. İlaç firmaları da biliminsanları da kansere çare bulmaya çalışıyor. Eskiden en sık kullandığımız ilaç bir solüsyondu. Şimdi o ilacı, albümin dediğimiz proteine, nano teknolojiyle bağlıyorlar. Yani ilacı, vücudumuzdaki bir proteinin içine koyuyorlar. Çok daha etkili oluyor. Mesela melanomda çok işe yaradı.
Kanser yaygınlaşıyor mu? Biz mi fazla duymaya başladık? O da yakalanmış, bu da…
– Eskiden herkes, kalpten ve beyin enfarktüsünden ölürdü. Şimdi bu vakaları daha az görüyoruz. İnsanlar uzun yaşadıkça, kanser artıyor. Çünkü kanser, yaşlandıkça artan bir hastalık. Hücreler yaşlandıkça, bölünürken hata vermeye başlıyorlar. Bence de kanser vakalarında artış var. Buna karşın, kanserden ölüm oranları, onkolojinin ilerlemesiyle azalıyor. İkinci bir olay da, artık kanseri çok daha iyi teşhis edebiliyoruz.
BİZ TÜRKLER, ÖLÜMLE BARIŞIK DEĞİLİZ
Sizin aklınızdan hiç geçiyor mu, kansere yakalanır mıyım diye…
-Ben ölümden korkmuyorum. Korkmayınca da çok bir mana taşımıyor. Hepimiz öleceğiz nasıl olsa. Bunu kabul etmek lazım. Ama belki de ben çok ölüm vakasıyla karşılaştığım için böyle bakabiliyorum olaya. Ölüm hayatın bir gerçeği, çok da kötü bir şey olmayabilir…
‘Ölümle barışma’ konusunda Türk insanında bir gelişme var mı?
-Yok. Hiçbir gelişme olmadı. Oysa, ölümle barışma olayı çok önemli. Ölüm sonrasıyla ilgili kişisel düşünceler çok önemli. Bence ruh kaybolmuyor, ruh ölümsüz. Bence bedenlerimiz ölüyor.
Mehmet Ali Birand da iyi bir hastanızdı…
-Evet, çok da özlüyorum onu. Ama Mehmet Ali Bey’in hastalığı geri gelecekti. O safhadaki bir pankreas kanserinin tam olarak iyileşmiş olması tıbben mümkün değildi. İki ay yaşayacakken, iki küsur sene yaşadı, fakat eninde sonunda geri gelecekti ve kaybedecektik onu. Gerçi biz hastalarımızın, son dönemlerinde zor şekillere girmesine genellikle müsaade etmiyoruz…
Nasıl yani?
-Hastanın son dönemlerinde rahat etmesi önemli. Ev ortamında ailesiyle birlikte huzurlu bir şekilde, bu dünyayla vedalaşması lazım. Ağrısız, sızısız. Bizim son dönemlerinde, hastada, engelleyemediğimiz tek şey halsizlik. Ama onun dışında bir onkoloğun en önemli görevlerinden biri, hastasının ağrısız, insan gibi, ailesinin yanında, huzurlu ölmesini sağlamak. Hastanın yoğun bakımda veya hastanede vefat etmesi, ölürken hâlâ kemoterapi alıyor olması, bunlar kabul edilebilir şeyler değil!
GENÇ KIZLAR MUTLAKA HPV AŞISI YAPTIRMALI
Genç kızlar cinsel olarak aktif hale gelmeden mutlaka HPV aşılarını olmalılar. Eğer olurlarsa -ki rahim ağzı kanseri 40 yaşına kadar kadınlar için en kötü hastalık- ondan korunabilecekler. Ve rahim ağzı kanseri diye bir vaka dünyada kalmayacak. Yeter ki aşılansınlar. Yan etkisi, yok denecek kadar az. Hatta sıfır. Onun için evlenmeden, cinsel olarak aktif hale gelmeden kızlara HPV aşısı olmalarını öneriyorum.
40’INDAN SONRA VÜCUT YAVAŞ YAVAŞ İNTİHAR EDİYOR
15 yıl daha yaşarsak, hayatta kalabilirsek, kansere çare bulunabilecek mi?
-Çözümünü bulacaklar diyemiyorum ama her geçen yıl hayatta kalan kanserli hasta sayısı artıyor. Bu artış devam edecek. Şimdi meme kanserinden, çok nadir hasta kaybediyoruz. Diğer kanser türleri de buna eklenecek.
Sizce insanın ömrü ne kadar uzayacak…
-40 yaşından sonra bazı genler, durduk yerde bizim hormonlarımızı azaltıyor. Sebebi bilinmiyor. Resmen 40’ından sonra vücut, yavaş yavaş intihar ediyor. Yaradan böyle dizayn etmiş. Ama bu azalan hormonları, vücuda yeniden koymayı başarabilirsek, insan yaşamı yüz senenin üstüne çıkacak, orası kesin. Tabii kanser ve kalp hastalığını da tedavi edersek. Fakat bu araştırmalara bütün dünyada direnç var…
Neden?
-Çünkü çok yaşlı, çalışmayan, emekli insanların artması ülkelerin ekonomilerini zora sokuyor. Üstelik o hormonları her insana yetecek kadar temin etmek de pahalı bir yöntem.
ANGELİNA JOLİE ROL MODEL OLDU
Bir de geri geliyor bu meret! Arkadaşıma meme kanseri 15 yıl sonra geri geldi. Bir başka arkadaşımın annesine ise 40 yıl sonra…
-Kanserin birkaç tür geri gelmesi var. Birincisi tedaviye bir süre cevap veriyor, ama sonra bir-iki sene içinde geri geliyor. Birçok kanser türünde bunu görüyoruz. Meme kanserinden iyileşen bir kadının, ikinci kez, meme kanseri olma ihtimali, diğer kadınlardan daha yüksek. Aynı şeyler akciğer kanseri için de geçerli. Ama bu bahsettiğimiz, solid tümörlerde söz konusu. Gerçi bu geri dönmeler, kanserin tipine ve virüsüne göre değişiyor. Bir de, ‘ikinci kanserler’ var, o ayrı bir konu. Meme kanseri olmuş, 20 sene sonra, ikinci kez oluyor. Farklı bir meme kanseri ama yine meme kanseri…
Özel bir sebebi var mı?
-Meme kanserlerinin çok ufak bölümü genetik. Burada BRCA 1 ve BRCA 2 adını verdiğimiz iki gende özel bir değişiklik olursa –ki biz buna, mutasyon diyoruz– bu hastaların, hayat boyu meme ve yumurtalık kanseri olma riskleri çok yüksek.
Bu gen, doğuştan mı?
-Evet. Anne babadan geliyor. Ama nadiren de, çocuktaki bir mutasyonla da oluşuyor. Biz BRCA’da mutasyon olup olmadığını genetik bir testle anlıyoruz. Varsa eğer, bu kadınlara 40 yaşına gelmeden önce yumurtalıklarını aldırmalarını öneriyoruz. Yumurtalıkların alınması, meme kanseri riskini yarıya indiriyor. Bir müddet sonra da, memelerinin içlerini boşaltmalarını öneriyoruz. Buna da, ‘meme başı koruyucu cerrahi’ diyoruz. Yani memenin başı korunarak, süt bezi dokusu çıkarılıyor, yerine protez takılıyor. Böylece risk, yüzde bire düşüyor.
Angelina Jolie’nin yaptırdığı da bu, değil mi?
-Aynen öyle! Önce memelerinin içlerini boşalttı. Arkasından yakın zamanda yumurtalıklarını ve tüplerini aldırdı. Annesinde bu gen olduğu için ve kendi DNA analizinde de BRCA mutasyonu çıktığı için…
Henüz kanser gelmeden yaptı…
-Evet. Ama BRCA mutasyonu olduğu zaman, yüzde 90 biliyoruz ki, o kadının hayatının bir yerinde meme kanseri gelecek. Gelen meme kanseri de, genelde tatsız bir tip. Triple (üçlü) negatif meme kanseri…
O zaman Angelina Jolie bir rol model oldu…
-Kesinlikle. Birçok kadına cesaret verdi. Hayatını, dış görünümüyle kazanan bir kadın olmasına rağmen, kendisi için cesur ve doğru bir karar alarak memelerinin içini boşalttı ve protez taktırdı.
Bunu yapmamak için direnen kadın sayısı çok mu?
-Ne yazık ki var. Çok yakınım, BRCA 2 mutasyonu ama “Allah’ın dediği olur!” gibi bir yol izleyebiliyor. Bence bu, mantıklı değil. Kadınlar böyle bir olayı fark edince, uzun süre inkâr ediyorlar. Oysa memeleri boşaltmak konusunda artık endişelenecek pek fazla bir şey yok, çünkü estetik görüntü aynı…
Meme ucu kalıyor yani…
-Meme kalırsa, riski yüzde 1-2, alınırsa yüzde 0. Meme ucuna dövme yapıyorlar ama o zaman memede hakikaten bir duyarsızlık, yaşam kalitesinde bir farklılık oluyor. Ama meme ucu muhafaza edilirse, süt vermeme dışında normal memeden hiçbir farklılık olmuyor. Bu ameliyatlar, ülkemizde de çok başarıyla yapılıyor. Bir plastik cerrah ile onkoloji cerrahı birlikte giriyor. Fransa ile Türkiye’deki ameliyatları mukayese ettiğimde, bizimkiler Fransa’yı geçmiş durumda.
HASTA YAKINI KABULLENMEK İSTEMİYOR
Hastaya eşlik eden kişi de önemli değil mi?
-Evet çok. Tedavi süresince en büyük problem, eşlikçilerin olayı anlamamaları, reddetmeleri ya da başka türlü algılamaları. Bazı durumlarda, hastanın tedavisi iyi gitmediği zaman, hasta yakınları, sanki bizim suçumuzmuş gibi davranabiliyorlar. Bu da sadece Türkiye’de yaşanıyor. Ben Amerika’da hiçbir zaman böyle bir şey görmedim. İki ay yaşayacak hasta, iki yıl yaşıyor; sonunda hasta öldüğü zaman, “Tüh doktor kurtaramadınız onu!” diyebiliyor. En entelektüel insan bile bunu yapabiliyor.
D VİTAMİNİ EKSİKLİĞİNE DİKKAT!
Herkes D vitaminini ölçtürüyor ve nedense herkesinki düşük çıkıyor, neden?
-Çünkü yeterince güneş görmüyoruz. Evet, artık güneşin altında, saatlerce yanmak akıllıca bir şey değil. Ozon tabakası gitti, pıtır pıtır cilt kanserleri görüyorum. Hiç olmayan şeylerdi. Aklı başında kimsenin, minimum 30 koruma faktörlü krem sürmeden güneşin altında durmaması lazım. Dolayısıyla ne oluyor? Güneşten elde edilen D vitamini, o kremleri sürünce alamıyoruz. Onun için dışarıdan D vitamini almanız lazım. Çok da kolay bir şey. Ayda yarım ampul zeytinyağı ile karıştırıp içen kişi D vitamini seviyesini yeteri kadar yükseltmiş olur. Bu çok önemli çünkü araştırmalar gösteriyor ki D vitamini seviyesi azaldıkça, kanser görülme sıklığı artıyor. Prostat kanserlerinde, D vitamini ne kadar düşükse, kanser daha azgın seyrediyor. D vitamini ne kadar yüksekse, kanserin habislik seviyesi o kadar düşüyor. Her çocuğun, her gencin, her insanın, her yaşlının mutlaka dışarıdan alması gerekiyor.
Hemen kanlarına baktırsınlar yani…
-Evet. Baktırsınlar. Ama hepsi düşük çıkacak. Onun için çocuklar günlük, yetişkinler aylık D vitamini kullanabilirler.
HER KÖTÜLÜĞÜN ANASI ŞEKER
Siz ‘taş devri diyetini’ savunuyorsunuz değil mi?
-Evet. Bence insan bünyesine en uygun diyet. İnsanın bünyesinin yeni bir diyete adapte olması için binlerce sene geçmesi lazım. Bizim neyi bilmemiz gerekiyor? Şeker çok zararlı. Şekeri hayatımızdan çıkarmalıyız. Her kötülüğün anası şeker.
BU MESLEKTE EGONUN YÜKSEK OLMASI MÜMKÜN DEĞİL!
Zaman zaman burayı ‘son istasyon’, kendinizi de ‘istasyon şefi’ gibi hissettiğiniz oluyor mu?
-Bizim mesleğimizde, insanın egosunun çok yüksek olması pek mümkün değil. Çünkü karşılaştığımız hastalıklar bize henüz bir sürü şeyi bilmediğimizi gösteriyor. Bizler öğrenciyiz. Hepimiz öğreniyoruz. Biz her gün Yaradan’ın karşısında, bu evrende ne kadar ufak olduğumuzu görüyoruz.
EMEKLİ OLDUKTAN SONRA KANSER OLURSAM BANA HANGİ ONKOLOG BAKACAK BİLMİYORUM
O kadar hızlı gelişiyor ki her şey, bunları anlayacak, takip edecek, tecrübe kazanacak onkoloğa ihtiyacımız var. Bu, bir sağlık aciliyetidir. Ben emekli olduktan sonra kanser olursam bana kim bakacak bilmiyorum yani.