Bu Pazar, Eylem Erdem Uğurlu’nun hikayesini okuyacaksınız. 5.5 yaşında komşunun oğlunun tecavüzüyle başlayan, 22 yaşında hocasının taciziyle devam eden hikayesini…
Bunları hep bilinç altına atan ama tacizden kurtulmak için, yine bilinç altının, “Kilo al ki, kimse seni beğenmesin” itelemesiyle, 100’ü aşan kilolara ulaşan, yeni doğmuş bebeğiyle dev bir yangında kaldıktan sonra bunun için terapiye başlayan, o terapide bütün tecavüz ve tacizleri hatırlayan Eylem, terapi sonrası bir açılıyor, deliler gibi beste yapmaya başlıyor.
İlk bestesi, “Suçum Yok.” Amacı, tüm istismar mağdurlarına, “Suçlu olan tacizci! Sen değilsin. Utanma, tacizini haykır!” demek. Hikayesi beni etkiledi, ona sordum…
“Suçum Yok” şarkısını yaptın. İnsanı acıtan, derinden etkileyen çok güzel bir şarkı… Hangi duyguyla yaptın?
-Büyük bir acıyla. Ağlayarak. Suçumun olmadığına gerçekten inandığımda çıktı, bu şarkı kalbimden…
Esas olarak ne anlatmak istiyorsun? İnsanlara nasıl bir mesaj vermek istiyorsun?
-Ben cinsel istismara uğradım. Tam da o şarkıyı yaptığım günlerde, yaşadığım istismarın, benim suçum olmadığını kabul ettim. Ve bunu, önce kendime, sonra da bunu yaşayan herkese haykırmak istedim. Çünkü eğer bu tür derin travmalar üzerine “çalışılmazsa”, istismar; intihara kadar götürüyor insanı. Ben de başka bir hayatın mümkün olduğunu anlatmak istedim.
Kaç seneni aldı tüm bunları dünyaya haykırabilmen?
-35 senemi aldı! Beş sene terapi gördükten sonra bu gücü bulabildim. Ancak 41 yaşımda kendimle yüzleşebildim.
5.5 YAŞINDA KOMŞUNUN OĞLUNUN İSTİSMARINA UĞRADIM
Nasıl bir hikaye seninki? Nerde başlıyor?
-Mardin’de, 78 yılında. Zor bir dönemde, zor bir coğrafyada.
Nasıl bir aileye doğdun?
-Solcu bir aileye. Annem, babam öğretmen. İyi insanlar, kendilerini eğitime adamış insanlar. Ben 2 yaşındayken, yani ihtilal sonrası, babam Diyarbakır Cezaevi’nde bir sene işkence görüyor. O arada, annem beni korumak için, bir mektupla adres bırakıp, İstanbul’a taşınıyor. Babamın da suçsuz olduğu anlaşılıyor, serbest kalıyor.
Peki siz, İstanbul’a taşınınca neler oldu?
-Yeni hayatımız başladı, gene zorluklarla dolu. Uzun süre, annem, tek maaşla ev geçindirdi. Sonra babam katıldı, tekrar bize. Ben, yaşımdan büyük yüklerle erken yaşta tanıştım. Maddi-manevi tutunmaya çalıştık ailecek hayata…
5.5 yaşındasın, ilkokula başlamışsın, korkunç bir şey yaşıyorsun. Nedir o?
-Komşunun oğlunun tacizine uğradım! Çok severdik o komşularımızı ve annem beni oraya, tek göndermeye hiç çekinmezdi. Herkes severdi onları, o yüzden de kimse inanmadı onların öyle şeyler yapacağına. Ablası vardı, hayrandım ona, onunla oynamaya giderdim aslında. Ama arada kardeşi de oynardı benimle. Beni çok sevdiğini ve birbirini sevenlerin böyle oyunlar oynadığını söylerdi.
Nasıl oyunlar?
-Bedenime dokunurdu. Gittikçe ilerledi bu dokunmalar. Ben tabii, bunun istismar olduğunu, benim bütün hayatımı etkileyeceğini o yaşta bilmiyordum. Ama bir şeylerin doğru olmadığını seziyordum.
Taciz mi, tecavüz mü?
-“Tecavüz” kelimesini duyunda çok kötü hissediyorum. O yüzden de anlatırken, hukuk dilindeki gibi “nitelikli cinsel istismar” demeyi tercih ediyorum.
Ne zaman bunun bir “oyun” olmadığını fark ettin…
-Bir gün canım çok yandı, o zaman anladım. “Seni anneme söyleyeceğim!” dedim. “Söylersen, seni öldürürüm!” dedi. Ama ben o yaşta, hayatımın en cesur kararını verip, anneme anlattım…
Tepkisi ne oldu?
-Panik olduğunu hatırlıyorum. Hatta, perişan! Babama söyledi. “Başka ne yaptı?” diye sorguladılar beni. Babam, “Kızıma yaklaşırsan seni mahvederim!” dedi, komşunun oğluna. Kavga çıktı apartmanda. Oğlanın ailesi, “Bizim oğlumuz öyle şeyler yapmaz!” dedi. Komşular da “Olmaz öyle şeyler onlarda” dedi. Herkesin çok güvendiği insanlardı. Ailem bana inandı ama yine de ben kendimi, “yalancı” gibi hissettim. Olayın ayrıntılarını içime gömmeyi tercih ettim. Yıllar sonra öğrendim ki, o çocuğun abisi de başka bir komşumuzun kızına yapmış daha beterlerini…
15 SENE KABUS GÖRDÜM SİYAH BİR DUMAN BENİ KOVALIYORDU
Sende ki yansıması ne oldu peki bu yaşadığın travmanın?
– Çocuğum sonuçta, bilinçaltıma, “Başıma kötü bir şey geldi. Demek ki kötü bir şey yaptım!” kodu işlenmiş. O olaydan sonra, çok sevdiğimiz başka bir komşumuz, beni annemden gizli kenara çekip, “Sakın yabancıların yanında külotunu indirme!” dedi. Bu söz, öyle bir kazınmış ki ruhuma, suçlu hissetme halimi beslemiş. Sadece “suçlu” değil, “kirli” ve “ahlaksız” da hissediyorsun. Oysa küçücük çocuktum, külotumu çıkaran da oydu. Ki o sözü söyleyen komşumuzun kızı, bahsettiğim diğer mağdur. Beni korumak için söylüyordu ama kendimi daha da “suçlu” hissetmeme sebep oldu. Bizim kuşağın genel yarasıdır: bedensel bir zarar görmediysen eğer, gözün görmediği ruhsal yaralar, çok fark edilmiyormuş. Benimki de edilmedi…
Peki, ya sonraki yıllar?
-Hayata devam ettim. Hepimizin, her acıdan sonra yaptığı gibi. Unuttum, gömdüm. Özellikle de ayrıntıları hatırlamamayı tercih ettim. Hatırladığım halini de herkesin başına gelebilecek “normal” bir olay olarak düşünmeye çalıştım. Başıma gelenlerin hayatımı bu kadar etkilediğinin de farkında değilim. Meğer aldığım her kararda izi varmış!
Nasıl yani?
-15 sene kabus gördüm! Siyah bir dumanın beni kovaladığını, benim de ondan uçarak kaçtığımı gördüm. Yıllar sonra, terapi odasında fark ettim ki, o duman, benim istismarcım. Ve ben ondan, uçarak kurtulmaya çalışıyorum. Uçma halim de ruhumun çok acı çektiğini anlatıyormuş zaten. Bunun dışında da etkileri oldu. Yanlış kararlar alan, düzgün ilişkiler kuramayan bir genç kadına dönüştüm. Yine terapi odasında öğrendim ki, o olaydan sonra, bilinçaltım demiş ki, “Kadın gibi görünmezsen, böyle şeyler yaşamazsın!” O yüzden alımlı, bakımlı bir kadın gibi görünmeyi hiç istemedim. Giydiklerime dikkat etmedim, makyaj yapmadım. Sağlıksız bir kurtarıcı rolü aldım üstüme, herkesin derdini dinleyen, çözmeye çalışan. Ama kendi sorunlarıyla yüzleşemeyen…
YÜKSEK LİSAN YAPARKEN PROFESÖRÜMÜN DE TACİZİNE UĞRADIM
Peki yıllar sonra Marmara Üniversitesi’nde yüksek lisans yaparken…
-Bir daha tacize uğradım! Üstelik çok değer verdiğim bir hocamdı. Tez danışmanım olmasını istiyordum, tezim hakkında konuşuyorduk odasında. Birden bana doğru hamle yaptı, beni kendine çekti ve boynumdan öpmeye başladı. İttim onu. Ben pişman filan olur zannettim, pişkin bir şekilde yüzüme baktı. “İş hayatına gireceksin, başına böyle şeyler hep gelecek! Alışman lazım, çok abartıyorsun!” dedi.)
BİR 30 KİLO ALMAMIN SEBEBİ DE YAŞADIĞIM BU İKİNCİ TACİZDİ!
Sen n’aptın?
-Şikâyet etmeye karar verdim. Ama başka iki hoca beni vazgeçirdi. Çünkü bana kimse inanmazmış, herkes ona inanırmış. Akademik hayatta kalmak istiyordum, o olaydan sonra bu kararımdan da vazgeçtim. Yüksek lisansı bitirdim, devamını getirmedim. Tuhaf bir şekilde kadınlığımdan da vazgeçtim. Terapi odasında sonradan öğrendim ki, bilinçaltım demiş ki bu sefer, “Demek ki, yeterince kilo almamışsın, hala bunları yaşıyorsun.” Bunun üzerine hızlı bir şekilde 30 kilo daha aldım!
O kadar kilo alman senin savunma mekanizman mıydı? Tacize uğramamak için kadınlığından vazgeçme noktasına gelmek mi?
– Bundan 2 sene öncesine kadar bu bağlantıyı kurmamıştım, ama seanslarda anladım ki, evet hızlı kilo almamın kaynağı bu durum. O dönem hayatımda hep bir eksiklik vardı. 25 yaşımda bir dönüşüm yaşadım. Bir piyasa araştırma firmasında yöneticiyken, konservatuara girip yeniden öğrenci oldum. Müzik bana çok iyi geldi, kurumsal hayatı terk etmek de. Konservatuarı bitirdikten 2 ay sonra oğlum doğdu.
Bu travmayı yaşayan, ne yapacağını bilemeyen, ömür boyu boğuluyormuş gibi hisseden öyle çok kadın var ki…
Ne zaman taşlar yerine oturdu peki…
-Terapiye başlayınca. Oğlum doğunca terapiye gitmeye karar verdim. Çünkü çocuklarım, sağlıklı, yükleri azalmış bir anne hak ediyorlar. Üzerinde çalışılmayan travmaların, çocuklara aktarılabileceğini de öğrendim terapi sürecimde. Bu da beni hep motive etti.
Peki, terapiye başlama kararını nasıl verdin?
– Oğlum doğalı 10 gün olmuştu. Yeni doğum yapmış bir lohusa olarak çok sarsıcı bir olay yaşadım. Oturduğumuz apartmanda yangın çıktı. Biz altıncı katta oturuyorduk. Yangın girişte çıktığı için çaresiz, birilerinin bizi kurtarmasını beklemeye başladık. Gerçekten korkunçtu. Kapı altlarına havlu döşedik, ağzımıza tutmak için ıslak havlular yaptık. Tabi elektrik ve su tesisatı da yandığı için, bunları karanlıkta ve damacana sularıyla yaptık. Epey bir süre yoğun dumana maruz kaldık. İtfaiyeci, merdivenle pencereye yanaştığında, on günlük bebeğimi ona doğru uzattım, “Kurtar onu!” dedim ve itfaiyeci indi. Sonra geldi bizi aldı.
Gerçekten büyük travmaydı. Neyse ki, hepimiz kurtulduk. Ama yalınayak ve eşyasız. Bütün gazetelerin üçüncü sayfasına haber olduk. O kadar sarsıldım ki, terapiye başlamaya karar verdim. Ve daha ilk seansta fark ettim ki, yangın dışında da travmalarım var.
Yangında yaşadığın duygular, seni, çocukluk travmalarına mı götürdü?
-Aynen öyle! Ölmekten çok, oğlumun bensiz büyümesinden korkmuşum. Bu, beni babamın hapiste olduğu yıllara taşıdı. Dumandan boğularak ölmekten korkmam da istismar sonrası yıllarca gördüğüm o rüyaları çağrıştırdı. Birdenbire kendimi o eski anıların içinde buldum.
Peki, sonra?
– Travmalarımı çalıştıkça, onların hayatıma etkileri azalmaya başladı. Mesela o “kurtarıcı rol”den sıyrıldım. Sağlıklı sınırlar çizmeye başladım. Kendimi dinlemeye daha fazla vakit ayırdım. Ne istiyorum? Ne yapıyorum? Neyi yapamıyorum? Engellerim neler? Bundan sonrası için ne istiyorum? Bu soruları sorarken buldum kendimi. Hayatımdaki o eksiklik duygusunun yerine, tamamlanmışlık hissi istediğimi düşündüm. İsteklerim için adım atmalıydım. Kendimin en iyi haline ulaşmak istedim.
Suçluluk duygun peki… Geçti mi?
-Aslında bilinç düzeyinde, zaten suçlu olmadığını biliyor ve söylüyordum: Minicik bir çocuğun ne suçu olabilir ki? Ama bilinçaltı öyle demiyor tabii. Oradaki duygu ve onun sana aldırdığı kararlar önemli olan. Evet, bundan yaklaşık 10 ay önce, 5.5 yaşında bana yaşatılan, nitelikli cinsel istismarın ayrıntılarını hatırladım. Suçlu olmadığıma ikna olmakla kalmayıp, bunu herkese söylemek istedim.
“Suçum Yok” şarkısını bu yüzden mi yaptın?
-Evet. Bir de o sıralarda, İstanbul’da tecavüze uğrayan, 5 yaşındaki bir kızın haberleri vardı. O akşam, ağlayarak bu şarkıyı mırıldandım. Kendimle özdeşleştirdim o minik kızı. Sanki onu ve kendi çocukluğumu aldım karşıma, onlara söyledim bu şarkıyı direk. Bu travmayı yaşayan ve bunun sonuçlarıyla ne yapacağını bilemeyen, ömür boyu boğuluyormuş gibi yaşayan öyle çok insan var ki, birine bile suçunun olmadığını ve yalnız olmadığını hatırlatabilsem, o da kendi içsel yolculuğuna çıkabilirse mesela, gerçekten bu dünya için iyi bir şey yapmış olurum!
KENDİMİZE DİKTİĞİMİZ DUVARLARI KENDİ ELLERİMİZE YIKABİLİRİZ
Onlarca beste yaptın ve iki hikaye kitabı yazdın… Tüm bunlar, terapiden sonra oldu. Sen, bundan nasıl bir netice çıkarıyorsun?
-Hepimiz, kendimize diktiğimiz duvarları, kendi ellerimizle yıkabiliriz! Ben yaptım. Zor oluyor ama oluyor… Bunu başarınca da içimde yıllardır bekleyen üretimler, oluk oluk aktı sanki. Benim bu dünyadaki amacım, çocuklara dokunabilecek kitaplar yazmak ve yaralı yetişkinlere dokunabilecek şarkılar yapmak. Bir de hikayemi anlatıp, “Acıları, bal eylemek mümkün!” diyebilmek. Bütün çabam bunun için…
Esas mutluluk, acılarımızın önemli bir parçamız olduğunu kabul ettiğimizde geliyor…
Hepimiz yolcuyuz. Başlangıç noktasından ne kadar uzağa gideceğimiz sadece bize bağlı. Yani içsel faktörlere. Elbette dışsal faktörler engeller de koyacak, acılar yaşatacak. Acı yaşamadan göçüp giden var mı? Hamurumuz, güzellikler kadar acılarla da yoğruluyor. O hamurla ne yapacağımız bizimle ilgili. Ama işte bize hep, o acıları görmezden gelmemizi, mutlu olmaya odaklanmamızı söylüyor dış sesler. Halbuki esas mutluluk; acılarımızı görüp, onların da önemli bir parçamız olduğunu kabul ettiğimizde geliyor. Hem de bu öyle güçlü bir mutluluk ve huzur hali ki, işte o an, dünyaya ne için geldiysen, onu bulmak çok kolay oluyor. Ben bunların hepsini terapi sayesinde buldum. İçe bakmak lazımmış yani, oysa ne çok vaktimizi dışa bakarak harcıyoruz…