‘Taraf’ olmak istemiyorum
Rahat, fonksiyonel, bahçeli, havuzlu, kocaman barbekülü, üst katı işyeri, geniş koltuklu, huzurlu, ışıklı, insanları kollayan, kavrayan bir ev… Beni en çok etkileyen de, o evde, herkesin bir arada yaşıyor olması… Ferhat Göçer ve gazeteci sevgilisi Ömür Gedik, Ferhat’ın ilk evliliğinden olan kızı, üçüncü evliliğinden olan oğlu, Ömür Gedik’in kızı, bir dolu kedi ve köpeğin mutlu, mesut bir arada bir hayat sürmesi… Gerçekten tatlılar. Ferhat Göçer de, en az Ömür kadar hayvansever. Bahçelerinde, İstanbul’un çeşitli yerlerinde buldukları yaralı hayvanlara kucak açıyorlar. Minik süs havuzlarında, balıkları bile var. Ferhat Göçer, hayatından fevkalade memnun, “Müzik” diyor, başka bir şey demiyor. Yeni albümü vesilesiyle buluştuk, bu fotoğrafları da Zeynel Abidin Ağgül çekti, ikisine de teşekkür ediyorum…
Annen de, baban da öğretmen. Nasıl bir şey öğretmen çocuğu olmak?
– İkisi de idealist insanlardı, bir dağ köyünde öğretmenlik yapıyorlardı. ‘Güzel insan’ olmamız için uğraştılar. Sadece derslerde değil, hayatta da yanlış yapmamamız için. Dört kardeşin en büyüğüyüm. Benim için okul, altı değil, 24 saat gibiydi, sürekli iki öğretmenin gözetimi altındaydım. Ama şikâyetçi değilim, başka türlüsünü bilmiyorum çünkü. Hep ders çalışarak yetiştirildim.
Zorlamadı mı bu seni?
– Hayır çünkü dediğim gibi başka türlüsünü bilmiyorum. Okulda ayrı çalışırdım, evde ayrı. Annem, okul bitince, sınava girecek fakir aile çocuklarına da ders verirdi, ben onlarla da oturur, çalışırdım…
ÇILGIN DEĞİLİM
Olay nerede geçiyor?
– İzmit’in Samanlı Dağları’nın üzerinde bir köyde. Yamaçta mısır ve fasulye tarlaları, fonda Karadeniz kadınları ve çocuklar.
Peki aslen nerelisiniz?
– Urfalıyız. Öğretmen çocuğu olmak apayrı bir psikolojidir. Annen, baban, topluma faydalı, örnek bireyler olarak yetişmeni ister. Benim durumum da bu. Hâlâ, yanlış yapacağım diye ödüm kopar. Aşırı kontrollü biriyim. Sürekli kendime dışarıdan bakarım, ölçülüyüm. Elimde değil.
Hep mi böyleydin. Konuştuklarına, yaptıklarına dikkat mi ederdin?
– Evet, her zaman.
Delirme ve çıldırma hakkın yoktu yani…
– Yoktu ama zaten benim mayamda da yok çılgınlık. ‘Ortalama’ da diyebilirsin bana…
Peki bu yetiştirilme tarzı, insanın kişiliğini, daha da tekdüze hale getirmiyor mu?
– Olabilir. Ama ben de buyum. Belki biraz fazla düz, fazla sıradan ama içimdeki adam bu. Tersini yapmaya kalkarsam, üzerime yakışmaz, oturmaz, akıp gider, sırıtır. İçimdeki bu düzgün adam, yetiştirilme tarzımdan geliyor olabilir ama ben de artık 40 küsur yaşındayım. Kendimi böyle kabul ediyorum, kendimi böyle seviyorum.
15 yaşında üniversiteye başlamışsın. Ne iş?
– Ya evet, bir de o var.
Neden? Çok parlak ve zeki bir öğrenci olduğun için mi?
– Yok canım, şartlardan. Bizimkiler, evde yalnız kalamayacağım için, dört yaşından itibaren okula giderken beni de yanlarında götürmeye başlamışlar. Haliyle, okuma-yazmayı erken sökmüşüm. “Madem bizimle okula geliyor, okula da yazdıralım, bir işe yarasın” demişler. Otomatik olarak, eğitim hayatına erken başlamış oldum. Parlaklıkla alakası yok yani…
KURALCI OLDUM
İyi güzel de, çocukluğun çalınmış olmadı mı?
– Madalyonun hep iki tarafı var. Bana, zaman kazandırdığını da düşünüyorum. Ama tabii 15 yaşında, Çapa Tıp Fakültesi’ne başlayınca zorlandım. Çünkü benim yaşımdakiler henüz lise 1’e gidiyordu, aldığım eğitim de yaşımın üzerindeydi. Dahası, tıp, kolay değildir, serttir. Özellikle de cerrahi. Ameliyatta yanlış bir şey yaptığınızda, başasistan kafanıza bir şey geçiriverir. Aslında bendeki o otokontrol, disiplin; öğretmen çocuğu olmanın yanı sıra, aldığım tıp eğitimden de kaynaklanıyor. İkisi birleşince, böyle kuralcı bir adam oldum.
Peki müzisyenlik…
– Müzik benim aşkımdı. Hep. İçimdeki bastırılmış yan. 43 yaşındayım. Altı ay öncesine kadar, müzisyenlikle cerrahlığı birlikte götürüyordum. Çok uzun süre bırakamadım. Muhtemelen korktum, yıllarımı verdiğim hekimlik mesleğine ihanet ediyormuşum gibi hissettim. Ama bir gün geldi, baktım ki başka çare yok.
Peki yıllarca hem tıp hem müzik eğitimi almak seni ne kadar zorladı?
– Çoook. Sürekli okuyordum, sürekli çalışıyordum. Bir asker gibi. Sabah saat 08.00’de kalkıyordum, okula ya da hastaneye gidiyordum, 16.00’da hastaneden çıkıp konservatuvara. Sonra ev, uyu, tekrar aynı yoğun tempo. Yıllarca. Çoğu zaman Kadıköy-Eminönü hattında, iki-üç tur gittiğimi hatırlarım. Koltukta uyuyakalıyordum çünkü. Ama kimse zorlamadı beni.
Ailen, tıp eğitimini bırakmanı kabul eder miydi?
– Hayır, etmezdi. Ama ben de onları hayal kırıklığına uğratmamak için bırakmazdım zaten.
EGO MUTLAKA VAR
Sen peki çocuğuna aynı şeyi yapar mıydın?
– Hayır. Şu an 15 yaşındaki kızım Yağmur’a baskı yapmıyorum. Ama biz, onunla farklı bir kuşağın çocuklarıyız. 30-40 yıl öncesinden bahsediyoruz…
Cerrahlık, aynı zamanda ‘ego’ demek. Sen de öyle misin? Egon çok mu kuvvetli?
– Bilmiyorum. Ego mutlaka var. Ego ve hırs olmadığı müddetçe, yaptığımız hiçbir işte başarılı olabileceğimize inanmıyorum. Cerrahi eğitim de insana ego yükleyen bir süreç. 18 saatlik bir ameliyatla, hastayı ölümden döndürdükten sonra yaşadığınız hissin tarifi yok. 500 bin kişilik konserle bile kıyaslanamaz. Ama gün geldi, müzik aşkım, hepsinin üzerine çıktı. Dünyaya gelme sebebimin müzik olduğunu düşündüğüm için, çok emek verdiğim cerrahlığı bıraktım. Ama bu kararı verirken de zorlandım. Çünkü 35’ime kadar deli bir emek vermiştim.
HER İŞ BİR PROJE
Her şeyi çöpe atmış gibi mi hissettin?
– Olur mu? Cerrahlığın bana verdiği öğretiler yeter. Bana kazandırdığı değerlerle, bazı insanlara sıkıcı gelebilecek o çalışma disipliniyle, hayatımın en huzurlu, en kendinden emin, en refah dolu sürecini geçiriyorum.
Hayatın disiplinle ve çalışmayla geçmiş, iki diploma birden almışsın, ikisinde de başarılı olmuşsun. İyi de içinde ukde kalmış şeyler hiç yok mu?
– Olmaz mı? Daha sosyal, daha yönlü bir şekilde büyüyebilmek isterdim. Mesela daha fazla spor yapabilmek. Tenise erken başlayabilmek. Ama her şey bir arada olmuyor. Açıklarımı şimdi, bu yaşta kapatmaya çalışıyorum.
Hangisinde daha fazla para kazanılıyor? Cerrahide mi, müzikte mi?
– Duruma göre değişir ama ben kendi alanımın en çok para kazanan insanlarından biriyim. Bu kazandığımı hekimlikten kazanmak için cerrahide en üst seviyeye gelmek lazım. O da kolay değil…
Sen çok farklı türlerde müzik yapıyorsun…
– Öyle değil, ben pop müzik içerisinde, deneysel şeyler yapıyorum. Konservatuvarda, klasik Batı müziği eğitimi aldım. Albüm çıkarmadığım dönemlerde Albano, Emma Shapplin, Alessandro Safina gibi farklı isimlerle, birtakım projeler gerçekleştirdim. Sonra albümüm çıktı ve televizyon programı yaptım. O programda da neredeyse, Türkiye’deki bütün sanatçıları programıma konuk ettim. Haliyle her müzik türü vardı. Her konuğa, her işe, bir proje mantığında baktım. Ama bu, “Adam da her tür müziği yapıyor!” algısını yarattı.
TARAFLAR ÜSTÜ
Peki sen, kendi müzik tarzını nasıl tanımlıyorsun?
– Bildiğin, popüler müzik. Ama tabii ki, ‘proje adamı’yım, bundan da gurur duyuyorum. Hiçbir müzik tarzını, kendime uzak hissetmiyorum. Türk halk müziğini de, Rembetiko’yu da, klasik Batı müziğini de yapabilirim. Felsefem, her tür müziğe açık olmak. Genel hayat felsefem de bu. Ama Türkiye’de bir kutuplaşma var. Herkes, bir ‘taraf’ olmak zorunda. “Taraf olmayan bertaraf olur” gibi bir durum söz konusu. Bense ‘taraflar üstü’ olmak istiyorum. Tamam, benim de kendime göre siyasi fikirlerim var ama her ‘taraf’a eşit mesafede durup, üretmeye devam etmek istiyorum. Ve aslına bakarsan, bir ‘taraf’a ait olmak da çok kolay. Hatta, en kolayı. Oysa ben, emek sarf ettiğim cerrahlık mesleğimi bile bir kenara itip müzik yapıyorsam, benim için müziğin ne kadar değerli olduğunu düşün. Ben yaptığım işi büyük kitlelere duyurmak istiyorum. Temel motivasyonum da para değil, o işi hallettim. Gerçekten de tek isteğim, olabildiğince çok insana ulaşmak. Oysa tarafsan, yaptığın işte ne kadar iyi olursan ol, öteki tarafla alakan kalmıyor. Bu benim tercihim değil.
Seni çok iyi anlıyorum ama günün birinde tarafını da belirlemen gerekmeyecek mi?
– Gidişat öyle gibi…Haklısın gün gelecek, o da olacak ama şimdi değil. İşimde, en üretken olduğum zamandayım.
Tek hedefim bulunduğum yeri korumak
Müzik senin için her şeyden önce mi geliyor?
– Evet. Çocuklarımdan bile. İnsanlar kızacak belki ama müzik, ‘oksijen maskesi’ gibi benim için. Nasıl, “Önce kendinize, sonra çocuğunuza takın” diyorlar ya uçaklarda, öyle bir şey. Müzik yoksa, benden kimseye hayır yok.
Sen projelerle yaşayan biri misin?
– Evet ama artık hayatın tadını da çıkarabiliyorum. Çocuklarıma daha fazla vakit ayırabiliyorum. 40 yaşına kadar sürekli mücadeleyle geçti hayatım. Şimdi biraz olsun rahatladım. Ama yine de kendimi en iyi, en güçlü, en mutlu, en huzurlu hissettiğim yer sahne.
Peki bir sonraki hedefin ne?
– Benim için artık hedef bulunduğum yeri korumak. Ve bu çok zor bir şey. Bu noktaya gelirken harcadığından daha fazla çaba harcaman gerekiyor. Bir de tabii, hayatta kaçırdığım şeyleri yakalamaya uğraşıyorum.
Neler kaçırdığını düşünüyorsun mesela?
– Farklı yabancı diller öğreniyorum. İngilizceyi öğrendim, şimdi İtalyancayla kafayı bozmuş durumdayım. Sürekli kendimi geliştirmeye çalışıyorum.
Günümüzde yetenek, ses, sahne yetmiyor. Bir ‘hikâye’ de gerekiyor…
– Doğru. Pazarlama, sunum, duruş, esas olarak da ‘algı yönetimi’…
Sen kendine baktığında, “Algı yönetimimde eksik şeyler var” diyor musun?
– Mutlaka vardır. Ama ben de, olduğumdan farklı görünebilecek biri değilim. ‘Algı yönetimi’nde, sizde var olan bir şeyi, parlatıp ya da köpürtüp ortaya çıkartmanız gerekiyor. Ya da birileri bunu sizin için yapıyor. Ne var ki bir insan aykırıysa zaten aykırıdır. Olmayan bir şeyi, üstüne eklerlerse, sana ‘imaj’ yaparlarsa, yarı yolda tekerin patlar. Ben aykırı biri değilim. Aşırı uçlarım yok. Sanatçıların aykırı insanlar olmaları gerektiğine de inanmıyorum. Sahnede bir duyguyu iyi aktarabiliyor olmak yeterli değil mi? Yazdığım bir şarkıyı, doğru bir şekilde yorumlayabiliyorsam tamamdır.
Böğürerek şarkı söylüyor dendiğinde üzülüyorum
Kolay bir insan mısın, zor mu?
– Zor galiba. Karşımdaki insanların da benimle aynı şekilde düşünebilmesini, heyecanlanabilmesini isterim. Özellikle çalışırken. Olmadığı zaman da sinir oluyorum. Gerçi yeni yeni kendimi frenlemeye başladım. 40’ımdan sonra, daha hoşgörülü bir adam oldum. Eskiden zaman zaman kaba, karşımdaki insanın duygularını dikkate almayan, iş beklentisiyle bir şeyler ‘almaya’ çalışan bir insandım.
Oooo, sıkı bir özeleştiri oldu. Peki hakkında, ‘böğürerek şarkı söylüyor’ eleştirileri de yapılıyor. Kızıyor musun?
– Kızmıyorum. Ama üzülüyorum, bozuluyorum ama yapacak bir şey yok! Herkes istediği gibi düşünmekte serbest.
“Sosyal medyada hakkımda ne yazıyorlar?” diye bakıyor musun?
– Elbette. Twitter, Facebook ve Instagram’ı çok aktif kullanan biriyim.
Motor kuryeyle konsere
Konsere geç kaldığında, kuryeye atlayıp gidermişsin.
– Ya evet. Onu da hastanede çalışırken keşfettim. O kadar trafik oluyordu ki, hastaneden motor kuryeyle çıkıyordum. Zaman kazanıyordum. Ama tabii bu yüzden çok zatürree oldum. İnsan üşütüyor o motorların üzerinde.
Uçakta, “Hekim var mı?” anonsuyla karşılaştığın olur mu?
– Çoook. 15 uçuşta bir mutlaka. Hemen müdahale ediyorum. Allah’tan henüz ağır bir vaka olmadı. Genelde ya besin zehirlenmesi ya tansiyon, kalple ilgili hafif rahatsızlıklar…
Mutlu bir hayatımız var
Bu evde, bu düzeni nasıl oturttunuz?
– Hiç sıkıntı çekmedik. Ömür’ün, kızı Tayga’yla ilişkisi inanılmaz. Arkadaş gibi. Ömür’ün Tayga’dan ayrılması imkânsız. Eşinden ayrıldıktan sonra, Tayga ağırlıklı olarak bizimle yaşamaya başladı. Tabii babasına da gidip geliyordu…
Ortak çocuk yapma planı…
– Ne ben düşünüyorum ne de Ömür…
Ömür’ün şarkıcılık performansı için ne düşünüyorsun?
– Yıllarca, iki mesleği bir arada yapmaya çalıştığım için, insanı nasıl yıprattığını bilirim. Ve neredeyse imkânsızdır. Gazetecilikle şarkıcılık da birbirine zıt meslekler. Çok zor. Bunu anlatmaya çalışıyorum. Ama dinleyen kim? “Ömür, iyi şarkıcı mıdır, kötü şarkıcı mıdır?” bunu sorgulamıyorum bile. Çünkü bir insan, bir şeyi yapmak istiyorsa yapar. Destek de değilim, köstek de. Ama ikisini birden yapmasının doğru olmadığını düşünüyorum. Ama sadece düşünüyorum.
O dinlemiyor yani…
– Ben yıllarca, iki mesleği götürürken, kimseyi dinledim mi? Hayır! O da dinlemiyor. Tercihine saygılıyım. Müzik çocukluktan bu yana onun hayali. Kim, kimin hayalini gerçekleştirmesine engel olabilir ki? Ben, karakterimden dolayı, bazen ağır konuşabiliyorum. Bazen kabayım da. Ona ters geliyor ve sert tartışmalar yaşıyoruz. Ama genel olarak iyi anlaşıyoruz ve çok mutlu bir hayatımız var.
Yeni albüm: ‘Kalbe Kiralık Aşklar’
Bu son albümde ne gibi sürprizler var?
– Farklı bir aranjörle çalıştım. Haluk Kuruosman, daha çok Gripin, Kolpa, Manga ve Emre Aydın’ın müzik direktörlüğünü yapmış biri. Benim tarzımı onunkiyle buluşturduk. Bu albümde, bugüne kadar bizi dinlemiş olan insanların değişik şeyler bulacakları beş farklı çalışma var.
Senin favori şarkın hangisi?
– Albüme ismini veren ‘Kalbe Kiralık Aşklar’ isimli şarkı. Biz, ‘besteniyolla.com’ diye bir site kurduk, amatör bestecilerin bestelerini kolaylıkla gönderebilecekleri bir site. Amaç, istediğimiz zaman bu yeni ve farklı besteleri dinleyebileceğimiz bir ortam oluşturmaktı. Gerçekten de çok ilgi gördü. Kısa bir süre içinde 13-14 bin şarkıya ulaştık. Ve bu insanların hepsinin gerçek meslekleri farklı. Mesela geçtiğimiz yıllarda şarkı gönderen Gözde Hançer, Avustralya’da skorsky helikopteri üreten bir şirkette üst düzey yönetici. Sözünü ettiğim siteye, ‘Unutmuş Çoktan’ isimli bir şarkı göndermişti. Bir önceki albümde yer aldı. İnanılır gibi değil, dört bir yandan besteler yağıyor. Rusya’dan, Türkî cumhuriyetlerden, Amerika’dan, Avustralya’dan. Bu son albümde yer alan, ‘Kalbe Kiralık Aşklar’ da bu şarkılardan biriydi.
3 travmatik evlilik ve boşanma yaşadım Yeni bir evlilikten korkuyorum
Evde nasıl bir yaşantınız var?
– Ömür’ün kızı Tayga, benim kızım Yağmur, ben, Ömür, haftanın belli günleri de küçük oğlum ve hayvanlarımız… Hep birlikteyiz bu evde. Böyle bir hayat kurduk kendimize. Ev büyük olduğu için de herkesin kendi alanı var. Mutlu mesut yaşıyoruz.
BEN DEĞİŞTİM
Ömür’le neden evlenmiyorsunuz? O istiyor galiba…
– Evet, istiyor. Benden kaynaklanıyor. Üç evlilik, iki çocuk yaptım. Travmatik evlilikler ve ayrılıklar yaşadım. Korkuyorum.
Neden üç evlilik…
– Kadınların bir suçu yok. Benimle ilgili. Aşırı çalışmaktan özel hayatıma özen gösteremedim.
“Ben ilerleyip gidiyorum, kadınlar geride kalıyor” demişsin bir röportajda…
– Demek ki, kendimi adam gibi ifade edememişim, “Onlardan üstünüm” demek istemedim. Anlatmak istediğim şuydu: Ben sürekli bir değişim içindeydim, “İlerleyip gittim” demek değil bu. Üniversitede başka adamdım, başka mücadelelerim vardı, sonra cerrahlıkta başka, derken müzik hayatım başladı. Meslekler, insanın karakterini değiştiriyor, etkiliyor. E o zaman da, üniversitede olduğun insandan farklı biri oluyorsun, farklı yerlerde büyüyorsun. Kadınlarla ilgisi yok, ben değiştim yani. O eski adam gitti, yerine başkası geldi, e o zaman da yürümüyor ilişkiler. Kadın, karşısında o eski adamı istiyor.
Güzel anlattın da, yüzük parmağına Ömür dövmesi yazdırdıktan sonra ha evlenmişsin, ha evlenmemişsin…
– Haklısın. Ama evlilikle ilgili tedirginliğim var. Bir önlem de diyebilirsin. Başkalaşma korkusu da. Üç tane travmatik evlilik ve boşanma yaşadıktan sonra insan temkinli yaklaşıyor. Bir de 23 yaşından 35 yaşına kadar evli bir adamdım. Kendimi bildim bileli evliyim ben.
Çocuklar hangi eşlerden?
– Bir ve üç…
Belli ki bu ev çok şey ifade ediyor senin için. Zamanının ne kadarı evde geçiyor?
– İstanbul’dayken zamanımın neredeyse tamamı. Bu evde dinleniyorum, bu evde çalışıyorum. Üst kat, işyerim. Arkadaşlarımı da eve çağırıyorum. Büyük bir barbekümüz var, mangal yaparız, burada takılırız. Çok dışarı çıkan bir adam değilim.
ÇOK ÂŞIK OLDUM
Çocukların anneleriyle ilişkin nasıl?
– Ufaklığın annesiyle, olması gerektiği gibi. Kızımın annesiyle, yani ilk eşimle, mümkün olduğu kadar görüşmüyoruz. Yağmur, annesini hafta sonları görüyor.
Ömür, bir ömür mü?
– Niyetim o…
Hangi yönleriniz benziyor?
– Hiçbir yönümüz benzemiyor, yedi yıldır birlikteyiz ama karakterlerimiz tamamen zıt. Çok âşık oldum ben Ömür’e. Hem zihinsel anlamda hem de kadın olarak çok beğeniyorum. İyi bir ikiliyiz.
Senden daha cesur, daha fütursuz…
– Evet ve aykırı. Bu yüzden de beğeniyor olabilirim. Gerçi bir sürü konuda onu uyarıyorum ama pek dinlediği yok. Kavgalarımız da oluyor ama bana mısın demiyor…
Fotoğraflar: Zeynel Abidin AĞGÜL
Metin tufan
( Çarşamba, Kasım 27, 2019 )
Sayın Ferhat Göcer’e sözü ,müziği ve düzenlemeleri hazır şarkılarımı dinletmek ve beğenir ise değerlendirilmesi konuları ile ilgili görüşmek istiyorum. Mail adresi: [email protected] ilgilenmeniz dileğiyle … Saygılarımla
Metin TUFAN