NASIL tatlı, nasıl alçakgönüllü, nasıl komplekssiz…
Oscar’a seçilemeyişiyle bile dalga geçti, kendisiyle alay etti! “Tam gaza gelmiştim oysaki, Oscar’ı da alırım diye düşünüp havaya girmiştim, balon gibi söndüm!” dedi.
Genelde “Politik yaklaştılar. Trump döneminin siyasetinin sonucu. Neo-Naziler kulis yaptı!” gibi bin bir tane gerekçe sıralanır. Arkadaş, yani Fatih Akın hiç öyle şeylere tenezzül etmedi.
Lafı dolandırmayan, direkt konuşan, mütevazılığıyla kendini sevdiren, kafası başka türlü çalışan bir adam.
Bizim ihtiyacımız olan aslında bu. Böyle bir mizah anlayışı. Böyle kendini kasmayan sanatçılar. Bu röportaj yarın da devam edecek…
Tebrikler! Bir kere daha büyük bir başarıya imza attın. Son filmin “Paramparça”yla ödülleri topladın. Cannes’da “En iyi Kadın Oyuncu”, Altın Küre’de “En İyi Yabancı film”… Ne hissediyorsun?
Bu filmi yapmadan evvel bir sürü insan; dağıtımcılar, yapımcılar, “Ya niye bu filmi yapıyorsun, kimse seyretmez, gişe yapmaz!” dedi. Kesinlikle karşıydılar. Ben yine kalbimin sesini dinledim. Onlara kulak asmadım. Ve ne öğrendim? Kalbinin sesini dinlemek her zaman doğruymuş! Şu anda herkes filmi izliyor, bütün sinema salonları tıklım tıklım. Nasıl mutluyum anlatamam. En fazla gurur duyduğum şey de bu: Kimseye kulak asmamış olmak, kalbimin sesini dinlemiş olmak…
Neden “Çekme” dediler peki?
E ağır bir film. Konu ciddi. Politik. Neo-Naziler, bir kadının çocuğunu kaybetmesi… Onlara iç karartıcı geldi. “Karanlık bir konu. Seyirciye uzak. İnsanların morale ihtiyacı var!” dediler, “Neşeli bir şey çek, komedi çek”! Ama yanıldılar. İnsanlar bilet alıp izliyor. Yaşasın herkese kulağını tıkamak! Yaşasın sezgilere, kendi içsesimize kulak vermek…
Sen bir yönetmen olarak “Ben artık oldum!” diyor musun?…
Haşaa!
Kendini aşmış gibi hissetmiyorsun yani…
Öyle bir şey yok ki! Her filmde sil baştan yapıyorsun. Tamam tecrüben var ve tecrübe en iyi arkadaşın, en güvendiğin şey ama yine de her filme sıfırdan başlıyorsun. Senin hayatın değişmiş olabilir, dünya değişmiş olabilir, yaptığın şey ilgi çekmeyebilir, o kalp çarpıntısı hep var…
Korku var mı?
Olmaz mı? O da hep var.
Peki bu elde ettiğin başarı, aynı zamanda bir baskı mı? “Duvara Karşı” zamanında bana öyle demiştin, “Başarılar ve ödüller bir lanet gibi çörekleniyor insanın üstüne. Daha iyisini nasıl yapacağım diye düşünüyorsun…”
Şimdi de mesela “Oscar’ı kazanıp da ne yapacaksın? Adamı bozar!” diyenler oldu. “Alkışa tok olacaksın, açlığın gidecek, hırsın gidecek, heyecanın gidecek. Beyin olarak şişmanlayacaksın!” dediler. Belki de haklılar. Ben hiç öyle rahatlama hissetmedim hayatımda. Evet, “Duvara Karşı” sıkı bir başarıydı ve bu üzerimde bir baskı yarattı ama ben sonrasını da gördüm. Bir başka filmimle, “Kesik”le yüzde 100 başarısızlığı da yaşadım! Resmen yere çakıldı film. Ben de tabii! O kadar dibi gördükten sonra, filmlerin beğenilince daha çok kıymet biliyorsun…
Bir yönetmenin tamamen yere çakılması ona iyi gelir mi?
Başkalarını bilemem ama bana iyi geldi. Çocuklarıma da anlatabileceğim çok sıkı bir tecrübem oldu. Hayatta 360 dereceyi ancak böyle görebiliyorsun, yere çakılarak, yenilgiyi de tadarak…
Peki şimdi ne tür hayallerin, projelerin var… Hayatının filmini yapmışsın gibi hissediyor musun?
Yok canım. Daha çekmedim o filmi. İnşallah 3040 sene daha film çekmeye devam ederim ve sonra bütün filmlerim toplu olarak hayatımın filmi olur…
SİYAH SAÇLI VE SİYAH GÖZLÜSÜN DİYE ÖLMENİ İSTİYORLAR
Almanya’daki yabancı düşmanlığına dikkat çektiğin için kendini vazifesini yerine getirmiş biri gibi mi hissediyorsun?
Yaşadığın topluma karşı bir sorumluluk hissediyorsun. Takip ediyorsun, ne oluyor ne bitiyor. Almanya’da da yabancı düşmanlığı son 20 yıldır yavaş yavaş artıyor. Bu da gücüme gidiyor. Sonuçta bu ülkede doğdum, bu ülkede yetiştim, yaşadığım yer burası ama öyle insanlar var ki… Beni yabancı, herkesi ölü görmek istiyorlar. Seni yaşatmamak istiyorlar. Öl istiyorlar. Neden? Çünkü siyah saçların ve siyah gözlerin var! Bu çok tuhaf bir şey. Ve bu, benim çocukluğumdan beri var. Ben bunun ilk farkına vardığımda 8 yaşındaydım ve bir travma yaşadım. Şunu öğrendim ki, bazı dazlaklar var ve benim gibi insanları, Türkleri öldürmek istiyorlar. Bu insana hayatın boyunca içinden atamayacağın kişisel bir travma yaşatıyor. Bizzat içinde yaşadığın hesaplaşmalar da ileride filmlerine konu oluyor.
OSCAR’A SEÇİLMEYİNCE İLK TEPKİM ‘YAŞASIN UÇAĞA BİNMEYECEĞİM!’ OLDU
Filminin Oscar’a seçilmeyişi ne kadar büyük hayal kırıklığı oldu?
Çoook. Gaza geldim ben. Daha doğrusu millet gaza getirdi. İki ödül peş peşe gelince, “Oscar’a da seçileceksin!” dediler. Havaya girdim. İnandım. Şiştim balon gibi. Sonra da söndüm. Komik oldu. Ama yine de dünyanın sonu değil, perişan olmadım, hayal kırıklığı da bir deneyim…
Peki seçilmeyince aklından geçen neydi?
İlk tepkim: “Yaşasın uçağa binmem gerekmeyecek” oldu. Çünkü sürekli uçmaktan sıkıldım. Ve galiba korkuyorum da… “Oh bir uçuş eksik. Evimde kalacağım!” Ama üzüldüm de. Fena olmazdı. Çünkü dünyanın her tarafında daha çok seyirci yapardım. Filmim daha çok seyirciyle buluşurdu. En çok buna üzüldüm.
Uçaktan ne zaman korkmaya başladın?
Çocuklar olduktan sonra. İki çocuğum var. 12 yaşında bir oğlum ve 5 yaşında bir kızım. Emin Santiago ve Mina…
Mutlu bir evlilik mi seninki?
Valla gayet iyiyiz Allah’a şükür, mutluyuz.
Normal bir aile babası mı oldun?
(Gülüyor) Evet. Tabii ki bu işte ne kadar normal olunabilirse…
Karın neyle meşgul?
O da bu işlerde. Belgesel çekiyordu çocuklardan evvel. Şimdi benim filmler için oyuncu seçiyor
Nereli?
Yarı Meksikalı yarı Alman.
Vayyyy acayip bir kombinasyon… Alman-Türk-Meksikalı… Çocukların pek güzeldir…
Evet. Küçük Kızılderililere benziyorlar!
Fotoğraf: Muhsin AKGÜN