Zeki bir kadın. Yaratıcı ve fırlama. Ve bir ‘bilme manyağı!’ Bilince rahatlıyor. Deli yani. O yüzden çok sevdim Özlem Karakurt’u. ‘Aşkın Pek Kişisel Anatomisi/ Resimli Aşk Ansiklopedisi’ni de eğlenerek ve hayranlıkla okudum. “Vay be! Ne güzel kavramlar yaratmış, ne güzel tespitler yapmış!” diyerek. Kahkahalar atarak okuyorsunuz. Hepimize aşkı tekrar hatırlatıyor, “Çok da ciddiye almayalım yaşadıklarımızı. Herkesin benzerlerini yaşadığını bilelim” diyor. Kitabın içinde ilişkilerin ve aşkın bütün halleri var. 60 yaşında bir kadın da, 16 yaşında bir erkek de “Aa ben bunu yaşadım!” diyeceği bir şey bulabilir. Özlem bize, “İçinizdeki aşk hiç tükenmesin!” diyor. Yakında anne olacak. Yeni bir aşkla tanışacak. Ona mutluluklar. Yine böyle yaratıcı kitaplar bekliyoruz…
Vay be! Resmen yeni bir aşk sözlüğü oluşturmuş, bir de oturup ansiklopedisini yazmışsın! Tebrik ediyorum… Nereden esti?
– Kendimi bildim bileli aşkla ilgili bir derdim var benim. Aşk acısından tut da, aşık olamama kabızlığına kadar!
Güzelmiş…
– Ve bu kadar şey yaşayınca fark ettim ki, acının hangi türü olursa olsun, hepsine en iyi gelen şey ‘bilmek’. Her seferinde, “Normal mi şimdi bu yaşadığım?” diye ya kitaplara ya arkadaşlarıma koştum. “Ha tamam, başkaları da varmış bunu yaşayan!” deyince rahatladım. Bu kitabın fikri de, eski sevgililerimden birinin evlendiği gün çıktı. Aynı gün gittim, koluma kocaman ‘feniletalamin’ yazdırdım!
Hoppala! Aşk hormonu mu yazdırdın?
– Evet! O dövmeyi kolumda gördükçe, “Sakin ol! Bütün bunların sebebi hormonların. Ama hormonlarını yükseltecek tek erkek bu değil!” deyip rahatlayacaktım! Nitekim öyle de oldu. Ama sizin dövme yaptırmanıza gerek yok, kitabımı okuyun yeter! Bu kitap, benim rehabilitasyonum oldu, başkalarının da olsun istiyorum. Bilelim, anlam verelim, iyileşelim…
Yeni dönemin ve değişen ilişki anlayışının etkisi var mı kitabın ortaya çıkışında?
– Olmaz mı? Biz yalnızlaştık. Hepimiz. Ben eskiden her duyguda, koşa koşa en yakın arkadaşlarımın kollarına atılırken, kendimi şimdi bir yandan çok kalabalık bir yandan da çok yalnız hissediyorum. Kısacık durum güncellemeleriyle anlatmaya çalışıyoruz derdimizi, vakit de yok. Bu kitap, “Evet, şu an ne yaşadığını anlıyorum. Çünkü ben de yaşadım. Bir sürü kadın ve erkek de yaşadı” demek, biraz da sırt sıvazlamak için.
ÖZLEM’İN AŞK SÖZLÜĞÜ
ANA KURUSU: Kadınların yüzyıllardır tekrarladığı bir hata. Erkek çocuklarıyla, kocalarının sevgisizliğinin yarattığı boşluğu doldurmaya çalışıyorlar. Severken kurutuyorlar oğullarını! Haliyle, erkeklerin de başkasına vereceği bir sevgi kalmıyor ortada. Sonrası yine mutsuz başka kadınlar, berbat bir kısır döngü.
SUNİ DELLENME: Kadınların azıcık şımarıklık yapabilecekleri regl dönemlerinde, erkek arkadaşların nasıl birden rol çaldığıyla ilgili eğlenceli bir madde. Kadın da merhametli tabii hemen kendi acısını, şımarıklığını unutup onu avutuyor. Bir süre sonra erkek de suni bir period yaşamaya başlıyor!
UYUR SEVER İLİŞKİ: Tek gecelik ilişkilerin en can alıcı noktalarından biriyle ilgili. “Sadece uyumak istiyorum” yalanıyla… En uykusuz geçecek gecelerin bu cümleyle başlaması büyük ironi! Hâlâ ne çok seviyoruz birbirimizi kandırmayı! Galiba bu, dürüstlükten daha seksi geliyor.
YUMUŞAK G NOKTASI: Yumuşak G noktası, kadınları yatakta nasıl daha mutlu edebileceklerine, G noktasının yerine filan kafayı takmış, tam da bu yüzden, kadınların duygusal doyuma ne kadar önem verdiğini unutan erkeklerle ilgili. Kadınların yumuşak karnı duygularıdır! Seksi daha dikkat çekici kılmanın yolu bence oradan geçiyor.
ZAT-I MUHTEMEL: Aslında İngilizce’de ‘the one’ dediğimiz şey. Onu ararken sağı solu darma duman ettiğimiz özne. Burada anlatmaya çalıştığım şey, o ‘muhtemel zatı’ beklerken nasıl aslında bizi bekleyenleri es geçtiğimiz! Kendimizi soktuğumuz bütün kalıplar mutlu sonları yerle bir ediyor.
MASTIRBASYON: Kendini sevebilme yetisini abartmış insanlar! Bu konuda o kadar ehil oluyorlar ki, zamanla bir başkasının sevgisi doyurmamaya başlıyor. “Kendimi hangi ilişki içinde daha çok sevebilirim?” sorusunun cevabıyla seçiyorlar aşık olacakları kişiyi bile.
KAÇAŞK DÖVÜŞ: Ah ah en çok çektiğim! Bizi kendisine en çok âşık edenler. En âşık insandan daha güzel seven ama “Sakın bana âşık olma!” diyerek, seni sürekli arafta bırakanlar. Bu dövüşün sonunda aldığın darbe, hiç birine benzemiyor, çünkü karşında resmen dövüştüğün biri bile olmuyor!
KALPKAZAN: Aşkın kalpazanları. Hayatlarında sadece bir ilişki yaşayıp sonra bunu çoğaltıp çoğaltıp tekrar yaşayanlar. Bu insanların derdi, aşkı çoğaltmak, aşkı üretmek değil.
HÜKMEN AŞIK: Özellikle biz kadınlar, başkalarının ne düşündüğünü de katıyoruz aşka. Onların hükümleriyle davranıyoruz. Böyle insanlar mesela daha kendi kendine yaşamadan ilişkiyi, kalabalık bir arkadaş gurubuyla tanıştırır sevgilisini. Bir baksınlar bakalım, âşık olmaya değer mi? Sürüyle yaşayan insanlar ilişkide zorlanır. Aşk kalabalıkta zor olgunlaşır.
GARSON BOY İLİŞKİ: Ne uzun, ne kısadır. Ne çok, ne az olan aşklarla yaşanır. Ortadadır. Ne olduğuna karar verememiştir bir türlü. Bu yüzden hiçbir şarkı onlara uymaz. Hiçbir hikâye onları anlatmaz. Kendilerine yer bulabilecekleri tek yer, her türlü ilişkiyi kucaklayan Resimli Aşk Ansiklopedisi’dir!
CİNASLI BAKİRE: Burada daha çok his ve akıl bekâretinden bahsediyorum. Fiziksel bekâret nasıl kaybedilen bir şeyse, bu da yenilenmesi gereken bir şey. Bir ilişkinin izlerini öbürüne taşımak en tehlikelisi. Sıfırlayacaksın aklı. Bakire bir akılla bir sonraki ilişkiyi yaşayacaksın!
ÖZGÜVE: Özgüvenini kemiren ilişki. Karşındaki, kendi özgüvenini abartırsa eğer, doymayıp yavaş yavaş seninkinden yemeye başlar! O zaman da, ilişki devam ettikçe yetersiz hissedersin kendini! Tam olarak ne olduğunu da anlamazsın. Önce bir iki delik açılır, sonra tamir edilemeyecek şekilde paramparçasındır.
ABARTMAYI SEVİYORUM
Çok eğlenceli kavramlar geliştirmişsin. Ne zorun vardı?
– Ben birleştirmeyi, karıştırmayı ve abartmayı çok seviyorum. Yazdıklarımı da yaşadıklarımı da abarttıkça abartıyorum. Ciddi şeyler anlatırken bile eğlenebilmeliyiz bence. Yaşadıklarımızı da hafifletiyor bu. Niyetim, hafifletip anlamsızlaştırmak değil tabii ki, sadece eğlenceli tarafı da görelim, es geçmeyelim istiyorum.
YAZIYORUM, ÇİZİYORUM, UYDURUYORUM
Peki bu aşk ansiklopedisinin yazarını tanıyalım. Sen kimsin, nesin?
– Klasik tanıma girecek olursam, küçük bir şehirden İstanbul’a hayalleri için gelen ve 12 yıldır reklam sektöründe çalışan, bu sırada sürekli başkaları ve kendi için projeler üreten biriyim.
Ne okudun?
– Önce uluslarası ilişkiler gibi benden çok uzak bir bölümde üç sene okudum, sonra arkama bakmadan kaçtım! Yeniden sınava girip, Bilgi Üniversitesi Reklamcılık bölümünü kazandım. Reklam okumayı seçmemin nedeni, bir şeyler üreterek para kazanabilecek olmanın beni büyülemesiydi. Ama yıllar geçtikçe o da yetmiyor tabii. Daha kalıcı, daha kendisine özel bir şey yapmak istiyor insan. İçinden geldiği gibi, kimse ne yapacağını dikte etmeden. Yaşama müthiş bağlıyım. Ama yaşamak da yetmiyor bazen, o yüzden sürekli yazıyorum, çiziyorum, uyduruyorum.
ANNE OLMAK ÜZEREYİM
Şu an aşık mısın?
– Hiç olmadığım kadar çok! Hem de şahane bir adama. Üstelik bir de dünyanın en yoğun ilişkilerinden birini yaşamak, anne olmak üzereyim. İnsan her seferinde “Daha fazlasını yaşayamam artık!” diyor, sonra hayat ona en güzel cevabı veriyor. Bakalım bu aşk nasıl olacak?
HER ŞEYİN SORUMLUSU FENİLETALAMİN
Madem ansikopediyi yazdın, bu soruya da cevap verirsin. Neden aşık oluyoruz?
– Feniletalamin! Aşk hormonu. Her şeyin sorumlusu o. Aşktan bahsediyorsak tabii. Ama sözünü ettiğimiz ilişkiyse, bin bir türlü nedeni var; statü kazanmak, yalnız kalmak istememek, kendine yetmemek, onsuz olamamak… Ama aşk dediğimiz duygu, daha çok hormonlarla ilgili. Zaten onu fiziksel olarak da hissedebiliyoruz. Midemizde, karnımızda, başımızda. İçimizde çoğalan azalan halini deneyimleyebiliyoruz.
İlk aşk acısını, ‘ilk aşı’ olarak tanımlamışsın. Aşı ne kadar erken, o kadar iyi mi yani?
– Kesinlikle! Etrafımda 30’lu yaşlarda aşık olanlar var, tarumar oluyorlar! Hazırlıksız yakalanıyorlar, olaya mantıkla yaklaşmaya çalışıyorlar. Oysa aşkı, ergenliğinle birlikte yaşadığında, ona bağışıklık kazanmış oluyorsun. Üstelik o zaman, mantık zaten devre dışı, yaşadıklarına anlam vermeye çalışmadan, o duygu gelip işleniyor bedenine. Saf bir acı da olabilir o aşk. Ama sonra tekrarlansa da, her şey daha tanıdık olacak. Dedim ya ben bilmenin iyileştirici gücüne inanıyorum!
BEYAZ ATLI PRENS, BİZ KADINLARIZ!
‘Beyaz atlı prens’ kim oluyormuş peki?
– Biz, yeni nesil kadınlar. Biz, erkeklerin bizi kurtarmalarını beklemiyoruz. Hatta onları kurtarmaktan zevk alıyoruz. Güçlü olmak, gücü olan birinin kollarına sığınmaktan daha kolay, daha güzel aslında. Bunu keşfettikten sonra, kadın olmaktan da daha çok keyif alıyor insan. Erkekleri de o güç baskısından kurtarabileceğimize inanıyorum bu sayede. En çok onlara yazık aslında! Bu rol yüzünden kendi hayatlarını yaşayamıyorlar.