Ah benim güzel annem!
Hepimizi sarstı onun ölümü. Meğer hepimiz Oya Aydoğan’ı hep severmişiz. Hakiki ve samimi bulurmuşuz.Hayat bir film gibi, hepimizin gözü önünde yaşanıyor.Hepimiz, hepimizin hayatını, yaşadıklarını, başardıklarını, başaramadıklarını, hayat denen şu yolculuktaki duruşunu görüyoruz aslında.Ve hayat bir sınav, her cenaze töreni de bir gösterge.”Oraya gel” diye kimsenin boynuna çökemiyorsun.
İşte Oya Aydoğan o sınavı müthiş bir şekilde verdi, her taraftan insanlar koştu cenazesine.Yaşarken bilmediğimiz iyilikleri, o gittikten sonra konuşulmaya başladı.Allah rahmet eylesin.Nur içinde yatsın…Ve arkasında 26 yaşında oğlunu bıraktı.Gerçi oğlu, “Annem beni Türkiye’deki tüm anne ve babalara emanet etti. O kadar çok sahip çıkıldı ki bana, aynen böyle hissediyorum. Hepinize teşekkür ediyorum!” diyor.Röportaja gitmeden, neden herkesin, “Harika bir evlat yetiştirdi!” dediğini tam anlamıyordum.Ama tanışınca taşlar yerine oturdu. Gerçekten iyi yetiştirilmiş bir insan.Merhamet, iyi kalplilik, vicdan gibi değerler onun için önemli. Kibar ve düşünceli. Ve çok yakışıklı. Onlar birlikte büyümüş bir anne-oğul. Annesi, onun her şeyi. Ama annesi kadar, Gurur da annesine düşkün. Çok iyi bir oyuncu olarak, artık annesinin gerçekten gururu olmak istiyor…
Başın sağ olsun Gurur. Acıların en büyüğünü yaşıyorsun, anneni kaybettin. Allah sabır versin… Bir sürü haber okuduk gazetelerde. İşin aslı nedir? Nesi vardı annenin?
– Yüksek tansiyonu. Fakat düzenli kontrole gitmiyordu. Aort yırtılması, kısa dönemde gelişen bir şey değilmiş. 6 ay, belki 1 sene, belki 2 sene boyunca yavaş yavaş genişlermiş aort. Düzenli kontrole gidilmediği zaman inceldiği de fark edilemezmiş. Ve ufak bir öksürük veya ıkınma, kusma, yırtılmaya sebep olurmuş. Annemin başına gelen de bu. Aort damarı yırtıldı. Hastaneye yetiştirdik. Ameliyatı da iyi geçti ama yine de sonuç böyle oldu.
Peki patates hikâyesi doğru mu?
– Sadece en son yediği şey patates olduğu için öyle söylendi. Ama çorba da içmiş olsa, boğazına kaçıp öksürebilirdi ve aynı sonuç ortaya çıkabilirdi. Hiç baktırmadığı için fark etmemiş.
Check-up’a filan gitmez miydi?
– Annem her zaman kendisinden çok beni düşünürdü, sonra da ihtiyacı olanları. Başkası için çırpınan bir kadındı. Ben biliyordum ama bu kadarının farkında değildim. Meğer o kadar çok insana yardım ediyormuş ki, Türkiye’nin nerelerinden arandım, anlatamam. Hastaneye, cenazeye gelenler, “Beni tedavi ettirdi”, “Benim ameliyatımı karşıladı!” diyenler, hiçbirini tanımıyorum, ne münasebetle hayatımıza girmişler bilmiyorum ama annem onlara destek olmuş. Gazetede haber görmüş, tanımadığı halde destek olmuş. Bir, üç, beş değil. Şunu anlatmaya çalışıyorum: Başkalarıyla ilgilenmekten hiçbir zaman kendisine sıra gelmedi. Bu olay olduğunda da önce öksürüyor, sonra banyoya gidip kusuyor. Yanında uzaktan akrabamız Ali var. Diyor ki, “Kendimi iyi hissetmiyorum!” O da, “Abla, Gurur’u arayayım!” deyince, “Hayır canım, çocuğu telaşlandırmayalım!” diye aratmıyor. Ben de o sırada şanssızlık evde değilim, arkadaşlarımla birlikte dışarıdayım.
Normalde birlikte mi yaşıyorsunuz?
– Tabii tabii. Biz şimdiye kadar hep birlikte yaşadık. Ama hafta sonu olduğu için arkadaşlarımla birlikteydim. İki saat önce konuşmuştuk. Ali’ye, “Arama Gurur’u, bana uyku ilacı ver, ben uyuyayım geçer!” diyor. Meğer o sırada aort damarı yırtılmış. Etkisini yavaş yavaş gösterirmiş. Tabii farkında değil. Sonradan Ali bakıyor, annem biraz yalpalamaya başlıyor filan, koluna giriyor, duşa sokuyor. Elini yüzünü yıkıyor soğuk suyla. Sonradan bir bakıyor ki, sol taraf felç etkisi göstermeye başlamış. Şansa, Ali tecrübeli, anneanneme de bakmıştı zamanında. Anneannem vefat ettiği yıl doğmuşum. Annemin en değerlisi oydu, sonra ben oldum. Ali anneannemde olan bazı şeylerin benzerini görünce, “Abla arayacağım Gurur’u” diyor ve beni arıyor. Apar topar eve geldim. 15 dakika sonra evdeydim. O panikle üç ambulans aradım. Eve ulaştığımda üçü de kapıdaydı. Apar topar annemi hastaneye götürdük.
Kendinde miydi o zaman?
– Evet, yarım yamalak. Bizi duyuyordu ama çok konuşamıyordu. Sol tarafını hareket ettiremiyordu.
Sen ne hissettin o sırada?
– Şoktaydım galiba. Hâlâ çok olup biteni kavrayabildiğimi söyleyemem. Daha evde yalnız uyumadım. Sağ olsun beni yalnız bırakmıyor ailem, dostlarım, arkadaşlarım. Annemin acısı gelip gidiyor, yokluyor beni. Birden ağlamaya başlıyorum. Koca adamım ama öyle oluyor işte. Fakat Allah herkesten razı olsun. O kadar çok seveni, o kadar sağlam dostlukları varmış ki, şimdi kimlere ne iyiliği olmuşsa, hepsi bir bir gelip anlatıyor. Meğer anne-babasıyla kavga eden arkadaşlarıma bile harçlık dağıtırmış, “Annenden şöyle özür dile, böyle dile!” diye tüyo verirmiş. Herkesin Oya Ablası, Oya Teyzesi. “Keşke o ölmeseydi de ben ölseydim!” diyen kanserli bir teyze aradı. “Teyze neler söylüyorsun” dedim, içi yırtılarak ağlıyor, onun da ilaçlarını alıyormuş. Cenazede bir çocuk geldi, “Bütün eğitim masraflarımı karşıladı” dedi. Başka bir kadın geliyor, “Anneniz, yıllarca anneme baktı!” dedi. İnanılmaz yakın bir anne-oğulduk. Bunların büyük bölümünden haberim yoktu.
Hastaneye giderken senin aklına kötü bir şey geliyor muydu? Kondurabiliyor muydun?
– Ben o sırada şoktayım, ne hissettiğimi falan bilmiyorum. Şu anda bile düşündüğümde yorumlayamıyorum. Belki de bir tür çaresizlik. E çünkü elinden hiçbir şey gelmiyor. Apar topar hastaneye götürdük. Ben yine de ölebileceğini kondurmuyordum. Öyle bir his vardı içimde. Ölemezmiş gibi. O neleri atlatmış. Annem ya, dağ gibi annem. Bunu da atlatır. Ameliyatı da iyi geçti.
Kimler vardı yanında?
– Hemen Orhan (Gencebay) amca ve Sevim (Emre) Abla geldi. İkisi de çok yakın dostumuz. Bütün hocalarla konuştuk. Prof. Dr. Bingür Sönmez’le de konuştuk, “Ameliyata almak istiyorlar, siz ne dersiniz?” dedim. O da dedi ki, “Sizi yanıma, kendi hastaneme çağırırsam yolda kaybetme ihtimaliniz çok büyük. Böyle bir riski göze alamayız, acil bir şekilde müdahale gerek!” Gerçekten de annem hemen ameliyata alındı.
Ameliyata girmeden annenle konuşabildin mi?
– Evet. Bilinci tam yerinde değildi ama “Sırtım ağrıyor” diyordu, konuşabiliyordu. Sol tarafı tam tutmuyordu. Yine de pes etmiyordu. “Annem, güzel annem, her şey güzel olacak!” dedim, moral verdim. O da gülümsedi, “Tamam” dedi. Mutlu bir şekilde ameliyata soktuk yani. 12 saat süren bir ameliyattı. O 12 saatin sonunda dediler ki, “İyi geçti ama kanamaları var!” Ameliyattan sağ salim çıktı diye çok sevinçliydik. Ertesi gün kanama da durdu. Acayip mutluydum, annem ölüm ipinden kurtardı kendini diye düşünüyordum. Sonra yavaş yavaş, her geçen gün bize daha da iyi haberler gelmeye başladı. Çalışmayan böbrek, diyaliz aletine bağlandı. Her şey gayet iyi gidiyordu.
Hep uyutuluyordu değil mi?
– Evet. Her sabah 9-10 gibi geliyordum yanına, gece 4’e kadar kapısındaydım. Eşi dostu geliyordu. Arkadaşlarım hep benimleydi.
Sonra eve dönüyordun…
– Yok hayır; eve dönmedim, aynı çatı altında olmak istedim. Altın gün böyle geçti. Yedinci günde ne yazık ki onu kaybettik… (Ağlamaya başlıyor) Bugün de yedisi… Oysa ölmeyecek zannediyordum. Bir de ben, neye inanırsan onun olacağını düşünenlerdenim. O bana böyle öğretti. Hep pozitif düşünüyordum. Günde 2-3 kez yoğun bakıma giriyordum. Gece yatmadan mutlaka hep onunla konuşuyordum. Kulağına onu ne kadar sevdiğimi söylüyordum. Esprili dille sevebileceği şeyleri anlatıyordum: “Yine anne-oğul birlikte çok güzel bir hayatımız olacak!” O gece de girmek istedim. Dediler ki “Tamam ama Ahmet Hoca seni görmek istiyor!”
Sonra…
– “Annenin değerleri çok kötü. Kalbi çok kasılıyor. Tansiyonu çok düşük. Bundan sonraki iki-üç saatte, her an her şey olabilir” dedi. Bir sessizlik oldu. “Anladım” dedim. Ve yanına girmek istedim. Annemin yanında ağlamak istemiyordum çünkü ağladığımı hissedeceğini biliyordum. Ama kendimi tutamadım. Çünkü o görüşmenin son görüşmemiz olduğunu biliyordum. Annem artık başka bir dünyaya gitmeye hazırlanıyordu. 45 dakika yanında durdum, elini tuttum, sonra dışarı çıktım. Abtesimi aldım, dua ettim odada ve üzücü haberi aldım… (Ağlıyor.)
BABAM KADİR İNANIR’A BENZERDİ
Annenle nasıl bir ilişkin vardı?
– Hep çok güzel. Çünkü annem güzeldir, öyledir. Ruhu güzel kadın.
Siz hep ikili miydiniz?
– Evet. Ben hep annemi biliyorum. Babam İzmir’de yaşıyordu. Senede iki, bilemedin üç kere gördüğüm biri. Zaten 6-7 yıl önce de vefat etti. Ama babamla ilgili olumsuz duygularım yok, o da annem sayesinde. Beni öyle yetiştirdi. Kimseye kızgınlığı yoktu. Biz hep ikimizdik. Benim için her zaman anne figürü vardı. Babam da annem oldu. Bana her zaman bakan, destek veren, yanımda olan, içi titreyen hep oydu. Bana karşı sevgisi o kadar büyüktü ki, başka bir şeye ihtiyacım yoktu.
Babanla hiç yaşamadın mı?
– Hayır. Ama bu da sorun olmadı. Anne sorun etmeyince siz de etmiyorsunuz. Bu, sizin gerçeğiniz oluyor. Babamın ikinci evliliğinden iki kız kardeşim var. Onları da çok severim. Onların yanında kalmaya giderdim. Onlar da gelir bizde kalırdı, çünkü annem isterdi. Böyle tatlı bir kadın.
Seninle gurur duyduğu için mi ismin Gurur?
– İsmimi arkadaşları Orhan Gencebay’la Nur Yerlitaş koyuyor. Çok yakın arkadaşları. Tabii ki annem, onun gururu olmamı istedi. Ben de bunu hep bildim.
En yakın arkadaşları mı ikisi?
– Sevim Abla ve Bülent Ersoy da var. Sanatçı olmayan arkadaşları da var tabii…
Siz ana-oğul birlikte mi büyüdünüz?
– Aynen öyle! Hep Ulus’ta oturduk. Annem beni kendi gözünden bile sakınırdı. Tarifi olmayan bir sevgi. Bende inanılmaz emeği var. Merhametli olayım, sevecen olayım, alçakgönüllü olayım, hep bunları istedi, annem için bu değerler önemliydi.
Meşhur bir annenin oğlu olarak züppe, şımarık bir adam da olabilirdin. Ama senden insana çok başka bir enerji geçiyor…
– İçimde, annemden miras temiz bir kalp var. Annem de öyleydi çünkü. Ben de tıpkı onun gibi insanları kırmaktan korkan, Allah korkusu olan, iyiliği ön planda tutan biriyim. Ama tabii annemin anaçlığı yok bende. Benim ona yetişebilmem imkânsız.
Baba figürü olmadan büyümek zor değil mi?
– Valla bana zor gelmedi. Annem her şeyimdi, her şeye yetişiyordu. İcabında babayı bırak, dayı da olmuştur, amca da, anneanne ve teyze de.
Annenle baban nasıl tanışmışlar?
– Babam İzmir’in tanınan işadamlarından biriymiş. Yakışıklıymış da. Tipoloji olarak benzetmek gerekirse, Kadir İnanır’a benziyor. Âşık oluyorlar birbirlerine. Ani bir evlilik yapıyorlar. Bir-bir buçuk sene evli kalıyorlar. Ben de o dönemde doğuyorum.
Aşk çocuğusun yani…
– Evet ama babam aynı zamanda maço bir erkek. Galiba el kol kaldırma hareketleri giriyor işin içine…
Nasıl yani?
– Anneme şiddet uyguluyor! Annemin de en popüler olduğu zamanlar. Diyor ki, “Hoop, ben böyle bir ilişkiye devam edemem!” Herhalde benim doğduğum dönemlerde ayrılıyorlar. Ama her zaman birbirlerini sevdiler. Beni de babamla görüşeyim diye hep teşvik etti. Kız kardeşlerimle hâlâ görüşüyorum, şu anda da yanımdalar zaten, ikisi de geldi.
Ondan en çok ne öğrendin?
-Merhametli olmayı. Ben zaten iyi kalpli bir insanım ama bu saatten sonra galiba daha da iyi kalpli biri olacağım…
Onun nesi kimselere benzemezdi?
-Doğallığı ve iyi kalpliliği.
Keşke dediğin bir şey var mı?
-Benim adım boşuna Ggurur değil, bundan sonra ben annemin gerçekten gururu olacağım! O da beni yukarıda izleyecek. Keşke bir gün iyi yerlere gelebileceğimi de görseydi…
Birbirinize düşkünlüğünüzün ölçüsü ne?
– Canını verecek kadar.
Neden soyadın Aydoğan? Babanın soyadını taşımamanın nedeni ne?
– O bir tercih. Annem bana sordu. Ben de “Seninkini kullanmayı tercih ederim!” dedim. Fakat ikimizin de soyadını kütüğe yanlış yazmışlar! Bizim resmi işlerde soyadımız ‘Aydoğdu’ olarak görülüyor. Kimliğimde de Aydoğdu yazıyor. Ama herkes bizi Aydoğan olarak biliyor. Değiştirmek için uğraşmadık.
Sen ne kadar gurur duyuyorsun annenle?
– Anlatamayacağım kadar çok…
Sence annen neden bu kadar çok seviliyordu?
– Melek kalbi ve önyargısız yaklaşımı yüzünden. Bir de çok doğal. Ultra doğal. Samimi. Ve hakiki. Bence insanlar bunu görüyordu. Görmeye gerek yok, üzerinden akıyordu.
BENİ TÜRKİYE’DEKİ BÜTÜN ANNE-BABALARA EMANET ETTİ
Sen kendini yalnız hissediyor musun?
– Asla! Annem sanki beni Türkiye’deki bütün anne-babalara emanet etti. Beni size emanet etti. Öyle hissediyorum çünkü bir anda herkes beni o kadar sahiplendi ki. Bana yaşattıkları şey şu: “Gurur, biz senin annen-babanız. Ablan-abin-kardeşiniz. Yalnız değilsin!” Türkiye bana şu anda sadece onu yaşattırıyor. Bu röportaj vasıtasıyla da herkese teşekkür ediyorum. Neredeyse, bütün devlet büyükleri aradı. Onu seven, tanıyan, tanımayan binlerce insan geldi. Böyle bir insanın evladı olmak herkese nasip olmaz. Benim adım Gurur ama ben annemle gurur duydum. Dopdolu bir camide uğurlandı. Bir de annem hep Ulus Mezarlığı’na gömülmek istiyordu, istediği oldu…
Mutlu bir kadın mıydı?
-İlginç bir kadındı, hem mutluydu, neşeyle beslenen bir insandı ama aynı zamanda herkesin derdini dert edinebilen biriydi. Biz haber izleyip geçiyoruz, hayatımıza devam ediyoruz değil mi? O? Hayır! Bir buçuk saat ağlıyordu. Gerçekten de başkalarının acılarını yüreğinde hissediyordu.
Küçük Emrah ile ‘Zavallılar’ filminde.
KUVVETLİ BİR KARAKTERDİ
Babamla aram iyiydi ama tabii ki hep bir bağlantı kopukluğu vardı. Hiçbir zaman ondan bir şey istemedim. Bende bir emeği yoktur. Benim her şeyimi üstlenen maddi-manevi sadece annemdir. Hiçbir şeyin eksikliğini de hiçbir zaman hissettirmemiştir.
HAFİF ÖNÜNE DÜŞÜR OĞLUM PERÇEMİNİ
Trafikten korkardı, en çok da benim başıma bir şey gelecek diye. Sürekli “Şu yolu kullanma, şuradan git” diye akıl verirdi. Ben de onu kırmazdım ama şimdi onun yapmamı istediklerine daha çok dikkat ediyorum. Ya da bana derdi ki, “Sakın ha, saçlarına jöle sürme… Hafif önüne düşür perçemini, sana çok yakışıyor!” Sırf onun için, o gün o anma töreninde, annemi uğurladığımız gün, o öyle seviyor diye arkaya atmadım saçımı, hafif önde bıraktım. Ah benim güzel annem…
ANNEM OYUNCU OLMAMI İSTİYORDU, OLDUM
Buruk, hüzünlü bir çocuk muydun küçükken?
– Hayır hiç. Ben hep neşeliyimdir.
Nerelerde okudun?
– İlkokulu Ata Koleji’nde okudum. Liseyi Beşiktaş Koleji’nde bitirdim. Sonra da Yeditepe Üniversitesi Sanat Yönetimi’ni kazandım. Mezun olunca, bir buçuk sene kamera arkasında çalıştım. Annem oyunculuğu denememi istiyordu. Merak sardım, eğitim almaya başladım, özel dersler, kurslar derken bu sektöre girdim. Şimdi oyunculuk yapıyorum. İki dizide oynadım. ‘Not Defteri’ ve ‘Sen Benimsin’. Hâlâ devam eden, ‘Başarımı Karılarıma Borçluyum’ adlı bir tiyatro oyunumuz var. Bir taraftan da modellik yapıyorum.
HAYATIMDA GÖRDÜĞÜM EN DOĞAL İNSANDI
Annem hayatımda gördüğüm en doğal insandı. Bir açılışa mı gidiyoruz, “Gurur, git, öp bilmem ne ablanı!” diyor ya da “Öp bilmem kim amcanın elini!” Kocaman adamım, belli şeyleri sevmiyorum ama anneme gel de anlat! Büyüklere aşırı saygılı büyüttü beni. Ama ne yalan söyleyeyim, bir zararını görmedim. Bir yere gideriz, gururla koluma girer. Kızlar mızlar bakar, hoşuna giderdi. Sonra da kıskanırdı!
AMACIM ONU YAŞATMAK
Amaçlarımdan biri, her zaman annemi yaşatmak, ona layık bir evlat olmak olacak. Benden işle ilgili birkaç isteği vardı, başarmak boynumun borcudur.
Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu