‘Erkek asla ben evliyim gelemem demez’
Uzat ayaklarını, kapat kendini dünyaya ve dal ‘Çıplak ve Yalnız’a! Atla, romanın içine atla… Kahramanı Mesut Akarsu, tuhaf, sinik, ilginç biri. Kahkahalarla güldürürken bir taraftan trajik bir hikâyeye yol alıyor. Kanlı bir geçmişe yolculuk… Oya gibi işlenmiş bir roman. Şahane bir kurgusu var.
Ve şaşırtıcı ‘sır’ları. Kitap kadar, yazarın kendisi de beni etkiledi. Ilk kez yüz yüze geldik. Benim ayıbım, “Keşke daha önce tanıyabilseydim!” dediğim insanlardan.Yay burcu. Özgür bir ruh. Sıkıysa kalıplara sok. “Tembelim ben, 9-6 bir iş sahibi olamadım, her işten attılar beni” diyecek kadar da açık sözlü. Psikolog bir kadınla evli olmanın faydaları mıdır nedir, gizlisi saklısı pek yok. ‘Cart’diye her şeyi anlatıyor. Çocuksu bir saflığı var ve heyecanı. Tabii her şey sığmadı bu röportaja… Darısı başka zamana…
Hamdi Koç… Bir sürü roman yazdınız, biz hiç röportaj yapamadık. Kısmet bu son romana, ‘Çıplak ve Yalnız’aymış. Çok çok etkileyici bir roman. Bir sürü sır çözen ve şaşırtan bir roman…
– Beğenmeniz hoşuma gitti…
Siz bu romandan ne bekliyorsunuz? Çok okunmasını mı? Çok para kazandırmasını mı? Insanları sarsmasını mı? “Bu Hamdi Koç da ne iyi romancı!” denmesini mi?
– Yaptığı işin, insana verebileceği her şeyi istiyorum! İşime, hayatımı yatırdım, o da karşılığında bana bir şeyler versin. Romanım hem çok okunsun hem çok satsın, beni daha çok sevilen biri yapsın, insanları etkilesin, aileme gurur versin. Istiyorum elbette, ne yalan söyleyeyim. Ve tabii en sonunda beni ölümsüzlüğe biraz daha yaklaştırsın. Kişisel takıntım, ölümsüzlük.
Güzelmiş! Pek bilinmiyor ama siz, toprak ağası bir aileden geliyorsunuz. Edebiyat ne iş?
– Bizim Ünye’de, Fatsa’da herkes, iyi kötü arazi sahibidir. Gerçi bizim köyle, toprakla pek bir ilgimiz yoktu. Şimdi de sadece ruhen var. Bizim oralarda, arazi sahibi olmak külfettir, bizzat köylü değilsen topraktan doğru düzgün para kazanamazsın. Edebiyata gelince, annemin aşıladığı bir tutku. Bana ve kardeşime okula başlamadan okumayı öğretti, sonra roman okumayı sevdirdi. Ne olduysam, beni olmaya annem başlatmıştır. Babam da meraklı adamdı. Yaşar Kemal delisiydi. Dolayısıyla, evde gözümüzü açar açmaz, okuyan insanlar gördük, öyle büyüdük. Bir aile ayrıcalığım varsa, arazi sahibi olmak değil böyle bir anne-babanın oğlu olarak doğmaktır.
Neden romancı oldunuz? Içinizden cümleler fışkıran bir adam mıydınız?
– Yok, aksine suskun bir çocuktum, hâlâ da suskun bir adamım. Iş, yazıya gelince de ıkına ıkına yazarım. ‘Çiçeklerin Tanrısı’yla tam 10 sene uğraştım, ‘Çıplak ve Yalnız’ı ise dört senede ancak yazabildim. Neden romancı oldum? Valla, galiba mecburiyetten. Tembelliğime tahammül edebilecek tek iş roman yazmak! Tembelim çünkü! Hayatta en sevdiğim şey elime güzel bir roman alıp ayaklarımı uzatıp, kahve içmektir.
Ailenizin varlıklı olması, sizin için utanç verici bir şey mi? Yoksa bir konfor aracı mı?
– İkisi de değil pek. Sadece rastlantı. Parasızlık çekmemenin utanılacak bir tarafı yok. Düzenli olarak para kazanmak zorunda olsaydım, elbette yazamazdım. Olmuyor çünkü, olmaz. Eskidenmiş o, devlet memuru şairlerin, romancıların zamanı. Belki ruhen zayıfladık, ondan. Hayat çok pahalılaştı, belki de ondan. Ama aile güvencesi, benim için büyük rahatlık tabii. Param bitince annemi arayıp, “Anne yine param bitti” diyorum. N’apim. Zavallı annem bu yaşında hâlâ benimle uğraşıyor!
Orhan Pamuk gibi siz de, aile varlıklı olunca daha mı kolay roman yazma imkânı buluyorsunuz?
– Valla, kolay yazma değil de, nasıl desem, kolay yazmama sanki. Şunu anlatmaya çalışıyorum: Ben, yazmaya mecbur değilim. Her sene roman çıkarmak zorunda değilim. Veya popüler olmak için elli takla atmak zorunda değilim.
Romanlarınızdan gelen parayla geçiminizi sağlayabiliyor musunuz peki?
– Roman ilk çıktığı zaman iyi oluyor da, sonra düşüş başlıyor.‘Melekler Erkek Olur’ acayip satmıştı. Beni iki sene rahat rahat geçindirdi. Sonraki romanlarım o kadar satmayınca biraz canım sıkıldı ama n’apalım. Ben de mecburen yazmakla, para kazanmayı bir arada düşünmemeyi öğrendim. Gelirse ne âlâ. Olmazsa da olmaz…
Yazmazsanız delirir misiniz?
– Asla! Hatta belki ego problemlerim olmazsa, çok da memnun olabilirim. Roman okumak, yazmaktan daha zevkli. Keşke ‘profesyonel okurluk’ diye bir şey olsaydı. O işi daha büyük bir zevkle yapabilirdim. Yazarlığın arkasında her zaman bir ego sıkıntısı vardır. Insan, bir şey olmak için yazar olur. “Oldum” demek için. Muhtemelen de yazar olmasa, başka bir şey olmayı beceremeyecektir.
‘Çıplak ve Yalnız’ sizin için neden önemli?
– Bu roman benim gözümde bir ‘vicdan romanı.” Insanların önüne sermek istediğim ise şu: ‘Kısmi vicdan’ olmaz. ‘Seçici vicdan’ olmaz. Vicdan sahibiysen, vicdan sahibisindir. Kimseyi kimseden ayıramazsın, dünü bugünden ayıramazsın. “O zaman öyleydi” diyemezsin. “Boşver kurcalama” diyemezsin. Çünkü önümüzde yaşanacak bir hayat var. Yaşamayı öğrenmek ve hak etmek zorundayız.
Bütün kahramanlarınızın hayatında cinsellik önemli yer tutuyor. Neden?
– İşi gücü, sağlığı filan bir kenara koyarsanız, yetişkinlik hayatı, var gücüyle cinsellik üzerine kurulu. Bugün çoğumuzun başına tebelleş olan depresyon, eğer hayati sebepler yüzünden değilse, muhtemelen seks yüzündendir, yalnızlık yüzündendir. Ama her durumda, karşı cinsle ilgilidir. Bunu görmezden gelmek için, yazarın gündelik yaşam dışında daha öncelik verdiği konuları anlatmaya niyetlenmiş olması lazım. Ama gündelik yaşama girip de, sekse girmemek, biraz fazla ayıklayıcılık olur gibime geliyor. Hayatım boyunca tanıdığım bütün kadınlar ve erkekler, en çok yalnızlıktan mustariptiler. Hâlâ da öyleler. Hâlâ hepimiz sevgi arıyoruz. Sevgi, yakınlık, beraberlik, bunlar da eninde sonunda seks demek. Niye “Hayır, öyle değil” yapalım ki, ne gerek var, gerçek bu…
‘Melekler Erkek Olur’ romanında kadınların kalbini feşettiniz, erkeklerin aldatmasını yazdınız. Oysa siz, mutlu bir aile hayatı olan birisiniz. Aldatma kurgusu ihtiyacı nereden çıktı? Roman ilginç olsun diye mi?
– Yine aynı şey. Hayat öyle çünkü. Hayat öyle yaşanıyor. İnsan bıkıyor, sıkılıyor, bunalıyor, yenilik istiyor. Bir de, ‘cinsel cazibe’ diye bir şey var. O cazibeye sahip bir kadın, bir adama çok şey yaptırabilir. Alır götürür. Kimse de, “Gelmiyorum!” diyemez. Hele, “Ben evliyim, gelemem!” asla demez. Gidilir yani. Orada da öyle bir durum vardı. Ben de yazarı olarak Murat’a hak verdim, “Yürü git oğlum!” dedim, “Bir daha ya buldun ya bulamadın!” Her erkek, her erkeğe aynı tavsiyeyi verir.
EVET… KÜT DİYE KARIMI BIRAKIP GİDEBİLİRİM
Çıplak ve Yalnız’da bayıldığım bir bölüm var:
“Karım şimdi şu anda bir başkasıyla yatıyor mudur… Ben ölürken? Ben, anbean boylu boyunca batarken, o ayak bileklerinin gerilişinden boynunun gerilişine kadar bütün vücuduyla ölürcesine mutlu oluyor mudur? Vücudunun dışarıya doğru çizdiği kemer. Ölümden önceki kasılma gibi. Hayatın en mutlu ânı. Ruhun çıkış ânı. Ölüm belki seksin bir çeşididir ya da bir mertebesi, bir merhalesidir. O merhaleden hayata bakınca her şey uzak, bulanık görünür. Hatta, hiçbir şey görünmez. Seks yapmak lazım, hep, her daim, ha bire. Karım haklı… Para unutturamıyor ama cinsi münasebet unutturur. Hayatta yapacak daha iyi bir şey yok. ınsana daha iyi gelen bir şey yok!
Bir erkek, karısının bir başkasıyla sevişebileceğini sıklıkla aklından geçirir mi?
– Hayır. Geçirirse delirir çünkü!
Bu manyaklık mı, güvensizlik mi?
– Bu, sadece erkeklik! Erkekliğin içinde manyaklık da, güvensizlik de bolca var. Hoyratlık da, açlık da, sevgisizlik de, şefkat ve zalimlik de. Bir erkeğin, içindeki en fena şey ise, ‘sahip olma arzusu.’ O arzu, insanı felç eder. Aynı köpeklerdeki gibi. “Burası benim bölgem!” saplantısı. Çiş yaparak işaretlerler ya, o. O bölgeye yaklaşmamakta fayda var.
Bir erkek, en çok neyi kıskanır? Sevdiği kadının, sevişirken kendisine baktığı gibi bir başka erkeğe bakmasını mı?
– Valla, bence sadece kadının vücudunu ve o vücuda hapsedilmiş kendi gururunu kıskanır! Yoksa vücut işte, ne olacak ki. Ama sen, o vücuda bir anlam veriyorsun, “Bana ait!” diyorsun, sonra da başına dert alıyorsun! En iyisi böyle şeyleri hiç düşünmemek. Kadınları bilmiyorum ama bu düşünce erkeklere yaramıyor…
Bir erkek, aldatma anında, bir kadının ne hissedeceğini nasıl bilebilir? Bilebilir mi gerçekten? Siz bunu nasıl yazdınız?
– Ya, işte, bu çok ince bir soru! O paragraf, romanın hayati noktalarından biri. Mesut’un ilk kez, kendi dışına çıkıp, kendinden başkalarını da anlama dürtüsü duyduğu an. Buna da, ölümle yan yana getirdiği bir seks anını hayal ederek başlıyor. Leopold Bloom’dan öğrendiğim bir şey var: Görmek, sessizce not etmek, içerlesen bile tepki göstermeden kendi içinde mülayimce anlamaya çalışmak. Adam, sabahleyin karısına âşığından gelen mektubu kapıda buluyor. Durumu anlıyor ama hiçbir şey olmamış gibi götürüp mektubu karısına veriyor. Onun, mektubu, önemsiz bir şeymiş numarası yaparak alışını seyrediyor ve hâlâ bir şey belli etmiyor. ıtiraf etmekten çekinmiyorum, o sahneyi Bloom olmaya çalışarak yazdım. Doğru yazabildim mi, bilmiyorum. Bilemem de. Bunun için herhalde iyi bir yazardan çok, çapkın bir kadın olmak lazım!
Siz, eşinizin sizi aldatabileceğini hiç düşündünüz mü? Geçer mi şimşek hızıyla aklınızdan böyle şeyler?
– Geçmez, geçemez. Aklım bana öyle bir oyun oynayamaz. Yoksa akıl kalmaz. Ama bilmiyorum. Çok zor bir mevzu ciddi konuşmak için. Seks konusunda, hele kadının sadakati konusunda, ben de her erkek kadar ikiyüzlüyüm…
Aynı zamanda bu, acıyla birlikte keyif verebilir mi?
– Sevdiğin kadının bir başkasıyla sevişebilme ihtimali mi? Hayııııııır!
Sizce gerçekten, hayatta, sevişmekten daha iyi insanın başına gelecek bir şey yok mu?
– Vardır elbette ama sevişmek en kolayı, en doğalı, en masrafsızı! Yarım saat, bir saat neyse, dünyayı unutuyorsun gidiyor. Flört de insana dünyayı unutturur. Yeni biriyle çıkmaya başlayan herkes, bir süre çok mutludur, dünyaya yeni gelmiş gibidir.
Bir kadınla, uzun süre birlikte olmanın en güzel yanı…
– Yalan söylemek zorunda olmamak. Belki artık söyleyecek yalan kalmaması da denebilir ama sonuç aynı. Güven tabii. Kötü bir sürprizle karşılaşmayacağını bilmek. Uzun arkadaşlık gibi aynı. Hatta ondan daha iyi…
Küt diye karınızı bırakabilir ve bir başka kadına gidebilir misiniz?
– Ooo… şimdi bak duraksadım… “Kıvırtsam mı?” duraksaması. Peki, kıvırtmadan söyleyeyim: Evet… Küt diye bırakıp gidebilirim. Yeter ki istediğimden emin olayım. Onun açıklaması da var içimde. Derim ki,“Hayatımı kimseyi mutlu etmek için yaşamak zorunda değilim! Vefalı olacağım diye kalan ömrümü feda edemem.” Derim… Bir yandan belki içim yanar ama giderim. Ne kadar kalırım, o belli olmaz. Beni etkilemek kolaydır ama etki altında tutmak… Zor… Herhalde yine kaçarım…
Huzurlu hayatınızı bozacak tek şey, ‘bir başka aşk’ mı?
– Evet, hâlâ aşk! ınsanın aklını başından alacak bir kadın! Romanda söylediğim ve şimdi afiş olan o söze inanıyorum: “Beden, susturulabilir bir lisan değil. ınsanı, sonunda nelere ikna edebildiğini benden iyi kimse bilemez…”
Fotoğraf: Fethi KARADUMAN