O Nilüfer… Ona zaman işlemez. 60’larını yaşıyor ama bakınca yaşı, insanın aklına bile gelmiyor.
Her daim genç, her daim yaşsız.
15 yaşında ‘Dünya Dönüyor’ ile hayatımıza felsefeyle girmişti.
Şimdi 45 sene sonra, yeni single’ı ‘Tik Tak’ ile yine felsefe yapıyor.
Şehrazat imzalı çok güzel bir şarkıyla karşımızda, seveceğinize eminim.
Bir yerlerde Nihat Odabaşı’nın çektiği klibe denk gelebilirsiniz, o da çok güzel. Hayatın çok iyi bir döneminde Nilüfer. Huzurlu ve mutlu, iki kadın güle oynaya sohbet ettik. Ayşe Nazlı 19 olmuş, Nilüfer sık sık ona ziyarete gidiyor, İngiltere’de okuyor. Tam 12 kediyle birlikte yaşıyor. Hepsi de Nilüfer’in çocuğu…
Bomba gibi bir single geliyor… ‘Tik Tak’… Nereden çıktı bu?
– Şehrazat’ın kasasından! “Ya benim bir şarkım vardı sana vermek istediğim, ah bir bulsam” dedi durdu. Sonra bir gün buldu. İşte o şarkı ‘Tik Tak’.
Hayatın özeti gibi bir şarkı…
– Aynen öyle. Ben zaten önce sözlerine bayıldım. Sonra müziğini duyunca çok sevdim. Galiba artık biraz böyle şarkılar söylemek istiyorum. Hepimiz belli bir yaşa geldiğimizde hayatı sorgulamaya başlıyoruz, zamanın daraldığını düşünüyoruz.
Elbette…
– Tabii insan bunu 20’li, 30’lu yaşlarında pek aklına getirmiyor. Hatta bir ara “Hiç ölmem ben ya! Bir formülü bulunur o zamana kadar” diye düşünüyordum. Ama tabii ki öyle olmadığını, sevdiğin insanları birer birer kaybettiğinde ve çember daraldığında anlıyorsun. İş bayağı ciddi yani. Şarkı da biraz bunu anlatıyor.
Evet, biraz da hüzünlü. Ölüm duygusunu içeriyor, ömrümüzün nasıl geçip gittiğini anlatıyor. Kendini yaşlanmış gibi hissediyor musun?
– Şöyle söyleyeyim; kafama, düşünce yapıma, ruhuma bakacak olursan hâlâ 16-17’lerindeyim. Zaten problem de bence oradan çıkıyor. Ruh hep genç ama bedenin yaşlanıyor. Benim şansım Ayşe Nazlı oldu. Beynimin bu şekilde kalmasına biraz da o sebep oldu. Eskimişlik olmadı hayatımda. Ayşe Nazlı beni yeniledi. Dolayısıyla, kendimi yaşlanmış falan hissetmiyorum. Ama tabii insanın zaman içerisinde bedenine biraz daha fazla özen göstermesi gerekiyor.
Sana zaman işlemiyor zaten! Hep yaşsızsın!
– Yok yok. Benim tipim öyle. Minyonum ya.
Hadi canım, minyonlukla açıklanamaz bu. Nasıl böyle hep aynı kalabiliyorsun? Yediklerine mi dikkat ediyorsun?
– Evet, yediklerime dikkat ediyorum. O konuda bazen kendime acımasız davrandığım bile oluyor.
Sürekli diyette misin?
– Genellikle. Sağlıklı ve kıvamında besleniyorum. Az yiyerek ve bazı şeyleri de hiç yemeyerek.
Neler onlar?
– Mesela canım lahmacun isterse ayda bir kere yerim. Ölsem haftada bir-iki lahmacun götürmem!
Sıkı iradeymiş! Eve ekmek alınıyor mu peki?
– Yok, hiç girmiyor. Yaklaşık bir yıldır sabah kahvaltısından bile kaldırdım. Artık alıştım da, hiç eksikliğini hissetmiyorum. Ekmek yerine ceviz, badem, avokado yiyorum.
Kaç yıldır aynı kilodasın?
– En fazla 56 olmuşumdur. Normalde olmam gereken kilo 53-54. İki-üç kilo fark ediyor bende. Daha fazla değil. Önlem alırım hemen.
Spor?
– Yürüyüş ve dönem dönem yaptığım pilates, o kadar. Ama işte tüm bu direnmeye rağmen tik tak, tik tak saat işliyor ve hayat geçip gidiyor.
Peki ne yapmak lazım?
– Geçirdiğim meme kanserinden sonra hayata bakışım biraz değişti. Daha sakinim artık, daha dinginim. Daha az hırslıyım. Hâlâ yaptığım şeyin en iyisini yapmaya çalışıyorum ama kendimi de paralamıyorum. Olursa olur, olmazsa olmaz! Daha çok seyahat etmek istiyorum.
İnsan konusunda da seçici mi oldun?
– Ben zaten kalabalık yaşayan biri değilim. Yıllardır birlikte olduğum arkadaşlarım var. Bunlardan biri Şehrazat, çok iyi dostumdur. Başka birkaç arkadaşım daha var çok yakın olduğum. Her şeyimi paylaşabileceğim insanlar. Onun dışında pek fazla kişi almam hayatıma. Bir de hep bir mesafe bırakırım. En yakın ilişkilerimde bile…
İnsanı, gerçekten en çok sevdiği mi yaralıyor?
– Elbette! Şehrazat öyle yazmış. Doğru da… İnsan en çok güvendiği, sevdiği tarafından yaralanır. Sevmediğim, saygı duymadığım, değer vermediğim biri beni pek üzemez.
Hayatı sorguladığım dönemdeyim artık böyle şarkılar söylemek istiyorum
Seni de yaraladı mı sevdiklerin?
– Çooook. Çok oldu ayrılıklar, vedalar. Tabii ki çok yaralandığım, yıprandığım dönemler oldu. Olmaz mı? Normal hayatta güçlüyüm, mücadeleciyim, savaşçıyım ama özellikle kadın-erkek ilişkisinde çok duygusal, naif ve kırılgan olabiliyorum.
ALLAH KORUSUN, AŞIK MAŞIK OLMAYAYIM
”Bu bir vefa/veda ilişkisi… Sabır/sebat meselesi” diyor şarkı…
– Hayatın içinde hepsi var. Vefa olması gereken bir şey. Son derece değerli bir duygu. Onun dışında veda desen, ölümler de veda. Sevdiğin bir insanı kaybetmek ya da yaşarken hayatından çıkarmak da…
Sabır?
– Sabretmeden bir şey olmuyor. Ne ilişkiler yürüyor ne başarı kazanılıyor. Hele çocuk konusunda bayağı sabır gerekiyor.
Ölüm ne kadar aklını kurcalıyor?
– Çok. “Nasıl öleceğim acaba?” diye düşünüyorum açıkçası. Ölümün de iyisi, kötüsü var.
Annenle nasıl bir süreç yaşadın?
– Anneme son beş sene benim evimde bakıldı. Son yıllarda artık beni de tanımaz haldeydi. Son bir sene yataktan kalkamaz durumdaydı. Bebek gibi bakılıyordu. Böyle olmamalı. Bir de annemin en korktuğu şeydi, “Allah beni kimseye muhtaç etmesin!” derdi. Yıllarca birilerine muhtaç yaşadı. Kendi özel şeylerini bile yapamaz haldeydi. Bu kimsenin hak etmediği bir son diye düşünüyorum.
Alzheimer mı olmuştu?
– Evet, ve yıllarca sürdü. Bu şekilde yaşayacaksam, yaşamayayım. Kendin için de etrafındakiler için de çok zor. Kızıma “Ben de bir gün böyle olursam, sakın bakmaya falan kalkma, koy beni bir bakımevine!” diyorum.
Ayşe Nazlı ne diyor?
– “Anne yaaaa, neler söylüyorsun” diyor.
Ayşe Nazlı sadece kızın değil, yol arkadaşın, değil mi?
– Kesinlikle öyle! Ben şimdi kendimi güçlü hissediyorum ya, neden biliyor musun? Çünkü hedeflerim var. Mesleki değil. Mesleki olarak bundan daha başka varabileceğim yer neresi olabilir, bilmiyorum. Yenilikler yapmaya çalışıyorum ama hedef derken kastettiğim, Ayşe Nazlı’yla ilgili hedefler. Onunla ilgili görmek istediğim çok güzel günler var. Düşün, bu yaz 19 oluyor.
Amma büyümüş! Nerede okuyor?
– İngiltere’de bir üniversitede hazırlık okuyor şu anda. Psikoloji eğitimi almak istiyor. El bebek gül bebek büyümüş bir çocuk ama gitti orada aslanlar gibi çamaşırını da yıkıyor, alışverişini de yapıyor, okulun yurdundan kalıyor. Gayet mutlu.
Hayatta yaptığın en iyi şey, annesi olmaya karar vermen miydi?
– Kesinlikle! “Acaba” diyorum, “O olmasaydı, ben acaba şu anda ne yapardım?” Bomboş bir hayat olurdu gibi geliyor, bilemiyorum.
O hayatının nasıl bir döneminde? Sen nasıl bir dönemindesin?
– Her konuda çok daha geliştiği bir dönemde Ayşe Nazlı. Bir de artık çok daha özgüvenli. Orada kendi işini kendi yapmanın getirdiği bir özgüven artışı gözlüyorum. Bu da beni çok mutlu ediyor.
Sen peki?
– Bense hayatımın en sakin, en dingin, en huzurlu dönemindeyim. Aşk gibi bir ihtiyacım yok. Gerçekten böyle bir ihtiyacı hissetmiyorum, tercih de etmiyorum.
Böyle bir laf ettin değil mi sen, “Bir daha erkek istemem hayatımda. Kansere verecek bir meme daha kalmadı”…
– Espri olsun diye söylediğim bir şeydi. Kimseyi hedef olarak göstermedim. Kimse de üzerine alınmasın. Genel olarak baktığımızda, eğer ilişkiyi travmatik yaşıyorsan evet, o zaman çok yıpratıcı ve üzücü olabiliyor. Bir de benim gibi ön planda biriysen, yaptığın, giydiğin, söylediğin her şey karşı taraf için sorun yaratabiliyor. Yani hem işinde mücadele ediyorsun hem özel hayatında. O yüzden şimdi çok iyiyim böyle.
Yani diyorsun ki, “Erkek istemiyorum hayatımda. Huzurum yerinde, mutluyum…”
– Aynen öyle! Ama büyük de konuşmamak lazım. Öyle bir şey gelir çarpar ki, zil zurna âşık olurum. Ama Allah korusun istemem, aşık maşık olmayayım.
AYŞE NAZLI, NİLÜFER’İN KIZINDAN ÖTE BİRİ O BİR BİREY
Ayşe Nazlı’nın ünlü birinin kızı gibi yaşamaması kendi tercihi mi?
– Hem onun hem benim. Böyle bir şeye gerek yok. Ben de onu pek ortaya çıkarmadım. Çok nadir oldu. İstemem şöhretli birinin kızı gibi yetişmesini. O Nilüfer’in kızından öte biri, bir birey o.
Sen nasıl bir annesin?
– Disiplini elden hiçbir zaman bırakmadım, onu söyleyeyim. Ama aynı zamanda arkadaş gibiyiz de. En özel şeylerini istediği zaman bana anlatabiliyor, ben de ona tecrübelerimle yön verebiliyorum veya fikirlerimi söyleyebiliyorum.
Ayşe Nazlı’nın üniversite çağına gelip yuvadan uçması seni ne kadar sarstı?
– Sarstı ama ben de teşvik ettim. Bunların hepsi güzel tecrübeler, yaşamasını istiyorum. Hatta “Ben daha sonra da yurtdışında yaşayacağım!” diyor. Bir gün bile, “Beni nasıl bırakıp gidersin?” demedim. Öyle bir karar verirse de anlayışla karşılarım. Çünkü onun hayatı ve güzel bir hayatı olmasını istiyorum.
REHA 15 YILDIR AYŞE NAZLI’YI HAFTASONLARI GÖRÜYOR ÇOK DEĞERLİ BİR ŞEY BU!
Reha Muhtar nasıl bir baba?
– Ayşe Nazlı İngiltere’ye gitmeden önce haftasonları sürekli babasına gidiyordu.
Hep mi öyleydi?
– Evet. Yıllarca hep öyle devam etti. Hatta bu sömestrde İngiltere’ye gitti Reha çocukları alıp. Ayşe Nazlı’ya da uğradılar. Hep beraber kaldılar. Onların ilişkisi aynen devam ediyor. Müthiş bir şey. Düşünsene, ilişkimiz bittiğinde Ayşe Nazlı sanıyorum üç yaşındaydı. Demek ki 15 senedir bu şekilde devam ediyor. Çok değerli bir şey.
YUKARI KATA ÇIKARKEN PEŞİMDEN 12 KEDİ GELİYOR
60’lar nasıl yaşlar? Hayatındaki öncelikler neler?
– Sağlığım, kızım, kızımın sağlığı… Sonra kedilerimin sağlığı.
Kaç kedi var evde?
– 12!
Neee? Şaka bu!
– Yok hayır. Hepsi de evin içinde.
Ev kedi kokmuyor mu?
– Kokmuyor valla. Temizlikleri sürekli yapılırsa, kumları belirli aralıklarla değiştirilirse sorun yok. Tek problemimiz tüy meselesi. Çünkü altısı İran kedisi. Diğer altısı da sokak kedisi.
12’si de tepende o zaman…
– Aaa görsen, ben mesela alt kattan yukarı çıkıyorum, arkamdan sürü geliyor.
Bir tanesi zor, 12’siyle nasıl başa çıkıyorsun?
– Bir taneydi, sonra “Ben buna bir arkadaş bulayım!” dedim, bir tane daha aldım. Sonra “Ya ben bu kediyi doğurtmadım. Nasıl bir duygu acaba?” dedim. Kızı çiftleştirdim, altı tane yavru yaptı. Kıyamadım tabii, veremedim. Oldu sekiz. Sonra sokakta bulduk, yolda bulduk. En sonuncusunu TEM otoyolunda bulduk, üç haftalık bebekti. Orada nasıl bırakırsın? Bırakamadım.
BİR TÜRLÜ BECEREMEDİM BU İLİŞKİ İŞİNİ
Senin gibi bütün Türkiye’ye mal olmuş bir kadın ne tür sorunlar yaşıyor erkeklerle ilişkide? Seni taşımak gibi dertleri, kompleksleri oluyor mu?
– Öyle şeyler de yaşadım. Türkiye’de erkek, kadını kendi malı gibi görüyor, çok sahipleniyor. Kadın da erkeği öyle görüyor. Göz önünde, sahne yapan biri olduğun zaman da ufak ufak karışmalar başlıyor.
Kıskançlık yani?
– Yani… Onlar da oluyor. Belki de sorun bende. Ben bir türlü beceremedim bu ilişki işini.
KLİPTEKİ MAYOLU GÖRÜNTÜLER
15 yaşında ‘Dünya Dönüyor’ ile hayatımıza felsefeyle girmiştin, şimdi 45 sene sonra yine felsefe yapıyorsun. ‘Tik Tak’ müzik kariyerinde unutulmaz bir şarkı olur mu?
– Öyle olmasını temenni ediyoruz. Şehrazat ve Nihat’la (Odabaşı) zaten buna inandığımız için bu kadar uğraştık. Klip de çok güzel oldu. Ama single dijitalde sadece. Türkiye koşullardan ötürü… Zaten pek çok şarkı artık böyle.
Klibindeki mayolu dans sahneleri müthiş! Gittikçe muhafazakârlaşan bir Türkiye’de “Ya yapmayayım, gereği yok!” demedin mi?
– Valla hiçbir sakınca görmedim. Ben bir devre, yönetime ya da Türkiye’nin muhafazakârlık derecesine göre giyinen biri değilim ki. Sakil hiçbir şey yok. Abartılı ya da erotik bir şey de yok. Eeee? Benim açımdan sorun yok yani.
Sıkı bir Atatürkçü ve cumhuriyetçisin. Bir Cumhuriyet kadınısın. Ama bunun sloganlaşmasından ve kullanılmasından yana değilsin. Bu ne demek?
– Her yerde, “Cumhuriyet kadınıyım!” dememe gerek yok, çünkü Türkiye cumhuriyetle idare ediliyor. Bu bir gerçek. Atatürk de bir gerçek. Bizim en büyük gerçeğimiz. Türkiye cumhuriyeti de Atatürk olduğu için var. Dolayısıyla ben zaten bunun dışında bir şey düşünmediğim için tutup da sloganlaştırıp bunun propagandasının yapılmasını fuzuli buluyorum. Sosyal medyama bakanlar zaten takındığım tavrı görür.