Hazal Yılmaz, benim favori yazarlarımdan. Benden çok daha genç ama çok şey öğreniyorum ondan. Değişik perspektifler ve bakış açıları getiriyor hayatıma. Londra-İstanbul hattında yaşıyor. Sürekli kendini geliştiriyor. İkinci kitabı ‘Görülmemiş Mektuplar’ çıktı. Hemen yakaladım, sordum tabii. Okuyunuz, okutunuz… Emeğine sağlık Hazal’cım, bomba kitap olmuş…
Tebrikler! Yeni kitabın “Görülmemiş Mektuplar” çıktı… Heyecan var mı heyecan?
-Ayşeee… Heyecan çok… Hayranı olduğum, kütüphanemde sıra sıra dizili kitapların sahibi pek çok yazar der ki, “İkinci kitap, ‘Ne iş yapıyorsun?’ diye sorduklarında, ‘Yazarım’ diyebileceğin uzun yolun başı! Başarılı da olsan, başarısız da zaman zaman artık yazacaksın! O yüzden heyecan da, endişe de, umut da, “Acaba kendi kendime yazdıklarım birilerinin evine, odasına, kanepesine gidecek, onları kendi içlerindekilerle çarpıştıracak, konuşturacak mı?” merakı da var…
BEYOĞLU’NDAN LONDRA’YA, ENDİŞELERDEN, UMUTLARA, KÖKLERİMİZDEN, ÖZGÜRLÜKLERİMİZE…
Yine bir çırpıda okumaya uygun, insanı düşündüren ama bir o kadar da alıp götüren nefis bir kitap… Beyoğlu’ndan Londra’ya, endişelerden, umutlara, köklerimizden, özgürlüklerimize uzayan hayatın anlatıları… Adı neden “Görülmemiş Mektuplar”?
-1980’lerde babası, annesi, dayısı, dedesi, kardeşi, arkadaşı cezaevinde olanlar bilir. Postadan gelen her mektubun, zarfın değil ama mektubun kendisinin üzerinde “Görüldü” damgası olurdu. Bu, yazılanların, gardiyanlar tarafından okunduğu, onaylandığı, içinde sakıncalı bir metin olmadığı için gönderilen kişiye ulaşabildiği anlamına gelirdi. Yani pek çok ülkede okunması, başkası tarafından açılması suç sayılan mektup, 1980’ler Türkiye’sinde devlet onayından geçmek durumundaydı… Benim hikayem cezaevinde 10,5 yıl geçiren babamdan gelen “Görüldü” damgalı mektuplarla, onu, dünyayı, yaşamı tanımamla başlıyor. Neredeyse 40 yıl sonra özgür olmak, kadın olmak, göçmen olmak, birey olmak için her gün verdiğimiz mücadeleler içinde devam ediyor. Susarsak bunları kimse görmüyor. O yüzden yazıyorum. Görülmeleri için.
YAZANDAN VE OKUYANDAN BAŞKA HİÇ KİMSENİN GÖRMEDİĞİ MEKTUP, MAHREMİYETİYLE BİZİ, ÖNCE KENDİMİZE SONRA DA BAŞKALARINA YAKINLAŞTIRIYOR…
Senin için “mektup” ne ifade ediyor?
-Çocukluğum annem ve babamın, babam ve benim mektuplaşmalarıyla, mektubun iki kişi arasındaki en samimi iletişim yöntemi olduğunu düşünerek başladı. Günlükten farklı olarak, birine, kendimden haber vermenin, onunla bağ kurmanın biçimiydi. Sonraki yıllarda, romanlarını, denemelerini hayranlıkla okuduğum yazarların; Steinbeck’in, Zweig’ın, Vonnegut’un, Kafka’nın, Orwell’in, Simone de Beauvoir’ın Sartre’a, Albert Camus’nün Maria Casares’e yazdığı mektuplarını keşfettim. El yazılarına, kalemin kağıt üzerindeki akışına aşık oldum. Bu hiç tanımadığım, romanlarında karakterleriyle beni dünyalarına çeken ustaların arkadaşı oldum. Ya da öyle olduğunu düşündüm. Yazandan ve okuyandan başka hiç kimsenin görmediği mektup, mahremiyetiyle, bizi, önce kendimize sonra da başkalarına yakınlaştırıyor. Zamanın içinde kopup giden, unutulan, önemsenmeyen anların aslında vaktin akışını ne kadar değiştirdiğini anımsatıyor. Mektup, bir form olarak, tükettiğimiz, tükendiğimiz dünyada, bizi içimizde gizlediklerimizle önce yüzleştiriyor, sonra barıştırıyor.
748 YIL CEZAYLA DÜNYADA EN UZUN SÜRELİ HAPİS CEZASINA ÇARPTIRILAN GAZETECİYDİ BABAM VELİ YILMAZ
748 yıl cezayla dünyada en uzun süreli hapis cezasına çarptırılan gazeteciydi baban Veli Yılmaz… Hayatının 43 yılının 11 yılını, düşünce suçundan cezaevinde geçirdi. Çıktıktan iki sene sonra da senin yanında vefat etti. Yıllarca, babanla, mektup üzerinden iletişim kurmak sende nasıl bir duygu yarattı?
-Şanslı hissettim. Garip bir cümle kurmuş olabilirim ama mektup onun hayatta ve umutlu olduğunun göstergesiydi. Bir gün, mektupların izlediği karayolunu takip ederek hiç görmediği, benim ona her eşyasını teker teker anlattığım eve varacağının… Kendi evlerinde baba, abi, kardeş, sevgili, koca, oğul zulmü, şiddeti yaşayan kadınlarla dolu bir dünyada, bana her şeye rağmen umudu anlatan mektuplar yazan bir babamın olmasından daha büyük bir şans olabilir mi?
MEKTUP İKİMİZİN ARASINDAKİ SIRLARDI. SÖZ GİBİ UÇUCU DA DEĞİLDİ. KANITTI. MEKTUP, HEM YAŞADIĞIMIZ HER ANI YAKALAMAK HEM DE BÜYÜK BİR GÜVEN DEMEKTİ
Sen, babana mektuplarında neler anlatırdın?
-Her şeyi. Mahallede sevdiğim köpekleri, annemden gizli yaptığım yaramazlıkları, okuduğum kitapları, o kitaplarda altını çizdiğim satırları, sınıf arkadaşlarımı, yaptığım haksızlıkları, bana yapıldığına inandığım haksızlıkları, öğle yemeğinde yediklerimi. Mektup, ikimizin arasındaki sırlardı. Söz gibi uçucu da değildi. Kanıttı. Mektup, hem yaşadığımız her anı yakalamak hem de büyük bir güven demekti. Mektubun her sorunu çözeceğine de inanırdım. Birini üzgün gördüğümde ya da yandaki evden bağırışlar duyduğumda küçük notlar bırakırdım onlara. Mektup benim için umut demekti. Yaşadığımız, mahkum olduğumuza inandığımız gerçekliği değiştirebilme yetisiydi.
ŞAKA DEĞİL… BİR ÜLKEDEN AYRILMADAN, GİDECEĞİM ÜLKEDEKİ KENDİME BİLE MEKTUP YOLLADIM!
Yıllar içinde kimlere ne mektuplar yazdın?
İlk aşkıma yazdım. Sayfalarca. Kendimi, aşkı, kırgınlıkları anlamak için. Arkadaşlarım hep uzaktaydı. Çok ülke, çok şehir değiştirince uzaklarda yakınlıklar bırakıyorsun. Uzaklıkları yakınlaştırmanın en güzel yoluydu mektup. Kendime yazdım. Şaka değil. Bir ülkeden ayrılmadan, gideceğim ülkedeki kendime mektup yolladım.
MEKTUP, YASAKSIZLIK, YALANSIZLIK DEMEK!
Mektup neden yasaksızlık, yalansızlık… Neden yaşadığımızın delili?
-Mektup yazmak bir süreç. Bir kere artık tuşlara basmaktan tembelleşmiş parmaklarımız var. El yazısıyla bir sayfayı bitirmek, aklındakileri kağıda bile kopyalıyor olsan, 45-50 dakika… Ama öyle olmuyor işte. İnsan o süreçte kendi içinde çok şeyle kapışıyor, hesaplaşıyor. İlk cümlede kızgınlıkla başladıkların bazen şefkate, bazen özleme dönüşebiliyor…
“GÖRÜLMEMİŞ MEKTUPLAR” BENDEN ÇIKTI, ŞİMDİ POSTADA… OKUMAK İSTEYEN HERKESE…
Bu kitapla, mektup üzerinden neyi anlatmak istedin? İçindeki yazılar, o minik öyküler de bize yazılmış mektuplar mı?
-Evet. “Görülmemiş Mektuplar” benden çıktı, şimdi herkese, postada… Okumak isteyen herkese… Bir kahvede otururken telefona bakıp, önünden geçen hayatları kaçıranlara… Karşısına bakarak yürürken üst kattaki pencerede yaşananları görmeyenlere… Tesadüfen karşılaşılan insanlarla değişen hayatlara… Yan daireden gelen bağrışmalara sessiz, tepkisiz kalanlara… Evini arayanlara… Kadın olduğu için özür dileyenlere… Köklerini arayanlara… Vazgeçmeyenlere… Her gün umutlanacak bir şey bulanlara… Lanetin ve rüyanın ortasında kalanlara… Her gün, her şeye rağmen yaşamayı seçenlere…
Yazmak senin için ne ifade ediyor?
-Yazmak benim için görmek, algılamak, haykırmak, mücadele etmek, barışmak… Kadınlığımla ama bir o kadar da insanlıkla…
Hayatını yazar olarak mı sürdürmek istiyorsun? 6-9 bir yere girip çalışmak sana uyar mı?
-Sabah 7’de uyanıyorum. Gece 1’den önce gözlerimi kapamam çok. Böyle düşünecek olursak 7-1 çalışıyorum!
GELECEĞİNİ YENİDEN İNŞA EDENLERİN “SÜRÜSÜ”NE DAHİL OLMAYA İTİRAZ ETMEM BAK!
Sizin kuşakta şöyle bir şey gözlemliyorum: Bir kısmı müthiş eğitimli, birikimli… Fakat bireysel üretimlerden yanalar… Sen “sürü”ye katılmayı karşı mısın?
-Ben “sürü”nün, bireyi kendinden uzaklaştıran, ona susmayı, itaat etmeyi, kabul etmeyi öğreten kısmına karşıyım. Yoksa mesela ben veganım. Giderek sayıları daha da artan bir topluluğun parçasıyım. Kadınım. Haksızlıklar karşısında isyan eden bir kitlenin içindeyim. İnsanım. Ve insanın şu anda, her zamankinden daha çok, dünyaya yaptıklarının bedelinin farkında olduğuna inanıyorum. Belki böyle bir “sürü” olabiliriz. Geleceğini yeniden inşa edenlerin sürüsü. Bak, o sürüye dahil olmaya itiraz etmem!