Henkel, bir kampanya sürdürüyor, çok hoşuma gitti, kadınlara hayatı ertelememelerini öneriyor. Hayatlarını renklendirmelerini söylüyor: Ya anneni düşünüyorsun, ya babanı düşünüyorsun, ya kocanı düşünüyorsun, ya çocuğunu düşünüyorsun…
Peki sen neredesin?
Kendin için ne yapıyorsun?
Hayatında ne kadar renk var?
Kendine ne kadar vakti ayırıyorsun? Gerçekten de öyledir, bir dip boyası için bile vakti yoktur…
Türkiye’nin gerçeği budur, kadınlar kendilerini ihmal eder.
İşte Henkel’in Pallette saç boyası da buna karşı bir kampanya oluşturmuş.
Ceyda Düvenci de kampanyanın yüzü. Benim de “Yarım Kalan Hayatlar”ımın 8’incisi bu kampanyayla kesişti.
Yer yok, oradan gelen paranın nereye gideceğini daha sonra yazacağım. Türk Henkel Kozmetik Genel Müdürü Hasan Alemdar ve Ceyda Düvenci’yle bir araya geldik, eğlenceli bir sohbet gerçekleştirdik.
Buyrun buradan okuyun.
ENGİN, EVLENDİĞİMİZDE SANA UĞURLU GELECEĞİM DEDİ, GELDİ…
Ceyda, evlilik nasıl gidiyor?
– Süper. Engin, biz evlendiğimizde “Ben sana çok uğurlu geleceğim! İlk önce diş reklamı çekeceksin, sonra saç” demişti. Valla şaka gibi, bu konuşmanın üzerine gerçekten de önce diş macunu teklif geldi, sonra da Pallette. Sana bir şey itiraf edeyim mi benim annem de bu boyayı kullanıyor. Biliyorsun görme özürlü. Boyaması kolay, pratik, sonuç iyi. Artık ben de kullanıyorum. Üstelik fiyatı da uygun. Ben bir de kafayı sosyal sorumluluk projeleriyle yemiştim, baktım onlarla da çok ilgili, “Tamam” dedim ,“Ballı börek!”
Ne kadar oldu Engin’le evleneli?
– İkinci sene bitti.
Fotoğraflarda ışıl ışıl duruyorsunuz…
– Çok teşekkürler, öyleyiz valla…
Sormuyorlar mı, “Ne zaman çocuk yapacaksınız?” diye?
– Bir tane kaybımız oldu biliyorsun. Ben de “Her şeyin bir sebebi, bir zamanı vardır” diyorum, acele etmiyorum. Ama tabii ki, “Korunuyor musun, yoksa kısır mısın?!” tonunda sorular geliyor. Fakat “Aaa, sen alkolik değilmişsin!” de diyorlar. Yapacak bir şey yok, insanlar merak ediyor.
Senin hakkında bilmediğimiz bir şey söyle…
– Çekingen bir tipim. Yabancı ortamlarda yabanileşiyorum. Tanımadığım insanlarla göz göze gelemiyorum, konuşacak bir şey bulamıyorum.
Sen kendin için neler yapıyorsun?
– 27’den sonra hayatı sadece kendim için yaşamayı öğrendim.
Ne oldu ki 27 yaşında?
– Bir an geldi, insanlar için gereksiz vakit harcadığımı, istemediğim ortamlarda bulunduğumu, başkaları için yaşadığımı ve değmediğini anladım. Sahte gülücüklerden sıkılmıştım.
Eski sevgilinle karşılaşıyor musun?
– Yok hayır. Karşılaşsak da, merhabalaşmayız diye düşünüyorum.
Neden? Bunca yıldan sonra düşman mı olunuyor?
– Yoo düşman olmam, bunu yanlış da bulurum. Eski fotoğrafları filan yırtarlar ya. Ama tabii selamın karşıdan gelmesini beklerim. O zaman, sonsuz selam veririm. Ama bu aydınlanma süreci onunla alakalı değildi. 30’a yaklaşmak bir kadın için önemli, en azından benim için öyle oldu. Üç sene NLP’ler, psikologlar, kitaplar, gelmeler- gitmeler bana bir şeyler oldu. Ve 30 yaşında bir sürü arkadaşım bıçak gibi kesildi. Sayıları azaldı ama netleşti. Daha izole, huzurlu ve sakin oldum. Zamanın akışını kontrolümde tutabildiğim, planlarımı gerçekten istediğim şeylere göre düzenleyebildiğim ve iyi olursam her şeyin çok iyi olduğu, çok iyi bildiğim bir hayat başladı benim için. Bu yüzden güzel bir evlilik yaptığımı düşünüyorum. Ne zaman kendime döndüm, ne olduğumu buldum, kendimi sevip pamuklara sarıp okşadım, o zaman aşk karşıma çıktı. Önce senin kendini pamuklara sarman gerekiyor, başkası yapabilir ama o gidebilir, ona güvenmemek lazım. Şimdi kendim için bir sürü şey yapıyorum, haftada 3 kere spora gidiyorum. Kaslarımı filan hissediyorum. Gücümü hatırladım. Bahçemle uğraşıyorum, domates ekiyorum, bütün gün çiçeklerimle konuşuyorum. Her gün yarım saat güneşin altında hiçbir şey yapmadan duruyorum. Kalın bir defter aldım, kendimce önemli bulduğum minik şeyler yazıyorum…
Son soru, seni kadınlar çok seviyor…
– Evet ya, evde benim konuşulmam yasak değil! Bu da hoşuma gidiyor. Beni zararsız görüyorlar. “Kocama sarılabilirsin” diyorlar fotoğraf çektirirken, “Seni kıskanmıyorum…”
Öyküm zeytinle başladı zeytinle de bitecek
Ayvalık’ta doğan bir çocuk, ne kadar şanslıdır?
– Çok. Bir kere ben, okula hep yürüyerek gittim. Ama gel gör ki, Koç’ta okuyan kızım için okul dediğin, servise binip, bir buçuk saatlik yolculuktan sonra ulaşılan yer.
Ne kadar özgür, ne kadar bağımsızdınız?
– Doğayla haşır neşirdim. Ayvalık’ın bir tarafı çam ormanı, bir tarafı zeytinlik. Kültür olarak da ileri bir yer. Açık fikirli. Kökeni Avrupa’nın doğusundan gelen insanlar tarafından oluştuğu için belki, rahat…
Nasıl bir aile sizinki?
– Giritli. Mübadil, ‘24’te gelmişler. Çok çileli bir süreç. Her iki büyükanne ve dede de Türkiye’ye geldiklerinde Türkçe bilmiyor. Küçükken benimle sürekli Rumca konuşurlardı. Ayvalık’ta büyük bir evde geçti çocukluğum. Eskiden bir İtalyan okuluymuş, çok keyifliydi orada yaşamak. Zeytin ağacı, benim için her şey demekti. Çok severim. Saatlerce zeytin üzerine felsefe yapabilirim. Zaten her iki dedem de, birbirinden bağımsız zeytin ağacı almış, zeytin işine girmiş.
Peki ne oldu o zeytin ağaçlarına?
– Babamın vefatından sonra bana kaldı.
Kaç ağacınız var?
– 3 bin 500. Ben de hobi olarak ilgileniyorum, yaptığım şeye de ‘zeytin tarımı’ diyorum. O eski evi restore ettim, her fırsatta Ayvalık’a kaçıyorum. Zeytini öldüren tek şey soğuk, eksi 10 derecenin altına düşünce sizlere ömür. Onun dışında ölümsüz, Kudüs’e gittiğinizde de görürsünüz. İsa’nın yürüdüğü yollarda var olan zeytin ağaçları hâlâ duruyor. Yani aslında, zeytin Ayvalık’ın yerlisi, insanlar gelip geçici…
İnsanlar büyük şehirlerde yorulduktan sonra oraya gidiyor, sizin hikayeniz tam tersi, sizin başlangıç noktanız…
– Evet. İlkokuldan sonra Ayvalık’ta gidebileceğim okul olmadığı için İzmir’de yatılı okudum. Sonra bir İngiltere dönemim var. Önce kamu yönetimi okudum, sonra baktım ki kamu, bürokrasi gibi şeyler bana uygun değil, gittim Birmingham’da işletme okudum. 18 yıldır da Henkel’deyim. Bütün hayatım, birtakım hedefler koyup, o hedefleri başarmaya çalışmak, ondan aldığım tatminle bir sonraki hedef için yeniden başlamakla geçti. Şikayetçi miyim? Hayır. Benim motivasyonum başarı oldu. Ama, bir gün her şeyi bırakıp tekrar Ayvalık’a döndüğümde zeytin işini biraz geliştirmeye uğraşırım. Hırs-mırs da yapmayacağım!
ERKEKLER, TATLISES’E BENZEMEKTEN KORKUYOR
Sizin yaptığınız iş saç boyası satmak mı?
– Hayır, ben kadınlara güzellik ve kendilerini iyi hissetme duygusu satıyorum.
Siz kadınların saçındaki değişikliği fark eden erkeklerden misiniz?
– Hemen. Toplantıda bazen ekibimdeki kadınlara, “Bir ton koyu renge boyatmışsın saçını, iyi olmuş!” derim. Ama bu benim işim, tabii ki fark edeceğim. Kadınların dip boyası gelince de fark ediyorum.
Ya erkekler için saç boyası…
– Türkiye’de ilk erkek saç boyasını da biz çıkardık.
İbrahim Tatlıses’e bundan söz etseydiniz….
– Türkiye’de erkek saç boyası yoktu, hatta bu konuda bir sürü çalışma yaptık, erkekler saçlarını boyatmaya çekiniyorlardı, “Neden?” diye sorduk, “İbrahim Tatlıses’e benzemekten korkuyoruz” dediler. Erkeklerin saçı kısa olduğu için boya yapay duruyor ama bizimkini deneyebilirler, daha doğal görünüyor.
Karınız sizin ürünlerinizi kullanmazsa aile içi sorun olur mu?
– Olmaz mı, tabii olur!
Bir daha Adana’ya geldiğinizde mutlaka bekleriz
Bu son kampanyayı bir anlatsanıza…
– Palette, 2003’te piyasaya çıkardığımız bir saç boyası. Şu anda pazarda lider. Kullanımı çok kolay. Kendi kendine yapıyor ve çıkıyorsun. Paketi albenili. Fiyatı gayet düzgün. Ben markaların bir ruhu olduğuna inanırım. Bu markada da bir şeytan tüyü var. Hangi ülkeye girse çok başarılı oluyor. Bizde de çok tuttu. Fakat evde saç boyama konusunda bilgisizlik hakimdi. Yanlış boyuyor ve uyguluyorlar. Biz de firma olarak, “Anadolu kadınlarına gidelim, bu işin püf noktalarını gösterelim, onlar da kendilerini iyi hissetsin” dedik. 2008’de Konya ve Gaziantep gibi 4 şehirde toplam bin kadına 8 kişilik gruplar halinde, boyayı ve birtakım güzellik ipuçlarını anlattık. 2009’da 8 şehirde 2 bin kadına daha ulaştık. Bu sene 5 bin kadına çıktık. İstanbul’u da kattık. Anadolu inanılmaz. Böyle misafirpervelik yok. “Otelde kalmayın, gelin bizde kalın” ya da “Bir daha Adana’ya geldiğinizde mutlaka bekleriz” diyorlar. Fakat biz ürün mürün satmıyoruz, gidiyoruz, boyayı nasıl kullanacaklarını anlatıyoruz, o kadar.
O evleri nasıl seçiyorsunuz?
– Kendileri arıyor. Akrabalarını, dostlarını topluyorlar. Resmen kadınlar gününe konuk oluyoruz. İş o kadar tutunca dedik ki: “Ceyda Düvenci bu markanın yüzü olsun!”