İskoç asıllı İngiliz ama bizim kadar Türk

PAUL Dwyer.
İskoç asıllı bir İngiliz.
Ama sanki Türk.
Bir içli içli türkü söyleyişi var, inanamazsınız.
Müzikolog ve sıkı gitarist.
Eşi Türk, iki çocuğu var, şahane Türkçe konuşuyor ve 30 yıldır Türkiye’de yaşıyor.
Ben şahsen bayılıyorum.
Sesine, yorumuna, müzik bilgisine, bizim müziğimize değer verişine, karış karış bu ülkeyi gezişine…
Marşlarımızı da en milliyetçi Atatürkçü gibi söylemiyor mu, gözlerim doluyor.
Oğlu Eren Joe ile birlikte söylediği ‘Çanakkale İçinde Vurdular Beni’ herkesi derinden yakaladı.
Siz bugüne kadar yakalanmadıysanız Youtube kanalı orada, buyrun tanışın…

-Oğlunuzla birlikte hepimizi mest eden türküler, marşlar, bize ait ezgiler söylüyorsunuz. Tamam, 30 senedir burada yaşıyorsunuz… Ama yine de İskoç asıllı bir İngilizsiniz. Nasıl bu kadar hissederek söyleyebiliyorsunuz? Bizim bile unuttuğumuz o türkülerin duygusunu kalbinizde nasıl bu kadar iyi hissediyorsunuz? Daha önceki hayatınızda Türk müydünüz?

– (Gülüyor) Bence öyle… Evet, sadece 30 senedir buradayım fakat köklerim Keltlere dayanıyor. Bildiğiniz gibi Keltler bu topraklarda binlerce sene önce yaşamışlar. Bence bu toprakların duygusu genlerime geçmiş! Dünyada pek çok yer gördüm. Ama sadece Türkiye’de kendimi bu kadar evimde hissettim. “Müzik ve Yol” programını yaparken 75 il gördüm. Ve yüzlerce ozanla ve âşıkla tanıştım; Anadolu’nun müziklerini, hikâyelerini tamamen yerinde yaşayarak keşfettim. Bir de duygusal bir adamım, o güzelim şarkılar beni de duygulandırıyor…

-Harikaaaa…
– Ve tabii 30 senedir bir Türk ailenin içinde olmanın gururunu yaşıyorum. Ben hayatımın yarısından çoğunu burada geçirdim. Kısacası burada büyüdüm.

-Bu ülkeyi ve bu insanları bu kadar çok mu seviyorsunuz?
– Aslında bir Türk gibi seviyorum. Yani sizin gibi. Bazen sinir oluyorum, ama asla vazgeçemiyorum. Ben eleştirebilirim ama biri Türkiye aleyhine konuşursa deliriyorum. Bazen yoruluyorum, kaçıp gitmek istiyorum ama bir yerlere gidince de inanılmaz bir özlem duyuyorum. Öyle bir şey işte…

-30 yıl önce sizi buraya hangi rüzgâr attı? Yolunuz buralara nasıl düştü? Hikâyesi ne?
– Andy ile beraber üniversite günlerimizde biraz para kazanmak için sokak müziği yapıyorduk. Müziğimizi beğenen bir acenta sahibi bir gün kartını şapkamızın içine attı. Böylelikle dünyanın farklı ülkelerindeki beş yıldızlı bir otel zincirinde müzik yapmaya başladık. 1988 senesinde bu rüzgâr bizi İstanbul’a attı. İstanbul hakkında hiçbir fikrimiz yoktu. 3 aylığına geldik. Geliş o geliş…

-Doğru, sizi ilk öyle tanıdık. Andy Clayburn ile birlikte şarkı söylüyordunuz. Ondan sonra o güzel televizyon programını yaptınız, karış karış Türkiye’yi gezdiniz. Ve yıllardır bizimlesiniz… Bizim müziğimiz hangi özellikleriyle ilginizi çekti?
– Aslında “Müzik ve Yol” programının çekimlerine başladığımızda 13 bölüm için anlaşmıştık. Gezip gördükçe ne kadar zengin ve derin bir kültürün ve müzik mozaiğinin içinde olduğumuzu daha iyi anladık. 120 bölüm yaptık. Ve hâlâ bir 120 daha çıkar diye düşünüyorum. Müthiş bir tecrübe edindim. Çok mutluyum ve çok şanslıyım. Nasıl diyorsunuz siz, Allahıma şükürler olsun…

-Peki, Türkçeyi bu kadar iyi nasıl öğrendiniz?
– İlk geldiğim sene çok karışık geldi. Kalacağımı düşünmediğim için de öğrenmek istemedim. Andy ile bir iki ders aldık, sonra uğraşmak istemedik. Ama eşimle tanışınca derse merse ihtiyaç kalmadı! Severek, gezerek, konuşarak öğrendim, hâlâ da öğreniyorum…

BİZİM TÜRKÜLERİMİZİ KALBİNDE HİSSEDEN ADAM

-Çalamadığınız müzik aleti yok mu?
– Olmaz olur mu? Mesela keman… Onu da oğluma bıraktım!

-Bağlama çalmayı nasıl öğrendiniz?
– İlhamımı Zülfü Abi’den aldım. 90’larda beraber çalışmaya başlamıştık. Stüdyo çalışmalarımız sırasında Zülfü Livaneli kısa saplı bağlama çalardı. O kadar hoşuma gitti ki ben de özendim. Zülfü Abi’nin tavsiyesiyle Ragıp Akdeniz’e gidip kendimize de yaptırdık. Ve büyük üstad Ümit Yılmaz’dan 6 aylık bir eğitim aldım. Ama daha çoook çalışmam lazım.

-Peki bu “normal” bir şey mi? Bir İskoç’un Türkiye’de kusursuz bir şekilde Türk şarkılarını söylemesi…
– Sizce?

-Bence değil… Siz gerçekten muhteşemsiniz! Bazen Youtube kanalınızı açıyorum, tek tek her şeyi dinliyorum ve çoğunda gözüm doluyor, ruhuma inanılmaz iyi geliyorsunuz!
– (Gülüyor) İçim eriyor bunları duyunca! Arkasında çok fazla emeğin ve birikimin olduğu bir yolculuk. Dile kolay 30 sene! Ama böyle şeyler duyduğumda diyorum ki her şeye değmiş!

ÜLKESİNİ BU KADAR KOŞULSUZCA SEVEN BAŞKA BİR LİDER TANIMADIM

-Atatürk sevginiz nereden?
– Eşim ve eşimin ailesindeki Atatürk sevgisini görüp araştırmaya ve okumaya başladım. Okudukça saygım daha da arttı. 10 Kasım, 29 Ekim, 19 Mayıs gibi özel günlerde milyonlarca insanın sevgisine ve saygısına şahit olmak beni gerçekten çok etkiledi.

-Siz neden Atatürk’e hayransınız?
– Sadece Türkiye’nin değil, dünyanın önde gelen liderlerinden biri çünkü. Öldüğü zaman Churchill şöyle demiş: “Böyle bir lider dünyaya sadece 100 yılda bir gelir. Bu şans bu yüzyılda Türklere nasip oldu!” Ülkesini koşulsuzca bu kadar seven başka bir lider aklıma gelmiyor.

-Türklere dair en sevdiğiniz şey?
– Geniş aile kavramı, samimiyet, dostluk. Ve o çoook geniş Türk mutfağı. Daha bir sürü şey var. Hangi birini sayayım?

-Sevmediğiniz şey?
– (Gülüyor) O da epey var! Hangi birini sayayım…

GÖRÜR GÖRMEZ ‘İŞTE BU EVLENECEĞİM KIZ!’ DEDİM

-Eşinizle nasıl tanıştınız?
– 88’de çalıştığım otelde tanıştım. Onu ilk gördüğümde Andy’ye “İşte ben bu kızla evleneceğim!” dedim. İlk görüşte aşk yani! Eşim 21 yaşındaydı, ben 24 yaşındaydım. O gün bugündür ayrılmadık.

-Bir Türk kadınına âşık olmanın en şahane tarafı ne?
– Evlendikten sonra eşimin aile kavramına bağlılığı ve bana olan büyük desteği ona daha da çok bağlanmama sebep oldu. Erkeğin yanında durdular mı tam duruyorlar yani…

-Ne yaparsanız sizi perişan eder bir Türk kadını?
– Ne yaparsan yap, ama eve ayakkabı ile girip mutfakta ellerini yıkama!

-Güzelmiş bu! İnsanın çocuğuyla birlikte müzik yapması nasıl bir şey?
– Oooooooo! Müthiş bir duygu. Oğlumun sahnede olgunlaştığını görmek beni çok gururlandırıyor. Evde başka, sahnede başka. Sahneye doğuştan hâkim sanki. Beraber çok eğleniyoruz ve tabii daha da yakınlaşıyoruz. Çok mutluyum. Oğlumla da kızımla da çok gurur duyuyorum.

-Çocuklar nerede eğitim alıyor?
– İkisi de Türkiye’de okuyor. Kızım Selina endüstri mühendisliği okuyor. Eren Joseph ise yedinci sınıfta.

-Nasıl bir trafiğiniz var, İngiltere’ye ne kadar sıklıkta gidip geliyorsunuz?
– Orada hâlâ ailem var. Mümkün olduğu kadar onlarla da vakit geçirmeye çalışıyorum. Onlar da geliyorlar. Ayrıca yurtdışı iş bağlantılarım var, o yüzden de sık sık gidiyorum. Ama evim hep Türkiye.

ONUNLA DÜET YAPMAK İSTER MİSİNİZ?

-Şu aralar hangi projelerle meşgulsünüz?
– İki senedir ‘pauldwyermusic’ Youtube kanalımıza yoğunlaşmış durumdayız. Hem kendi şirketim SMP hem de dost şirketimiz Elapro’nun ortak çalışmasıyla her hafta yeni bir şarkı-klip sunmaya gayret ediyoruz. Bunun yanında “Pauldwyer ile Sahnedeyiz” projemizi devam ettiriyoruz.

-Neydi o proje?
– Hem Instagram, hem de Youtube kanalımızda yetenekli gençlerimize destek olmayı amaç edinen bir platform. İsteyen herkes yaptığı bir performans videosunu “pauldwyer ile sahnedeyiz” hashtag’iyle bizimle paylaşıyor. Ekibimizle değerlendirip seçtiğimiz arkadaşlar benimle beraber bir düet ve video klip yapma imkânı buluyor. Bu sayede şu ana kadar pek çok yetenekli müzisyenle tanıştım. Eren Joseph ile kasımda üç Almanya konserimiz var. Eren Joe çok heyecanlı. Benim için de değişik bir tecrübe olacak…

Yorum Bırak