İyilik için Kolları sıvama zamanı

Bugün 22 Nisan Dünya Günü🍃🌱🍃🌸
.
Küresel ısınma ve çevre kirliliğine dikkat çekmek için 22 Nisan’da birçok önemli karar alındı. İklim değişikliği konusunda atılan somut adım olan Paris İklim Anlaşması da 22 Nisan 2016’da imzalandı💫
.
22 Nisan Dünya Günü’nü, çevreye daha az zarar vererek ve daha az tüketerek kutlamamız gerekiyor🙏
.
Paki gerçekten dünyayı yaşadığımız gezegeni önemsiyor muyuz????
.
İlkim değişikliği konusunda ne kadar duyarlıyız???
Çevre kirliliğini ne kadar dert ediyoruz???
Bu kadar önemli bir günde konuya biraz çocuklarımız özelinde bakmak istiyorum. OMO’nun uzun yıllardır sürdürdüğü ‘’Kirlenmek Güzeldir’’ kampanyası, bu sene yeni bir boyut aldı ve ‘’İyilik için Kirlenmek Güzeldir’’e dönüştü. Projenin yıllardır sözcülüğünü yapan Dr. Yankı Yazgan’la bir araya geldikkk. Ailelerin bu konu özelinde nasıl kritik bir rol oynadığını konuştuk🙌
.
Çocuklarımız, biz ailelerin tam olarak aynası. Yani çocuk, ailede ne görüyorsa, aynısını kendi hayatında da uyguluyor. OMO’nun yaptığı araştırma bu konuda ailelere düşen görevleri ortaya koyuyor.
Yankı Hoca’la yaptığımız sohbetin en etkileyici kısmı benim için şu oldu:
Çocuklarımız küçük yaşlarda, herkesin yaşadığımız gezegen için iyilik yapmayı önemsediğini zannederken, yaşları büyüdükçe bu inançlarını kaybediyorlar:((((
Bunun sebebi de, aileler olarak biziz!!! Çünkü bizim sorumluluklarımızı yerine getirmediğimizi görüyorlar.
.
Yankı Yazgan’ın en önemli mesajı da yine biz ailelere:
‘’Çocuklarınız üzülmesin diye onları dünya dertlerinden uzak tutmayın!!! Onları gezegenimizi korumak için destekleyin. Teşvik edin. Plastikleri dönüştürmek için toplamak bile, önemli bi adımdır!’

Hocam, siz uzun yıllardır çocuk ve ergen psikolojisi üzerine çalışmalar yapıyorsunuz. Bu konuda duayensiniz. Günümüz çocukları ve ergenleri için neler diyeceksiniz? Bu kuşağa sıkça yakıştırılan özellikler neler?
-Pek çok şey sayabilirim. Ama hız, anında sonuç alma arzusu, beklemeye tahammülsüzlük, sorumluluk almaktan kaçınma gibi davranışlar… Ama yarın ne olacağına ilişkin en ufak bir fikrinizin olmadığı, karamsarlığın ağır bastığı, kendinizi güvende hissetmediğiniz koşullarda böyle hissetmeleri doğal değil mi? Böyle bir ortamda, “kendini kontrol etme” kavramı da değişir. Hatta bazen, “kendini kontrol etme” manasız ve zararlı bir durum olabilir. Yapılan çalışmalar da gösteriyor ki, gelecek hissini ve dolayısıyla umudu yok eden bir sistemde, “hayatta kalma telaşı”, “insanca var olma”nın önüne geçtiğinde, kuyruğu dik tutmak ve başkalarına zarar vermekte bir sakınca görmemek ana yaşam biçimi oluveriyor. Aslında ilginçtir, yeni kuşakların “kendilerini tutma” ve “sabretme” potansiyelleri yapılan testlerde, öncekilerden çok daha yüksek çıkıyor! Ne var ki potansiyellerinin olması, her zaman onu kullanmaya ve hayata geçirmeye yetmiyor. Bizler, gençlere “kendini kontrol etme”yi öğretebilsek bile, bu ve benzerler becerileri devreye sokmaları için başka şeylere de ihtiyaçları var…

Neye mesela…
-Birincisi, çocukların sözlerin tutulduğu, insanların birbirine güvenebildiği bir dünyaya ihtiyacı var! İkincisi, bu kuşağın, geleceğe bakışının; yoksulluk, ayrımcılık ve eşitsizlik kıskacından çıkartılması için büyük çaba gerekiyor. Üçüncüsü, geleceği tehlikeye sokan “iklim krizi” başta olmak üzere, her türlü felaketi dert edinenlerin, dövünüp yerinmek yerine, küçük büyük demeden adım atmaları gerekiyor. Bu kuşak, vaat ve söz ile yetinmiyor. Ne yaptığımızı görmek istiyor!

Greta’nın “iklim aktivisti” olarak ortaya çıkması, birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Greta’nın varlığı, çocuklar arasında “çevre farkındalığı”nı arttırdı mı sizce?
-Kesinlikle! Greta Thunberg, iklim krizinin varlığını bir biçimde yüzümüze çarpan, bu krizin, ‘Kral çıplak’ diyen kişisi olarak tarihteki yerini aldı. Çok da iyi yaptı. Dünyayı ve karar verici noktalarda olanları sarstı. Hiç şüphe yok ki farkındalığı arttırdı. Greta, aynı zamanda otizm spektrum bozukluğunda yer alan bir çocuk. Otizm spektrumunda olmak, her şeyi net biçimde, neredeyse siyah ve beyaz olarak görmeye imkân verir. Bu arada çocuklar, -sadece otizmli olanlar değil, genel olarak bütün çocuklar- uygun şartlar oluştuğunda, çerçevenin dışından bakabilmeyi, çıplak ve acıtıcı gerçeğin tutkuyla peşinden gitmeyi, kimsenin ne diyeceğini düşünmeksizin “pat” diye söylemeyi bilirler.

OMO ile harika bir sosyal proje gerçekleştiriyorsunuz: “İyilik için Kirlenmek Güzeldir. Projede, çocukların çevre bilincini hem artırmak hem de onları harekete geçirmek için çalışmalar var. Çok da kapsamlı bir araştırmaya dayanılarak oluşturulmuş…
-Evet. OMO’nun Türkiye ve Birleşik Krallık’ta, 900 çocuk ve genç ile yaptığı bir araştırma. Bu araştırmaya göre gençler, etraflarındaki yetişkinlerin harekete geçmemelerini konuyu “önemsememe” olarak algılıyor. Bununla birlikte, “uyum sağlayamama” ve “zararlı kalıp yargılarla etiketlenme” korkuları yüzünden gerçek değerlerini, akranlarına ifade edemiyorlar. Bu durumda kimse ses çıkartmayınca, herkes bir diğerinin durumu umursamadığı ve bu konuda yalnız olduğu düşüncesine kapılıyor. Bu olgunun üç ana sonucu var: Ruh sağlıkları etkileniyor. Güven ve güvenlik duyguları zedeleniyor; önemsedikleri meselelere ilişkin harekete geçme eğilimleri düşüyor. Ve son olarak yaşamda bir değişime öncülük etme ve dünyaya sorumluluklarını yerine getirme imkanlarını kaçırıyorlar. Bu değerlere uygun davranış modellerini yetişkinlerden gördükleri yer de ev ve okul…

Araştırmanın en önemli çıkarımı sizce ne?
-Gençleri mağdur olarak değil, değişimin aktif aracıları olarak görmeliyiz. Çocukların inandıkları konularda harekete geçmelerine olanak sağlayacak ve teşvik edecek olanlar da anne-baba ve öğretmenler başta olmak üzere yetişkinler. Yetişkinler, geride durmamalı! Ne var ki ne kendileri harekete geçiyor ne de gençlere, “iklim krizi”nin tehlikeye soktuğu geleceklerine sahiplenme çağrısı yapıyorlar. Bu durumun değişmesi gerekiyor. OMO’nun “Değişim Sensiz Olmaz” sloganı, işte bunun bir yansıması.

Araştırmada beni en çok etkileyen, çocukların küçük yaşta, diğer insanlarında gezegen için iyilik yapmayı önemsediğine inanırken, yaşları büyüdükçe bu inançlarını kaybetmeleri oldu. Bunun temel sebebi ne? Biz büyüklerin duyarsızlığı mı?
-Bir tür realizm, çocuklara özgü idealizmi silmeye başlıyor. Araştırmanın gösterdiği en önemli husus; bu durumun, ortak bir hareket planı, düşünceleri eyleme dökme ve idealleri gerçekleştirme yolları olmamasının getirdiği bir yalnızlıktan kaynaklandığı. OMO’nun “İyilik için Kirlenmek Güzeldir” projesiyle, cevap üretmeye giriştiği sorunsal da bu. Ne yaparsak inandıklarımızı başkalarıyla beraber hayata geçirebiliriz? İlk cevap şu: Küçük katkıları azımsamadan hareket etmeliyiz. Örneğin, plastikleri geri dönüştürmek, belki ilk bakışta küçük görünebilir. Ama aslında kolayca gerçekleştirilebilecek, somut ve yakın dönem sonuçları da önemli olan ve büyük bir eylem planı içinde ilk adım niteliğinde bir harekete geçme fırsatı olarak değerlendirilmeli.

Aileler bazen çocuklarımız üzülmesin diye onları dünya dertlerinden uzak tutuyor. Burada büyük bir hata mı yapıyoruz? Çünkü araştırma, çocuklarımızın bizi duyarsız gördüğünü söylüyor?
-Anne-babalar harekete geçmeleri noktasında çocuklarına destek vermeyi istemekle, onlara fazla sorumluluk yüklememek ve hayatlarına daha fazla stres katmamak arasında kalıyor. Ve mesela çocuklarını “iklim krizi” gibi korkutucu gerçeklerden uzak tutma yoluna gidiyorlar. Oysa çocuklar, uzak tuttuğumuz o dertlerden habersiz değiller. Aksine bilgiyi doğrudan ve doğru biçimde öğrenemeseler de kötü haberlerin yarattığı ruh halini ve karamsarlığı hissediyorlar. Bize düşen, bu bilgileri onlardan gizlemek yerine, boyutunu kavrayabilecekleri şekilde aktarmak.

Bu durumda şöyle bir sonuç çıkarabilir miyiz: Çocuklarımızın, “çevre bilinci” olsun istiyoruz. Ama onların bu bilinçle harekete geçmelerine yönelik pek bir şey yapmıyoruz. Bize düşen görev nedir?
-Bize ve kuşağımıza düşen önemli bir sorumluluk var. Canlılarıyla, cansızlarıyla doğa ve dünyamız tehlikede! Önce bunu fark etmemiz gerekiyor. Sonra harekete geçemeyişimizi anlayıp, bunu açıklamamız ve harekete geçebilmek için yolları açmamız gerekiyor. Şu anda bize düşen bu. Çocuklarına çevre bilinci aşılamak isteyen aileler, öncelikle çocuklarının onları örnek aldıklarının bilincinde olmalı. Çocuklar, birçok alışkanlığı ve bilgiyi yakınlarındakine bakarak, görerek, yaptıklarını tekrar ederek kazanır. Siz, evinizde, atıklarınızı ayrıştırıp, geri dönüşüm kutularına atarsanız, çocuk da bunun yapması gereken bir şey olduğunu öğrenecek. Bunun yanında, ailelerin, çocuklarıyla birlikte doğada zaman geçirmesi, doğal çevreyi bizzat kendi duyularıyla merakla keşfe çıkması, bitki ve hayvanları doğal ortamında gözlemlemesi, çocukların doğayla bağ kurmalarını sağlar.

Toparlayacak olursak: Çocuklar aslında küçük yaşlardan itibaren çevre konusunda kaygılanıyor. Ama harekete geçme kısmında, sanki bir duraksama var. Bunun temel nedeni de “Büyüklerin aksiyon almadığı yerde, ben ne yapabilirim?” sorgusu mu? Yanılıyor muyum?
-Yanılmıyorsunuz. Düşünce de şu: “Bu kaygılarımda tek başımayım, yapayalnızım!” Oysa, birçok çocuk ve genç aynı kaygıları hissediyor. Hayatın akışı üzerinde bir etki oluşturmanın ve eyleme geçmenin yollarını bulabilmeleri, onların bu eylemlerde birleşmelerini sağlar. Bizim de onlara destek olmamız gerekiyor. Çevreye ilişkin kaygılardan küçük ya da büyük adımlar atarak, sıyrılmalarını sağlamamız gerekiyor.

ÇOCUKLARI VE GENÇLERİ ANLAMANIN EN İYİ YOLU İNSANIN KENDİ ÇOCUKLUĞUNU HATIRLAMASI!

Son olarak sizi okuyan annelere, babalara net bir tavsiye vermek isterseniz bu ne olurdu?
-Çocukları ve gençleri anlamaya çalışın. Anlamanın en iyi yolunun insanın kendi çocukluğunu hatırlaması olduğunu söyleyebilirim. Değişmeyen ve değişmeyeceğini düşündüğüm ihtiyaçların başında sevmek ve sevilmek geliyor. Çocuğu zorlamayın. Ama onun da sizi zorlamasına izin vermeyin, sınırlarınızı koyun. Ek olarak, çocuğun ihtiyaçlarını anne-baba olarak karşılamak görevimiz. Nasıl karşılayacağımıza ise, kendimiz karar verme hakkına sahibiz. Bütün bunların olabilmesi için ön şart olarak, anne-baba önce siz birbirinizle iyi geçinin. Evinizde barışçıl bir ortam kurun.

Çocukları ve gençleri, gelişim sürecinde etkileyen faktörler neler?
-Pek çok faktör söz konusu. Biri okul. Okul, zor koşullarda büyüyen ve ev koşullarında gelişimi bir türlü hızlanamayan milyonlarca çocuk için, büyük bir gelişim fırsatı sunabilir. Toplum adına, eşitsizliğin derinleşmesini önleyerek bir ‘eşitleyici’ rol oynar. Çocuğun bilişsel kapasitesi, öğrenmeye açıklığı, düşünme ve muhakeme becerisi beynin biyolojik gelişmesiyle birlikte artar. Anne-babanın eğitim düzeyi de bu gelişmeye etki eder…

HAREKET KAPASİTESİNİ DOĞRU KULLANMAYI ÖĞRENEN ÇOCUKLAR KOŞUŞTURMAZ, HEDEFE KOŞARLAR. SPOR BU AMAÇLAR İÇİN GÜZEL VE ZEVKLİ BİR ARAÇTIR

Biz aileler, çocuklarımız için üzerine eğinilmesi gereken en önemli konuyu “eğitim” olarak belirledik gibi sanki. Kime sorsam, çocuklarının iyi eğitim almaları için imkân yaratma derdinde. Sonra spor, sanat gibi aktiviteler geliyor. Bu doğru bir sıralamamı sizce? Ya da olması gereken sıralama ne olmalı?
-Sıralama, olanaklarımız ve önceliklerimiz çerçevesinde oluşuyor. Kendi yatkınlarımız yönünde davranmaya eğilimli olsak da çocuklarımıza katkısı olsun diye kendi alışkanlıklarımızda olmayan şeyler de yapabiliriz. Çocuklara hayatın “buradan” ve “şimdiden” ibaret olmadığını öğreten, hayal kurmak ve bir gelecek tasarlamak için gereken deneyimi sağlayan kitap okuma alışkanlığı, bir örnek. Beyni uyaran, çocukların kendini ifade etme ve okuduğunu kavrama yetilerini güçlendiren müzik dilini öğrenmek, enstrüman çalmak, şarkı söylemek bir başka örnek. Sesleri ayırt etme, ritim öğrenme, beynin dil yetisi ve mantıksal çıkarım yapmayla ilişkili olan özellikle sol tarafta yoğunlaşmış bölgelerini uyarıyor. Başkalarıyla birlikte müzik yapmak, grubun üyeleri arasındaki koordinasyonu, iletişimi, beraberliği, teması, sosyal bilişi ve uyumu arttırır.

Peki spor…
Hareket ve spora gelince… Hareket bir başkası ile temas kurmaktır ve bu amaç için hareket ederken yere sağlam basmayı, adım atmayı öğreniriz. Hareket ettikçe, hareketin temel amacı olan bir başkasıyla ilişki kurma arzumuza bağlı olarak, yakın olma ve iletişim kurma için gerekli, görünüşte hiç ilgisi olmadığını düşündüğümüz, dil becerileri gelişir. Hareket etme, aynı zamanda durabilme kapasitesinin gelişimine de imkân sağlar. Aşırı ve yersiz hareketlilikten, “Dur!” deyince duramayanlardan şikayetçi olan yetişkinler, çocukların hayatına hareketi soktuklarında, hareket kapasitesini doğru kullanmayı öğrenen çocuklar koşuşturmaz, hedefe koşarlar. Spor bu amaçlar için güzel ve zevkli bir araçtır.

ÇOCUKLAR, EBEVEYNİN SINIRLARINI ZORLARKEN İÇİNDE BULUNDUKLARI DÜNYAYI KEŞFEDER VE KENDİ BAĞIMSIZLIKLARINI DA SINARLAR

Ebeveynlerin zorlandığı konulardan biri de “sınır koymak.” Burada denge nasıl olmalı?
-Haklısınız, pek çok ebeveyn zorluk çekiyor bu konuda. Sınırlar, çocukların haklarının nerede başlayıp nerede bittiğini anlamasını sağlar. Çizdiğiniz bu görünmez ama net çizgiler, çocuklarınıza değer vermediğiniz anlamına gelmez. Aksine tutarlı ve anlamlı sınırlar koymak, çocukların olumlu davranışlara yönelmesinin de önünü açar. Çocuklar, ebeveynin sınırlarını zorlarken içinde bulundukları dünyayı keşfeder ve kendi bağımsızlıklarını da sınarlar. “Özgür bırakmak” ile “başıboşluk” arasında kavram karışıklıkları olabiliyor. Bazen ailelerin kendi sorumluluklarını yerine getirmedikleri durumlarda, çocuğun bir anlamda kimsesiz bırakılmasına, “özgürlük” demek, yanıltıcı olur.

Çocukların esas derdi ne?
-Stresin aşındırıcı etkisi, aileleri olduğu kadar çocukları da etkiliyor. Stres deyince ikiye ayıralım: Biri, büyük ve zorlayıcı yaşam olayları. Ölümler, ayrılıklar, hastalıklar. Diğeri ise “mikro” düzeyde, tek tek önemi olmayan, ancak biriktiğinde toksikleşen gündelik programa yetişmeye çalışmak, maçta yedek düşmek, ödevleri yetiştirmemek, sorulara cevap verememek gibi şeyler. Her ikisi de gelecekle ilgili kaygıyı arttırıyor. Kaygı da kendimizi kontrol etmeyi zayıflatıyor. Var olan sorunları şiddetlendiriyor. Ancak ‘ayarında’ bir stres faydalıdır. Gelişimi tetikler, beceri kazanımına olanak verir.

Yorum Bırak