Nefesimizi tutarak izledik.
Daha doğrusu takip ettik, Instagram’dan… Yayın Direktörümüz Fikret Ercan ile oğlu Özgür, filmlerdeki gibi bir macera yaşadı. Baba-oğul, koca bir kamyonla, Amerika’nın doğusundan batısına tam 5600 km yol yaptılar. İşin ilginci, ikisi de daha önce hiç kamyon kullanmamıştı…
Ben hayranlık içinde takip ettim, cesaretlerine de şapka çıkardım. İnsanın evladı oluyor, okuyor, çalışıyor, evleniyor, çocukları oluyor, kendine bir aile kuruyor… Bunların hepsi oldu bu hikâyede…
Amerikalı dünya şahanesi bir gelinleri vardı. Ama 38 yaşında, arkasında iki evladını bırakarak hayata veda etti. Ölümün karşısında dik durarak, “Başıma türlü güzellikler gelirken neden ben demedim, ölürken de neden ben demeyeceğim!” diyerek…
Ben, ölmeden önce Ann Ercan ile röportaj yaptım, cesaretine, duruşuna sonsuz saygım var.
İşte bu kamyon seyahati, Ann’den sonra derin üzüntüler yaşayan Özgür’ün ikinci hayatına başlaması…
Bu kamyon seyahati, baba-oğulun birbirlerine verdikleri destek… Evlerini taşıdılar, hayatlarını taşıdılar…
Ve kamyonda, onlarla birlikte Ann de vardı, külleri onlarla her yere geldi…
Her zaman da gelecek…
Fikret Ercan, siz Hürriyet’in yayın direktörüsünüz ama bu sefer gazetecilik değil, çılgın bir deneyim konuşacağız…
– Hayhay Ayşecim…
Oğlunuz Özgür’le, ABD’nin bir ucundan diğerine kamyonla gittiniz. Tam 5600 km! Üstelik kamyonu da siz kullandınız. Zorunuz neydi?
– (Gülüyor) Görünürde bir evi taşımaktı. Ama aslında oğlum ve torunlarımın ikinci hayata geçmelerine destek olmaktı. Birkaç yıl önce, canımız gibi sevdiğimiz gelinim Ann’i kaybettik. Onun gidişiyle, Özgür, iki çocuğuyla kaldı, büyük acılar yaşadı, hepimiz yaşadık. Artık hayatında yeni bir sayfa açıyor. 10 yıl yaşadıkları yerden; Massachusett Holyoke’den ayrılıyorlar. Hayatlarına San Francisco’da devam edecekler. Bu seyahat 43 yaşına gelen oğlumla baş başa kalmak için de fırsat oldu.
Peki, nasıl bir maceraydı?
– Çılgın bir maceraydı! Geçen sene bir fantezi olarak Özgür’e dedim ki, “Arabayla Amerika’yı şehir şehir dolaşmak ne güzel olurdu!” Sonra taşınma olayı çıkınca, “Ya Özgür! Gel, biz bunu kamyonla yapalım!” dedim. “Çok zor olur. Ben bir konteyner tutacağım, eşyaları koyup göndereceğim!” dedi. Fakat o koskoca ev, konteynere filan sığmadı. Zaten kamyonla başkalarına ev taşıtmak da acayip pahalı. ABD’de kendi eşyanı taşımak gibi şey var, makul paralara kamyonu kiralıyorsun, kendi evini kendin taşıyorsun.
KAMYON BİZİ TANIDI, BİZ DE ONU
İyi de korkmaz mı insan, “Bu işin altından nasıl kalkarız?” diye…
– Korkmaz olur mu? Ben hayatımda hiç kamyon kullanmadım, Özgür de kullanmadı. Böyle bir tecrübemiz yok, ama 6500 km yol gideceğiz! “Dur heyecanlanmayalım. Belki de ehliyetimi kabul etmezler!” dedim.
Ha bir de öyle bir şey var…
– Meğer Amerika’da yokmuş, aksi gibi kabul ettiler! Özgür kamyonu almaya gitti, aman Allahım kocaman bir şey! “Özgür” dedim, “Ben önden gideyim eve, sen kamyonla arkamdan gel!” Resmen kaçtım. Neyse, paldır küldür evin önüne geldik!
Manevrası mı zor, nesi zor?
– Alışıncaya kadar her şeyi! Yürüyen ev gibi bir şey. Arkanı göremiyorsun, yandan aynalara bakarak sürmen lazım. Yandan arabaya mı vurdun, fark edemiyorsun. Dönüşlerdeki mesafeler filan da farklı. Normal bir arabanın ölçüsü kafanda var, bunun oturması zaman alıyor.
Sonra?
– Sonra üç gün boyunca evi, kamyonun içinde taşıdık. Kapısını kapattık. Ben iyice panik oldum. Başımıza bir şey gelirse, oğlumu da yakmış olacağım. “İnşallah Özgür kullanır birinci gün!” dedim. Demesin mi, “Baba, ilk gün sen kullan, ben telefonda kalacağımız yerleri ayarlayacağım!” Mecbur geçtim direksiyona. Yokuşlara geliyorum, hız saatte 30 mile düşüyor. Kiraladığımız adama telefon ettik, “Bu kamyon çekmiyor!” dedik. “Yok” dedi, “Daha atak kullanın!” Yani “bas gaza” diyor! Sonra klima açık olduğu zaman, arabanın çekişinin düştüğünü fark ettik. Resmen koca Amerika’yı biz klima çalıştırmadan geçtik! Camları açıp, camlardan gelen rüzgârdan tokat yiye yiye! Sonra zaman içinde baktım, yokuş aşağı inerken kamyon hızlanıyor, aynı hızla tırmanmaya geçtiğin zaman, kaptırıp gidiyorsun. Kamyon bizi tanıdı, biz onu. Önce hiç kimseyi sollamadan mıy mıy gidiyorduk. Bütün tır’lar, biraz da alay ederek yanımızdan geçip gidiyordu. Sonra biz kral olduk! Mola yerlerine ilk giren bizdik.
Siz, ne kadar yakın bir baba-oğulsunuz?
– Çok. Özgür bana hep ‘Fiko’ dedi, ben de hayat boyu ona ‘Ozzy’. Baba-oğuldan çok arkadaş olmayı tercih ettik. Ama an geliyor, evladınız kopuyor sizden, kopsun da istiyorsunuz, kendi kanatlarıyla uçmasını destekliyorsunuz. Özgür kendi hayatını kurdu, evlendi, iki çocuğu oldu. Ama işte hayat… Çok sevdiği eşini kaybetti, tabii büyük bir depresyon yaşadı, iki küçük çocukla kalakaldı, zor zamanlardı. Yeniden dünyaya dönmesi gerekiyordu. İşte o dönüşten sonra baba-oğul, baş başa bir macera yaşadık. Ve çok keyif aldık birbirimizden.
GELİNİMDEN ÖĞRENDİM: ASLOLAN HAYATTIR!
Yanınızda başkası var mıydı?
– Vardı… Ann vardı… Özgür, bu yolculuğa çıkarken dedi ki, “Baba, Ann de bizimle gelecek!” Anlamadım önce. Sonra Ann’in küllerinin olduğu kavanozu gösterdi. O kavanoz hep yanımızdaydı.
Ann’e ne kadar düşkündünüz?
– Benim kızımdı Ann, hakikaten öyleydi. Baba-kız gibi olduk biz. Hatta bir gün dedi ki, “Başıma bir problem geldiğinde, koşup yardım isteyeceğim bir babam vardı. Ama şimdi babaları ikiledim!” Dünya tatlısı bir kızdı. Ve tanıdığım en cesur kadın…
Evet. Ben ölümü onun kadar cesurca karşılayabilen başka birini görmedim. Yumurtalık kanserine yakalandı, Amerika gibi bir yerde teşhiste geç kalındı. Son günlerini hastanede geçirmeyi reddetti. Evinde, torunlarınız Zeytin ve Ronan’a, onu hep hatırlasınlar diye kutular, albümler, battaniyeler, ses kayıtları hazırladı… Bütün bu süreç için siz neler diyeceksiniz?
– Doğru söylüyorsun, çok özel biriydi. Ben de onun kadar cesur başka birini tanımadım. Ann’in hastalığının başlangından bu yana tam altı yıl geçti. Eşim Nesrin, yılın altı ayını Amerika’da geçirdi. Ben devamlı gidip geldim. Ann hakikaten başka bir ruhtu, bize hayatın farklılıklarını öğretti. Ölümün nasıl yaşanması, nasıl karşılanması gerektiğini de… En son dedi ki, “Baba, artık kabul edin öleceğimi. Lütfen bana üzülmekten de vazgeçin. Şu anda düşünmeniz gereken ben değilim. Özgür ve çocukları düşünün. Hep birlikte gelin onların geleceğini planlayalım…”
YOLCULUKTA ANN DE YANIMIZDAYDI
Siz ne dediniz?
– “Olur mu, sen neler söylüyorsun Ann?” filan diyordum, ama o, “Özgür’ün ve çocukların hayatını nasıl kolaylaştıracağız ona bakalım!” diye ısrar ediyordu. Bir nevi vasiyet gibi bir şeydi. Özgür’ün yeni bir hayat kurmasına destek olmamızı yürekten istedi. Bu kamyon yolculuğuna biraz da bu yüzden çıktık.
Siz birbirine çok yakın bir ailesiniz. Dünyanın en büyük felaketlerinden birini, olabilecek en düzgün şekilde atlattınız…
– Evet, Ann sayesinde… Ölümün nasıl normal karşılanması gerektiğini öğretti. Karşınızda ölümün güzeli de olur diyerek, ölüme yatan bir kadın var. Ve güçlü bir kadın. Kendinden sonraki hayatı, sevdikleri için planlamaya ve kolaylaştırmaya çalışıyor. Biz de hayretler içindeydik. Bazen de çaresizliğimizle alay ediyordu. Devam etme gücünü Ann verdi bize. En çok da şunu öğretti, “Aslolan hayattır!”
AMERİKA’DA DA BEŞİKTAŞ BAYRAĞINI DALGALANDIRDIK
Bütün bu macerayı yaşamanızda Beşiktaşlı olmanızın payı ne kadar?
– (Gülüyor) Çoook. Beşiktaş bayrağımız da her yere bizimle beraber geldi. Holyoke’de evin önüne dikmiştik, şu anda da Mountain View’deki bahçede dalgalanıyor.
Bu röportajı okuyacaklara bir hayat tavsiyesi verseniz, o ne olurdu?
– Ben tavsiye vermeyi sevmem ama şöyle minik bir deneyim paylaşabilirim. Kimse kendisinden endişe etmesin, “Şunu, bunu yapabilir miyim?” diye düşünmesin. İsterseniz yaparsınız. Ve herkes, istediği her şeyi şu hayatta yapsın. İçimizde kalmasın yani. Hepimizde, her şeyi yapacak güç var. Kafanıza taktığınız her şeyi yaparsınız! Cesur olun, kulağınızı elâleme tıkayın, kalbinizin sesini dinleyin ve yapın.
Yolculuk boyunca saat dilimi üç kez değişti.
ERCANLARIN KAMYONLA SINAVI
Yol boyunca neler oldu?
– Herkese dert oldu bizim kamyonla sınavımız! Ve ilk günkü beceriksizliğimiz… Özgür’ün daha önce kamyon kullanmış arkadaşları, “O gaz pedalından korkmayın, sonuna kadar kuvvetli basın!” dedilerse de, basıyoruz basıyoruz, gitmiyor. Arabada yapsan boğulur, bu tınmıyor bile. Sonunda gülmeye başladık, “Bu nasıl bir şey ya!” diye. Pedala o kadar sıkı basıyorduk ki, ayağımız uyuşuyordu. Bir süre sonra da, pat diye pedal ayağımızı geri itiyordu. İlk günlerde kimseyi sollayamıyorduk. Mola yerlerine ulaşınca, TIR şoförleri bize küçümseyerek bakıyordu. Bir-iki gün geçtikten sonra işi çözdük, hırs da yaptık, TIR’ları filan sollamaya başladık. Sonra bize daha saygılı davranmaya başladılar.
Oğlunuzla ilgili bilmediğiniz ne öğrendiniz? O sizin hakkınızda yeni ne öğrendi?
– Özgür’ün ne kadar güçlü bir çocuk olduğunu gördüm. Ben ona yardım edeyim derken, o bana yardım etti.
Hiç kavga etmediniz mi?
– Kavga değil ama bir-iki gerginlik oldu. “Öyle sollamaman lazımdı baba!” filan. O kullandığı zaman da benim “Aynaya iyi bakmıyorsun!” dediğim oldu. İkimiz de başlarda stresliydik. Ondan sonra çok umursamamaya başladık.
Yol yapmak neler öğretiyor insana?
– Bence olağanüstü bir terapi. Kendinle baş başa da kalıyorsun, sakin bir kafayla olup biteni tartıyorsun. Arkanda bıraktığını düşünmüyorsun, hep önüne bakıyorsun. Geleceğe bakıyorsun. Gelecek üzerine hayaller kuruyorsun. Her türlü yol yapmak iyi geliyor insana, hafifliyorsun, beynini boşaltıyorsun.
BUNDAN SONRA ÜÇ TORUNUM VAR
Neden San Francisco?
– Aslında her şeyi Ann ayarladı. O öldükten sonra Özgür’ün, Zeytin ve Ronan’la yeni bir hayat kurmasını çok istiyordu. Bunun için de mezun oldukları okulun internet sitesinde yaşadıklarını paylaşıyordu. Özgür’ün de o siteye girmesi ve sosyalleşmesi için çok çaba sarf etti. İşte Özgür, Ann’in ölümünden epey sonra, Elina ile o sitede tanıştı. O eşinden ayrılmıştı, Özgür eşini kaybetmişti, birbirlerine destek oldular. Sonra da San Francisco’da birlikte yaşamaya karar verdiler. Özgür’ün çocukları 8 ve 12 yaşında, Elina’nın da 10 yaşında bir oğlu var.
Çocukların ruh hali nasıl?
– Tabii evlerinden ayrılırken çok üzüldüler, “Burada çok iyi arkadaşlarımız vardı, onları kaybediyoruz” dediler. Ben de dedim ki, “Siz çok şeker, güzel insanlarsınız. Siz güzel olduğunuz için, o güzel insanlar sizi gelip buluyor, orada da bulacaklar!” Büyük torunum Zeytin, “Teşekkür ederim dede. Hiç böyle düşünmemiştim!” dedi. Elina’yı ve oğlunu onlar da çok seviyorlar. Kardeşleri gibi oldu. O çocuk da bana dede diyor. Türkçe dede üstelik. Nesrin’e “Babaanne” diyor.
Nesrin Ercan da bu zor dönemde müthiş toparlayıcıydı. Kendi hayatını hiçe saydı, her şeyi toparlamaya çalıştı.
– Evet, bu arada kendi de büyük acılar yaşadı, ablasını kaybetti. En ağır yük, eşim Nesrin’in üzerindeydi.
DOKUZ EYALETTEN GEÇTİK
1-Massachusetts Holyoke’den çıktık
2-New York (Buffalo)
3-Indiana (Fort Wayne)
4-Illinois (Macomb)
5-Nebraska (Lincoln)
6-Wyoming (Cheyenne)
7-Utah (Salt Lake City)
8-Nevada (Elko, Reno)
9- San Francisco (Mountain View)
KAMYONCULUK ZOR İŞ!
İlk günü tamamlamanın heyecanıyla geldiğimiz Niagara’da az kalsın ilk zaiyatımızı verecektik! Ben tam otelin yanındaki otoparka girmek üzereyken Özgür birden, “Baba, dur sakın girme!” dedi. Ve bana kamyonun camında yazan yüksekliği, sonra da otoparkın üstünde yazan rakamı gösterdi. Kamyon 30 santim daha yüksekti. Az kalsın, otoparkın kapısını kıracaktık! Kamyonculuğun ciddi bir iş olduğunu, daha ilk günden anlamış olduk.
NIAGARA ŞELALELERİ BÜYÜLEYİCİYDİ
Gece ulaştığımız için şelaleleri akşam göremedim. Otelde yatarken, yerin altında binlerce motor çalışıyormuş gibi uğultu ve sesler geliyordu. Ertesi gün, milyonlarca ton suyun dökülüşünü görünce sebebini anladım. Kanada dağlarından kopup gelen ve Amerika’yı geçip okyanusa dökülen suyun miktarı, dünyadaki bütün tatlı suyun beşte biriymiş! Etrafı milli parklarla çevrili. Kanada-Amerika sınırının tam ortasında. Turistler için cazibe noktası. Gerçekten etkileyiciydi. Günlerce gittiğimiz her yerde yeşilin bin bir tonunu gördük. Ama batıya yaklaştıkça dağlar, çöller artıyor.
TAM 5 BİN 600 KM YOL
Bazı eyaletlerde yol değiştirmelerle 3 bin 500 mil yaptık. Bu da 5600 kilometreye yakın. Geceleri hep otellerde kaldık. Bazen günde iki kez depo doldurduk. Benzin istasyonları, yiyecek-içecek açısından mükemmel. İsterseniz duş bile alabiliyorsunuz. Uzun yol sürücüleri için özel dinlenme alanları da var. Dağın başında ya da çöllerde aynı hizmet kalitesi var, fiyatlar da makul.