Karatay Hoca’nın yeni önerisi: Korkmayın! Kaya tuzu kullanın tansiyonu yükseltmez, düşürür!


Kimseye eyvallahı yok. Neye inanıyorsa onu söylüyor, yazıyor, çiziyor.
57 yıllık hekimliğin verdiği tecrübeyle bodoslama gidiyor. Haklısınız, polemikten korkmuyor, hatta seviyor. Cesur, gözü kara ve samimi. Ben Canan Karatay Hoca’yı hep samimi buldum. İnanmadığı bir şeyi, kafasına silah dayasanız söylemez. Gerçekten halk sağlığını önemsiyor. Konferans verirken para almıyor, “İzleyicilere kitaplarımdan bedava dağıtırsanız gelirim!” diyor. İlk günden beri hep aynı yayıneviyle çalışıyor. Onu transfer etmek isteyen büyük yayınevlerinin tekliflerini, “Ahlaksız teklif!” diye reddediyor.
İlginç biri yani.
75 yaşında ama hâlâ çok çalışıyor.
Üç yıl uğraştı, yeni bir kitap daha yazdı: ‘Gerçek Tıbbın 10 Şifresi’. Bu röportaj ve çekimler esnasında çok eğlendik. Çok esprili, çok tatlı. Fakat onunla yolda yürümek mümkün değil, Tarkan gibi bir etkisi var. Aman Allah’ım herkes durduruyor ve Karatay Hoca ile fotoğraf çektiriyor.

Hamiş: Bu röportaj salı da devam edecek…


Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu

Hocam, elimde size dair yeni bir ‘olay’ tutuyorum. Nasıl oluyor da her yazıp çizdiğiniz hadise yaratıyor?
– Benim olay yaratma gibi bir derdim yok. Ben yanlış bilinenleri ortaya koymaya çalışıyorum, o kadar. Yıllardır yaptığım bu. Bağımsız bir hekimim. Hiç kimseye, hiçbir yere angaje değilim. Benim derdim ‘modern tıbbın’ bir hekimi olmak değil. Zaten modern tıbba da inanmıyorum. İçinde yürüyen merdivenler olan AVM gibi hastanelere de, işi ticarete dökmüş hekimlere de inanmıyorum. Bu iş, para için yapılmaz.

Ama işte hep tartışmaların ortasında kalıyorsunuz. Siz bütün bunları planlıyor musunuz? Yazarken hınzır hınzır gülüyor musunuz?
– Evet, gülüyorum. “Buradan hücum gelecek, suçlamalar gelecek!” diyorum. Gelsin. Herkes aynı şekilde düşünmek mecburiyetinde değil. İlim de zaten tartışarak, münazara ederek, karşılıklı düşünerek ilerler.

Kendi halinde, iddiası olmayan bir hekim gibi duruyorsunuz. Ama polemikçi çıktınız hocam! Neden bütün bunlar? Nihai bir hedef var mı?
– Olmaz mı? 56 yıllık hekimim. Biz hakiki hekimlerle büyüdük. Modern tıbba, ilaç endüstrisine hizmet edenlerle değil. Onlar çoğalsın istiyorum. Tek hayalim, tek idealim var, her şeyi de onun için yapıyorum: Sağlıklı bir toplum ve sağlıklı bir gençlik olması. Bakın siz gençsiniz ama ‘mutlu yaşlılık’ geçirmek diye bir şey var. Ve bu bizim elimizde. Sorunsuz, sağlıklı beden ve ruh. Bunların temelinde bozukluk olunca, gerisi de geliyor. Hastalıkların hiçbiri ilaç eksikliğinden değil, vücuttaki temel bozukluklardan. Depresyon ilaç eksikliğinden değil, tansiyon ilaç eksikliğinden değil. Mide bulantısı, ülser ilaç eksikliğinden değil. Bunları altta kaynatan neler var? Dünya artık bunu inceliyor. Hakiki tıp bu. İşte ben de bu kitapta, bunun şifrelerini anlatıyorum.

“Tıp bir sanattır” diyorsunuz…
– Aynen öyle!

Biz bilim diye biliyorduk…
– Hayır. Tıp, bilim değildir, sanattır ve bu sanatın objesi insandır. Tıp, bilimi ve teknolojiyi, kendi sanatı için kullanır. Tıp İbni Sina’dan, Hipokrat’tan beri aynı insana hizmet eder. Beden ve ruh sağlığı olarak aynı insana, aynı problemlere… Değişmez bu. Üzüntüler, sevinçler, ölümler, doğumlar değişmez. Ne değişir? Teknoloji ilerler. Amaaaa teknolojinin ilerlemesi de ‘modern tıp’ demek değildir.

Şimdiye kadar maruz kaldığımız tıbba, uyduruk tıp mı diyorsunuz?
– Hastalıkların tedavisiydi diyorum. Daha doğrusu hastalık uydurup ilaç vermekti. Aslında hastalık yoktur, hasta vardır. Herkes özeldir, sekiz milyar kişinin hastalığı da özeldir. Halbuki modern tıp ne diyor? “Şu değerin 120’nin üstündeyse hastasın, bu ilacı alacaksın!” Bu tıp bu değil, kusura bakmasınlar.

Genetik diye bir şey yok mu peki?
– Yok işte, onu anlatmaya çalışıyorum. Bir kişiye Alzheimer teşhisi konuyor. 20 yaşındaki kızına da, “Sen de Alzheimer olacaksın, onun için bu ilacı al!” deniyor. Hastaların ve gençlerin umutlarını ellerinden almaya hakkımız yok. Neden onun da Alzheimer olma ihtimali varmış? Çünkü istatistikler öyle söylüyormuş. Yok öyle şey! Bunların hepsi manipülasyon.

Bu iddialarınızdan sonra ortalık karışmayacak mı, hekimler ayağa kalkmayacak mı?
– İster ayağa kalksınlar, ister takla atsınlar. Ben yine inandığım şeyleri söyleyeceğim.

HÜCRELERİN İÇİ SAĞLIKLI OLMAZSA İYİ BESLENSEN KAÇ YAZAR!

Üç senedir bu kitap üzerinde çalışıyorum. 570’e yakın referans var içinde, kitaplar hariç. On binlerce de makale okudum. Şimdiye kadar makro besinleri anlatmıştım. Yağdı, doğal yağdı, doğal protein, doğal karbonhidrattı. Şimdi de mikro besinleri anlatıyorum. İnsan vücudunda iki okyanus var: Bir dış okyanus, bir iç okyanus. Dış okyanus, kan dolaşımımız, kırmızı kan, beyaz kan. İç okyanusumuz ise hücrelerimiz. Hücrelerimizin içi de sağlıklı olmazsa, istediğiniz kadar iyi beslenin, faydası olmuyor!

HÜCRELERİNE İYİ BAK!

Nasıl saçımız, tırnağımız uzuyor, artık kanıtlandı ki vücudumuzdaki bütün hücrelerimiz -beyindeki, gözdeki, burundaki, gırtlaktaki, memedeki, karaciğerdeki, akciğerdeki, prostattaki, midedeki, tiroitteki, bütün organlardaki- bir taraftan ölüyor, bir taraftan yenileniyor. Nasıl keselendiğimiz zaman derimiz gidiyor, ‘ölü deri’ diyoruz, altından canlısı çıkıyor. Hücreler de öyle. Yenilenirken bütün hücrelere doğal, sağlıklı malzeme sunulursa, vücut kendini toparlıyor. Ama bu vakit alıyor. Ben işte bunu anlatmaya çalışıyorum. İlaçlar bunu katiyen düzenlemiyor. Bizim ihtiyacımız olan, doğru beslenme, temiz hava, toksik olmayan, kimyasallardan ve zehirlerden uzak gıdalar ve doğal bir yaşam tarzı.

SORUNLAR, MİNERALLERİN VE VİTAMİNLERİN EKSİLMESİYLE BAŞLIYOR

Her şey, hücrelerin ve hormonal dengelerin bozulmasıyla, minerallerin ve vitaminlerin eksikliğiyle başlıyor. Sonra yavaş yavaş hastalıklar ortaya çıkıyor. Bunları ilerlemeden tespit edip önlem almak mümkün. Hekim olarak görevimiz bu olmalı diye düşünüyorum.

ABİM ANTİDEPRESAN YÜZÜNDEN İNTİHAR ETTİ

Günümüzde peynir-ekmek gibi antidepresan kullanılıyor. Tabii ki işe yaradığı da oluyor ama kişiliği bozduğu, intihara sürüklediği de oluyor. Ben iki aile büyüğümü de antidepresan yüzünden kaybettim. Biri abimdi, intihar etti. Babamı kaybettiğimizde, o 25, ben 24 yaşındaydım. Tıp öğrencisiydik. Herkes babasını kaybedince üzülür, biz de çok sarsıldık. Abim depresyona girdi. Bu da normal. Normal olmayan, depresyon yaşıyor diye dönemin en önemli hekimlerinin ona üç ayrı antidepresan vermesi. Ve o ilaçlar onu kötü etkiledi, sonunda da intihar etti. Diğer aile büyüğüm de halamın oğluydu. O da antidepresan kullanıyordu. Bağırsak felci oldu.

VICTORIA’S SECRET MANKENİ KARATAY DİYETİ YAPIYOR

“Hücreler ve organlar ahenkli olursa, insan vücudu sağlıklı olur” diyorsunuz. Bu ahengi sağlamak için tek ölçü doğru beslenme midir?
– Doğru beslenme, doğru yaşama, kimyasallardan uzaklaşma. Reklamı yapılmış olan her yiyecekten uzak durma. Çünkü reklamı yapılan hiçbir yiyecek hakiki yiyecek değildir! Bütün çocukların kafasını bozan da o. Hiperaktivite neden bu kadar artıyor zannediyorsunuz?

Doğru beslenme, Karatay beslenmesi midir?
– Adına ne derseniz deyin, her şey doğal ve bozulmamış olarak vücuda girmeli. Ben aslında çocukken ne yaptığımızı, anne-babamızın neler yediğini anlatıyorum. Anam babam usulü beslenme yani. Geçende sizin gazetede vardı. Victoria’s Secret mankeni açıklamış: İki öğün besleniyormuş. Sadece doğal olanı yiyormuş. İşlenmiş gıdalara elveda demiş! Altına da yazmışlar, “Biz bunları zaten biliyoruz, Karatay bize çoktan söyledi!”

HERKES BENİM NE YEDİĞİMİ MERAK EDİYOR

Bugün ne yediniz?
– Herkes de benim yediğime meraklı! Allah ne verdiyse onu yedim. Mesela kış ya şimdi, güzel kemik suyu çorba içiyorum sabahları. Konsome yani. Bol limonlu, bol kaya tuzlu bir çorba içtim bu sabah. 30 kadar da zeytin yedim. Ve biraz da peynir. Bugün yumurta yemedim. Sonra da buraya gelmeden mercimek çorbası, zeytin salatası ve yoğurt. Üstüne de kahve içtim.

Siz de Victoria’s Secret mankeni gibi iki öğün mü yiyorsunuz?
– Evet.

Ne yoğurdu yediniz ayıptır sorması?
– Senelerdir evde yapıyorum kendi yoğurdumu. 12 sene Amerika’da kaldım, orada da kendim yaptım.

Akşamları kelle paça çorbası içtiğiniz doğru mu?
– Aa tabii. Her akşam değil ama bulursak daha ne isterim? Her semtteki kelle paçacıları aşağı yukarı bilirim. Hele Anadolu’ya seyahat ettiğimde başka hiçbir şey yemem!

BÖBREK ÇALAN DOKTORLARI MESLEKTEN MEN EDEMEDİLER, BENİ Mİ EDECEKLER!

Size verilen cezaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Bana hiç ceza verilmedi ki. Mahkemeler hâlâ devam ediyor. Ben verilen karara itiraz ettim, bir üst mahkemeye gittim. Çünkü hiçbir derneğin kararı, hukukun üstünde değil! Türk Tabibler Birliği’nin içindeki Türk Jinekoloji ve Kadın Derneği’nin disiplin kurulu bu kararı almış ama kesin bir karar değil. Yani uygulanacak bir karar değil. Yargıtay’a itiraz ediyoruz, dava devam ediyor. Yargıtay’dan sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi var daha. En aşağı on senelik bir süre. Fikrimi söyledim ben. 50 yıllık tecrübeli bir hekim olarak bu zaten benim görevim. Vayyyy nasıl fikrini söylersin? Meslekten men. Yok ya! Tıpta Tabipler Birliği Tüzüğü var 1936’dan beri. O tüzükte meslekten men edilmenin maddeleri yazıyor: Bilinçli bir şekilde adam öldürmek, bilinçli bir şekilde boğaz kesmek, organ çalmak. O zaman men ediliyorsunuz. Böbrek çalanları, satanları men edemediler, beni mi edecekler? Ciddiye bile almıyorum.

Neden size kafayı takıyorlar?
– Çünkü halk beni seviyor, söylediklerime inanıyor. Ve halkımız bilinçlendi. Doktorları sorguluyorlar, itiraz ediyorlar. Bu da onları rahatsız ediyor. Dahası o verilmek istenen cezaların, kamu vicdanında hiçbir bir hükmü yok! Hukukta da yeri yok.

GENETİK VE İYİLEŞMEZ DENİLEN HASTALIKLAR PEKALA TEDAVİ EDİLEBİLİR!

Bazı hastalıkların genetik olduğuna dair bir yargı var kafamızda: “Annem meme kanseri, ben de olacağım” gibi.
– Tabii ki yalan.

“Babam kalpten öldü, ben de kalpten ölebilirim?”
– Tabii ki yalan.

“Ailede şeker var, bende de çıkacak?”
– Bakın, ‘genetik’ demek, genlerde mutasyon meydana gelmesi demek. Genlerimizdeki mutasyon 150-200 senede meydana gelir. Son 30 yıl içinde bu kadar patlayan tansiyondu, kanserdi, şuydu buydu genetik değil. Ama tabii ki ailede ne görürsek, onu yaparız. Babamız sigara içiyorsa, sigara içeriz. Annemiz sürekli börek, çörek yapıyorsa onu yeriz, biz de yapmaya başlarız. Ama bunun adı genetik değil, yaşam biçimi! Yaşam biçimimiz de bizim kaderimiz değil, değiştirebiliriz. O yüzden de “Annende kanser var, sen de olacaksın!” şeklinde umutsuzluk aşılamanın bir manası yok! Ama çocuğunuz reklamlardaki o şekerli, gazlı içeceklerden içerse, bugün araştırmalar gösteriyor ki, onlar, sigara içmeyen kişilerde bile akciğer kanserine sebep oluyor! Demek ki neymiş? Şeker, en tatlı zehirmiş! Şeker ve insülin, mahşerin iki atlısı olarak bütün hastalıkların temelinde yatan kronik inflamasyon dediğimiz olayı başlatıyor. Birinde kanser çıkıyor, diğerinde tiroit, ötekinde pankreasta bozukluk. Çıktıkça çıkıyor…

ÇOCUĞUNUZUN ÇAYINA ŞEKER KOYMAYIN
Benim dedem şeker hastasıydı. Amcam ve babam da… Ama annem, çocukluktan beri bizim çayımıza, kahvemize şeker koymadı! Biz dört kardeş şeker yemeyiz. Ben 75 yaşındayım, şekerim yok. Geleneksel ve doğal beslendik. Çocuğumuzu öyle besledik. Size de bunu tavsiye ediyorum.

HEPİMİZDE KANSER GENİ VAR MESELE ONU UYANDIRMAMAK

Doğru beslenirsek hastalanmaz mıyız yani?
– Şimdi bakın, genetik olarak hepimizde kanser geni var, o gen var, bu gen var. Ama bu genlerin hepsi uykuda. “Bunları kurcalamayacağız, uyandırmayacağız kardeşim!” diyorum. Eğer uyanmışlarsa da tekrar onları pış pış yapıp uykuya gönderebiliriz. Onları uyandıran ne? Sigara, şeker, şekerli içecekler, modern buğdaydan yapılmış yiyecekler, ekmekler, kızartmalar, trans yağlar…

Bunları hiç yemeden ömür geçer mi ya!
– Bunların hepsi zehir! Zehir yemeden ömür geçer, geçmeli! Ben durumunuzu inceledikten sonra, “Hastalığınızın sebebi bu!” diyorum. Tedbir alınca düzeliyor. Beni görmeden de düzelen on binlerce insan var. Ankara’da bir halk konuşmam vardı, 25 yaşında bir çocuk teşekkür etmeye geldi. Diyabet hastasıymış, tam 60 kilo vermiş. “Diyabetim kalmadı, ilaçlarımı bıraktım, sadece sizin kitaplarınızı okuyarak!” dedi.

EN BÜYÜK BELA KRONİK ENFLAMASYON

57 yıllık hekimlik tecrübemle anladım ki, insanların ilaç mahkûmu olarak mustarip olduğu kronik dejeneratif hastalıkların temel ve ortak sebebi, kronik inflamasyon. Bizim amacımız kronik inflamasyonla savaşmak ve bu savaştan galip çıkmak. İnflamasyonu başlatan en temel neden de şeker ve insülin yüksekliği. Hücrelerin sağlıklı olması lazım, hormonal dengelerin bozulmaması lazım. Hormonal dengeyi bozan en önemli sebeplerden biri de GDO’lu gıdalar. GDO’lu gıdalar ne yapıyor mesela? Kısırlık yapıyor. Herkes kısır. 30 yaşında ama kısır. Eskiden böyle miydi? İnsanlar hamile kalamıyor. Sonra erken menopoz yaşanıyor veya polikistik over, erkeklerde iktidarsızlık… Biz mümkün olduğu kadar bilinçlenip seçici olacağız. Tamamen sıfırlamamıza imkan yok tamam. Ama uyanık olacağız hava kirliliği var, su kirliliği var, evdeki deterjanlardan çıkan zehirler var, yiyeceklere katılan gıda boyaları var. Çocukların kullandıkları oyuncaklarda zehirler var. Bütün bunlar vücuttaki hormonal dengeyi bozuyor. Çünkü insan vücudu bunları kullanmaya programlanmamış.

6 MADDEDE SAĞLIKLI OLMAK

1) Karatay prensiplerine göre beslen.
2) Makro ve mikro besinleri doğal yoldan vücuduna al.
3) Zararlı kimyasallardan ve modern buğdaydaki gluten ve lektinden uzak dur.
4) Bağırsaklarındaki dost bakterileri doğal prebiyotik ve probiyotik gıdalarla besle.
5) Hareket et.
6) Sağlığının sorumluluğunu kendi eline al.

BEN HAYATTA TAVUK YEMEM

Zararlı kimyasaldan nasıl uzak duracağım? Aldığım her şeye nasıl güveneceğim? Domatesin organik olup olmadığını nasıl anlayacağım? Organik diyene nasıl inanacağım? Kendim bahçe alıp domates mi yetiştireceğim?
– Sizi anlıyorum ama zararları minimize etmek elimizde. Mesela en basiti, sigarayı vücudumuza sokmayacağız veya cips yemeyeceğiz. Alışveriş yaparken etiket okuyacağız. Kimyasal katkılı maddeleri almayacağız. Halk pazarlarına, yöresel pazarlara yöneleceğiz. İmkanımız varsa, organik sertifikalı satış yapan pazarlara gideceğiz.

Tavuk yiyor musunuz siz?
– Ben hayatta tavuk yemem! Tavuk tavuk değil ki yiyeyim! Bu arada temizlik ve kozmetik ürünlerinde de ekolojik olanlara geçeceğiz. Evimizdeki eşyaları da mümkün olduğunca doğala çevireceğiz. Yaşam tarzınızı minimize ettikçe, zaten zarardan uzaklaşıyorsunuz. Şimdiki gençler çok tembel, fast food yiyorlar. Ya da anneler alıyorlar paketleri, çocukların önüne koyuyorlar. Bunlar tehlikeli. Bir de tek bir yerden her şeyi almaya çalışmayacağız. Herkes istiyor ki tek bir markete gideyim, öyle bir şey yok.

EKMEK BAĞIMLILARINA DUYRULUR! BROMÜR BİR FELAKET

Yıllardır “Ekmekten uzak durun” diye vurguluyorsunuz. Ekmek yemeden doymayanlar ne yapacak?
– Ekmek en güçlü iştah açıcı. Ekmek yemeden doymayanlar, ekmek bağımlısı olmuştur. Çünkü ekmeğin içinde bulunan modern buğdaydan yapılan glüten, beyindeki mutluluk reseptörlerine bağlanır ve sizi geçici olarak mutlu kılar. Onun için devamlı ekmek yeme ihtiyacı doğar. Ama ekşi mayayla siyez buğdayından yapılmış ekmek yiyebiliriz. O zaman zaten acıkmıyorsunuz da.

Ekmekteki tehlike, bromür mü?
– Birçok sebebi var, biri glüten, biri lektin, biri de bromür. Bromür hakikaten ağır metal olarak kabul ediliyor. Vücutta inflamasyonu başlatan elementlerden biri. İyot en gerekli maddelerden biri. Bromür de iyotun vücuda girmesini engelliyor. Benim hastalarımın çoğunda iyot neredeyse sıfır. İyotun olmaması da, kansere yakalanma nedenlerinden biri.

TEHLİKELİ OLAN SOFRA TUZU! KAYA TUZU TANSİYONU YÜKSELTMEZ, DÜŞÜRÜR!

Şu anda en çok konuşulan şeylerden biri günde iki öğün yemek. 16 saat kadar yemeye ara vermek…
– Ben başından beri bunu söylüyorum. Vücut iki öğün yemeye programlanmıştır. İbni Sina seneler evvel söylemiş bunu, “İki öğün sağlıklıdır, üç öğün hastalıktır!” Bir önceki akşam yemeğinden sonra oruca giriyorsunuz aslında, sabah bozuyorsunuz. Ondan sonra da sadece acıkınca yiyeceksiniz. Sık sık yedikçe vücut hazmedemiyor. Ara öğündü- mara öğündü, hepsinin tarihe karışması lazım!

10 şifreden biri, “Tuz masallarına inanma, kaya tuzsuz kalma!” Nedir bu tuz meselesi?
– Kaya tuzu çok önemli. Kaya tuzunda hem sodyum hem klorür var. Ve vücudumuzun, kemiklerimizin, eklemlerimizin ve bütün organların, hormonların çalışması için gerekli olan mineraller… Ama sofra tuzunda bunlar yok. Tehlikeli olan o. Ayrıca içinde katkı maddesi de var. Akışkanlığı sağlasın diye alüminyum konuluyor.

Kaya tuzu tansiyonu yükseltmez mi?
– Aksine düşürür! Çünkü tansiyonun yükselmesi, bu minerallerin vücuda tam girmemesinden. Kitapta bunu verilerle açıklıyorum. Tansiyonu yükselten şeker ve insülindir.

Peki kaya tuzu ödem yapmaz mı?
– Hayır yapmaz! Ödemi yapan karbonhidrat.

Tansiyon hastaları yıllarca tuzsuz beslendi…
– Evet ama tansiyonlar düşmedi! Hala üç ayrı tansiyon ilacı kullanıyorlar, yine de düşmüyor. Çünkü vücudun temelinde bozukluk var ve o düzelmeden tansiyon düşmez. İlaç da işe yaramaz, işte ben bunu anlatmaya çalışıyorum.

Fransız İhtilali’nin sebebi de tuzdu dediniz, ortalık karıştı. Bir tek sebebi tuz muydu hakikaten?
– Yok sadece tuz demedim. Fransız İhtilali’nin birçok sebebi var ama temelinde ekmek ve tuz var. Marie Antoinette demiş ya “Ekmek bulamazlarsa pasta yesinler”diye. Aslında cümlenin orijinalinde, “Ekmek ve tuz bulamazlarsa, pasta yesinler!“ diye geçiyor. Tuz çok önemli bir madde. O zaman buzdolabı yok. Halk bütün yiyecekleri tuzlayarak saklıyor. Bunu bilen aristokratlar tuzu elinde tutuyor. Tuzun vergisi çok yüksek… Bu nedenle tuz kaçakçılığı başlıyor. 18 yaşından büyük kaçak tuzla yakalananlar idam ediliyor. Bu eşitsizlik ve haksızlık halkın tepkisine neden oluyor. Kaya tuzu hakkında Robespierre’in de, Voltaire’in de yazıları var. O yüzden “Fransız İhtilali’ni başlatan sebeplerden biri kaya tuzudur!” dedim. 1789’da ihtilal oluyor, 1790’da tuz vergisi kalkıyor.

SALI: İstikbal bağırsaklarda… Bağırsakları düzeltirsek depresyon-mepresyon kalmıyor!

Yorum Bırak