Kilo eksi 20, enerji tavan!


Hep sevdim İzzet’i. Çünkü birilerinin kopyası değil. Orijinal. Birkaç tahtası da eksik. Ama çok zeki. Tatlı. Yaratıcı. Güzel gülüyor. Şefkatli. İçindeki çocuk hiç büyümüyor. Anormal duygusal. İnişli çıkışlı. Yazıyor, okuyor, soruyor, merak ediyor. Bir sürü yeteneği var. Ama bence, hiçbir şey, şu hayatta onu kesmiyor.
Böyle bir derdi var. Yetmiyor. Ruhu öyle. Bir de öyle yetiştirilmiş. Şımarık değil ama kıymetli çocuk olmuş. Bir sürü şey görmüş. Fikirler getirmiş, mekanlar açmış, kapamış. Pek çok şeyi yaşamış, tatmış, başarmış. Aslında neyi kafayı taksa iyi yapıyor. Allah’ı var, şahane röportajlar da yaptı senelerce.

Debeleniyor hayatta. Hepimiz gibi. Hep kendini arıyor. Bunu değerli buluyorum. Çok cesur İzzet. Bir sürü işe kalkışıyor. Yüreğiyle yapıyor. Bazen batıyor. Ama hep çıkıyor. Deneyimliyor, deneyimliyor, deneyimliyor. Devam eden ve hiç bitmeyen aşkı ise yazmak. Kendini ifade etmeyi seviyor ve güzel ifade ediyor, son dönemlerde Instagram’da, insanın kalp tellerine dokunan şeyler yazıyor. Yakında da yeni kitabı çıkacak.

Arada ona buna sataşıyor ama bence derdi kendiyle. Bu röportajı yapma sebebim, geçirdiği mide ameliyatı. Bir ay içinde 20 kilo verdi. Sağlık sebepleri yüzünden. O ne kadar esprili anlatsa da kolay bir dönem değil. Onu görmek, onunla sohbet etmek beni hep mutlu ediyor, yine etti.

Hayırlı olsun! Neredeyse 20 kilo hafifledin. Nasıl hissediyorsun kendini?
– Bomba gibi! Omuzlarıma binen, beni aşağı çeken bir ağırlıktan kurtuldum. Bedenen ciddi bir rahatlama yaşıyorum. Doğal olarak bu ruh halime de yansıdı. Gerçi, hayatımın ilk 50 yılını pek de şişman biri olarak geçirmedim, son 5 yılın meselesi bu fazla kilolar. Sanki üzerimde, benim enerjimden beslenen parazit başka bir adam vardı. Bir türlü doyamayan, istekleri bitemeyen, mutlu olamayan, kendini devamlı hasta hisseden huysuz biri. Onu aldırdım bir operasyonla! Doğum kilolarımdan kurtulmuş gibiyim anlayacağın…

Bedenindeki en büyük değişiklik ne?
-Yıllardır giyemediğim bir gardırop dolusu kıyafeti giyebiliyorum artık. Ameliyat parasını öyle kompanse ettik diyebiliriz! (Gülüyor)

Kilo vermeye devam edecek misin peki?
-Sanırım bu, çok da benim elimde olan bir şey değil. Doktorumun verdiği bir diyet listem var ve buna uymaya çalışıyorum. Maalesef bu operasyonda, kilo kaybı, senin kontrolünde olmuyormuş. Beden tipine ve genetiğine göre değişiyor. Yani, “Burada kalayım yeter!” diyemiyorsun. Sevgilim, ameliyattan sonra yaşanan kusmalar esnasında şöyle bir cümle kurdu, “Ya keşke o kadar da küçültmeseydin mideni. Farkını ödeyip, bir boy büyük yaptırsaydın!” Ben de keşke 3 lira farkla King size yaptırsaydım, diye düşünmüyor değilim. (Kahkahalar)

Bazen o kadar çok kilo veriyorlar ki, kürdan gibi oluyorlar. Bu seni korkutuyor mu?
-Bu operasyonları olan bazı insanların gerçekten kötü gözüktüklerine ben de çok şahit oldum. Zaten bu kadar yıl cesaret edemememin sebebi de buydu. Ama öyle bir duruma geleceğimi zannetmiyorum. Ben illa ki midemi belli bir kıvama getiririm, sonuçta ameliyatın ikinci gününde döner isteyen biriyim! Yine de protein tozu gibi gıda destekler alıyorum ki, çok fazla kas kaybı olmasın. İnsanı zombi gibi gösteren, kilo kaybından ziyade, kas kaybıymış…

Peki, niye böyle bir karar verdin? Estetik kaygılar mı?
-Ayşe, sence ben bu yaştan sonra estetik kaygılarla böyle bir şey yapmış olabilir miyim? Elbette sağlık sorunları yüzünden yattım bıçak altına. Şekerim ve tansiyonum normal değerlere inmeyince başka çarem kalmadı. Estetik kaygım olsa bişektomi, Bella Hadid gözü falan yaptırırdım (Gülüyor). Ben kilolu halimi seviyordum, böyle tatlı, Winnie the Pooh ile Minion arası bir yerde konumlandırıyordum kendimi. Ama kilomun, sağlığım üzerindeki etkilerini fazlasıyla yaşamaya başlayınca, canıma tak etti. Hep yorgundum, sanki günlerce uyumamışım gibi hissediyordum. Tansiyonum iyi değildi. Diyet yapabilme gibi bir özellik de benim sisteme yüklenmemiş. Spor yapmayı da sevmem. Canım tatlı istedi mi, beni kimse durduramazdı. Öyle olunca, şeker artık pek de tatlı olmayan yerlere tırmandı. Bu ameliyatı olmak için hastaneye yattığımda 600’dü düşün…

Sana kim, “Oğlum, bu kiloları vermezsen sonun kötü!” dedi?
-Pek sevgili Osman Müftüoğlu! Beni karşısına aldı ve “Bak İzzet, bu iş böyle giderse ya ayak parmaklarını keseceğim ya da kör olacaksın!” dedi. Yıllardır hayatımı zindan eden safra kesesi ameliyatını olmaya da mecbur kalınca, “Öteki de çıksın bari aradan!” dedim.

Senin olduğun mide küçültme ameliyatı mı?
-Sanırım bu ameliyatlarında çok fazla çeşit var, ben hepsine hakim değilim. Hastanede beni ziyarete gelen bir arkadaşım, “Kokulu mu yaptırdınız, kokusuz mu?” diye bir espri yaptı. O derece farklı konseptler gelişmiş durumda. Benim geçirdiğim operasyon, bariatrik cerrahi. Bu arada hazır bayıltmışlarken, günde en az 20 kutu diyet kola içmekten, artık çamura dönen safra kesemi de aldırdım.

Peki bugün sünnet, yarın deniz mi?
-Vallahi kimsenin gözünü korkutmak istemem ama pek de öyle değil! Gerçi ben, çifte ameliyat geçirdiğim için daha zorlu olmuş olabilir ama öyle çok da hafife alınacak bir şey değil. Bariatrik cerrahi için şunu söyleyebilirim, gerçekten ciddi sağlık sorunu olmayan bu işlere hiç kalkışmasın. Ne yalan söyleyeyim, “Bir damla bir şey içemeyeceğime, haftalarca bir şey yiyemeyeceğine, öyle toplu konut gibi gezerim daha iyi!” diye düşündüğüm oldu.

İzzet’cim itiraf et: Beynini küçültemediğin için mi mideni küçülttün?
-(Gülüyor) Keşke o da mümkün olsa! Keşke kafamın içinde biriken ve duymaktan bıktığım iç sesleri de aldırabilsem. Ya da beynimin bir “reset” tuşu olsa da tanıdığım bazı insanları tamamen silip, her şeyi sıfırlayabilsem. Şahane olmaz mıydı? Sorunun cevabına gelince, benim kimseleri dinlemeyen anarşist bir beynim var. Kimseye kulak asmadım, kendime iyi bakmadım, bu hale geldim…

Sendeki yeme isteği, mesleki deformasyon muydu? Yoksa yemek yemeği teşvik ettiren stres miydi?
– Tavuk – yumurta metaforuna benziyor bu durum. Şöyle düşün; Türkiye’nin ilk yemek kitabı yazarı Ekrem Muhiddin Yeğen, dayım. Babam Bedii Çapa, hiçbir kimya bilgisi olmadan Türkiye’de ilk pirinç unu ve hazır çorbayı icat eden adam. Ben babamın ürettiği bebek mamalarıyla büyümüşüm ve ÇapaMarka’nın o zamanki reklamlarında yazdığı gibi, ‘Yanaklarım hep kıpkırmızı!” Babam, gluten-free ya da şekersiz mama yaptı da ben mi yemedim! (Gülüyor) Benim hiç “doyma noktam” olmadı. Ben tok olsam da dayanamaz, güzel bir şey gördüğümde yerdim. Zaten yemeği bu kadar sevdiğim için bu sektöre girdim. Ve o kadar çok yedim ki, her şeyin en güzelinin nasıl yapıldığını görmüş ve öğrenmiş oldum. Ama artık sıvı tüketmek durumundayım. En azından belli bir süre…

Sırf bu sıvı tüketme zorunluluğu yüzünden, dondurmalı baklavayı eritip içenler varmış bu ameliyatı olanlar arasında… Sende böyle sonuçları oldu mu?
-Aa çok iyi fikirmiş, neden benim aklıma gelmedi ki! Bir an geliyor, sıvı almaktan iğreniyor insan. Çünkü her şeyi sıvı olarak tüketmen gerekiyor. Ben neleri geçirmeyi düşünmedim ki o blender’dan. İskender kebaplar, kokoreçler, Big Mac’ler. Hala da bence bunların sıvı hali olabileceği konusunda iyimser bir inancım var! (Gülüyor) Karşımda katı bir şey yiyen birini görünce aklım uçuyor, onunla birlikte yemek istiyorum. Kısacası halimden memnunum ama meşakkatlerinden bay geliyor!

İnsanların güya kişiliği değişiyormuş… Farklı bir insan oluyorlarmış… İçki içmeyen içki içmeye başlıyormuş… Doğru mu? Sen neler yaşadın, yaşıyorsun?
-Biraz da kişilik meselesi galiba. Ben her şeye rağmen kendinden ve halinden pek şikayet eden bir herif değilim. O yüzden çok da büyük zorluk yaşadım desem yalan olur. Huyum, suyum değişti mi? Bilmem, aynı deli olarak yaşamaya devam ettiğimi düşünüyorum. Bu, benim de en korktuğum konulardan biriydi. Sağlık sebebiyle, çok kısa zaman içinde bu ameliyatı olmam söz konusu olunca, sevgilimle hemen bunu araştırdık. Böyle vakalar gerçekten var. Mesela bu ameliyatı geçiren evli kadınlarda, boşanma oranları, yüzde 75 civarlarındaymış! Sıvı olarak kalori almanın en kolay yolu olduğu için, alkol bağımlığı ortalama yüzde 80’lerdeymiş. Öyle tuhaf şeyler olmuş ki, Amerika’da koyu Katolik bir kadın bu ameliyatı olduktan sonra Tanrıya inanmamaya başlamış. Sonra yine böyle dindar bir adam, erkeklerden hoşlandığını fark etmiş. İkisi de kiliseye gidip dertlerini anlatmış. Bazı kiliseler, “Bu, şeytanın ameliyatı!” falan demiş. Neyse ki bende, bu kadar bariz bir karakter değişimi yok. Bir tek blender’ımla o kadar yakın bir ilişki yaşamak zorunda bırakıldım ki, arada gidip ona evlenme teklif edebilirim diye korkuyorum!

Çok yiyip de kustuğun oldu mu?
-Bir kere “çok” kavramın değişiyor. Bir kaşık yoğurt çok mu? İnsan yiyince kusar mı? Ki bir kaşık, benim eski halimin dişinin kovuğuna yetmez! Şu anda birkaç kaşık ne yesem, sonu kusma oluyor. Bu arada bu bahsettiğim yiyecekler de kazandibi falan değil. Yağsız, süzme, hatta blender’da çekilmiş çorba falan. Canım blender’ım benim, ciddi düşünüyorum onunla!

“Yeniden aynı kiloya dönerim!” diye korkuyor musun?
– İnşallah dönmem. Ama ne kadar amacına uygun yaşayabilirim bak işte orası biraz flu. Hasta olmayacaksam eskiye dönmek isterim ama bu mideyle imkanı yok. Gerçekten bu kadar küçük mü yapılır? Ya bari bir kase çorba içebilseydim!

Bu tür bir ameliyata girenlerin terapi görmesi de gerekmiyor mu? Seni yeteri kadar hazırlandılar mı sonrası için?
– Normalde psikolojinin bu ameliyat için uygun olduğunu ispatlayan testlere giriyor insanlar ama benim durumunda, acil müdahale gerektiği için öyle bir teste girmedim. Beni en çok sevgilim hazırladı, “Bak karakterin filan değişirse, seni gebertirim!” falan diye. Galiba işe de yaradı! Türkiye’nin en iyi cerrahlarından biri, Prof. Dr. Cihan Uras gerçekleştirdi ameliyatımı ve beni psikolojik olarak da iyi hazırladı. Henüz bir ay oldu, 20 kilo gitti. Gerisini hep birlikte göreceğiz…

YAŞ 55! ARTIK HİÇBİR ŞEYİ KAFAYA TAKMIYORUM

55 yaş ne ifade ediyor senin için? 40’dan ne farkı var mesela…
– On yıl öncesine kıyasla, hiçbir şeyi kafaya takmıyorum. Daha bir günübirlik yaşıyor, “anı”n tadını daha sindire sindire çıkarıyorum. Canımın istemediği şeyleri yapmıyorum. Ben her şeyin en kötüsünü düşünürdüm. Mesela bir 2-3 senem var ki, her gece, “Yarın sabah, dünya savaşı başlayacak!” diye yattım. Artık öyle değilim. İçimde tuhaf bir şekilde değişik, güzel bir his var.

Plajlara uygun zayıf bedenimle, manken gibi olduğum için markaların peşimden koşacağına eminim!

Instagram’da edebi tarzda metinler paylaşıyorsun. Kalbini açıyorsun. Sosyal medyanın yüzeysel dünyasına derinlik katıyorsun…
-Teşekkür ederim. Edebi tarzda şeyler yazıyor muyum bilmiyorum ama mümkün olduğunca samimi şeyler yazmaya gayret ediyorum. Sosyal medya bu anlamda bence bir “ayna” gibi. Sen onu nasıl kullanırsan, o da sana öyle cevap veriyor. Ben daha çok hayata dair duygularımı paylaşıyorum. Kalbimi açtığım doğru. Ve görüyorum ki ben hangi duyguyla yazıyorsam, takipçim de o duyguyla okuyor. Gayet mutluyum yani, onlar da beni okumaktan memnunsa, ne ala. Zaten normalde yazmayı seven biriyim. Hürriyet’teki kısalmak bilmeyen yazılarımı hatırlarsın! Olay, Instagram’a dönünce tuhaf bir şey oldu. İnsanların bir kısmı, aldığı arabayı, gittiği tatili, giydiği ayakkabının markasını, yediği yemeği gözümüze soka soka paylaşıyor. Ben bunlardan aşırı utanıyorum. Ben kendi tarzımda takılıyorum. Bu yaştan sonra influencer’cılık oynayamam. Gerçi, şimdiki plajlara uygun zayıf bedenimle, manken gibi olduğum için markaların peşimden koşacağına eminim. “Linki aşağıya bıraktım’lı story”lerim çok yakında! (Gülüyor)

Peki, hayata dair duygularını paylaşmanın sebebi ne? “Ben hala varım” demek mi? İzzet Çapa iyi yazarı göstermek mi? İçini dökmek mi? Eğlenmek mi? Nedir?
-Hasbıhal etmek, halini paylaşmak, kimi zaman akıl danışmak, kimi gün dilin döndüğünce, kalemin kelamın elverdiğince ilham vermek, yol göstermek… Bazen bir diziden bahsediyoruz karşılıklı, bazen birini anıyoruz geçmiş günlere yolculuk ederek. Kimi zaman tasavvuftan bir hikaye okuyoruz, kimi gün bir şiirin etrafında geziyoruz. Hüzünlendiğimiz de oluyor eğlendiğimiz de. Tıpkı hayat gibi işte. Yazmak, tuhaf bir eylem. Virüs gibi. Bir kere kaptın mı, geçmiş olsun. İlle de içinde birikenleri boşaltacak bir mecra buluyorsun. Şimdi ben nereye yazayım diyorsun. Gazete kalmadı. Twitter eskisi kadar canlı değil. Her gün kitap da yazamazsın. Ne yapacaksın? Instagram’a kaydım. O olmazsa, başka bir şey bulurum. Mesaj falan atarım insanlara o derece manyağım! (Gülüyor)

Şimdi kiminle röportaj yapacaksın? Beni sadece dizisi hakkında konuşan, hayatla ilgili söyleyebileceği tek cümlesi olmayan insanlar HEYECANLANDIRMIYOR…

Harika röportajlar yapıyordun. Niye artık yapmıyorsun?
-Çünkü o günler harika zamanlardı. Hayatını merak ettiğim, rahat rahat konuşan bir sürü kişi vardı etrafımızda. Şimdi kiminle röportaj yapacaksın? Beni sadece dizisi hakkında konuşan, hayatla ilgili söyleyebileceği tek cümlesi olmayan insanlar heyecanlandırmıyor. Bence bahsettiğin dönem, Lale Devri’ydi. Güzeldi, ama Fetret Dönemi’ne geçildi artık.

Bir ara YouTube röportajları da yapıyordun, ondan neden vazgeçtin?
– YouTube aslında çok tatlı bir mecra. Biz de değişik bir formatta, 52 bölüm, güzel bir iş yaptık. 2 saat filan sürüyordu programlar, YouTube ofisinden bize devamlı uyarı geliyordu: “Bu kadar uzun yapmayın, en fazla 6 dakika olsun!” Sonra görüldü ki, izlenmeler kadar izlenilen dakika da önemli. Biz mesela düşük izlenme sayılarına rağmen, inanılmaz yüksek izlenme sürelerine ulaştık ve BrandWeek’e davet edildik bunu anlatmak için. Şimdi herkes bir saat çekmeye başladı. YouTube için yeniden heyecanlanmam lazım. Aklıma ilginç bir fikir gelirse dönerim. Yaptığım bütün işlerde, önce benim kendi içimde heyecanlanmam lazım. Ben büyük bir hevesle başlamıştım ama zaman içinde o coşkuyu kaybettim. O yüzden bıraktım.

EN ÇOK BEN SEVDİM

Yeni kitabın çıkıyor…
-Bak, ona heyecanlıyım. “En çok ben sevdim” ismi. Yazım kısmı bitti ama bir türlü vedalaşıp, yayınevine gönderemiyorum. Kitap yazmak ve yazdığının okunması dünyanın en güzel şeyi. Ama biraz da manyaklık. Ülkedeki okuma oranları ortada. Ben bu işi artık ney üreticisi, seramik boyası falan gibi inanılmaz “niş” bir iş olarak görüyorum. Mektup yazıp, bir şişenin içine koyup denize atmak gibi. Bir gün, biri okur mu acaba diye… Ama yine de yazmak benim için bir tür oto-terapi. Kendi kendimi dinlendirdiğim, rahatlattığım, kendime kendimi anlattığım tek kişilik bir psikanaliz. İçimdeki kötünün sesini kısabildiğim ve ruhumun kapılarını içimdeki iyiye daha çok açabildiğim bir macera. Hayatımın en güzel, en önemli macerası…

Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada EĞLENCE EVLERE ÇEKİLDİ!

İzzet Çapa aynı zamanda Türkiye’nin eğlence sektörüne damgasını vurmuş, yenilikler icat etmiş, yönlendirmiş, trendleri bu ülkeye getirmiş, hep çok ileride mekanlar açmış biri…
-Ne güzel laflar bunlar!

Hepsi gerçek. Şu anda eğlence dünyasında durum ne?
-4-5 yıldır büyük bir değişim yaşıyor. Ama sadece Türkiye’de değil, dünya genelinde böyle. Eğlence, daha çok evlere çekildi. İnsanların sadece istedikleri içeriklere, istedikleri zaman ulaşabilecekleri, ilgilenmedikleri bir şeyi, onlar sanki hiç yokmuşçasına görmeyecekleri; küçük, kapalı, dijital dünyalar yaratıldı. Bunun bir kısmı tamamlandı, bir kısmı yolda. Biz de tabii ki işlerimizin sürdürebilirliği için bu yönelimleri yakından takip ediyoruz.

Kimler geziyor ortalıkta? Kaç doğumlu bu insanlar? Nasıl insanlar?
-“Geziyor” çok doğru bir tanım. Çünkü insanlar sadece “geziyor.” Eğlenmiyor! Eğlenceden kastım şu; eğer çok özel bir günü değilse, kimse öyle deliler gibi dağıtarak eğlenmiyor artık. Yani eskiye göre, inanılmaz azaldı. İnsanlar “geziyor.” Zorlu’da dolaşıyor mesela ama gidip de bir yerde oturup yemek yemiyor. Eskisi gibi değil. Hızlı bir şekilde karnını doyuracak yol bulmaya çalışıyor. Şu an tüm dünyada bir geçiş dönemi yaşanıyor. Eğlence sektöründe de durum bu.

Ekonomik kriz ne kadar etkiledi?
-Ekonomik krizlerde, normalde, eğlence sektöründe büyük bir sıçrama yaşanır. İnsanlar daha az para harcar, daha az kaliteli ürün tüketir ama daha çok tüketir. Ya da daha fazla insan tüketir. Bu yüzden de işler artar… Dı! Şimdi ekonomik krizden mi yoksa değişen alışkanlıklardan mı bilmiyorum vaziyet pek öyle değil…

EĞLENCE DÜNYASI KİŞİYE ÖZEL BİR EKOSİSTEME EVRİLİYOR

Trendler nereye evriliyor?
-Herkes için müstakil bir eğlence ekosistemine evriliyor. Mesela akustik müzik mi seviyorsun? Eskiden Taksim’de öyle bir bar bulup, sana hitap eden şarkıcının olduğu güne denk getirip dinleyebiliyordun. Şimdi durum şu. Daha doğrusu yaratılan ve dayatılan şu: Her şey, elinin altında. Akustik müzik mi seviyorsun? Gir YouTube’a. Birkaç şarkı dinle. Sonra zaten önüne devamlı o ve ona benzer içerikler çıkacak. Google aramalarında, akustik müzikle ilgili içeriklere, reklamlara maruz kalacaksın. Instagram’ın “keşfet”inde senin seveceğine inandıkları şeyleri çıkaracaklar karşına. Sonra acıkacaksın, her türlü yemek siparişi veren app’ten birine gireceksin. Onlar da sana, bundan böyle senin sevebileceğin şeyleri sunacaklar. Sonra canın başka bir şey isteyecek, market app’lerinden onu alacaksın, markete gitmeden. İçki içmek istersen, evinde içeceksin. Zaten dışarıda inanılmaz pahalı. Ardından bir şey mi izlesek diyeceksin? Hooop Neftlix, Prime, Apple+, YouTube Premium ve daha milyonlarca seçenek. Canının sıkılmasına imkan yok. Şu anda sadece doğum günü, yıl dönümleri, kına, bekarlığa veda, düğün gibi şeylere henüz dijital bir çözüm bulunmadı! Onları da heyecanla bekliyoruz…

GECE HAYATI NEKAHAT DÖNEMİNDE

Senin getirmeyi düşündüğün yenilikler var mı?
-Tabii ki var. Biz tüm dünyayı ve gelmesi planlanan trendleri gerçekten iyi takip eden bir ekibiz. Bu geçiş sürecini de yakından izliyoruz. Ülkemizde nasıl bir şeye dönüşeceğini an ve an kontrol ediyoruz. Aslında şu anda eğlence sektörü nekahet döneminde. Biz de onu kontrol eden insanlarız…

Sen hala paranı bu işlerden mi kazanıyorsun?
– Eskisi kadar kazanmıyoruz ama evet, hala buradan kazanıyorum.

HAYDAR DÜMEN OUT İZZET ÇAPA IN
“Erkekler, kesinlikle mastürbasyon yapmamalı, porno izlememeli!”

Duydum ki cinsellikle ilgili eğitim alıyormuşsun, doğru mu? Hayrola…
-Yok be Ayşe, bilirsin ben acayip meraklı bir adamım. Yurt dışından Türkiye’ye seminer vermek için kim gelse, mutlaka gitmeye, dinlemeye çalışırım. En son da “tantra”yla ilgili birileri geldi. E yaş da ufaktan kemale erdi, ben gitmemeyim de kim gitsin Allah’ını seversen, gittim. Birkaç ay önce de Alman bir numerolog’la tanıştım. Orada da adam, çakralar, seksüel enerji, çi falan gibi şeylerden bahsetti ve okumam için de birkaç kitap tavsiye etti. Ben de okudum, internetten araştırdım. İlk duyduğumda aşırı saçma gelen şeyler bir anda, “Ya aslında çok mantıklıymış”a dönüştü. Şimdi kendimce, o enerjiyi tüm vücuduma yayabilme yöntemleri üzerinde çalışıyorum.

Nasıl yani? Neler öğrendin, bize de anlat…
-Mesela Mantak Chia diye biri var. Diyor ki, “Erkekler kesinlikle mastürbasyon yapmamalı, porno izlememeli!” Ne alaka diyorsun önce. Sonra daha da abartıp, “Eğer dünyaya bir çocuk getirme amacı yoksa boşalmamalı” da diyor. İşte orada, elinin körü diye tepki verdim ama adamın mantığı şu: “Sperm, bir insana can verebilecek kadar büyük bir yaşam enerjisi içeriyor. Ve sen, bir boşalmada, o enerjinin milyon katını vücudundan atıyorsun. Doğal olarak da bu büyük bir enerji kaybına neden oluyor. Halbuki, o enerjiyi vücudunun başka bölgelerine yönlendirerek yaşam ve yaratıcı enerjini yukarıya çıkartabilirsin!” Öyle diyor işte. Sen ne kadar yapabiliyorsun? dersen, daha yolun başındayım ama deniyorum. Bu röportajdan sonra Haydar Dümen out, İzzet Çapa in diyecek millet!

ERKEKLER SADECE CİNSEL ORGANLARINDA ZEVK ALABİLCEKLERİNİ SANIYORLAR YANILIYORLAR! OYSA, BÜTÜN VÜCUTTAN ZEVK ALINABİLİR

Cinsellik, hayatının neresinde duruyor?
-Sana yine Mantak Chia’nın söylemleriyle cevap vereyim: “Çocukluğundan beri erkekler, sadece cinsel organlarından zevk alabilecekleri sanıyorlar. Oysa bütün vücuttan haz alınabilir. Üstelik daha da iyi bir şekilde!” Bu şekilde bakarsak, eskiden benim de anlayışım öyleydi. Şimdi vücudumun tamamına yaymayı hedefliyorum.

İnşallah seni düğünümüze davet ederiz!

7 yıldır devam eden bir ilişkin var, senin için ne ifade ediyor?
-Bu devirde, iki insanın aynı evi paylaşması, ilişki yaşaması o kadar zor ki… Bu anlamda, hala aşka değer veren, birbirlerini sevdikleri için bir arada kalabilen insanların olmasını çok kıymetli buluyorum. Dijitalde olmasına rağmen, hala ısrarla plaktan müzik dinleyen insanlar gibi değerlendiriyorum onları. Ya da şiir seven. Limited edition bir şey haline geldi aşk. O yüzden sana benzeyeni bulmak, bence çok güzel bir kriter. Bir de birbirinin “bireysel ekosistemi”ni beğeniyorsan, o zaman devam ediyor aşk. Biz mesela, aynı şeylerden hoşlanıyoruz. Bir film mi izliyoruz, ben beş dakika sonra sıkılıyorsam, o da en geç onuncu dakikada sıkılıyor. Hooop hemen başka bir şey yapmaya başlıyoruz. Anlayacağın bizim aşkımızın sinematografisi farklı. Birbirimizi besleyen bir ilişki. İnşallah daha uzun sürer de seni düğünümüze davet ederiz!

Yorum Bırak