‘’Derinlemesine, uzun bir Refik Anadol röportajı okur musunuz’’ diye sordum, ‘’Okuruz’’ dediniz… Yorumlarınız harika, süper uçurdunuz beni… Ee günah benden gitti. İki gün sürecek Refik Anadol röportajımız başlıyooooooooo 💫💫💫
.
Dijital sanatın, alışılmışa meydan okuyan isimlerinden Refik Anadol röportajımızın ilk bölümünde, dünyada bir ilk olan ‘’Alkazar Rüyası”nı konuştuk.
.
Bu projeyle, Beyoğlu’nun sembolik mekanlarından Alkazar Sineması’nda, 1947’den 2010 yılına kadar oynamış 150 Türk filminin verileri yapay zekayla birleştirildi.
.
Selvi Boylum Al Yazmalım’dan, Eşkıya’ya, Her Şey Çok Güzel Olacak’tan Babam ve Oğlum’a kadar çoook kıymetli filmler….
.
Alkazar Rüyası’nın bir benzeri, Bill Gates’in izniyle Walt Disney Konser Salonu’nda hayat buldu. Yine Refik Anadol’un çalışmasıyla. Ancak o çalışma dış mekandı, HOPE Alkazar’da ilk defa iç mekana uyarlandı…
.
Alkazar Rüyası, aynı zamanda inanılmaz bir veri havuzu!!! Büyük bir araştırma kaynağı… ‘’Mesela hangi toplumsal kaygılar, reaksiyona dönüşmüş, bunları görebiliyoruz… Hangi isimler, sözcüler, kavramlar öne çıkmış… Mesela “Jale”, en çok kullanılmış kadın ismi Türk sinemasında. “Oğlum” ve “Kızım” bütün filmlerde en fazla geçen sözcükler. Hep “aile” kavramına bir vurgu var.’’ diyor, Refik Anadol.
.
Anadol’un dudak uçuklatan bu enstalasyonu, Nike’ın destekleriyle yepyeni bir sahneye dönüşen “HOPE Alkazar”da meraklısıyla buluşuyor. 6 ay boyunca Beyoğlu’nda olacak.
.
Mekan herkese açık ve ücretsiz, yoğunluk olmaması için önceden randevu almanız gerekiyor.
.
Röportajın devamında bu müthiş adamın hayatını, yaptıklarını, ailesini, hayallerini, neyi neden yaptığını okuyacaksınız.
Ve karşımda Refik Anadol… Galiba 1000 tane soru soracağım. Hazır mısın?
-Hazırım… Hadi sor… Heyecanla bekliyorum…
Ama bir ricam olacak, bazı şeyleri lütfen bir ortaokul öğrencisine anlatır gibi anlat, olur mu? Ki hepimiz anlayalım…
-En basit haliyle anlatırım, söz!
BU DİJİTAL ENSTALASYON DÜNYADA BİR İLK
150 adet sinema filmi, dünyada ilk kez, bu kadar güncel yapay zekayla bir araya geliyor!
HOPE Alkazar’daki “Alkazar Rüyası” inanılmaz ilgi görüyor. Her gün akın akın insan geziyor. Şubat’a kadar rezervasyon yapılmış durumda…
-Sorma. Çok çok mutluyum…
“Dünyada bir ilk” deniyor. Bu salonda tam olarak ne oluyor?
-İnteraktif bir enstalasyon. Geçmiş ve gelecek iç içe geçiyor. Ve mekan, ziyaretçilerini eşsiz bir deneyime davet ediyor… Biliyorsun, ben veriyi, yapay zekayla bir araya getiren biriyim. 10 küsur yıldır, mimari ve ışığı buluşturan işler yapıyorum. Fakat tarihi bir mekanı; hatırası olan bir veriyi, yapay zekayla buluşturup, tekrar ona geri katabilmek, dünyada çok nadir yapılabilen bir şey. Bir önceki örneği Walt Disney Konser Salonu’ydu. Bill Gates’ten izin aldığım projeydi ama o, bir dış mekandı. HOPE Alkazar’daki bir iç mekan. İşte bu, dünyada ilk kez yapılıyor! 150 adet sinema filmi de, dünyada ilk kez, bu kadar güncel yapay zekayla bir araya geliyor!
ALKAZAR RÜYASI BİR TÜR “GELECEĞİN SİNEMASI”
BU ŞAHANE SİNEMA, CANLI BİR ORGANİZMA OLSAYDI, NE TÜR HATIRALARI OLURDU?
Sayende Alkazar Sineması’nın hatıralarını izliyoruz yani… Bunu niye yapıyorsun?
-Benim için sanat, insanlığın hayal gücünü kullanabilme kapasitesi… Alkazar Rüyası, bir tür “geleceğin sineması.” Nike, HOPE Alkazar projesinden söz edince, aklıma birden şu geldi: Bu şahane sinema, canlı bir organizma olsaydı, ne tür hatıraları olurdu? İşte bu sergide buna tanıklık ediyoruz: Mekan, toplumsal belleğimizde yeri olan, birbirinden güzel sinema filmlerini hatırlıyor, aynı zamanda Türk sinemasının duayenlerini de saygıyla anıyor. 21. yüzyılda, yapay zekanın, bir hatırlama, bir restorasyon aracı olabilme ihtimali beni çok heyecanlandırıyor.
Vay beee! 1947’den 2010 yılına kadar bu salonda oynamış 150 Türk sinema filmini bu projeye dahil ettiniz…
-Evet. Selvi Boylum Al Yazmalım’dan, Eşkıya’ya, Her Şey Çok Güzel Olacak’tan Babam ve Oğlum’a kadar çoook kıymetli 150 filmi yapay zekayla bir araya getirdik. Beni en mutlu eden de, bu mekanın ücretsiz olarak herkese açık olması. Ticari kaygının olmaması. Bunlar, değerli ve nadir olan şeyler. Ancak kalpten yapılabilecek şeyler. Yani bu benim için, bir marka iş birliği filan değil. Toplumsal bir hayal gücü gibi bir motivasyonla girdim. İşlerimde, yapay zeka kullanıyordum ama hiçbir zaman, 150 kadar bir sinema filmini, yani 300 saatlik bir veriyi kullanmamıştım. Kullananı da bulamadık hiçbir yerde! İyice heyecanlandırdı bu bizi. Tarihi dokuyu da korumaya karar verdiler, daha da heyecanlandım. Mekanın kendisi kanvas oldu!
Buraya gelen kişinin yaşayacağı 20 dakikalık deneyim nasıl bir şey?
-İlk 12 dakikası, 150 filmin, yapay zeka ağlarından geçip, bir rüyaya dönüşme sekansı. Bu süre boyunca, 150 filmi tek tek analiz ediyor yapay zeka. Görüntülerini, senaryolarını ve seslerini. Sonunda hepsinden “soyut bir hatıra rüya” çıkarıyor. İzleyici, yapay zekanın film izleme anını hissederse, belki arasında enteresan bir bağ kurulabilir diye düşündüm… Çünkü bu, artık bir insanın klasik sinemaya bakışı değil, bizimle, sinema arasında bir makinanın da olabilme ihtimali… İnsanlara yeni sorular sordurma ve ilham olabilme ihtimali… Bu arada, tabii ki yapay zeka gibi kompleks bir alan, sadece 12 dakikada anlatılabilecek bir şey değil. Burada 300 saatlik bir film arşivi var.
6 MİLYONA YAKIN VERİ HAVUZU OLUŞTURDUK
Her sahneden kaç kare örnek aldınız?
-İki. Ve 6 milyona yakın bir veri havuzu oluşturduk. Bir diğer sahnede, altyazılardan oluşan senaryolar, bir diğer bölümde ise ses kayıtları. Aslında her üç büyük veriyi de, ayrı ayrı görüyoruz, sonra yavaş yavaş soyut bir anlama dönüşüyor… Burada kullanılan hiçbir görsel, rastlantısal değil. Her şey gerçekten yapay zeka alanında kullanılan teknikler.
Aynı zamanda büyük bir araştırma kaynağı mı elimizdeki bu veri?
-Aynen öyle! Hangi yıllarda, hangi duyguların öne çıktığını anlayabiliyoruz. Mesela hangi toplumsal kaygılar, reaksiyona dönüşmüş, bunları görebiliyoruz… Hangi isimler, sözcüler, kavramlar öne çıkmış… Mesela “Jale”, en çok kullanılmış kadın ismi Türk sinemasında. “Oğlum” ve “Kızım” bütün filmlerde en fazla geçen sözcükler. Hep “aile” kavramına bir vurgu var. “Araba”, “ev” gibi, bir de ilginçtir, “şampanya…” Bence Türk sineması, toplumumuzun bir aynası. O yüzden de büyük bir araştırma kaynağı elimizdeki bu veri. Yapay zeka ağlarının belki de en heyecan veren kısmı, elinizde büyük veriniz varsa ve bu veriyi yapay zekaya düzgün kürasyon yapıp verebilirseniz, o kadar gerçek geri dönüştürebiliyor o veriyi. Mesela değerlerimiz Tarık Akan, Kemal Sunal, Türkan Şoray diyelim… Farklı filmlerde, farklı yaşlarda, farklı duygularda ve ışık kondisyonlarında, yapay zeka, resmen o yüzleri tekrar oluşturabiliyor… Kamerayı makinanın aklına koyabiliyoruz yani. Yapay zeka sineması, bence makinanın aklında geçiyor. Gerçekten bir hatırlama anı gibi. Düşünen bir fırça aslında.
UZUN KUYRUKLAR OLMASIN DİYE REZERVASYON SİSTEMİ GETİRDİLER
Sen yaptığın işlerde, insanların kilometrelerce kuyruk olmasına alışıksın di mi?
-Öyle olmasın diye HOPE Alkazar’a bir rezervasyon sistemi getirdiler. Çünkü İstanbul’daki bir önceki sergimde, 1 kilometreye yakın kuyruk vardı. Berlin’de de keza, 1 kilometreye yakın kuyruk olmuş. Burada daha sinema gibi düşündük, seans gibi. Seansa gelir gibi izleyip deneyimleyip, çıkmalarını hayal ettik. Salon da çok büyük değil. Dolayısıyla 20’den fazla kişi giremiyor.
İkinci bölümde peki?
-İkinci bölümde, yine dünyada ilk defa, yapay zeka ağları, 150 filmin sesi, görüntüsü ve metniyle buluştu. Tüm metinler, senaryolar, tüm ses kayıtları ve tüm görsel analizler… Görsel analiz derken kaç karakter, ne kadar konuşmuş, hangi objeler nesneler kullanılmış… Hepsi görülebiliyor. Bence en önemlisi bunu bir atölyeye dökmek. Şu an sadece performans kısmındayız. Bundan bir atölye yapıp, ücretsiz olarak paylaştığımız zaman, bu alanın duayen, öğrenci, yüksek lisans ve doktora yapan akademisyenlerine ciddi bir katkısı olacak. En büyük hayalim bu. Akademik kaygım var yani.
Son 12 dakika peki…
-Nike ekibinin bence çok yaratıcı fikri: Sanat ve sporu buluşturuyorlar. Sanat ve sporun gerçekten bu kadar buluştuğu bir yakın zaman projesi hatırlamıyorum. “Mekandaki hareketi nasıl algılayabiliriz?” sorusunu araştırdık. Hareket, sanatta son dönemde çok kullanılan bir şey ama biz “Daha zekice nasıl kullanabiliriz?”e baktık. Bir yapay zeka kamera sistemimiz var, 4 tane özel yapay zeka kameramız… Bunlar izleyicinin hareketinin hızını, yönünü ve şiddetini anlayabiliyor. Bunu anlayıp, bundan da pigment yaratıyor. Bunu da kodlayan benim. Yazılımın başında olan kişiyim. Bu programı 13 yıldır kullanıyorum. Türkiye’de ilk kez Santral İstanbul projesinde kullanmıştık. O günden beri bu programa aşığım. Öyle bir şey ki görsel programlama dili, aklınızdaki herhangi bir şeyi kodlayabiliyorsunuz. Verilerden pigment, seslerden heykel yapabiliyorsunuz. Kalp atışından, beyin sinyallerinden, görünmeyen bluetooth sinyallerinden… Muazzam bir şey. Görülemeyeni görülür kılıyor!
SANATIN BİRLEŞTİRİCİ GÜCÜNÜN YARATTIĞI BÜYÜLÜ BİR ŞEY VAR
BEN ONUN PEŞİNDEYİM
Yeni medya lafına gıcık oluyorsun. Sen medya sanatçısısın. Sanat alanında üretiyorsun, çalışıyorsun. Yönetmensin. Akademisyensin. Ve insanın dibini düşüren çok acayip şeyler yapıyorsun! Teknolojiyi, sanatı ve bilimi birleştiriyorsun… Mimariyi kanvas, yapay zekayı ve veriyi materyal olarak kullanıyorsun. Dünyanın birçok yerinde, özellikle de kamusal alanlarda, yakın geleceğe dair öngörülerini hikayeleştiren büyük ölçekli projeler ortaya çıkarıyorsun… Bilimden, fizikten, psikolojiden, mimarlıktan, yapay zekadan destek ve ilham alıyorsun. Şimdi soruyorum: Esas olarak sen ne yapıyorsun?
-Geçmişten ve gelecekten hikayeler anlatıyorum! Buna da, geleceği hatırlamak diyorum. Şu an olmasa bile, yakın zamanda olması muhtemel hayaller kurduğum hayaller. Tahmin edilebilir, dokunulabilir yakın gelecek. Evet, bilim kurgu seviyorum, ama sadece soğuk algoritmalar, sıkıcı görseller ve kimsenin ilgisini çekmeyen, insanların ortak kaygısı olmayan bir dünya değil benim hayallerim. Sanatın herkese, her yaşa ulaşabilme anını seviyorum. Benim yaptığım aslında “yeni bir dil” bulmaya çalışmak. Sanatın birleştirici gücünün yarattığı büyülü bir şey var, ben işte o şeyin peşindeyim.
İşini yaparken, bir çocuğun keyif aldığı gibi aslında oyun mu oynuyorsun?
-Evet! Ve sorular soruyorum. 8 yaşında ilk bilgisayarımı hediye etti ailem. O günden beri hep aynı soruyu soruyorum: Niye benim odam hep aynı? Niye bu cam aynı, niye bu duvarlar aynı? Çok sıkıcı değil mi her gün aynı odaya girmek? O zamandan beri rahatsızım mimari konusunda! Mimari dediğin şey, beni duymalı, hissetmeli. Ruh halime göre değişmeli. Günüm kötü gittiyse, odamın duvarları bunu anlamalı… Çocukluğundan beri böyle şeylere kafa yoruyorum.
Tüm bunları yaparken her şeyden kopuyor musun? Zamanı unutuyor musun?
– Evet. Bu da eşimin en büyük kaygılarından biri. Ama yeni bir dünyaya geçmek gerekiyor. Bence her sanatçının sorumluluğu bu. Hayal gücünü sonuna kadar kullanabilmesi…
BENİMKİ SINIRSIZ BAŞLAYAN AMA AYAKLARI YERE BASAN BİR HAYAL GÜCÜ
Sınırsız mı hayal gücün?
-Sınırsız başlayan ama yere basan bir hayal gücü! Bugün var olan teknolojileri kullanarak hayal kurmak bana heyecan verici geliyor. Yoksa tabii ki bilim kurgu filmlerindeki gibi, olmayan galaksileri, olmayan karakterleri, olmayan atmosferi hayal edebiliriz. Ama öbürü benim için daha heyecan verici.
Hayal gücün bazen seni korkutmuyor mu?
-Yok, tam tersine umut veriyor. Gerçeklikten ne kadar kopabilirsem, kendimi aslında o kadar yaratıcı buluyorum. Ama ayaklarımın yere basabilmesi kaydıyla. Çelişki gibi algılayabilirsin oysa değil. Bence yaratıcı düşünebilen birçok insanın hoşuna giden, gerçeklikle hayal gücü arasındaki çizgi var. Tabii anlaşılabilmek kaydıyla…
Çevrendeki insanlar için zor biri musun?
-Sanmıyorum. Öğrenme aşığı biriyim. Çünkü öğretmenlerle büyüdüm. Onlara da minnettarım. Öğrenmeyi çok küçük yaşta öğrendim. Ve çok sevdim. İşim gücüm öğrenmek, öğretmek.
Harika şeyler yaptın, yapıyorsun. Hepimiz seninle uçuyoruz. Peki tüm bunlar, senin egonu uçurmuyor mu?
-Hayır. Takım işi yapmanın verdiği farklı bir düşünce yapısı var. Sevdiğim bir Afrika atasözü var. Der ki: “Hızlı gitmek istiyorsan yalnız git. Daha uzağa gitmek istiyorsan hep beraber git!” Ben uzağa gitmek istiyorum. Ama hep beraber bir yere ulaşmak istiyorum. 2012’de Los Angeles’a taşındığımda da hayalim buydu: Bir stüdyo açmak, hayal kurmayı bilen ve seven kişilerle geleceği tahmin etmek. Tam da bunu yapıyoruz hep birlikte.
Yaptığın şeyler bana “rüya” gibi geliyor ama nasıl yaptığın o kadar komplike geliyor ki… Yani duygusuyla beni içine alırken, teknolojisiyle kendinden soğutuyor… Biraz da tırsıyorum! İçimden müzelere koşup, eski usul yağlı boya tablolara sarılmak geliyor… Böyle hisseden başkaları var mıdır?
-Sen aslında benim işlerimi değil, geleceği tarif ediyorsun! Geleceğin, tam olarak hissi bu. “Geleceği hatırlamak” diyorum ya, tam da böyle bir şey. Deneyimleyebildiğimiz bir şey ama arkasında ne olduğunu öğrenebilecek miyiz? En azından kendi adıma, yapay zeka kullanmaya başladığımdan beri, her sergimde mutlaka hangi algoritmayı, hangi veriyi, hangi parametreleri kullandığımı bütün açıklığıyla gösteriyorum. Gördüğümüz şey yüzey. Ama derini teknik anlamda, yüzeye getirmenin yöntemi, “eğitim kısmı.” O yüzden benim yaptığım bütün projelerin, atölye kaygısı var. Tam da bu yüzden, duvarlara koca koca takım arkadaşlarımın isimlerini, algoritmaları zamanında bulanların isimlerini, verilerin nereden geldiğini ve nasıl uygulandığını hep yazıyorum. Sanatın böyle bir kaygısı yok. Sanat, geçtiğimiz yüzyıllarda nasıl yapıldığını göstermek zorunda değilmiş. Ama ben böyle bir sorumluluk duyuyorum. Çünkü şunu biliyorum: Teknolojiyi doğru kullanmazsak, insanlığa zarar verebilir.
Zamanının ne kadar ilerisinde bir sanatçısın? Ya da şöyle sorayım: Gelecekten gelmiş olabilir misin?
-Keşke, çok isterdim! Zaman, harika bir malzeme. Ama müdahale edemediğimiz bir malzeme. Hayal gücünü kullanmadığın sürece, zaman mutlak. Hayal gücü ve zaman birlikte düşünüldüğünde, işte o zaman, bilim kurgu dünyası ortaya çıkıyor.
10 yıl önce yine Beyoğlu’nda ilk veri heykelimi yapmıştım, Yapı Kredi’nin cephesinde. İstiklal Caddesi’nin ses kayıtlarını kullanmıştım. 10 yıl sonra tekrar Beyoğlu’nda, HOPE Alkazar’da yapay zeka kullanmak benim için çok anlamlı. Los Angeles’ta bu fikri kıskanan bir müze var: Academy Museum. Koskoca Hollywood’un müzesi bu fikri kıskanıyor. Aynısını onlar da istedi ama her zaman en yeni şeyleri Türkiye’ye getirdiğim için onlar biraz bekleyecek.
Neden akademik kariyer senin için bu kadar önemli?
-Çocukluktan gelen bir “paylaşma” hissi galiba. Ailem, öğretmenlerle dolu. Onlardan çok şey öğrendim, ben de bildiklerimi öğretmeyi hep sevdim. 7 yıldır, Kaliforniya Üniversitesi’nde dünya devleriyle ders veriyorum. Yaptığım işlerin hep bir akademik boyutu olmasına özen gösteriyorum.
Seni özel yapan ne: Hayal gücün mü? Teknolojiye bu kadar hakim olman mı? Cüretkar olman mı? Sınırsız olman mı? Kapsayıcı olman mı? Öğretmen çocuğu olman mı? Öğrenmeye aşık olman mı?
-Hepsi bir bütün bence.