Hep kendim gibi olmak istedim, Mithat gibi
(Pazar)
BU BENİM GERÇEĞİM
Sezen Aksu’nun oğlu olmak benim gerçeğim. Ama bunu ben seçmedim. Değiştiremem de. Çok mutluyum ve çok şanslıyım o ayrı. Çünkü annem müthiş bir insan. Ama benim için dışarıdan nasıl algılandığım umurumda bile değil. Ben kendim gibiyim, Mithat gibi…
Oh be sonunda beğendiğim bir adam buldum! Ki ben küçük sevmem. Adam dediğin en az 40’ın üstünde olacak! Ama bakar mısınız şu fotoğraflara… Şu doğallığa, şu tatlılığa, şu karizmaya… Kadınlar eminim ıslık çalacaktır. Erkekler de sinir olacaktır! Neyse ne, 32 yaşındaki Mithat Can Özer, gerçekten çok güzel bir adam, yakışıklı bir adam. Doğru sıfat ‘cool’ olacak aslında. ‘Cool’luk akıyor üzerinden. ‘Mış’ gibi de yapmıyor, hakikaten öyle. Biz onu Sezen Aksu’nun müzisyen oğlu olarak tanıyoruz ama eksik tanıyoruz. Röportaj vermeyi sevmeyen bir adam. Dolayısıyla onu, orada burada çekilmiş fotoğraflardan, kolundaki dövmelerden ya da birlikte olduğu kadınlardan tanıyoruz. Aslında tanımıyoruz. Annemle Onno’nun aşk yuvası Ulus yakınlarında bahçeli bir evde yaşıyor. Küçücük, kiremit rengi bir ev. Bohem bir ev, sanatçı evi gibi. Ama sıcak, insanı içine alan bir ev. “Ne güzel burası!” diyorum. “Annemle Onno’nun aşk yuvası!” diyor, “Bu sokakta geçmiş aşkları. Şimdi ben yaşıyorum. Andre’yle birlikte…” Andre kim? Dünya tatlısı köpeği. Dev, simsiyah bir şey. Kocaman ama çok bebek aslında. Ve babasına âşık. Babası da elinde oğlunun salyalarını sildiği bir bezle dolaşacak kadar sevgi dolu bir adam. “Andre benim bebeğim. Çok iyi kalpli. Bir tek defosu salyası. Babası olarak oğlumun temiz olmasını sağlamaya çalışıyorum, elimde bir bez, sürekli ağzını siliyorum…” Böyle de merhametli! Mithat Can, her ortama uyum sağlayan biri. “Ben su gibiyim” diyor. Her yerde yaşayabilirim, herkesle anlaşabilirim. Bir tespit daha: İnanılmaz alçakgönüllü. Yemin ederim “Sezen’in oğlu” demezsin, herhangi bir idolün çocuğu demezsin. Kendini ortalığa atan, “Ben, ben, ben” diye kasım kasım dolaşan adamlardan değil. Biraz hüzünlü, biraz ayrıkotu ve yalnız bir tarafı da var. Öyle olmayı da seviyor, kendi dünyasında yaşıyor. Doğayı seviyor. Atlasın gitsin, kamp yapsın. İçki içmiyor. Kulüp kulüp gezmiyor. Sosyal değil, biraz yabani. Bu da hoşuma gitti. Ben de insan zehirlenmesinden sıkılanlardanım. Ama tabii Mithat Can gibi üç ay Kilyos’ta kamp kuramam. O yapıyor. Sevgilisini de alıyor, o üç ayda sadece iki kere şehre iniyor. Havuzlu otellerden, lüksten hoşlanmıyor, alışık olduğumuz gençlerden değil anlayacağınız, Boğaz hattında da çok dolanmıyor. Varsa yoksa müziği… Selam olsun size bu yazın şarkısı olacak Zaten bu röportajı da yapma sebebim, ‘Selamlar Olsun’ şarkısı… Birlikte yazmışlar, Mithat da bestelemiş. Ben bayıldım, geçen hafta boyunca sadece o şarkıyı dinledim. Anne-oğul birlikte ürettikleri işlerden. Mutlaka dinleyin, o şahane klibi de izleyin. Bir de sevgilisi var: Sarah Nile Cameron. İnanılmaz güzel, iki yıldır birlikteler, yarı Amerikalı ama evde baklava yufkası bile açabilen bir kadın! Ekmekler yapıyorlar, iki sevgili birlikte takılıyorlar. Küçük ve sade hayatlarında… Çok sevdim Mithat Can’ı. Bu arada Can’ı kimse kullanmıyor, o sadece Mithat. Ve sadece kendi gibi olmak istiyor…
‘Selamlar Olsun’ bence yazın şarkısı! Bayıldım, öldüm, bittim. Şarkıya da klibe de sözlere de…
-Beğenmene sevindim. Sözlerinin bir kısmını yazmış, bestesini yapmış kenara koymuştum. Annem dinleyince çok sevdi. “Ben bunu alıyorum, tamamlıyoruz!” dedi. Müziğini biraz değiştirdik, daha şarkı formuna getirdik. Sözünü tamamladık, toparladık… Hazır oldu.
Ama bu, anne-oğul yaptığınız ilk şarkı değil…
-Yok olur mu? Çok iş ürettik annemle. Stüdyoda şöyle bir çalışma prensibimiz var: Biz bir sürü müzisyeniz. Herkesin bir katkısı oluyor. Yani biz bu şarkıları, hem tek başımıza hem hep birlikte yapıyoruz!
Annenin yazdığı sözler seni de bizim kadar etkiliyor mu?
-O sözler, o besteler benim okulum aslında. Ama ben ne yazık ki onları sizin dinlediğiniz gibi dinleyemiyorum. Çünkü yapım aşamasının bir parçasıyım.
Ne zaman anne-çocuk ilişkisinden çıkıyorsunuz ve müzisyen-besteci ilişkisine geçiyorsunuz?
-Bizde öyle bir ayrım yok. Bazen arar, “Şunu bir dinlesene” der, direkt meseleye girer. Ve hemen start alırız. Ya da ben bir şey kaydederim, ona dinletirim. O coşkuyu, heyecanı birlikte yaşarız. O an iki müzisyen olabiliriz ama biz aslında birbirine âşık bir anne-oğuluz. O hiç değişmiyor, hepsi aynı anda yaşanıyor.
Seni en çok etkileyen özelliği…
-Annem çoktur. Her şeyi çoktur. Tek özellik söyleyebilmem mümkün değil. Ama inanılmaz çalışkan. Eşşek gibi çalışır, sabahlara kadar çalışır. Öyle tutkuludur ki, kopar koparabilirsen, eve gitmez, stüdyoda yaşar. Ben de biraz ona çekmişim. Yıllarca onun nasıl çalıştığına şahitlik ettiğim ve onun okulunda yetiştiğim için, birlikte iş yaparken bayağı hızlı ilerliyoruz.
Çalışırken, ara ara “Ah benim güzel oğlum!” filan yapıyor mu, kafanı okşuyor mu?
-Her zaman yapar onu.
Sana acayip düşkün değil mi?
-Ben de ona. Annem bir yana, dünya bir yana! Komiktir, tatlıdır, muziptir. Her zaman pozitif, her zaman yaratıcıdır. Bir şey için bayılana kadar uğraşır. Bir şarkıyı en iyi haline getirene kadar çalışır. Eğer sen de böyle bir insansan, tamamdır, sorun yok.
Ne zaman başladınız birlikte çalışmaya?
-21-22’ydim. Aranjör olarak başladım. 25’imde şarkı sözü de yazabildiğimi fark ettim. O zamana kadar bilmiyordum söz yazabileceğimi, iyi beste yapabileceğimi. Aslında yapamamam acayip olurmuş. Çünkü ben zaten öyle bir dünyada doğmuşum. Kalbine, kulağına hep en iyi müzikler girip, çıkmış.
Yarı Amerikalı ama evde baklava bile açabiliyor
Pazar kahvaltılarını nerede yaparsın? Sevgilini alıp nereye gidiyorsun?
-Benim sevgilim çok iyi yemek yapar. Kahvaltı dedin mi, reçelleri, ekmekleri falan kendi yapar. Evdeyiz genellikle biz. Baklava bile açıyor, daha ne olsun…
Evlilik?
-İki yıldır birlikteyiz. Zaten evli gibiyiz. Bir gün tabii ki aile kurmak, çoluk çocuğa karışmak isterim. Ama hayatla ilgili bir zorlamam yok. Acelem de yok. Olacak olan olur.
Hiçbir zaman Sezen Aksu olmuyor gözümde o benim canım annem
Senin büyüdüğün ev nasıl bir ev? Ne kadar şenlikli, renkli? Kimler var etrafında?
-İlginç, yaratıcı, farklı, arıza olan herkes! Tabii ki çok fazla müzisyen, yönetmen, fotoğrafçı, sanatçı, ressam, şair, entelektüel, gazeteci… Çeşit çeşit insan… Çok zeki, çok tuhaf, çok sahici, çok acayip insanlar… Ben de gayet cool takılıyordum.
Sahiden nasıl bu kadar cool’sun sen?
-Çünkü bana hiçbir zaman çocuk muamelesi yapılmadı. Annem öyledir, herkesle büyük insan ilişkisi kurar. En önemlisi, ciddiye alır. Beş yaşındayken şarkısını dinletip, “Güzel mi?” diye fikrimi sorardı. Hayatımın her döneminde beni ciddiye aldı. Bu da etkiliyor bence bir çocuğun karakterini.
Bu kadar hepimizin ölüp bittiği bir kadın senin açından zor değil mi?
-Benim için annem, annem! Senin annene hissettiğin duygudan farklı değil. Doğduğum evdeki model buydu. Başka anneler nasıl bilmiyorum ki. Hiçbir zaman Sezen Aksu olmuyor benim gözümde, benim canım annem o…
Sahnede peki? Biz ağlıyoruz onu dinlerken, bütün hayatımız, aşklarımız gözümüzün önünden geçiyor, bu kadınla büyümüşüz…
-Ben de etkileniyorum ama çok da alışığım. Çocukken hiç yanından ayırmamış, bütün konserlere birlikte gitmişiz. Kulis çocuğuyum ben, resmen kuliste büyüdüm. O yüzden de mesela, ilk Pis’Ton albümünü yaptığımızda, sahneye çıkıp solist olarak şarkı söyleyeceğim, ne heyecan, ne panik. Çünkü bir şekilde sahneye çıkma süreci, annemden dolayı özüme işlemiş herhalde…
Doğa adamıyım
Her yere gidebilecekken, insan neden Kilyos’a gider ve üç ay bir çadırda yaşar?
-Çünkü doğa adamıyım ve kamp yapmayı seviyorum. Ben öyle plajda yatabilen bir adam değilim. Sıkılıyorum. Onun yerine dağlarda tepelerde bir şeylerle uğraşmak, köpeğimle takılmak, arkadaşlarımla bir arada olmak bana daha sahici geliyor. Steril yerler bana çok uygun değil, pislik severim ben.
Ahmet Utlu da doğa adamı…
-Tabii tabii, bir sürü şey Ahmet’ten geçmiştir bana. Annemle evlendiğinde 12’ydim, altı sene beraberdik. İyi modeldir Ahmet…
Hiç kıskançlığın olmadı mı annenin erkeklerine karşı? Neticede onu paylaşıyorsun…
-(Gülüyor) Yok hayır. Ben hep buradayım. Bir yere gittiğim yok. Onlar değişiyor, oğlu olarak hep ben kalıyorum… Bu işin esprisi tabii, bende öyle bir Türk kıskançlığı yok. Kız kardeşim 20 yaşında, onun da sevgilisi oluyor. “Ben abiyim, yıkayım, yakayım!” durumları yok. Hayat bir kere, tabii ki herkes dilediği gibi yaşayacak.
Seks benim için herkes kadar önemli belki biraz daha fazla olabilir
Kendini buldun mu?
-Az çok. Ama daha zamanı var sanki…
32 olmak, 22 olmaktan iyi mi?
-Bedenen bir fark hissetmedim henüz ama tecrübe var tabii. Her yaş güzel…
Şu hayatta senin için en baştan çıkarıcı şey seks mi?
-Değil tabii, müzik! Ama bak şimdi, seks de baştan çıkarıcı değilmiş gibi yapmayacağım.
Neden arkadaşların hep senden büyük? Ruhun mu yaşlı?
-(Gülüyor) Belki. Benden küçük arkadaşlarım da var artık. Ben yaşa inanmıyorum.
Üç yıl önce, rüzgârı arkasına almış bir yelkenli gibi hissediyordun kendini. Şimdi o rüzgâr ne durumda?
-Ben estikçe, o rüzgâr de esiyor hep.
Nereye gidiyor senin yelkenlin?
-Nereye gittiğinin önemi yok aslında, özgürce gitsin yeter!
Her yaşta kadın seni seksi ve karizmatik buluyor. Bu hoşuna mı gidiyor, yoksa üzerinde bir baskı mı yaratıyor?
-Öyle mi? Teşekkür ederim. Ne baskısı… Böyle bir şeyi duyup da hoşuna gitmeyecek erkek yoktur herhalde.
İnsanlar seni yanlış mı tanıyor?
-Olabilir. Ama çok önemli değil. Ben kendimi biliyorum.
Dünyanın en güzel kadını bile olsa, o kadında en tahammül edemeyeceğin şey ne?
-Dır dır! Beyaz saç yapar.
Bir kadın ne zaman seksi gelir sana?
-Şarkı söylerken ya da enstrüman çalarken. İyi çalması lazım ama…
Ego aileden ‘Ego’yla sorunlarını hallettin mi?
-Ah keşke. Ama tabii ki edemedim. Hallettim demek çok iddialı olur. Ego, aileden bence. Olduğu gibi kabul edip bir şeyler öğrenmek lazım ondan. İnsan, “Benim hiç egom yok!” dediğinde de konuşan ego aslında!
Nasıl bu kadar mütevazısın?
-Buna cevap vermek kolay değil. Kendiliğinden herhalde.
Ağlar mısın? Bir film izlerken, şahane bir müzik dinlerken…
-Elbette. Her erkeğe de öneririm. Zayıflık-mayıflık palavra, ağlamak insanın içini temizler.
En son ne zaman kahkahalarla güldün?
-Çok şükür her gün kahkahalarla gülebilecek bir şeyler buluyorum.
Anneler Günü’nde özel numara çekmeye çalışır mısın?
-Bir tatlılık yaparım mutlaka…
Sevgililerine sürpriz yapan bir adam mısın?
-Zaman zaman…
Onno’dan öğrendiğin en önemli şey?
-Birçok şey var. Ama en önemlisi, sayesinde kafamın içinde çalkalanan müzikler… Büyük adamdı, büyük müzisyendi…
Annenle Onno’nun aşk yaşadığı sokakta yaşamak nasıl bir his?
-(Gülüyor) Süper! Benim de çocukluğumun geçtiği sokak burası. Eskisinden küçük her şey. Kocaman gelirdi bu sokak, bu ev, bu bahçe…
Hayatta bir rol modelin var mı? Kim gibi olmak istiyorsun?
-Yok. Hiç olmadı. Hep kendim gibi olmak istedim. Mithat gibi…
Seks ne kadar önemli senin için?
-Bilmem, herkes kadar önemli. Belki biraz daha çok olabilir! Dizginlememiz gerektiği ileri sürülen arzularımız haricinde, bence insan bedeninin sağlıklı çalışması için gerekli bir şey. Yemek yemek, su içmek gibi sevişmek. Ama işte bu toplumda bir sürü şey ayıp ve yasak.
İçki içmeden nasıl kafan iyi olabiliyor?
-Ayda yılda bir içtiğim için, iki yudumda oluyor!
Neden doğada olmak senin için bu kadar önemli?
-Çünkü şehir hayatından ve enerjisinden kurtulmayı seviyorum. Kıskanç değilim
Elinde bez, çaktırmadan, köpeğinin salyasını silen babasın. Bence müthiş bir şey! Sevdiklerinin açıklarını hep böyle kapatır mısın?
-(Gülüyor) Çaktırmışım demek! Evet, mecburen siliyorum. Şikâyet de etmiyorum. Babayım ben, yapacağım tabii. Ve zamanlama çok önemli. Kafayı sallamadan yetişmek ve silmek lazım. Yoksa bulaştırıyor, millet de hoşlanmıyor. Ben arkadaşlarıma da sahip çıkarım elimden geldiğince.
Sence, senden iyi baba olur mu?
-Kesin olur!
Kıskanç mısın?
-Hiç değilim. Öyle bir kafam yok.
Bir ilişkideki en önemli şey sence ne?
-Arkadaşlık. Arkadaşlık. Arkadaşlık.
Paçoz yerleri severim
Doğada yaşamaya sevgilin itiraz etmiyor mu?
-Yok canım. O da doğayı seviyor. Sadece kampa kurmakla kalmıyoruz, bir de dere var mesela, onun üzerine köprü filan da yapıyoruz.
Nasıl yani?
-Bayağı yani. Köprü gerekiyordu, indim Sarıyer’e kalaslar aldım. Tabii ki benimki amelelik marangozluğu. Ama işe yaradı. Ben biraz paçoz yerleri severim. Lüks otel havuzları filan açmaz beni. Gece kulübüne de fazla gitmiyorum artık. İçki de içmiyorum.
Nasıl içmiyorsun?
-En son içki içtiğimde Kasım’dı. Hayatım boyunca sevmedim. Acı geliyor tadı. Çay içiyorum ben. Bir de 7-8 litre su…
Vay be! Şarap, rakı, votka…
-Öyle bir dünya yok bende. Toplanıp yemeğe gidelim olayı da yok. Onun yerine, buradan bir buçuk saat uzaklıkta bilmem ne ağabeyin yerine köfte yemeye gitmek var, benimki o kafa…
Sen başka bir insan tipi anlatıyorsun bana. Zorlanmıyor musun insanlarla iletişim kurmakta?
-Tam tersine. Ben su gibiyim, herkesle anlaşıyorum. Bir de pozitif bir adam olduğum için hiç öyle sıkıntılar yaşamıyorum.