Gezi ruhuna selam!
Bir yıl önce bugün başladı her şey.
AVM yapmak amacıyla, Gezi Parkı’na iş makineleri girince, bugüne kadar görülmemiş bir direniş hareketi gerçekleşti. Gençler, parkı savunmaya koştular. İş makinelerinin önüne dikildiler. Muhteşem bir manzaraydı. Kararlı olduklarını göstermek için parkta çadırlar kurdular. İşte o gün sabaha karşı felaket başladı. Son derece vahşibir şekilde, kim oldukları bilinmeyen ve anlaşılamayan, dolayısıyla cezalandırılamayan insanlar, çadırları yaktılar, o çadırlarda kalan çocukların canlarına kastettiler. Aynı sertlikte açıklamalarla, iktidar da orada AVM yapmaya kararlı olduğunu söyleyince, polis gaz fişekleri ve TOMA’larla insanların üzerine yürüdü.
Lobna Allami’nin beyninin yarısı uçuruldu. Yüzüne gaz sıkılırken kaçmayan ‘kırmızılı kız’, Gezi’nin simgesi oldu. On iki genç hayatını kaybetti; onlarcası, başkaları dünyayı daha iyi görebilsinler diye gözlerini… Bu acımasızlığa karşı da İstanbul’un ve bütün Türkiye’nin tepkisi muazzam oldu. Gezi, Türkiye Cumhuriyeti tarihine, hiçbir zaman unutulmayacak bir ‘direniş hareketi’ olarak yerleşti. Hem bize çok şey öğretti hem de Türkiye’de birçok şeyin değişmesine yol açtı. En hafifi, oraya AVM yapılmaktan vazgeçildi! Gezi kendiliğinden; dil, din, mezhep, cinsel yönelim, parti, fraksiyon gözetmeyen bir hareketti. Müthiş bir dayanışma, işbirliği ve imece örneğiydi… Ve bizim apolitik zannettiğimiz genç nesli, çok daha iyi tanımamızı sağladı. Gezi, ülkenin üzerine çöreklenmiş korku bulutlarını dağıttı! İnsanlar yaşadıkça Gezi’nin ruhu da yaşayacak…
NELERİ YAPMAMALI?
Takımlardan kaçınılmalı. Öyle olunca mekânda karakter eksikliği görülüyor. Kanepen ayrı, koltuğun ayrı olacak. Aydınlatmalar yanlış kullanılıyor. Gizli ışık güzel duruyor ama mesela aynı avizeden sekiz tane asılıyor, bu da yanlış. Yeşillik eksik. İnsanlar aynadan korkuyorlar. Her şeyin illa tasarım olması şart değil. Klasik beyaz bir dolabı alıp siyah lake yapıp, pirinç küçük detaylarla işleyince, İngiliz stili dolap oluyor, salona koyuyoruz. “Baker?” mı diyorlar “Hayır İkea!” diyoruz.
İşte BoomRoom’cu kızlar!
Beni Teri Aksel tanıştırdı onlarla.
Dedi ki, “Yoksa sen BoomRoom’cu kızları tanımıyor musun?” Bütün orijinal şeyleri de yemin ederim Teri bilir! Hafif mahcup, “Yooo. Kim o kızlar? BoomRoom da neyin nesi? Böyle bir yenilik var da benim haberim mi yok?” dedim. “Aaa mutlaka tanımalısın şahaneler!” dedi, “İki mimar kız. Ev değil, oda yapıyorlar. Odada resmen patlama yaratıyorlar. Boom yani! En geç bir haftada da bitiriyorlar. Sen diyorsun ki mesela, kızım büyüdü, safari olayına sardırdı ama ben odasını Afrika’ya çevireceğim diye uğraşamayacağım. Ne halim var ne param…” “Eeee?” “Diyorsun ki, bütçem şu kadar. Odada bir İKEA dolap var, asla atamam. 20 santim kısaltsanız ne şahane olur. Bir de anneanneden kalan koltuk var, onu da kullanın istiyorum. İşte aklında ne varsa anlatıyorsun. Senin bin yıllık mobilyalarını baştan yaratıyorlar.” Tabii ki hemen tanıştım onlarla… Ve bayıldım. Huzurlarınızda Nükhet Boz ve Elmon Pekmez…
Sizi tanıyabilir miyiz?
Nükhet: Mimar Sinan Üniversitesi mimarlık mezunuyum. Okuldan sonra, 15 sene inşaat sektöründe çalıştım. Beş yıl önce ikinci oğluma hamile kalınca kendi başıma çalışmaya karar verdim. Önce çevremdekilerin evlerini yapmaya başladım. Sonra aklıma bu proje geldi, ev değil, oda bazında çalışmak. Ve Elmon’la kafa kafaya verdik, fikri iyice geliştirdik.
Elmon: O günden beri de BoomRoom’u hayata geçirdik! Ben de Mimar Sinan mezunuyum, okuldan arkadaşız. Nükhet’le mimarlığın hemen hemen her aşamasında yer aldık. Normal ev de yaptık. Kaba inşaat yapıp teslim de ettik. Kendimizi gece saat üçlere kadar şantiyelerde de bulduk. Pek çok müşteriyle de çalıştık…
Nükhet: Fakat bir buçuk sene önce deli bir kadın kafamıza saksı indirdi resmen! “Siyaha boyayın duvarı” diyordu, 10 kişilik ekip siyaha boyuyorduk, sonra, “Niye burası beyaz değil!” diyordu. Meğer tescilli şizofrenmiş. Fakat o kadar yordu ki bizi, “Ben artık yapamıyorum, bittim!” dedim. Mimarlığa yine devam etmek istiyordum ama farklı bir konseptle. Çünkü kadınlarla çalışmak zor, İstanbul’daki kadınların genelde işi yok, vakit geçirmek istiyorlar. “Ama daha gezmeyi bitirmedik ki. Sandalyenin bilmem nesini seçmedik ki!” diyorlar. Bir de o kadar kararsızlar ki, bir ev için bizi iki sene uğraştırıyorlar.
Komikmiş! Kadın müşterilerin başka ne tür eziyetleri var?
Nükhet: Bir müşterimle bütün hamileliğim boyunca İstanbul’daki bütün mağazaları gezdik. Bir çöp satın almadı. Ya da bir kumaş parçası gösterdiğinde onun bitmişini hayallerinde canlandıramıyorlar. “Bu güzel olmaz!” diyorlar. Her şeyi, ancak bütün içinde görünce beğeniyorlar. Ama işte, o da zaman alıyor…
Elmon: Biz sayfayı çabuk çevirelim istedik, bir salon bir senede bitmesin. “Sabah girelim, akşam çıkalım. Birkaç günde teslim edelim…” Biz aynı zamanda detoks da yapıyoruz. Zaten bütün verileri toplamış oluyoruz. Kimi hayalini anlatıyor. Kimi sevdiği dergi sayfalarını gösteriyor. Kimi baştan kararlı, “Huzurlu olsun, beyaz ve mavi olsun. Gerisini size bırakıyorum” diyor. Kimi “Cam masa isterim” diyor, terziye elbise diktirir gibi bütün detayları anlatıyor. Kimi, “Ben hiçbir şeye karışmak istemiyorum!” diyor. Çok kapsamlı bir anketimiz var, onu dolduruyorlar. Biz de o ankete göre, bir hafta sonra odayı teslim ediyoruz. Odayı, müşterinin ayırdığı bütçeye göre tasarlıyoruz. Çocuk odaları, yatak odaları evin diğer odalarına göre daha uygun…
Sizinki gibi konsept geliştirmiş başka mimarlar var mı?
Nükhet: Bizim bildiğimiz kadarıyla yok. Patentini de aldık.
Peki ya beğenmezlerse n’oluyor?
Elmon: Bugüne kadar öyle bir şey olmadı! Bize teslim oluyorlar. Çok da memnun kalıyorlar. O gün evden gitmelerini istiyoruz. Dönünce, yepyeni bir odayla karşılaşıyorlar. Biz bütün set up’ı kuruyoruz. En sonunda bir ‘excel sheet’ veriyoruz. “10 bin lira harcamak istiyorum” demiş mesela ama sonra, “Bu vazonun bende aynısı var, almayacağım!” diyebiliyor. İstemediği hiçbir şeyi almak zorunda değil!