Aşk yüzyılı bitti mi?
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi. Anladınız, bir akademisyen. Ama sıra dışı ve farklı bir akademisyen. Doğal, cesur ve en önemlisi ‘yeni’nin ve yeni olan bilginin peşinde koşmaktan yorulmayan biri. Oldum olası tespitlerini ve yazılarını sevdim. “Nuran Yıldız ne demiş?” diye kulak verdim, ondan bir sürü şey öğrendim. (“Gazeteciler, bir numara küçük ayakkabı gibidir, arkadan vurur” lafını mesela, ondan öğrendim.) Renkli, esprili, aynı zamanda gerçekçi. Yine yapmış yapacağını, çok ilginç bir kitap yazmış: ‘Aşk Yüzyılı Bitti’ Doğan Kitap’tan çıktı, üç yıllık bir emeğin ürünü. Çok çarpıcı gözlemleri, kavramları, sosyolojik tespitleri var. Bir solukta okunuyor ve “Bu kadın amma doğru şeyler söylüyor!” dedirtiyor. Ama aynı anda, insanı kara kara da düşündürüyor. Çünkü Nuran Yıldız, zamanımızı, zamanımızın ilişkilerini, aşklarını ameliyat masasına yatırıyor. Aynı zamanda siyaset ve iş yaşamını da… Gözümüzün önüne toplumsal değişimin geldiği noktayı seriyor… ‘Aşk Yüzyılı Bitti’yi mutlaka okuyun! Ona yazdığı için, bana da önerdiğim için teşekkür edeceksiniz! Gerçekten de ilaç gibi kitap çünkü…
Şahane bir kitapla karşımızdasın!
– Çok teşekkürler. Kitabı, basılmadan okuyanlar da seninle aynı fikirde. Bakalım…
Nasıl tanımlarsın bu kitabı? Türü ne?
– Hayata dair derdi olan herkesin, ‘başucu kitabı’ olacak. Öyle hissediyorum. Tanıtımda, editörümün annesinin tanımını kullandık: “İlaç gibi kitap.” Gerçekten bu kitap, siyasette, aşkta ve iş yaşamında, hayatta ve ayakta kalmak için bir tür ‘zamanı anlama haritası!’
İnsanlara neyi anlatmak, neyi göstermek için böyle bir kitap yazmaya karar verdin?
– Bir haber sitesinde, ‘Aşk yüzyılı bitti’ başlığıyla bir yazı yazmıştım. İki saatte 80 binin üzerinde insan tarafından okundu. Böylesine bir ilgi, bir akademisyende merak uyandırır. Bende de uyandırdı: “İnsanlar neyi arıyor da bulamıyor? Neden?” Bu soruların peşine düştüm…
BAĞLANACAK ZAMAN YOK
İsmi çok iddialı. Kafadan giriyorum: Aşk yüzyılı neden bitti?
– Çünkü ‘aşk’ -ister bir insana, ister işine, ister politikaya neye duyarsan duy- ‘adanmışlık’ ister. ‘Adanma’ da ‘bağlanma arzusu’nu içerir. Ne var ki günümüzde artık, kimsenin kendini adayacak ve bağlanacak zamanı yok! Enerjisi yok!
Aşk yüzyılını kim, nasıl bitirdi?
– Bunun tek bir yanıtı yok! Hız ve çeşitlilik bitirdi. Medya bitirdi. Pazarlama faaliyetleri bitirdi.
Peki bitenin yerine ne geldi?
– Hareket, hız ve değişim!
Tezini kanıtlayacak, yaşanmış, tanık olduğun kanıtların var mı?
– Olmaz mı? Kadın-erkek ilişkilerinde, iş hayatında, politikada pek çok kanıt var. Say say bitmez! Her gün, hepimiz görüyoruz zaten. Sürekli biten ilişkilerin ardından, “Ben nerede yanlış yaptım?” demeler, aldatma hikâyeleri, insanların iş değiştirmeleri, işten atılmaları, politikada sabun gibi kayan politikacılar ve seçmenler. Gezi Parkı protestoları bile başlı başına bir kanıt zaten. Her gün, hepimiz bu kanıtların içinde yaşıyoruz.
Sadece ‘aşk’ın değil, ‘iş’ ve ‘siyaset’in değişime uğradığını söylüyorsun. Toplu bir değişim söz konusu yani…
– Elbette! ‘Değişim’, her şeyi birden içine alır. Aslında her şey, görünmeyen iplerle birbirine bağlıdır. Kendine âşık bireylerin yalnızlaşmasına doğru. Yalnızlaşmanın da değerlisi yoktur, yalnızlaşma kendi başına olumsuz bir durumdur.
NE O NE BU HEM O HEM BU
‘Yalnızlaşma’, içinde bulunduğumuz zamanın karakter özelliklerinden biri. Başka..?
– ‘An’a odaklı yaşama! Geçmiş yok, gelecek belirsiz. Öyleyse: “Ânın tadını çıkar!” Sloganımız bu. Gerçeğin yerini ‘gerçekmiş gibi’lerin aldığı, her şeyin melezleştiği; siyasi partilerin de kadının da erkeğin de marketlerin de melezleştiği, yani, “Ne o, ne bu… Hem o hem bu!” durumu. Toplumun ve bireyin parçalandığı, haz peşinde koşulan, gösterinin kutsandığı bir zamanın içindeyiz…
Peki, bu zamanın içinde öne çıkan ‘birey’ nasıl biri?
– Göstermelik kalabalıklar içinde yalnız olduğunu söyledim. Başka? Feci benmerkezli ve dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanıyor. Ama kendini asla güvende ve emniyette hissetmiyor. Hiçbir şeye ve hiç kimseye bağlanamıyor. “Bağlanmak istemiyor” demiyorum, bağlanamıyor! Esneme marjları geniş. Bir de kafası hep karışık ve yorgun! Aslında doğru ifadeyle, bugünün bireylerinin karşısında ‘kendi’lerinden oluşan kalabalık bir düşman ordusu var: “Kendini sev”, “Kendin ol”, “Kendini düşün” vs. Sonuç: “Kendinle kal!”
Bayıldım bu tespitlerine! Hadi yaşadığımız zamanın sloganlarını söyle. Hangi sloganlar yönetiyor hayatımızı?
– En önemlisi “Bağlanmak yok!”, “Uzun vade yok!”, “Tek başınasın!”, “Kullan at!”, “Çabuk ol!”, “Unut gitsin!” “Biri benim yerime karar versin!” Hepsi de değişim ve hız odaklı sloganlar.
Her şeyi istiyorum hem de hemen!
‘Arzu’ ve ‘haz’ neyin yerini aldı?
– İdeallerin yerini aldı. Artık hayatlar şöyle yaşanıyor: Herhangi bir şeyi -bu insan da olabilir, ayakkabı da- arzulamak, sahip olmak ve o an için haz almak, sonra yeni bir arzu nesnesinin peşine düşmek…
Bu yeni zamanın, ‘büyüleme araçları’ neler?
– En başta medya. Sonra kredi kartları, olmayan bir parayı harcama hissi veriyor. AVM’ler, sinema, müzik, outlet’ler, internet, spor merkezleri… İnsanın gerçek dünyayla ve kendisine ait gerçeklerle ilişkisini kesiyorlar. Başka ve daha güzel bir dünyayı vaat ediyorlar. Mesela spor merkezine gidip daha fit bir görünüm kazandıkları zaman, istedikleri insanlar tarafından talep göreceklerini düşünüyorlar. Oysa, o talepler de anlık, eğer görebilirlerse tabii…
Peki ‘büyüsü bozulmamış dünyada’ nasıl baştan çıkıyorduk?
– Eskiden, aşkla baştan çıkıyorduk. İdeallerle, kalıcı ilişkilerle, güven duygusuyla vs. Büyüsü bozulmuş dünyada, her şeyi ama her şeyi tüketerek! Her şey, “Beni alırsan mutlu olursun!” diye bağırıyor. Alıyorsun ama içindeki boşluk orada duruyor.
Siyasiler ve (a)sosyal medya
Çağın en önemli değişimlerinden biri, ‘teknolojik gelişme’, ‘internet’ ve ‘sosyal medya’ diyorsun…
– Öyle çünkü. Olup bitenin temelinde, teknolojik gelişme yatıyor. İnternet ve sosyal medyaya gelince, başlı başına problem. Nasıl ve ne amaçla kullanacağımızı henüz bilmiyoruz. Özellikle sosyal medyayı. Çünkü olumsuz özelliklerini gizleyen bir yapısı var. İnsanlara, başkalarıyla iletişim kurmayı vaat ediyor ama gerçeği klavyelerle baş başa yaşanan bir yalnızlık. Sosyal medyayla kurduğumuz şey, bence iletişim değil, biz öyle sanıyoruz…
Nasıl yani?
– ‘Enter’ ve ‘delete’ tuşları arasında ne ilişki ne iletişim kurulabilir! Sağladığı tek şey: Bağlantıdır. Bağlantı da ‘bağ’ anlamına gelmez…
Kitapta, Başbakan’ın ve Cumhurbaşkanı’nın sosyal medyaya bakışlarındaki farklılığa da değiniyorsun. Kaynağı ne?
– Siyasetçilerimizin, herkesin sosyal, benim (a)sosyal medya dediğim ‘dijital medya’yla ilişkisi trajikomik! Seçmenle ‘takipçi’nin aynı şey olduğunu sanıyor çoğu. (A)sosyal medyayı, nereye koyacaklarını, ne bekleyeceklerini bilmiyorlar. İşlevini tam anlamış değiller.
Ama cumhurbaşkanlığını ayrı tutuyorsun…
– Evet. Çünkü Köşk, (a)sosyal medyayı, bir tür meşgul etme, sempati yaratma aracı olarak kullanıyor. Kısa vadede, politik mesajlar verme amacını taşımıyor.
Başbakan?
– O ise tamamen reddediyor! Tabanıyla, her zaman hem kendisi hem de parti teşkilatı olarak, yüz yüze ilişkiye önem veriyor.
En yorgun sözcük: AŞK
Dilimizin en yorgun sözcüklerinden biri neden ‘aşk’?
– Çünkü en hırpaladığımız ve en hırpalandığımız sözcük ‘aşk’. Seks, zaten güdüsel bir şey. Sevda kullanmadığımız, Tanrı da dokunmadığımız alanlar. Ama aşk, sürekli savaştığımız bir sözcük. Çok yaralı, çok orasından burasından çekiştirilmiş bir sözcük. Dolayısıyla da yorgun…
SÜRÜKLENEN BİR GEMİDEYİZ
Her şey, hayat hızlandığı için mi?
– Bir yanıyla öyle, bir yanıyla değişim seline kapıldığımız için…
Neden denizde sürüklenen bir gemide gibiyiz?
– Çünkü bilinç devre dışı. Demir atacak bir yer aramak akla gelmiyor, gelse de o yeri bulamıyoruz. Sadece yoğun bir akıntıda ya da dalgalar arasında sürükleniyoruz.
“Bizler, artık babalarımız gibi, aynı işyerinden, mesleklerden emekli olmuyoruz. Bize sıkıcı geliyor” diyorsun…
– Evet, “Rutin öldürür!” diye bir söz var artık. Eskiden rutin, güven demekti, belirlilik demekti. Ne zaman ne yapacağını bilmek demekti. Şimdiyse kimse, nasıl bir güne uyanacağını bilmiyor…
“Dengeli, tutarlı ve sadık olmak out! Kaygan zeminde manevra kabiliyeti in!” diyorsun. Ama zekânın bir tanımı da ‘uyum kabiliyeti’ değil midir? Her yere, herkese, her zamana uyum gösterebilmenin nesi kötü?
– Kötü değil, zaten ayakta kalmak için uyum sağlamaktan başka çaren yok. Sadece eskiden, hızla değişen insanlara ‘dönek’ denirdi ve bu kötü bir şeydi, şimdi ‘döneklik’ olumlu bir şey oldu çıktı. Bugün artık, bir arkadaşlığın ya da dostluğun bitiş hızı, başlama hızıyla benzerlik gösteriyor!
DAHALARIN DÜNYASI
Ben, tesadüflerle başlayan bir aşk yaşıyorum hâlâ. Eeeee, türümün son örneklerinden miyim?
– Evet! Ve şanslısın. Senin ve benim kuşağımız zaten aşka inanmaya devam ediyor, sorun da bu. Biz aşka inanıyoruz ama bizim aşk anlayışımızla bizden sonrakilerin aynı değil…
Değişen daha çok kadınlar mı, erkekler mi, zaman mı?
– Hepsi birden. Ama en çok kadınlar değişiyor. Erkekler de buna uyum sağlıyor, daha doğrusu sağlamaya çalışıyorlar…
Eskiden, “Birlikte dünya değiştirilebilirdi”, şimdi “Bir tek sen değiştirebilirsin” diyorsun. Değişen ne ki böyle oldu?
– Çünkü insanları tek başlarına bırakırsan, sisteme biat ettirebilirsin. Kalabalıklaştırırsan, onlar sistemi tehdit eder. Tüm yeni dünya düzeni, insanı yalnızlaştırma üzerine kurulu.
‘Pollyanna’ neyin simgesiydi? Bitti mi?
– Bitti! Pollyanna, her şeyde mutlu bir yan bulunabileceğini, bir yetinme duygusunu simgeliyordu. Şimdi ‘yetinmek’ diye bir şey yok, şimdi ‘daha’ların dünyasındayız. Daha çok, daha büyük, daha fazla!
Eskiden
Sen’le ben vardı. Birlikte olunursa, dünya değiştirilebilirdi. Mutluluk öğrenilebilirdi. Pollyanna örnekti… Sevgi her zorluğu yenerdi. Alpler’de yaşadığı varsayılan çizgi karakter Heidi. Zengin kız, fakir delikanlıyı sever ve mutlu olurlardı. Yeşilçam ve Hollywood filmleri sürekli bunu söylerdi. Çocuklara, komşular göz kulak olurdu.
Şimdi
Sen ve ben! Ne birlikteliği? Dünyayı bir tek sen değiştirebilirsin! Ne mutluluğu! “Boş versene, ânı yaşa! Para her zorluğu yener! Herkesin kendi dünyası var! Dikkat komşu sapık olabilir!
Kadınlara kendini iyi hissettiren 20 ŞEY
– Arkadaş ya da sevgiliden gelen iltifat
– iyi görünen saçlar
– bir fotoğrafta güzel çıkmak
– pürüzsüz bacaklara sahip olmak
– geceleri iyi uyumak, birine sarılmak
– birinden “Seni seviyorum” sözcüklerini duymak
– bronzlaşmak
– bir yabancının gülümsemesi
– yeni iç çamaşırı giymek – birinin “Genç görünüyorsun” demesi
– bir şeyi nereden aldığının sorulması, şık hissetmek -bir çocuğun “Çok güzelsin” demesi
– yeni bir sivilce olmadan uyanmak
– vücudunun en güzel yanlarını ortaya çıkaran bir kıyafet giymek
– kaş aldırmak
– birinin çıkma teklif etmesi, manikürlü eller
– hatasız bir makyaj…
Bu İngiltere’de yapılan bir araştırma. Hemen hemen bütün kadınlar, güzel göründükleri ve hayatlarında sevdikleri bir adam olduğu zaman kendilerini iyi hissettiklerini söylemişler.