35 yaşında ikinci hayatım başladı
(Pazar)
Biraz erkeksi ama aynı anda dişi. Hem çok yetenekli ve başarılı, ödülleri boyundan büyük ama gel gör ki, oyunculuğu bırakmaktan bahsediyor. Tabii ki bütün anlattıkları buraya sığmadı devamı gelecek… Film de etkileyici, izleyin…
Nasıl bir çocukluk? Nasıl bir anne-baba?
-Babam tekstilci; annem, Devlet Hava Meydanları’nda memur. Annem delinin teki, 40’ından sonra üniversiteye giriyor. Baba daha mülayim. Ama ikisi de şahane…
İsmini koyan hangisi?
-(Gülüyor) İkisi birlikte. O yıllarda da Elele dergisi var. Kadın ve çocuk sağlığı olarak çıkıyor. Orada görüyorlar kız ismi olarak ‘Özgü’yü. Özgü biliyorsun sıfat, isim değil. Bayağı tartışıyorlar. Annem, “Koyalım gitsin” diyor…
Eeee?
-E’si ben ayvayı yiyorum! Ama ismimi hep sevdim.
İsmin gibi, sen de kendine ‘özgü’ birisin…
-Sağ ol. Tam adım Melahat Özgü Namal. İçimdeki o domestik yan da Melahat’tan geliyor.
Çocukluğun nerede geçiyor?
-Üsküdar, Bağlarbaşı, Kuzguncuk, Nakkaştepe. O dönem Perihan Abla çekiliyor, her hafta sonu onu izlemeye gidiyoruz.
Tek çocuk musun?
-Yok, erkek kardeşim var. Onun da ismi enteresan: ‘Duygu.’ Anneme onun adını da sordum “Neden?” dedim, “E Elele’de yazıyordu!” dedi. (Gülüyor).
Oyunculuk ne zaman kanına giriyor?
-Annem de babam da çok çalışıyordu. Biz de yaramaz çocuklarız, “Biz evde yokken, sokakta bisiklete binemezsiniz! Biz evde yokken, kestane patlatamazsınız! ” gibi yasaklar olunca, beni zaptedemediler, tiyatro kursuna yazdırdılar. Enis Fosforoğlu Tiyatrosu… 14 yaşımda sahneye çıkmaya başladım. Hiç unutmuyorum, perde açıldı, adımımı atacağım, atamadım. Nefesim kesildi. Aslında kaçacaktım ama ittiler, çıkış o çıkış!
OYUNCULUK BENİM İÇİN SIRADAN BİR ŞEY
Çocukluk hayallerini süsleyen şey oyunculuk muydu?
-Bilmiyorum, başka bir şey yapmayı hiç düşünmedim. Lisede, Halk Eğitim Merkezi’ne yazıldım. E güzel bir ortamdı, arkadaşlar-markadaşlar, eğleniliyor. Aile de baskıcı bir aile değil. “Ben buna devam etsem” dedim, “Sen bilirsin” dediler. “Konservatuvara gideyim mi?” “Aaa şahane olur!” Derken MSM, konservatuvar ve koca bir 18 yıl. Şimdi 35’imdeyim!
Ne ifade ediyor oyunculuk?
-Bundan beş yıl önce başka bir cevap verirdim. “Tutkuluyla bağlıyım ve oyunculuk benim için vazgeçilemez!” derdim. Ama artık böyle hissetmiyorum. Oyunculuk benim için çok sıradan bir şey. Yapmam gerekeni yapıyorum, bazen sıkıldığımı bile söyleyebilirim. Hayattaki en şahane şey de değil. 35’teki kararım budur!
Yapma ya!
-Yavaştan başka işlere yönelmeyi, hafif hafif sıyrılıp gitmeyi planlıyorum.
Seni böyle düşünmeye yönlendiren ne?
-30’lu yaşlar! 20’lerdeki o telaş, o hırs, “Onu da becereyim, bunu da yapayım!” yok artık…
Ama sen parmakla gösterilen oyunculardan biri değil miydin?
-Okulda, “Kötü öğrenci ama iyi oyuncu olacak!” derlerdi. Son sınıfta Yıldız Kenter beni sınıfta bıraktı. Hep derse geç kalırdım…
Neden?
-Çünkü uykuyu seviyordum. Oldum olası anarşist bir tarafım vardır. Kural sevmem, pek de tanımam. Sonradan bunun üzerine çok düşündüm. “Niye benim içimde düzeni bozmak, kuralları değiştirmek gibi bir his var? Niye herkes gibi düzene uyum sağlayamıyorum?” Terapi döneminde bu meseleleri deştim…
Neymiş sebebi?
-Derdim farklı olmak, arıza olmak değil. Bu benim doğal halim: Uyumsuzluk ve uygunsuz hali!
Başka nerelerde uygunsuzsun?
-Sette mesela! “Şu saatte geleceksiniz” diyorlar, hemen “Neden o saatte geleceğiz ki?” diyorum. Ama şımarıklıktan değil. Hep sorgulama hali. “Kim demiş? Neden demiş? Hadi bunu değiştirelim! Kendimize uyarlayalım.” Tabii 30’larımın başında, “Dur ya neden böyleyim” dedim. Bir de mutsuzdum…
TERAPİDE KENDİMİ KEŞFETTİM
O yüzden mi terapiye gittin?
-Evet. Ödüller almışım, ilgiden sokakta yürüyemeyecek haldeyim ama mutsuzum! Biraz da tabii 25 yaşında meşhur olmanın getirdiği bir sorun. İki seçeneğim vardı: Ya şımarığın teki olup çıkacaktık ya da içime kapanacaktım. Ben içime kapanmayı tercih etim. Bir gün uyandığımda baktım ki, çok mutsuzum. Çok yakın bir dostum, “Sen terapiye git” dedi. İyi ki gitmişim…
Terapi ne kadar devam etti?
-Dört yıl.
Kendine dair ne öğrendin?
-Kendimi keşfettim. Gerçekten ne yapmak istediğimi öğrendim. Öğrendiğim şeylerden biri de susmaktı. Sonra da kabullenmenin önemini fark ettim. Tasavvufa, Mesnevi’ye daldım. O zaman ister istemez başka kapılar açıldı.
Bu anlattıkların çok güzel de… İçinde çözemediğin mesele neydi?
-Zihnim, zihnimin içindeki düşünceler beni ele geçirmişti. Nasıl anlatsam… Benim enerji fazlam var. Sürekli bir üretme halindeyim. İlla, oyunculukla ilgili değil. Resimle de ilgili olabilir, müzikle de aşçılıkla da! Yaratıcı enerji, iki türlü ya yapıcı ya yıkıcı. Bendeki yaratıcı enerji, yıkıcıya dönmek üzereydi…
Kesmiyordu yaptığın şeyler…
-Aynen öyle! Oyunculuk yetmiyordu. Hiçbir şey yetmiyordu! Beni güzellik de ilgilendirmez. Şımardığım günler olmuştur. Ama 25 yaşımdayken bile şunu aklımdan hiç çıkarmadım: Ben iletken olarak buradayım. O yüzden ne oyunculuğumu ne de güzelliğimi abarttım…
İyi güzel de bu da kendine haksızlık değil mi?
-İnkâr edecek halim yok, ödül aldığımda tabii ki mutlu oluyordum. Bir de çok ödül aldım. Sadri Alışık, Afife Jale, Altın Portakal, Hindistan Film Festivali, Oxford Film Festivali… Yani düşün, ‘Madeira’ diye bir adadan bile ödül verdiler bana. ‘Beynelmilel’le de İstanbul Film Festivali ödülüm var…
Oyunculukla bu kadar ödül almış birinin, “Ben artık başka bir iş yapmak istiyorum” demesi de acayip! Senin normalde “Bu, benim varoluş biçimim” demen gerekmiyor mu?
-Ama değil ki! Varoluşum değil oyunculuk. Hiçbir zaman olmadı!
O zaman bu dünyaya geliş sebebin ne? Sen bunun da cevabını biliyorsundur…
-Evet. İletmek için. Projektörüm ben. Mesela, seninle yeni tanışıyoruz ama en önemli sırrını anlatıyorsun bana. Bunun açıklaması yok. Bana güveniyorsun ve sırrının ömür boyu bende kalacağını biliyorsun. Ya da bir derdin var. “Bunu Özgü halleder!” diyorsun. Hallederim de. Böyle bir özelliğim var ve artık bu işe yarasın istiyorum. Oyunculuğumda kullandım, şimdi sıra başka şeylerde. O yüzden de, 35 yaşımda hayatımın ikinci yarısı başlıyor…
BENİM İÇİN VERME ZAMANI GELDİ ARTIK
Ne yapacaksın?
-Zihinsel engelli ve otistik çocuklarla ilgili şeyler yapacağım. İnsanlar gerçekten beni artık böyle işler için kullansınlar…
Artık geri ödeme vakti mi geldi?
-Aynen öyle!
Bunu bir dernekle mi yapacaksın?
-Bir vakıfla! Merhamet, hatırlamamız gereken şey. Ama biz bunu unuttuk. Doğanın kanunu vermek! Onu da unuttuk. Benim için de verme zamanı geldi artık. İlla 60’ı mı beklemek gerekiyor?
BU İŞTE BİR YALNIZLIK VAR
‘Bu İşte Bir Yalnızlık Var!’ vizyona girmek üzere. Nasıl hissediyorsun?
-Heyecanlıyım. Ama yönetmenimiz Ketche’ye, rol arkadaşlarıma ve Fida Film’e çok güvendiğim için kendimi iyi hissediyorum.
Tamamını izlemedin mi?
-Hayır, hiçbir zaman izlemiyorum çünkü galadaki heyecan hoşuma gidiyor…
Neden kabul ettin filmi?
-Aslında etmedim! Yoğun bir dönemdi. Dizi bitmek üzereydi. Ketche’ye dedim ki, “Gerçekten yorgunum.” Onlar da gidip başka biriyle konuştular. Kadere bak ki, sonra tekrar aradılar, “Bir aksilik oldu, o isim olamıyor. Lütfen kabul et!” Ben de artık dinlenmiştim, e tekrar rol bana döndüğüne göre bu işte bir hayır var dedim, kabul ettim.
Peki Engin Altan?
-O baştan beri belliydi. Engin de bu işe cuk oturdu.
Normal bir adı yok mu?
-Var var, Hakan Kırvavaç. Ama herkes ona ‘Ketche’ diyor. Enteresan bir adam. Tarantino gibi. Ne zaman ne yapacağı hiç belli olmaz.
İzleyiciyi ne yakalayacak?
-Ters bir hikâye bu. Genelde kadın âşık olur. Bu kez erkek âşık oluyor. Erkeğin dünyasından, erkeğin aşkı anlatılıyor.
Anlatsana biraz filmi…
-Ben evliyim, günün birinde kocam kayboluyor. Delirmiş vaziyetteyim. Ortak arkadaşımız Mehmet’ten (Engin) yardım istiyorum. Altlı üstlü oturuyoruz, birlikte seyahatlere gidiyoruz. Ve bingo, Mehmet’in yıllardır bastırdığı şey su yüzüne çıkıyor. Bana âşık oluyor! Bir başkasını ararken, aşkı birbirinde bulan iki kişinin öyküsü. Tuna Kiremitçi’nin romanından…
Anarsist ve seksi!
09 Aralık 2013
Yeni vizyona giren, “Bu işte bir yalnızlık var” filmi bahaneydi yani. Aşk, hayat, erkekler, çocuk, baba, hastalık, korkular ve o korkuları nasıl aştığımız… Özgü Namal özel bir kadın. Gerçekten kendine“özgü”. Onu tanıdığıma çok sevindim. Cumartesi başlayan röportaj bugün de devam ediyor…
Aşk ne ifade ediyor sana?
-Aşk bir ayna. İnsanı besliyor, çok iyi geliyor…
Kolay âşık olur musun peki?
-Tabii ki hayır. Kendimi kolay teslim edemiyorum. Bütün bu bilmişliğimin ve mesafemin ardında, camdan bir kalp var. O kırılır diye korkuyorum.
En uzun ilişkin ne kadar sürdü?
-7 yıl. Tipik bir Oğlak’ım ben, ilişkiye giriyorum ve çıkamıyorum. En uzun ilişkim Oktay’dı (Kaynarca). Sonra 3 yıl Başar’la birlikte olduk…
Peki biyolojik saat?
-O işte hiç susmuyor! İçimde, “Çocuk yap, çocuk yap!” diyen bir ses var. Bu da, biraz kafa karıştıran bir durum. Bir taraftan özgür olmak istiyorum, bir taraftan da anne olmak. 40’ıma kadar yapmak istediğim şeylerden biri de bu. Ben, hayatta her şeyi yaşadım. Gezdim, tozdum, dünyayı gördüm. Yapmadığım, pişman olduğum, “keşke” dediğim gerçekten hiçbir şey yok. Tamamım…
Peki şimdi âşık mısın?
-Evet. Yine âşığım. Seviyorum âşık olmayı. Ama adı bende saklı. Ünlü biri değil. Bekâr kadın olmak da zor bu ülkede. Yanına aldığın herkes sevgili! Öyle zannediyorlar yani. Bütün şöhretli kadınların problemi bu. O yüzden de pek dışarı çıkmıyorum. Çünkü benim erkek arkadaşlarım, kadın arkadaşlarımdan çok. Erkek muhabbeti yapmayı severim, maskülen bir tarafım vardır, rakı içelim, Galatasaray’ı konuşalım. Ama gel de bunu anlat, arkadaşlarımla bile sevgili yazıyorlar beni…
Bu maskülen tarafını neye borçlusun…
-Babamla çok fazla vakit geçirmiş olmama! 6 yaşında omzunda Galatasaray maçlarına giderdim. İlk rakımı da onunla içtim.
ÖPÜŞÜRÜM DE, SEVİŞİRİM DE
Oynadığın her role inandırabiliyorsun bizi. Çünkü sahici oynuyorsun. Nasıl beceriyorsun?
-Eğer gerçekten böyleyse, bu, kendime yakın olduğumdandır! İnsan kendini olduğu gibi kabul edemiyorsa, “Ulan bu huyum da ne boktan!”diyemiyorsa, kendi olamıyor. Kendi olamayan, bir başkası da olamıyor. Benim, hikâyeye inanmam gerekiyor. İnandıysam tamamdır. Her şeyi yaparım. Yıllardır filmlerimde öpüşmüşümdür. Sevişme sahnelerim de var…
Türkan Şoray kuralların yok yani.
-Yok canım, rol ne gerektiriyorsa yaparım!
İlginç bir şekilde, hiçbir rol senin üzerinden akmıyor, avam durmuyor. Bu nasıl oluyor?
-Kendime, yaptığım işe dürüst olmak, doğru durmak, net olmak… Budur. Bunun için uğraşıyorum, hep daha iyi bir insan olabilmek için…
HEM ROCK’N ROLL’UM HEM DOMESTİĞİM
Evcimen misin?
-Evet, işimi yaparım ama sonra yok olurum. Bazen, “Akşam parti var, hadi gel!” diyorlar. “Aman eksik olsun, tek istediğim tavuk suyuna çorba!” diyorum. İşimizi bitirelim, eve gidelim ve yılbaşı ağacı kuralım havasındayım ben…
“Meşhurluğun el kitabı”nda yazar mı bunlar!
-Kim takar meşhurluğun el kitabını! Ben, yılbaşı ağacı kurmayı ve bayramları seviyorum. Yemek yapayım, kahve tutayım. Domestik bir tarafım var, n’apim? Hem rock’n roll’um hem domestiğim!
Nerede yaşıyorsun?
-Aşiyan’da. Tek başıma. Bu işte bir yalnızlık var yani! Yalnızlığımı seviyorum. Sağım orman, önüm deniz, arkam dağ. Doğanın ortasında, enerjisi yüksek, feng shui’ye göre döşenmiş bir ev. Yerler ahşap, kapılar gıcırdıyor. Altyapısı sakat, suyu tıkanır, musluğu tıkanır. Ama ben âşığım. Eski bir şöminesi var, ölüyorum ona. Neoklasik mobilyalar. Evim börek koksun, kek koksun, kısır da yapalım falan. Böyle bir kadınım ben…
Ailen…
-İstanbul’da değiller, Bodrum’a taşındılar. Babam biraz rahatsız, o yüzden gittiler…
Hayrola! Ne rahatsızlığı var?
-Akciğer kanseri. Babam klasik tedaviyi reddetti. Hiçbir ilaç almıyor. Tamamen holistik tıp ve ruhani şeylerle yaşam mücadelesi veriyor. Müthiş bir adamdır, rol modellerimden biri…
HER ŞEY ENERJİ!
35 yaş dönüm noktasıdır ya, nasıl hissediyorsun? “Yaşlanıyorum” gibi saçma triplere giriyor musun?
-Hayır, asla! Özellikle son bir yıldır babamın geçirdiği rahatsızlıktan dolayı holistik tıpla uğraştık. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını, bize her şeyin yalan yanlış öğretildiğini fark ettim. Her şey enerji aslında. İnanmazsan hiçbir şey olmuyor. İnanmazsan hasta da değilsin, inanmazsan kilolu da değilsin, inanmazsan yaşlı da değilsin, hiçbir şey değilsin. Tamamen inançla ilgili. Belki doktorlar kızacak ama ben “bağışıklık sistemi” diye bir şeyin bile olmadığına inanıyorum. Bence hastalıklar da yok. Cevabını bulamadığımız her şeye bir isim uyduruyoruz. Birine bağışıklık sistemi diyoruz, ötekine kanser…
Baban da bu yüzden mi klasik tedaviyi reddediyor…
-Evet. Sağduyusuna ve hislerine güveniyor. “Beni iyi etmeyecek o ameliyat!” dedi ve olmayı reddetti. Kemoterapi olmuş hastaları gördü.“Onlar gibi de olmak istemiyorum!” dedi. O da yaşadığı şeyle mücadele ediyor ama kendi bildiği ve inandığı şekilde. Öğretilmiş kurallar, dogmalar onu ilgilendirmiyor…
“Anarşist” yanın babana mı çekmiş?
-Kesinlikle!
Babanın hastalığı ne kadar etkiledi seni? Baban belli ki çok önemli bir figür senin için…
-Onu kaybedebilme düşüncesi bile beni çok sarsıyor. Gözümün önünde bu kadar mücadele ediyor olması, hayata tutunmaya çalışması. Ama babam çok güçlüdür, bence başaracak!
ÇOK UZUN ZAMANDIR ÜNLÜYDÜM… BUNDAN SONRA OLMASAM N’OLUR??
“Oyunculuğa devam etmezsem, ünüm yavaş yavaş azalır” diye korkuların var mı?
-Daha neler! Çok uzun zamandır ünlüyüm ben. Bundan sonra olmasam n’olur? Hayatımın devamını ünsüz tamamlarım!
Bu yaştan sonra, bildiğimiz Özgü’nün üzerini çizip, ortalığa yeni bir kadın olarak çıkmak istiyorsun yani…
-Muhtemelen öyle olacak. Ama hayatımın hiçbir döneminde kendimi bu kadar iyi ve güçlü hissetmedim…
BEKÂR ANNE OLABİLİRİM
Evlilik…
-Evlilik kurumuna da takığım. Eskidiğine, yenilenmesi gerektiğine inanıyorum. Bir önceki jenerasyondan bize miras. Tamam güzeli çok güzel. Ama bu biraz da şans işi. Hayatımın sonuna kadar kendimi adayabileceğim, çok sevebileceğim birini tabii ki bulduğum zaman bir dakika bile düşünmem. Fakat evli değilim diye anne olmayı da ertelemem…
Bekâr anne olabilirsin yani…
-Olabilirim. Ailem de bu konuda tamam. Anneme, “Sperm bankasından sperm alsam ya da evlat edinsem” dedim, “Özgücüm, yeter ki sen evlat sahibi ol, biz de yardımcı oluruz” dedi. Oralar da tamam yani.
AYIP, GÜNAH YOK BENDE!
Sosyal kodlarda, “Arkadaşının sevgilisiyle yatmayacaksın”, “Sevgilinin arkadaşıyla yatmayacaksın”, “Askerdeki sevgilini aldatmayacaksın” gibi şeyler var. Senin düşüncen nedir?
-Benim etik anlayışım farklı. Takılmıyorum oralara. Hayatta her şey olur. Hayat, bildiği gibi gelir, sana bir tane çarpar, içinden geçer ve gider. Şeffafsan, yırttın. Değilsen yandın. Direnç gösterip, “Öyle olmaz, böyle olacak” deyip egosantrik durumlara girdiğinde ayvayı yiyorsun! Hayatın önünde eğilip teslim olmak, en kıymetlisi. Yoksa canına okuyor. Benim etik anlayışım, toplumsal normlar gibi değil. Ayıp, günah yok bende. Yaş ilerledikçe iyice kalktı. Her şey olabilir. Kalp bu. Kalbin enerjisi, beynin enerjisinin beş bin katıymış. Allah aşkına, seninle benim aramda “kalpsel” bir şey varsa, kim buna engel olabilir? Bazen bir kadından da hoşlanırsın, çünkü“ruhtan” hoşlanırsın. Ruhani bir şey bu. Kimse bana maval okumasın. Beden geçici, madde geçici. Ruhum seninle bütünleşirse, ne etiği Allah aşkına! Bunu sıkıştırdığın zaman yaratıcı enerji içe dönüyor, alkol bağımlısı, uyuşturucu bağımlısı, seks bağımlısı oluyorsun. Serbest bırakmadığın için…
Fotoğraflarda acayip dişi bir kadın var…
-Çünkü 35, hakikaten kadınlığıma, dişiliğime ve ruhuma çok iyi geldi. Kendimi daha çok seviyorum şimdi. Korkularım, tedirginliklerim bitti. E bu da bakışlarıma yansıyor galiba…
Fotoğraflar: Zeynel Abidin AĞGÜL