Psişik ameliyat
Sevdiğin adamdan hamile kalıyorsun…
Mutluluktan ölmek üzeresin…
Çocuğun oluyor…
Bir de öğreniyorsun ki, doğum sırasında yaşanan bir komplikasyon yüzünden bebeğinin beyni yüzde 80 hasarlı!
Spastik yani!
Oturamıyor, konuşamıyor, göremiyor!
İnsan bundan daha büyük bir acı yaşayabilir mi?
Bu acının altından kalkabilir mi?
Güzel bir gündü.
Maaile oradaydılar.
Anne, baba, çocuk, dede, büyükanne… Yumuşak, iyi huylu, güzel bir aile…
Gözüm kucaklarındaki tatlı oğlana takıldı.
Birçok engelli çocuktan farkı, mutluluğu.
Annesi ona şarkılar söylüyor, gülüyor.
Dedesi, “Çapkın Çağatay” diye sesleniyor, gülüyor.
Her şeye reaksiyon veriyor.
Karı koca spiritüel düşünceyle yakından ilgili.
Başlarına geleni, öğrenmeleri gereken bir ‘ders’ olarak değerlendiriyorlar.
İsyan etmiyorlar, kabulleniyorlar.
Ama aynı anda oğulları Çağatay’ı bir parça iyileştirebilmek için -klasik tıpta çaresiz kaldıklarından- alternatif ne kadar yöntem varsa deniyorlar ve son olarak 20 gün önce, onu dünyanın en büyük şifacılarından biri olarak bilinen Brezilyalı Joao Teixeria da Faria’ya götürüyorlar.
Ne mi yapıyor?Ameliyat.
Ama bildiğiniz ameliyatlardan değil, psişik ameliyat.
Uzun çifti, daha önce görmeyen oğullarının artık kısmen görmeye başladığını söylüyor.
Tıbben bir açıklaması yok.
Sadece Uzun Ailesi’nin yaşadığını söylediği bir gerçek var…
Siz kimsiniz?
– Adım Özlenen Deniz. Babam Deniz Gezmiş hayranıymış. Ona olan özleminden bana ‘Özlenen Deniz’ ismini koymuş…
Müthişmiş!
– Ben de seviyorum. İçinde, “Kurtar beni” mesajı olan bir isim. Benim de hep ‘kurtarılma’yla ve ‘kurtarma’yla ilgili bir yaşamım oldu. Şimdi de oğlumuzu kurtarmaya çalışıyoruz…
Sizin başınıza gelen nedir?
– Dünyalar tatlısı oğlumuzun beyninin yüzde 80’i hasarlı. Konuşamıyor, desteksiz oturamıyor, yürüyemiyor. Ama biz karı-koca onun iyileşeceğini düşünüyoruz. Hatta eminiz…
MOSMOR DOĞDU
En başından anlatın lütfen…
– Çok âşık olarak evlendik. İkimizin de ikinci evliliği. Benim bir, İsmail’in iki çocuğu var. 34 yaşında tekrar hamile kaldığımda havalara uçtuk. Hamileliğim de çok rahat geçti. Hindistan’a gittik, aşramlarda kaldık. İkimiz de spiritualizme ve kendimizi geliştirmeye meraklıyız.
Kontrollerinizi düzenli yaptırdınız mı?
– Tabii, tabii. Bir hekimle evliyim. Aksi mümkün mü? Hatta doğumdan üç gün önce doktoruma gittiğimde, “Her şey normal” dedi.
Doğum nasıl başladı?
– Evdeyken birdenbire suyum geldi. Hastaneye koştuk. Beni hemen sezaryene aldılar. İsmail de doğuma girdi. Beni uyuttukları için haberim yok tabii, zor bir doğum olmuş, bebek sıkışmış. Uyandığımda bebeği kucağıma verdiler…
Görünce ne hissettiniz?
– Çok mutlu oldum ama şok da geçirdim! Çünkü mosmordu. Hatta kapkara. “N’oldu ona?” diye sordum. “Başı ödemli” dediler, “Bazen böyle oluyor, bebekler rahimde sıkışıyor. Deri altında kanama var, geçer.” Birkaç gün sonra eve geldik. Kafası biraz büyüktü ama onun dışında her şey normal görünüyordu. 15. gün bebeğimizin birdenbire sanki kafası söndü ve kemikleri çıkıverdi ortaya…
N’aptınız?
– Korktuk tabii. Hemen ultrasona soktuk. Ama “Kanama yok, her şey normal” dendi, rahatladık. Baba çocuk doktoru ya, pimpirikli, bir ay sonra yine ultrason, yine her şey nomal. Fakat bir süre sonra İsmail, bebeğimizin kafasının büyümediğini söyledi. Kemik yapışması var zannettik, beyin cerrahına gittik. Tomografiye girdi. Beynin her iki tarafında da, kanamaya ait bulgular saptandı. İşte biz o gün, bebeğimizin beyninin yüzde 80’inin hasarlı olduğunu öğrendik.
ŞOKTAYDIM
Çok korkunç. Peki nasıl olmuş?
– Bilinmiyor. Makul bir açıklaması yok. Anne karnında sıkışmış. Tamamen Allah’tan…
İnsan böyle bir şeyi nasıl kabulleniyor?
– Önce kabullenemiyor ama yapacak bir şey yok. Her şey bizim kontrolümüzde de değil. Hayat paradokslarla dolu. Bir arkadaşımızın oğlunun da beyninde kanama oldu. Kalbi durdu. Böbrekleri çalışmadı. “Yüzde 99 engelli kalır” dediler. Ama hiç de öyle olmadı, şu anda iki yaşında hopluyor, zıplıyor. Olacak olan oluyor.
Yaşadığınız acıyı nasıl tarif edersiniz?
– Edemem. Hayat çekildi içimden. İnanılmaz çaresiz hissettim. Bir de güya ben, şirketlere danışmanlık, yol gösteren biriydim. ‘Ders’ sana gelince bambaşka hissediyormuşsun…
Başınıza gelenleri, ‘öğrenmeniz gereken bir ders’ gibi mi değerlendirdiniz?
– Başta böyle düşünemiyorsun. Şoktasın zaten. Sabahlara kadar internette bilgilenmeye çalışıyordum. Okuyorum, okuyorum. Beyin, değişik bir organ. İsterse, o hasar görmüş yerleri kompanse edebilirmiş. Ama etmeye de bilirmiş, spastisite kalabilirmiş. Tomografiden sonra MR çektirdik, profesör elindeki filme bakıp, “Gitmiş bunun beyni ya!” dedi, “Yanmış. Sağlam yeri kalmamış. Korteks kapalı. Gözleri kör. Göz merkezi yanmış. Ne yapacaksın bununla!” Kucağımda oğlum, yıkık bir halde çıktım odasından…
BÜTÜNCÜL TIP
Sonra…
– Sonrası depresyon. Evimizin yanında mezarlık vardı, kendime de oğluma da yer bakıyordum. İntihar yolları düşünüyordum. Felaket bir dönem. Üstelik kendini sorgulaman da cabası: “Niye geldi bu bizim başımıza? Nasıl kalkarız altından?” Yıllarca da bütüncül tıbba inanmışım, “Hadi şimdi öğrendiklerin işe yarasın” diyorum. Nasıl bir bocalama anlatamam. Ama Allah’tan eşim İsmail müthiş destekti. Birbirimize yaslandık…
Klasik tıbbın her yoluna başvurdunuz mu?
– Tabii, tabii. Fakat klasik tıpta, bizim durumumuz için sonuca ulaştıran pek bir çalışma yok. Yapılacak tek şey fizik terapi. Biz de halen yapıyoruz. Ama fizik terapiyle sadece bedenin hareketlerini esnetebiliyorsun. Bense, kafayı bebeğimin beynine takmıştım. “Beyni gelişir mi?” diye kendi kendime soruyorum. Bütüncül tıbba da inanıyorum ya, bebeğimin bedeninden atamadığı travmaları çözmek için ilk olarak, ‘aile dizilimi’ne gittim. Profesör Mehmet Zararsızoğlu’yla sayısız çalışma yaptık. Mehmet Hoca’dan çok şey öğrendim. Onu severken “Kuzum” deme, erkek gücünü bulabilmesi için “Koçum de” dedi. Yaptım. “Psikolojini değiştir. Acıma” dedi, “Tamam” dedim. “Çocuğuna ve hayata güvenebilmek gerekir” dedi. Öğrendiklerimi kendi süzgecimden geçirdim ama bütün yeni fikirleri de dinledim. Şaman bir arkadaşımız var. Rusya’da şamanik tıp eğitimi aldı. Bir gün aradı, “Deniz, oğlunuz mu oldu?” “Evet” dedim. “Sana çılgınca gelebilir ama ruhu, benimle irtibat kurdu. İki ismi varmış. Annemlere söyle değiştirsinler ismimi, ağır geliyor” dedi. “Bu ne saçmalık!” filan demedim, o arkadaşıma da kulak verdim. Bebeğimizin ismi “İsmail Toprak”tı, Çağatay olarak değiştirdik. Sonra Hawaili Dr. Hew Len’ın ‘ho’oponopono’ yöntemini öğrendim. Bilinçaltındaki bir hatayı düzeltmek için yapılan bir temizlik. Varsa bir hata temizleyeyim diye. Halen yapıyorum…
Sadece bu iki yöntem mi?
– Olur mu? Reiki, refleksoloji, homeopati, ozon terapisi… Ruhsal arınmayla ilgili aklınıza gelebilecek her şeyi denedim, deniyorum. Yeter ki oğlum iyi olsun, kendini iyi hissetsin…
ENGELİ KALMAYACAK
İşe yaradı mı bunlar sizce?
– İsmail’e sorun, hekim olan o…
İSMAİL: Hem de nasıl! Hepsi yaradı, yarıyor da. Çağatay’ın normalde hayatta olmaması gerekiyordu. Bu beyinle nasıl yaşadığını bilmiyoruz. Bu kadar şiddetli kanama geçiren çocuklar ölüyor. Ya da hortumlara bağlı yaşıyorlar. Oğlumuzun hayatta olması mucize. Ve günden güne iyileşiyor. Ama “Olan biteni nasıl açıklarsın?” derseniz, açıklayamam. Tıbben bir açıklaması yok. Ne yaşandı, nasıl oldu bilinmiyor. Sadece rahim kasları sıktı da, bebeğin kanaması mı oldu? Neden klinik bulgular ortaya o anda çıkmadı da, günler sonra çıktı? 20 yıllık bir tıp doktoru olarak ben tamamen çaresiz kaldım. Yüzlerce bebeğe yardımcı olmuşum, kendi bebeğime olamadım. Sonra tıbba da farklı bakmaya başladım. Olan biten her şeyi, klasik tıpla çözemeyiz, çözemiyoruz da. Sanki her şey, bir plan, bir proje içinde gidiyor. Ve biz karıkoca, hep bir şeyler öğrenmek zorunda kalıyoruz. Allah’tan güç birliği yaptık. Oğlumuza reiki yapıyoruz. Refleksoloji yapıyoruz. Kafasının kemiklerini genişleten ve yumuşatan bir teknik var, onu yapıyoruz. Ozon yapıyoruz, gittik ozon makinesi aldık. Sonra homeopati yapıyoruz, Bulgaristan’da homoepati eğitimi aldım. İlk derste, ‘doğum travmalarında kullanılacak ilaç’ı anlattılar. Dondum kaldım. Belki de daha önce bilseydim, oğlumuzun kanamasını azaltabilecektim. Bilmiyoruz biz o ilaçları. Türkiye’de kullanılmıyor. Biz bunlardan çok fayda gördük. Oğlumuz gelişirken biz de geliştik…
– Biz karı- koca onun böyle engelli kalacağına inanmıyoruz…
Nasıl yani?
– Bize rastantısal olarak gelmediğini, bize öğretmesi gerekeni öğretip, sonra kendi yolunda ilerleyeceğine inanıyoruz. Kalbimiz bunu söylüyor. Önce tabii ego yapıyorsun, Tanrı’ya, “Neden ben? Neden biz?” diyorsun. Ama zaman içinde anlıyorsun ki, seçimleri aslında biz kendimiz yapıyoruz. Çağatay’ı aslında biz seçtik. Başımıza gelen her şey şu hayatta, bizim isteğimizle, seçimimizle oluyor. Bu gerçeği kabul ettiğin zaman da bir takım şeyler değişmeye başlıyor. Biz, tüm bunların yaşamamız gereken bir öğretim süreci olduğunu kabul ettik.
RUHLAR HEP MUTLU
İyi de sizin ve eşinizin öğrenmesi gereken şeylerin bedelini neden oğlunuz ödesin?
– Ruhlar bedel ödemez ki. Bize bedel gibi geliyor. Ruhlar hep mutlu. Çağatay da öyle.
İSMAİL: Bir deli görürsünüz, kendi kendine konuşur, şarkılar söyler, güler. Biz onu ‘zavallı’ buluruz. Ama bize göre zavallı. O, kendi içinde mutlu, bizim ne düşündüğümüz umurumda bile değil.
– Böyle bir deneyim, insanı geliştiriyor. Ve biz, tek değiliz. Türkiye’de birçok engelli ailesi pekkok doktordan daha bilgili ve bilge. Normalde isyan etmeleri gerekiyor değil mi, ama hayır bir şekilde etmiyorlar. Birbirleriyle iletişim kurabilecekleri platformlar kurmuşlar, onlar Türkiye’de hiç olmayan, beyni geliştiren, yan etkisi olmayan ilaçları biliyorlar. İnanılmaz sistemler biliyorlar. Beni en çok şaşırtan da şuydu; biz, kendimizi geliştire geliştire tüm bu yaşadıklarımızın tekamülümüzün içinde bir parça olduğunu öğrendik. Peki o aileler bunu nasıl öğrendi?
Sadece istediklerimiz değil korktuklarımız da başımıza geliyor
İsviçre macerası nasıl başladı?
– Çanakkale Seramik’te çalışan bir danışanım var. Bana mail attı. Günümüzün yaşayan en güçlü medyumu Joao Teixeria da Faria’yı anlatan bir makale. Brezilyalı, dünya çapında bir şifacıymış. Bir sürü nişanı, ödülü var. Shirley MacLane’i tedavi etmiş, Peru Cumhurbaşkanı’nı, daha bir sürü insanı. Pisişik ameliyatlar yapıyormuş…
Ne demek psişik ameliyat?
– Kendi bedenini kullanarak, cerrahi ve psişik şifa uyguluyor. Bunu da bedensiz varlıklarla birlikte yapıyor ve mucizevi sonuçlar elde ediyor. Abadiania diye bir kasabada, hastane tarzındaki mabedinde ücretsiz tedavi yapıyormuş. Yürüyemeyen insanlar yürüyormuş. Çok az ömrü kalan kanserlileri iyileştiriyormuş. İnsanların beynindeki urları alıyormuş, katarakt ameliyatı yapıyormuş. Ben de “Çağatay’ı bu adama götürelim” diye tutturdum. Biz Brezilya’ya gidecekken, bir de ne öğrenelim, adam İsviçre’ye Basel’e geliyormuş. Hemen biletlerimizi aldık. Sürekli meditasyon halimdeyim. Jaoa, Çağatay’ı kucağına alacak ve gözlerine çalışacak. Ve oğlumuz görmeye başlayacak. 24 saat ho’oponopono yapıyorum. İnanır mısın hayal ettiğim ne varsa gerçekleşti…
15 BİN KİŞİ VARDI
Nasıl bir yerdi gittiğiniz yer?
– Bir fuar alanı. 10 bin kayıtlı insan var, 5 bin de çocuk. Dünyanın her yerinden gelmişler. Ana baba günü. Herkes beyaz giymiş. Tekerlekli sandalyeliler, kanserliler, felçliler. Teixeria’nın bir sürü gönüllü yardımcısı var. Birkaç ay ömrü kaldı denilen hekimler, Joao Teixeria tarafından iyileştirilince işi gücü bırakıp, onun yanında kalmışlar. Onunla birlikte dünyayı dolaşıp, insanlara şifa dağıtıyorlar.
Orada tam olarak ne oluyor?
– Sıraya giriyorsun. Bebekleri, engellileri ve çok ağır kanserlileri önce alıyorlar. Şifa çorbaları içiyorsun. Toplu şifa yapılıyor.
O nasıl bir şey?
– O koca fuar alanına, yüzer yüzer alıyorlar insanları. Herkes ayakta, “Gözlerinizi kapatın, elinizi kalbinize koyun” diyorlar. Bir taraftan acayip inanıyorum, bir tarafım şüpheci. Görüyorum Joao transa giriyor, üç kişi bir kolundan tutuyor, üç kişi diğer kolundan, gözleri gidiyor. Herkese o esnada toplu şifa yapılıyor ama aradan iki üç kişiyi seçiyor. Benim gözüm de kapalı olması gerekiyor ama Çağatay o kadar çok ağlıyor ki, zıplatıp yatıştırmak zorundayım. O yüzden gözlerim açık, görüyorum. Joao elleriyle bazı insanlara dokunuyor ve o insanların bir kısmı engelli. Yemin ederim gördüm, engelli arabasını orada bırakıp yürüyerek gidiyorlar…
Hadi canım…
– Gözlerimle gördüm. Benim amacım Çağatay’ı kucağına verebilmek. Ama o kadar. Çaktırmadan her sıraya girmeye çalışıyorum. Birinci gün beceremedim, moralim acayip bozuldu. Ertesi gün yine deniyorum. Bu arada Joao, defalarca diyor ki “Ben hiçbir şey yapmıyorum, şifayı veren Allah. Ben sadece çok iyi bir kanalım. Ruhlar geliyor, ameliyatı yapıp gidiyor. Hastaları da ben seçmiyorum…” Defalarca söylüyor bunu. O Portekizce söylüyor. Anında bütün dillere tercüme ediliyor.
ARTIK GÖREBİLİYOR
Sonra ne oldu peki?
– Üçüncü gün karşı karşıya geldiğimizde Joao bu sefer resmen Çağatay’ı kucağına aldı. Transa geçti. Gözleri mözleri kaydı. Eliyle, bizimkinin gözlerine bir hareket yaptı. Birden Çağatay’ın gözleri kıpkırmızı oldu. Sanki lazer ameliyatından çıktı. Çığlıklar atarak ağlamaya başladı. Joao döndü yanındakine Portekizce “Söyleyin onlara gözlerini ameliyat ettim, iyileşecek” dedi.
E ne oldu sonuç?
– Çağatay normalde parmaklarımıza hiç bakmazdı, şimdi bakıp takip edebiliyor. Yemek yerken çatalı takip edebiliyor. Şu içerken şişeyi. Yatakta tepesine asılı maymununa dokunup kahkaha atıyor. Flaş patlayınca gözlerini kapatıyor. Bunların hiçbirini yapmıyordu. Ne mutlu ki oğlumuz artık kısmen görebiliyor…
Siz bir hekim olarak bunu nasıl izah ediyorsunuz?
İSMAİL: Ne olduğu, nasıl olduğu beni ilgilendirmiyor. Oğlumuzun görüyor olması ilgilendiriyor…
– Biliyorum çılgınca geliyor ama bu adam, beyin tümörlerini insanların burnundan çekip çıkarıyor, midedeki tümörleri iyileştiriyor…
Tüm bunlar yaşadığınız büyük acıyı rasyonalize etmek için inanmayı tercih ettiğiniz şeyler olabilir mi?
– Ortada bir gerçek var, çocuğumuzun gözleri şu anda görüyor…
İSMAİL: Bu olay, tıbbın açıklayabildiği bir şey değil. Ama bir sonuç var. Biz inançlı insanlarız ve Allah’a inanıyoruz değil mi? Ama Allah’ı göremiyoruz. Bazen göremediğimiz açıklayamadığımız şeylere de inanmamız gerekiyor. Biz Çağatay’ın uykuda olan beyin hücrelerinin bir gün uyanacağına inanıyoruz. Ve uykudakileri canlandırmaya çalışıyoruz. Ölen gitmiştir ona yapacak bir şey yok. Ama bir nöron varsa, bir tane beyin hücresi var büyüyebilir ve çoğalabilir.
SONUÇ ALDIK
Tüm bunları anlatınca size deli gözüyle bakmıyorlar mı?
– Umurumuzda bile değil. Biz bir takım sonuçlar aldık, başka insanların da alabileceğini düşünüyoruz.
İnsanlara vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
– Hiçbir şart altında inancı yitirmemek. Her şeyin olabilirliğine, olasılıkların sonsuz olduğuna inanmak. Ve sadece istediklerimizin değil, korktuğumuz şeylerin de başımıza geleceğini bilmek…
Nasıl yani?
– Hamileliğim sırasında spastik çocuklara refleksoloji yaptım. Bir korku geldi bana “Ya benim çocuğum da spastik olursa?” diye. Ve güçlü bir korkuydu. Güçlü olan hisler hayata geçebiliyor. İnanın başımıza gelenlerin sebebi bizleriz. Onların gerçekleşmesini biz sağlıyoruz…
Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu