Pardon ama… Ben annemin karnından anne olarak doğmadım!

Geçenlerde bir panelde… Bir erkek, çok da sempatik bir erkek, yeni çocuk doğuran kadınları hafif ti’ye alarak, “A tabii yeryüzünde tek doğuran kadın o ya! Tek emziren o ya, çok önemsiyor kendini. Oysa milyonlarca kadın doğuruyor!” gibi bir cümle kurdu…

Birden kaplan kesildim…

“Bana bakın!” dedim, “Erkek halinizle, çocuk doğurmadan, o hissi bilmeden ahkâm kesmeye kalkmayın! Evet, anneler, annelik heyecanıyla bazen görgüsüz olabilirler ama dibine kadar bu konuda haklılar! Hele ilk doğumlarıysa. Çünkü onlar da annelerinden anne olarak doğmadılar…”

Sonra da sazı elime aldım.

E erkeklerin askerlik hikâyeleri varsa, bizim de annelik hikâyelerimiz var. Bitmez de… Anlatmaya başladım:

“Annem bana, anne olmanın ne kadar müthiş bir şey olduğunu anlatmadı. Beni anne olmak için de yetiştirmedi. Hal böyle olunca, benim özgür olmak, bağımsız olmak, kimseye ihtiyaç duymadan kendi ayaklarımın üzerinde durmak, yalnız yaşamak, dünyayı dolaşmak gibi ideallerim vardı. Anne olmak hiç aklımda yoktu. Zaten içimde manyak bir istek de yoktu. Gong mong da çaldı, o meşhur biyolojik saat… Amaaaaaaaa… Anne olduktan sonra anladım ki, bu o kadar muazzam bir şey ki, en en güzel sevişme çarpı, 200 milyon!!!”

Bunu aynen söyledim panelde…

Güldüler. Anne olanlar bence anladı. İçlerinden “Az bile söyledi!” demişlerdir.

ayse-bebek-1

Ben artık bir değil, ikiyim!

Fakat ben, 10’uncu ayda böyle hissetmiyordum.

Alya’yı doğurduktan bir ay sonra yani…

Dokuz ay bir şey olmuyor, karnında bebeğini ağırlayan butik otel gibi dolaşıyorsun. Bir de güzelleşiyorsun. Herkes bir övgü, bir övgü. Ama sonra, çok değil, bir ay sonra…

Kucağında bir bebekle, “Ben artık bir değil, ikiyim!” diyorsun… Dedim.

Ve sonra tuhaf bir şey oluyor, insanlar için sen yok oluyorsun. Varsa yoksa bebek!

Senin için de öyle…

Uzayda gibiydim. Hiçbir şeyden haberim yoktu. Gazete, televizyon hak getire. Hiçbir şey okumuyor, dinlemiyordum. Zaten vakit de yoktu. Günler sanki torbaya giriyordu, önüm, arkam, sağım, solum hep Alya. Halimden de memnundum. Ne giydiğimin de önemi yoktu, aynaya bile bakmıyordum. Şikâyet etmiyordum. Ben anneydim, kendimi düşünmemem gerekirdi. Yaptığım her şey benim görevimdi. Kaç kere emzirdiğimi hatırlamıyorum bile. Sadece Alya’nın bir işaretini bekliyordum, hemen koşuyordum.

Benim başka bir hayatım olabilir miydi?

Bütün dünyam Alya olmuştu. Ben yoktum, Ömer de yoktu, zaten dünyanın geri kalanı da yoktu.

İki memem ve Alya vardı!!!

Aman Allah’ım sütümün bir inek gibi çok gelmesi gerekiyordu, ben ‘kaynar’a yüklendim.

Oysa su içmem yeterdi, ben kaynar içiyordum.

Şişmanlıyordum, popom büyüyordu filan ama hiç umurumda değildi.

O sütü korumam gerekiyordu. O süt çok önemliydi. O süt bizim her şeyimizdi!

Alya ile beni birbirimize bağlıyordu. Alya benim uzantımdı.

Yoksa değil miydi?

Benim bir başka hayatım olabilir miydi?

Yok deli miydim ben, neler düşünüyordum?

Niye ağlıyordu şimdi?

Ben niye ağlıyordum? Her şeye ağlıyordum. Yanlış giden her şey benim suçumdu!

Anlayacağınız fena halde kafam karışıktı. Bitmez tükenmez suçluluk duygularım vardı… Flu hatırlıyorum zaten o dönemi.

Güzeldi ama epey bocaladım. Çaktırmadım ama bocaladım.

Her şey normal gibi davrandım. Ama değildi! Bebek doğuran bir kadının hayatında bir sürü şey değişiyor. Milyonlarca kadının doğurmuş olması da hiçbir şeyi değiştirmiyor, çünkü onun için bu bir ilk.

Haydi kadınlar dayanışmaya!

Yani bebek sahibi olmak ve 10’uncu ay, hiç de zannettiğimiz kadar kolay değişimler değil. İşte “10. Ay Sosyal Sorumluluk Projesi’ buna parmak basıyor.

Hiçbir kadının, annesinden, anne olarak doğmadığını anlatıyor. Kadınları birbiriyle dayanışmaya çağırıyor. Tabii herkesin tecrübesi farklı, herkes de bu kafa karışıklığını aynı şiddette yaşamıyor.

Hürriyet’te çalışan iki çok sevdiğim arkadaşımı aradım: Tuğçe ve Elif. İkisi de yeni anne oldu. Müthiş tatlı kadınlar. Onların da 10’uncu ay hikâyesini sizinle paylaşmak istedim.

ARTIK ÖLENE KADAR ANNEYİM

ELEM TUĞÇE OKTAY / Hürriyet editörü

Yoğun iş hayatından doğum iznine çıkınca fark ettim: “Ben anne olacağım!” Ağır gündem toplantılarında beni tekmeleyen içimdeki bebeğim, bu ağır gündemli ülkede doğacak! Dersimi iyi çalışmalı, ona iyi bakmalıyım. Kalan vaktimde, eğitimler, seminerler ve kitaplarla kendimi “Bilinçli ebeveynliğe” hazırladım. Doğumdan sonra anladım ki, ilk haftalar çok hassasmış, kitabına uymazmış. Bir kadını, suçluluk duyguları ve “Acaba?” sorularına boğabilecek çok tuzak varmış. İşte 1 aylık ‘taze anne’nin gelgitlerden oluşan gündelik hayatının özeti…

DOĞUM ANI: Minik ciğerlerinin oksijenle tanışmasıyla çıkan o okkalı “ingaa” müthiş büyüleyici! Kalbim küt küt. Doktorumun elindeki, o kıpır kıpır koca bebek benim mi şimdi? Çok mutluyum. Hatta, hayattaki en mutlu günüm!

İKİNCİ GÜN: Ben, bebeğim ve memelerim, hastane yatağında ziyaretçileri karşılıyoruz. Ameliyat ağrılarım başladı, ne zaman geçer acaba? Kolostrum sütüm var ama bebeğim geceleri neden ağlıyor? Yetmiyor mu acaba? Çocuk doktorunun da bu konuda pek rahatlatıcı şeyler söylemediği kesin!

EVE GELİŞ: Boş pusetle çıktığımız kapıdan, hastaneden beri uyuyan bebeğimizle dönüyoruz. Bebeğimiz, yani Batu’muz. Artık bu evde 3 kişiyiz. Ağlıyorum… Minicik bebeğimi mutlu edebilecek miyim? Okuduğum ebeveynlik kitaplarının birinde hatırlatıldığı gibi: “Artık ölene kadar anneyim!” Becerebilecek miyim? Bebeğimi koruyabilecek miyim? Ülke karışık, dünya karışık. İyi mi yaptık?

İLK HAFTA: Hassasım, kırılganım, kaygılıyım. Bana sütle ilgili yorum yapmayın! Her ağladığında “Meme istiyor!” demeyin. Ben iki memeden ibaret değilim ve de emzirmek özel bir an benim için! “Neden ağlatıyorsunuz bebeği!” de demeyin. Biz ağlatmıyoruz, o ağlıyor…

ÜÇÜNCÜ HAFTA: Alışıyorum. Daha iyiyim. Keşifteyim. Batu’nun ayaklarını, ellerini, zeytin gözlerini her gün hayranlıkla izliyorum… Onun dünyaya, benim de, bir günde değişen hayatıma uyum sağlayabilmem için uğraşıyorum. O ilk günkü büyüleyici “ingaa” 3’üncü haftadan itibaren her gece “Nesi var acaba?” diye sorduruyor. Fonda, Buzuki Orhan’ın kolik müziği. Gündemimiz gaz. Allah’tan hâlâ günü kurtaracak kadar uyuyabiliyorum…

DÖRDÜNCÜ HAFTA: Kendim için kurallar koydum. Pijamalarımdan kurtulacağım, yakınlarımdan daha fazla destek alacağım, her gün yürüyüşe çıkacağım, gündüz uyumaya çalışacağım! Koca 1 ayı, saniyesine kadar yaşanan 30 uzun günü geride bırakmanın huzurunu yaşıyorum. Zoru atlattık sanki… Değil mi Batu?

ayse-tugce-1

Tuğçe ve Batu

KİMSE SORMUYOR ‘SEN NASILSIN?’ DİYE

ELİF İŞERİ / Hürriyet sayfa operatörü

Anne olmak şahaneeeee… Dokuz ay karnında taşıdığın bebeği kucağına aldığındaki o güzel his anlatılmaz. Ama bir de 10’uncu ay var! Kapıdan girenin bebeği kucaklaması, bir araya gelindiğinde konunun sadece ve sadece bebeğin hayatı ve yaptıkları olması, itiraf ediyorum biraz sarsıcı.

Ama gerçek bu. Oğluma ölüyorum, çok çok seviyorum, hayatımda yaptığım en müthiş şey. Ama daha bir gün önce sohbet tamamen farklıyken, doğumdan sonra sadece bebek üzerine olmasını çözemiyorum. Niye ya? Ben de varım ya… Ben de aynı benim!

9 ay istediğim her yere gittim ben, pardon ama 10. ayda değişen ne oldu… “Bebeğin var, sen istersen gelme!” ya da “Bebeğin var, erken git!” muhabbetleri bitmiyor. Ya da birileriyle mi buluşacağız, bebeğimiz olduktan sonra hep evde toplanılıyor.

İlk başta kendimi çok sorguladım: “Acaba ben bu çocuk bakma işini hafife mi alıyorum?” diye. Çünkü ben, “Bebeğimle istediğimi yapabilirim. Özgürüm ben. Anne olmak bir eksiklik değil ki. Neden insanlar sürekli böyle konuşuyor? Bende mi bir yanlışlık var?” kafasındayım. Ama yok, anladım ki, çocuğun doğar doğmaz insanlar artık seni değil, “Çocuğunla seni” kabulleniyor. Tek başına sen olamıyorsun. Telefonla konuşurken bile “Bi Tugay’ın sesini duyayım?”

Daha 1 aylık çocuk, benimle sohbet etseniz… Diyemiyorsun tabii… Eve gelen, telefon eden, sosyal medyadan mesajlaştığın kim varsa, herkes ama herkes, önce bebeğini soruyor! Bu durum tabii ki hoşuma gidiyor. Ne güzel! Tugay‘ımı seviyorlar… Ama ben de doğum yaptım. Ben nasılım acaba?

Yeni hayatıma alıştım mı? Benim de hayatım değişti.

Ben annemin karnından ‘anne’ olarak doğmadım ki!

Dokuz ayın tadını çıkarmak lazımmış yani… 10’uncu ayda siz daha anneliği tadamadan, insanlar sizi birden ‘anne’ yapıyorlar!

ayse-elif-1

Elif ve Tugay

10’UNCU AYDA NELER OLUYOR?

Kafan 2500 oluyor, karışık yani!

Çünkü her kafadan bir ses çıkıyor. Arkadaşların, annen, kayınvaliden, aile büyükleri, internet… Herkes ayrı bir şey söylüyor. Sen hedefe kilitleniyorsun: Mükemmel anne olmak!

E öyle bir şey de yok. Ama var zannediyorsun. Haliyle zor ve stres dolu bir dönem oluyor.

Çaktırmıyorsun ama kendini yalnız hissediyorsun. Çünkü aslında, “Hep bebeği soruyoruz da, sen nasılsın!” diyen pek olmuyor. En fazla senin annen, baban.

Bir de artık annesin ya, bitti, sen kadınmadın değilsin. Tabii bocalıyorsun. “Nasıl oldu da benim kadın kimliğim kayboldu?” diyorsun, “Nereye gitti?” Geri geliyor ama daha sonra. Kafa karışıklıkları geçtikten, her şey yerli yerine oturduktan sonra. Bu da zaman alıyor…

İşte ‘10. Ay Sosyal Sorumluluk Kampanyası’ bu yüzden önemli. Amacı, annelere ihtiyaç duydukları zor zamanlarda destek olmak. Ve annelerin birbirleriyle iletişim kurmasını, dayanışma içinde olmasını sağlamak. Bravo onlara! Güzel ve faydalı bir kampanya.

ayse-alya-1

YAZIN BANA GÜZEL ANNELER

10’uncu ay…

Doğum sonrası, hoş geldin yeni hayat!

Ya işte öyle oluyor. 10’uncu ayda, artık iki kişisin!

Evet, müthiş ama insan bocalıyor da…

Fabrika ayarları tam yerine oturmamış oluyor.

O yüzden konuşmak, paylaşmak en iyisi…

Hürriyet’in iki şahane kadını Tuğçe ve Elif’in yaptığı gibi. Yukarıdaki yazıda benim de anlattığım gibi.

Paylaştıkça hafifliyoruz, paylaştıkça güzelleşiyoruz çünkü yalnız olmadığımızın farkına varıyoruz… Sadece bu konuda değil, her konuda öyle.

Yazın bana güzel anneler! 10’uncu ay fotoğrafınızı ve hikâyenizi #OnuncuAy etiketiyle Instagram’dan paylaşın ya da OnuncuAy.com adresine gönderin.

Heyecanla bekliyorum.

Ama bak baştan anlaşalım: Evet, her annenin hikâyesi özel, ona hiç şüphe yok ama ne yazık ki ben bütün annelerle buluşamam!

Sadece beşinizle buluşabileceğim, kızmak, alınmak yok, o yüzden 10’uncu ayda neler yaşadığınızı, iç dünyanızı, nasıl bocaladığınızı, atlatmak ve normal hayata dönmek için neler neler yaptığınızı güzel anlatın.

Emre Yunusoğlu fotoğraflar çekecek, ben önce sizinle sohbete, sonra da röportaja dalacağım, isterseniz tabii. Ve sonra o röportajlar yayımlanacak. Hatta Emre’nin çektiği fotoğraflardan mini bir sergi bile yapabiliriz.

Sizi seviyorum, sizden haber bekliyorum.

Yorum

  1. Peki ya anne olmaktan korkan? Çocuğu uğruna sevgili, eş, kadın kimliğinden sıyrılıp sadece anne vasfına sahip olmak istemeyen kişilerin hissettikleri de önemli değil m sizce? Günümüzde 25-30 yaş arası insanlar çocuk sahip olmayı sadece onu sevmek , ona komik surat yapmak zannediyorlar.

    Halbuki çocuk sahibi olmak demek en başta bir kadının eğer bakıcı tutacak veya çocuğu emanet edecek bir büyüğü yok ise (olsa bile kim emanet etmek ister ki, önemli olan bizim vereceğimiz ilgi alaka) iş hayatından ya fazlasıyla uzak kalması ya tamamen bırakması demek, günümüz plaza kadınlarında bu öyle zor ki…

Yorum Bırak