‘’Sabahları, ellerinden gazeteleri eksik olmayan babaların, gözünü açar açmaz Onedio’ya giren çocuklarıyız!’’

Onedio’nun kurucusu ve CEO’su genç bi girişimci: Kaan Kayabalı

Ankaralı memur bir ailenin, çok iyi eğitim almış çocuğu. ODTÜ’lü. Elektrik Elektronik Mühendisi. Her şeyi, tırnaklarıyla kazıyarak, kendi başına yapmış biri. Bence müthiş bi başarı hikayesi…

Onedio, Türkiye’nin en çok ziyaret edilen ilk 5 sitesinden biri. Ayda 40 milyon kişi giriyor. YouTube kanalı var, Instagram hesabı var, gençlere yönelik bilgisayar oyunları var, var da var, tüm bunlara baktığınız zaman, her gün en az 5 milyon kişiye dokunuyorlar. Çok çok acayip bi etkileşim… Muzip, fırlama ve yenilikçiler…

Kaan, sakin bir adam. Analitik bir adam. Büyük resmi görebilen biri. Çok sosyal biri değil. Her şeye saldıran biri de değil. İstanbul başını döndürmemiş. Bu başarı da. Ankara’yı seviyor, orda yaşamayı ve üretmeyi tercih ediyor, orada odaklanabiliyor. İstanbul’u dağınık buluyor. İki oğlu var, Uzay ve Atlas. Onlardan söz ederken gözleri parlıyor. Biri yeni doğdu.

Medyanın dönüşümü ve yeni medyayla ilgili pek çok şey anlattı. Bence çok çok ilginç. Mesela ‘Yeni doğan bebeğim, asla gazete okumayacak! Eline kağıdı almayacak. Baskı öldü. Bunlar gereksiz romantizmler!’ diyor. Ekliyor: ‘Farklı şekillerde devam edecek!’

Uzun konuştuk. Ben zaten neyi kısa yapabildim ki?? :))) Sizi Kaan’la baş başa bırakıyorum..

Kurucusu ve CEO’su olarak, Onedio senin için ne ifade ediyor?
-Bebeğim gibi! İnsanın kurduğu girişim de çocuğu gibi oluyor. Birlikte büyüdük. Birlikte pek çok badire atlattık. Geldiğimiz noktada, Türkiye’nin en çok ziyaret edilen 5 sitesinden biri oldu.

“Ben zaten biliyordum! Tüm bunları öngörmüştüm…” filan diyor musun?
-Hayır! Geleceğin dijitalde olduğunu biliyordum ama benim bile hayal edemeyeceğim kadar hızlı büyüdü. Büyümeye de devam ediyor. Her ay, 40 milyon kişi giriyor. YouTube kanalımız var, Instagram hesaplarımız da var; tüm bunlara baktığınız zaman, günde en az 5 milyon kişiye dokunuyoruz.

Süpermiş! Hedef peki… Hedef ne?
-Birileri çok hoşuma giden şöyle bir tweet atmıştı; “Sabahları, ellerinden gazeteleri eksik olmayan babaların, gözünü açar açmaz Onedio’ya giren çocuklarıyız!” İşte benim ulaşmak istediğim hedef tam da buydu: Medya tüketim alışkanlıkları çok farklı olan yeni neslin, en büyük medya markası olmak!

HEDEF MEDYA TÜKETİM ALIŞKANLIKLARI FARKLI OLAN YENİ NESLİN EN BÜYÜK MEDYA MARKASI OLMAK!

“Yeni nesil” derken 80 sonrası doğanları mı kastediyorsun?
-Evet. 40 yaş ve altı. Onlara ulaşmayı başardık.

Amaç, hep daha genç nesillere ulaşmak mı?
-Hayır! Şu anda amacımız, bu yaş ortalamasını biraz yükseltmek! Şimdi istiyoruz ki, 40 yaş üstü, günlük haber alışkanlıkları için Onedio’ya gelsin.

Onedio’nun patlaması ne zamana denk geliyor?
-Gezi’ye! Hatırlarsan, o dönem, geleneksel medya, Gezi’ye mesafeli duruyordu. Hatta, ‘’penguen’’ muhabbeti oluyordu. Medya tüm olan bitene gözünü kapattığı zaman, insanlar neredeydi? Twitter’da. Biz işte o zaman, sosyal medyayı, ciddi bir haber kaynağı olarak kullanan, oradaki görüntüleri, doğrulayıp, derleyip sunan bir medya platformu olduk.

Neden Onedio?
-Kimin ne dediğini göstermek için. ‘O’ ne diyor? Peki ‘o’ ne diyor? Biz protesto edenleri de muhalifleri de iktidar yanlılarını da gösterdik. Gezi’de bilinirliliğimiz çok arttı. Ve ben birdenbire kendimi medya dünyasının içinde buldum. Oysa, ben elektronik mühendisiyim. Medyayla hiçbir alakam yoktu. Ama teknik altyapımız çok iyiydi. Sosyal medyayı iyi kullanan, sosyal medyanın içinde yetişmiş, gazetecilik diploması olmayan, çok iyi eğitimli gençlerdik biz. Kolektif editoryal bir eforla, kolektif bir bilinçle ürettik o içerikleri. Ve bugünlere geldik. İlginçtir, şu anda geleneksel medyada Onedio haberlerine yer verilmiyor. Çünkü bizi rakip olarak görüyorlar! Bu da çok hoşumuza gidiyor! Biz, internet dünyasının TV8’i gibiyiz.

En çok neyiniz benzersiz?
-Eğlence odaklıyız. Fırlama ve yaratıcıyız. En önemlisi de sosyal medya jenerasyonuna özel içerik üretebiliyoruz. Çünkü onların ilgi alanlarını, takip ettiği şeyleri biliyoruz… Bizim editörlerimizin yaş ortalaması 25-26. Onlar da sosyal medyada yaşıyorlar. Gençler, Netflix’te şu şu diziyi mi izliyorlar? Ana akım medyada o dizilerle ilgili hiç haber yok mesela, ama biz yapıyoruz çünkü gençler o dizileri konuşuyor. Biz yapılması gerekeni 7 sene önce fark ettik: “İnsanların sosyal medya feed’lerine girmemiz lazım, onların timeline’ına düşmemiz lazım!” İyi de nasıl yapacağız? “Çok takipçili hesaplar var, Twitter’da. Onlarla bütçeli çalışalım, onlara Onedio içeriği paylaştıralım. Haberi bizden paylaşsınlar!” Öyle de yaptık. Ve işe yaradı. Birdenbire milyonlarca kişinin timeline’ına düşmeye başladık. Bugün şirketlerin, markaların influencer’larla yaptığını, biz 2013’te yaptık. Birdenbire insanlar, Facebook’unda Twitter’ında Onedio görmeye başladı. Biz bu şekilde çok eve çok girdik. Hatta büyük medya şirketleri bizi çağırırdı, kapalı kapılar ardında, “Ya gençler! Siz bu işleri nasıl yapıyorsunuz, bize bir anlatsanıza!” dedi. Ve sonra gerisi çorap söküğü gibi geldi.

ANKARALIYIM ORTA GELİRLİ MEMUR AİLENİN, İYİ EĞİTİMLİ ÇOCUĞUYUM!

Nasıl bir çocukluk…
-Ankaralıyım. Orta gelirli memur ailenin iyi eğitimli çocuğuyum. Annem de babam da jeoloji mühendisi. MTA’da çalışıyorlardı. Meraklıydım. Yeni şeyler öğrenmeyi hep sevdim. ÖSS’de Türkiye derecesi yaptım, ODTÜ Elektrik Elektronik Mühendisliği’ni kazandım.

Halen Ankara’da yaşıyorsun…
-Evet, evet. Kendimi güvede hissettiğim ve üretken olabildiğim yer, Ankara. İstanbul’un koşturması yoğunluğu yok, daha iyi odaklanabiliyorsun…

MEMUR ÇOCUĞU OLMANIN EN BÜYÜK AVANTAJI MÜTEVAZILIK

Memur çocuğu olmanın en büyük avantajı…
-Mütevazılık. Kendimi ön plana çıkarmaktan hoşlanmam. Arkadaşlarım, “Biz Onedio’nun kurucusu olsak, alnımıza yazarız!” diyor. Benim öyle şeyler pek umurumda olmadı.

İnek bir öğrenci miydin?
-Yok.

ODTÜ Elektik Elektronik’i kazanmak kolay olmasa gerek…
-Doğru, ama matematikle aram bir şekilde hep iyiydi. İlkokuldan beri de iyi okullarda okudum. İyi eğitim aldım. O yüzden ekstra çalışmaya ihtiyacım olmadı. Yetti.

Elektroniğin nesi büyülüyor seni?
-Çok yönlü. Eğlenceli, yaratıcı. Bir de farklı teknolojik sektörlere kaymak çok kolay. Mesela bilgisayar mühendisliği bitirirsen, yazılımcı oluyorsun. Ama elektronik bitirirsen, biyomedikal mühendisi olabilirsin, nanoteknolojiyle de ilgilenebilirsin, yazılımcı da olabilirsin. Güneş enerjisi üzerine de elektrikli arabalar üzerine de çalışabilirsin. Hatta bir oyun şirketinde, oyun da geliştirebilirsin. Çok yönlü ve gelişmeye açık.

GİRİŞİMCİLİK HEP İÇİMDE OLAN BİR ŞEYDİ MAAŞLI ÇALIŞMAYI, KURUMSAL BİR ŞİRKETİN PARÇASI OLMAYI HİÇ DÜŞÜNMEDİM

Peki, girişimci olmaya nasıl karar verdin?
-Ben 2005’te mezun oldum. O zaman girişimcilik bugünkü gibi popüler değildi. Daha doğrusu, Türkiye’de bir girişimcilik ekosistemi yoktu. Bu arada ben, yazları hep staj yaptım, çalıştım. Türkiye’nin en büyük savunma sanayi firmalarında çalıştım. O tarz bir çalışma hayatı istemediğime, çok erken karar verdim. Mutlaka kendim bir şeyler yapmalıydım. Zaten liseden beri internette bir şekilde para kazanıyordum.

Nasıl?
-Basit web siteleri yapıyordum. İlk bilgisayarımı 1994’te aldım. 96’da internete bağlandım, 98’de internet siteleri yapıp, satıyordum. Girişimcilik zaten hep içimde olan bir şeydi. Maaşlı çalışmayı, kurumsal bir şirketin parçası olmayı hiç düşünmedim. Ailem ise bence hep bekledi, ASELSAN’a, Turkcell’e girmemi istedi. Benim ise pek umurumda olmadı. Bir de insan, yeni mezunken daha kolay girişimcilik macerasına atılabiliyor. Benim için de öyle oldu. Çünkü kaybedecek bir şeyim yoktu. Kendi başıma bir şeyler yapmaya çalışmak en doğrusuydu. Ben de öyle yaptım.

ODTÜ’NÜN DÜZENLEDİĞİ “YENİ FİKİRLER YENİ İŞLER” YARIŞMASINDA İKİNCİ OLDUM

ODTÜ’nün düzenlediği “Yeni Fikirler Yeni İşler” yarışmasında, bir arkadaşınla ikinci oluyorsun. Bir para ödülü ve ofis de veriyorlar. Orada edindiğin tecrübeler, Onedio’da ne kadar işine yaradı?
-Çooook. Onedio için, “ustalık eserim” diyorum. Gerçekten de öyle. 2005’de mezun olur olmaz ilk şirketimi kurdum. Bir elektronik tasarım şirketiydi. Yapay zekalı yazılımlar geliştiriyorduk. Kameralardan gelen görüntüleri analiz eden otomasyon sistemleri… Yani, kamerayı göz gibi kullanabilen sistemler. Hatta ilk projelerimiz, halı saha maçlarını, otomatik kaydeden bir kamera sistemiydi. Kamerayı, halı sahanın demirine monte ediyorduk. O hareketli şeyin ‘’top’’ olduğunu anlıyordu. Çünkü topu, biz ona tanıtıyorduk. Ve onu takip ediyordu. İşte bu projeyle ‘’Yeni Fikirler Yeni İşler’’ yarışmasında derece aldık. Bunun gibi pek çok şey yaptık.

Daha önceki deneyimlerinden Onedio’da en çok işine yarayan ne oldu?
-Büyük fikirleri hayata geçirmek için finansal destek gerekiyor! Arkasında durabilmek gerekiyor… Çünkü parasızlık, bir süre sonra bir şey üretmenizi de engelliyor. Ne yazık ki benim finansmanım yoktu. Ben bir memur çocuğuydum, ortağım da öyleydi… Bizdeki sistem şöyle işliyordu: “Şunu yap, sat… Yavaş yavaş büyü!” Ama ne oluyordu? Bir sonraki projede yine sıkıntı yaşıyorduk! Yine parasız kalıyorduk! Ben o parasız kalmayı çok yaşadım. O yüzden Onedio’ya girerken mutlaka yatırımcılarım olması gerektiğini biliyordum. “Cebime en azından 500 bin doları koyup, bu işe girişmem gerekiyor!” dedim. Öyle de yaptım.

İyi de o parayı nasıl buldun?
-O zamana kadar o çok şey yaptık ki… 2005’te işe, halı sahalarda, topu takip eden kamera sistemiyle başladık. Yaptık ama satamadık! Dedik ki, “Halı sahacılarda para yok, biz tenis maçlarını kaydedelim. Onlar zengin, onlar alırlar!” İlk müşterimiz Kemer Country Club’tı. Onların tenis kortuna sattık. Sonra Acarkent’in tenis kortuna sattık. Ama sonra, o da kesildi. Çok müşterisi olmadı. Yine biz parasız kaldık! Dedik ki, “Sporda para yok, savunma sektörüne girelim!” Ondan sonra, topu takip eden kamerayı farklı farklı şeylere uyarladık. İnsansız atış kontrol sistemleri var mesela. Yani tüfeğin üstüne kamera koyuyorlar, insan takip ediyor. Topu takip eden sistem, birden termal kameralardan terörist takip eden sisteme dönüştü!

Bunları yaparken kaç yaşındasınız?
– 23-24. Güneydoğu’ya gidip, testlere katıldık filan. Çok çok şey öğrendik. Ben hep derim, biz “know how” açısından, o genç yaşımızda, çok iyi yerlere geldik. Çok iyi mühendislerdik, çok iyi yazılımlar geliştiriyorduk. Ama devletle yapılan işler, bir noktadan sonra, “know how”dan çok, “know who” gerektiriyor. Bizim de “know who”muz yoktu. Çevremiz yoktu. Yavaş yavaş, yıllar içinde oldu. Dedik ki, “Biz en iyisi özel sektöre odaklanalım!” Öyle de yaptık. Ondan sonra yavaş yavaş, alışveriş merkezlerinde, “insan sayma projeleri” yapmaya başladık. Hangi koridorda kaç kişi var, hangi mağazaya kaç kişi giriyor?

Şaka gibi…
-Dahası da var! İnsan saydığımızı duyunca bize dediler ki, “Çuval sayabilir misiniz? Şeker fabrikalarımız var. Kaç çuval üretiliyor, yükleniyor, takip edemiyoruz!” “Tabii” dedik. Sonra çuval saymaya başladık. Sonra aradılar “Çuval sayıyormuşsunuz, zeytin sayabilir misiniz?” Onu da yaparız dedik. “Zeytin sayma cihazı geliştirdik!”

Hep aynı ortakla mı?
-Evet. O şirket devam ediyor hala…

Şimdi ne sayıyorsunuz?
-Şimdi sadece insan sayıyoruz. Ama baktılar her şeyi sayıyoruz, bizi koyun saymaya Suudi Arabistan’a da davet ettiler. Onlarla da iş yaptık. Kiremit de saydık. Ve daha pek çok şey… Hepsi için yeni ürün geliştirdik. Tabii böylece hem sektörü tanıdık hem de pek çok tecrübe kazandık.

‘’BU ODTÜ’LÜLER ZATEN VATANA MİLLETE HAYIRLI BİR ŞEY YAPMAZLAR!!’’

Onedio’nun tam hikayesi ne? Dijitale doğan yeni nesil, gazeteleri okumadığı için mi bu işe girmeye karar verdin?
-İlginç bir hikayesi var. ODTÜ Teknokent’teyken, bizim ofise 13 kişilik bir gazeteci heyeti geldi. Gazetecilere, başarılı şirketlerini tanıtıyorlar… Biz de o zaman, 26-27 yaşında genç girişimcileriz. 2 ortak başladığımız şirketimiz, 20 kişi olmuş ve 10 milyon dolar ciroya ulaşmış. Yurtdışına ciddi ciddi ihracat yapıyoruz. Kendi çapımızda başarılı bir şirketiz yani. Ben bu 13 gazeteciye neler yaptığımızı anlatmaya başladım. O zaman da trafik denetleme sistemleri yapıyorduk. Plaka tanıma sistemleri, ceza kesen kameralı sistemler vs… Dedim ki, “Biz, bir kamerayla bütün yolu görebiliyoruz! Oysa var olan kameralar, tek bir şeride bakar. Şeridin ortasından geçerseniz, sizi göremez. İki kameranın da kör noktasında kalırsınız!” Ben aklımca, var olan kameralardaki “güvenlik açığı”nı anlatıyorum ki, bizim sistemin ne kadar iyi olduğunu anlasınlar. Çünkü biz, megapiksel kameralarla çalışıyor, bütün yolu analiz edebiliyorduk.

Eeeee?
-Ertesi gün haber çıktı. “ODTÜ’lü genç iş adamı Kaan Kayabalı, trafikte kameralardan kurtulma yollarını anlattı!” gibi bir şey. Ben orada bizim ürünün üstün özelliklerini anlatmak istiyordum ama gazeteciler bunu “MOBESE’lerden kaçış yolu!” diye vermişler. Altında bir sürü abuk yorum. “Bu ODTÜ’lüler zaten vatana millete hayırlı bir şey yapmazlar! Cezadan kaçma yolunu gösteriyorlar vs!” Birdenbire kendimi bir iletişim krizi içinde buldum. Rektör arıyor, “Oğlum, niye böyle bir açıklama yaptın?” diyor. “Hocam” diyorum, “Ben böyle bir açıklama yapmadım. Haberi öyle vermeyi tercih etmişler!” Sonra dedim ki, “Ya ben neden haberi kendi istediğim gibi veremiyorum? Ya da kendim yazamıyorum? Artık herkes Twitter’da 140 karakterle yazıyor, fotoğraf paylaşıyor. Facebook’ta da yapabiliyor. Bir sosyal platform kursam…”
Amacın başta insanların kendi haberlerini yazdığı bir sosyal platform kurmaktı, öyle mi?
-Evet. Herkes yazacaktı. Ve herkes, kim ne diyor öğrenecekti. Evden işe gidiyorsun bir trafik kazası gördün, fotoğrafını çektin, yazdın, Onedio’da haberini yaptın… Amaaaa bu fikir tutmadı. İnsanlar, haber yazmamaya başladı. Neden? Çünkü okuyan yoktu. Okuyan olmadığı için de haber yazan olmadı. O zaman ilk editörümüzü aldık. “Madem kimse yazmıyor, bu editör arkadaş, sanki halktan birisiymiş gibi yazılar yazmaya başlasın!” dedik. İş, yavaş yavaş büyüdü. Sonra fark ettim ki, dijitalde doğan bir medya açığı var Türkiye’de. Araştırmaya başladım yurtdışıda neler var diye. BuzzFeed o zaman yeni yeni çıkıyordu, onunla tanıştım. Vice Media’yla tanıştım. Hatta gittim, onlarla görüştüm New York’ta. O zaman anladım ki, yeni neslin medya şirketleri, dijitalde doğan şirketler olacak. Geleneksel medya şirketleri yıkılacak. Nasıl geleneksel bankacılığın yerini şimdi dijital bankacılık alıyor, geleneksel ticaretin yerini e-ticaret alıyor, aynı şekilde geleneksel medyanın yerini de dijital medya alacak. Türkiye’de bunu yapayım dedim ve Onedio’ya iyice yüklenmeye başladım.
Onedio’un hedef kitlesi kim?
-Dijitalde doğan, yaşayan 40 yaş altı insanlar.

Ama şimdi, dijitale doğmayanları da almak istiyorsunuz…
-Evet, yavaş yavaş onları da almak istiyoruz…

Neden?
-Çünkü mainstream olmak istiyoruz! Türkiye’nin en büyük medya şirketi olmak istiyoruz!

80 sonrası doğan nesil, neredeyse bütün vakitlerini sosyal medya platformlarında geçiriyor. Bu, gelecek için hiç sorun yaratmaz mı?
-Valla insanlar artık sosyal medyadan okuyorlar bütün haberleri. Orada yaşıyorlar. İlk televizyon çıktığında da benzer kaygılar vardı. Benzer süreçlerden geçildi. Yapacak bir şey yok…

Sen mesela kendi çocuklarının eline kaç yaşında tablet verirsin?
-Ben, dijitalin onların hayatında hep olacağını düşünüyorum. O yüzden ne kadar erken bir şekilde adapte ederlerse hayatlarına, o kadar başarılı olacaklarını düşünüyorum. Tabii ki bu şu demek değil, “Eline ver tableti, telefonu, ne yaparsa yapsın!” Hayır! Tüketeceği içeriklere ben karar vereceğim. İzleyeceği şeyden oynayacağı oyuna kadar… Şu anda oldukça fazla vakit geçiriyorlar, diyebilirim. Ama benim gözetimimde. Ben çok şey öğrendim elektronik oyunlardan, videolardan. O oyunlarla büyüdüm. Pişman da değilim.

HEPİMİZ İNSANLARIN DİJİTALDE GEÇİRDİĞİ GÜNDE 8 SAAT İÇİN MÜCADELE EDİYORUZ!

Gençlere içerik üretirken en çok neye dikkat ediyorsunuz?
-Artık herkes, insanların dijital vakti için rekabet ediyor. Herkes dediğim; Instagram, Twitter, Facebook, Netflix, haber siteleri, dijital platformlar… Hepimiz, insanların dijitalde geçirdiği günde 8 saat için mücadele ediyoruz! Televizyonu da bu medya tüketiminin içine katıyorum. O yüzden insanlardan aldığımız vaktin karşılığını vermek çok önemli. Bizim stratejimiz insanları ya eğlendireceksin ya da bilgilendireceksin. Bilgilendirmeyi de kimseyi öldürmeden kısa bir şekilde yapacaksın!

Detaylı politika haberleri girmek yerine, insanların gerçekten bilmesi gereken politika haberlerini veriyorsunuz…
-Aynen öyle. Biz insanlara, işyerinde kahve molasında, sohbet etmelerine yetecek kadar bilgi vermeyi uygun buluyoruz. Daha fazlasını istiyorsa, bilgiye kendi ulaşabilir. Bizim yaklaşık 70 kişilik bir editoryal ekibimiz var. Onlara düzenli eğitimler veriyoruz. Kendi tarzımız ve yayın akışımız var. Etik kurulumuz var. Kendi kültürümüzü oluşturduk diyebilirim. Bizim amacımız, eğlendirmek, bilgilendirmek, bir de paylaştırmak. Çünkü medyayı artık arkadaşlarımızın veya Instagram’da, Twitter’da takip ettiğimiz kişilerin paylaşımlarından takip ediyoruz. WhatsApp gruplarımıza gelen linklerden fotoğraflardan takip ediyoruz. O yüzden paylaştırmak çok önemli. İnsanlar ne zaman paylaşır? “Aaa tıpkı ben!” dediği zaman. “Ben de tam bunu düşünüyordum, size hak veriyorum!” dediği zaman. Biz hep bu hissiyatla ilerledik ve çok hızlı büyüdük.

TARİH BİLMEM, GEÇMİŞ HİÇ İLGİMİ ÇEKMEZ!

Bütün hayatın dijital mi artık?
-Çoğu. Hobilerim de dijital.

En son ne zaman kitap okudun?
-Tatilde. Sadece bilimkurgu okuyorum.

Eski dünyadan kalan arkaik şeylerden hala ilgini çeken var mı?
-Hiçbir şey yok! Tamamen geleceği seviyorum. Ben bilimkurgu okuyarak büyüdüm. Benim için hep gelecek merak uyandırıcıydı. Mesela tarih bilmem, hiç de sevmem. Cahillik derecesinde tarih bilgim kötüdür. Çünkü geçmiş hiç ilgimi çekmez.

GAZETELER KALMAYACAK… ÇOCUKLARIMIZ GAZETE OKUMAYACAK

Yazılı medyanın güç kaybettiği kesin de sence “ölür” mü?
-Kesinlikle ölecek! Basılı gazeteler kalmayacak.

Hiç mi?
-Hiç.

İnsanlar dergi filan da mı almayacak?
-Almayacaklar. Alan son nesiliz. Alttan gelenler asla almayacak.

Senin çocukların gazete okumayacak yani?
-Hayır!

O zaman kitap da okumayacaklar gittikçe…
-Kitap demek fiziksel sayfaları olan bir şey demek değil ki. Dergi de. Gazete de… Bana ille de kağıttan okuma işi biraz romantik geliyor, bizim jenerasyonun romantizmi… Yeni jenerasyon bu romantiklikle büyümüyor. Belki yeni doğan oğlum hiç kitap sayfası çevirmeyecek. Ama şu var, mesela basılı New York Times bitse de New York Times’ın o karizmatik duruşu, gücü asla kaybolmayacak. Kanaat liderleri orada olmaya devam ettiği sürece. Sadece mecra değişmiş oluyor.

YENİ MEDYA

Sizce “Yeni medya” nedir?
-Yeni medyayı ben “dağınık” olarak tanımlıyorum. Merkezi olan, bir sürü muhabir ve editör çalıştıran medya yapılarından farklı olarak tamamen dağılmış dağınık bir ekosisteme döndü işler. Mesela seni eskiden Hürriyet Gazetesi yazarı olarak tanıyorduk. Şimdi kendi YouTube kanalın olabilir, kendi Instagram sayfan olabilir, Onedio’yla program yapabilirsin ya da YouTube’da başka bir kanalla. Ayşe Arman, o dağıtılmış enerjinin akış noktası. Artık “yeni medya” böyle bir yere gidiyor. ESPN biliyorsunuz, dünyanın en büyük spor medyası. Adam diyor ki, “Tamam, ben seninle her Pazar günü spor yorum programı yaparım. Ama benim YouTube kanalım var, orada da kendim bir şeyler yapıp, markalarla iş birliği yapacağım. Onun yanında da gidip bilmem kimle de çalışacağım!” Artık durum bu. Onedio da aslında buraya doğru kendini evirmeye çalışıyor. Dağınık medyada, doğru isimlerle doğru iş birlikleri yapmak istiyor.

Hedef kitlenizin gençler olması, sizi ne tür farklılıklar icat etmeye zorluyor?
-Deniz bitiyor bir yerden sonra! Farklı şeyler yapmak da her zaman o kadar kolay olmuyor. İlgileri çok hızlı değişiyor, gündemleri de. Etkileşimi çok seviyorlar. Bence artık içerik tüketimi tek yönlü değil. Artık o içeriğin bir parçası olmak ona yorum yapmak istiyorlar, kendileri de ona bir şey katmak istiyorlar. Biz bunlara dikkat ediyoruz. Twitter’dan soruyoruz mesela, “Ankara’da öğrenci misiniz? Uygun fiyata yemek yenilebilecek yerleri paylaşın” diyoruz. Eskiden Hürriyet editörleri yapardı. Ama bizim jürimiz halk, halktan topluyoruz. Okurlarımızı, takipçilerimizi içerikleri oluşturmaya teşvik ediyoruz. Bunu seviyorlar. Sürekli yeni bir şeyler deniyoruz, bazısı tutuyor bazısı tutmuyor. Hep denemeye devam etmek gerekiyor. İnsanların belli konular hakkında fikir beyan edebileceği, hem yazılı hem videolu fikir ve içerikler etrafında dönen bir sosyal ağ yarattık. İsmi de Dio. Herkesin bir şeyler demesini sağlayacağız. ‘’Yazio’’ diye bir proje de hayata geçirdik. Türkiye’nin kendi alanında uzman yaklaşık 100 yazarıyla iş birliği yaptık. Yazarların oluşturdukları içeriklerin bütün reklam gelirlerini UNICEF ve Make A Wish’e bağışlıyoruz. Böyle sosyal bir tarafı da var…

Yorum Bırak