4.Hafta: Anneler! Çocuğunuza sevgiyle dokunun… Onu içinize sokun…

Anneler! Bu röportaj sizin şerefinize! 5 dakikanızı ayırın, okuyun. Nevi şahsına münhasır bir profesörle karşı karşıyayız. “Yarım Kalan Hayatlar 4” için, Prima’nın dokunma konulu sergisinde sahne röpü gerçekleş-tirdim onunla. Ve “Oleyyy, oleyyy!” dedirten şeyler anlattı bana. Tanışmasay-mışım, eksik kalırmışım…

Sabiha Paktuna Keskin…

Siz tam olarak nesiniz? 

-Bir şeyi sonuna kadar öğrenmek isteyen biriyim. Hem çocuk doktoruyum hem nörolog. İki diplomam var yani. Aslında matematik okumak istedim, gerçekleştiremeyince, “Madem öyle, nöroloji okuyayım” dedim. Çünkü beyin de bir matematik. Ama beni sadece nöroloji de kesmedi. Noröpsikiyatriyle de ilgilendim.

Normal bir çocuk doktoru yerine, çocuğumu size getirsem bana ne faydası olur?

-Ben çocuk davranışlarını anında görüyorum. ‘Bu çocuk bunu neden yapıyor, bu davranışının altında ne yatıyor’ küt diye söyleyebiliyorum.

Normal çocuk doktoru bunu yapamaz mı?

-Hayır. Ben aynı zamanda çocuk doktoru yetiştiren bir fakültede öğretim üyesiyim. Ne çocuk doktorluğu ne de nörolojinin kitaplarında bu soruların cevabı var. Ben aradığımı nöropsikiyatri kitaplarında buldum. Ve davranış bilimi okudum. Aynı zamanda obsesif biriyim, bu da mükemmeliyetçi olmamdan kaynaklanıyor. Bana bir ansiklopedi ver, A’dan Z’ye bitiririm, bitirmezsem rahat edemem. Normal dışı bir durum ama ben böyleyim.

Kocanız size nasıl tahammül ediyor? 

-(Gülüyor) 28 seneden sonra alıştı! Ya da “Gördüm deli, dön geri!” gibi bir tutum içine girdi. Çok mutluyuz bu arada. En büyük üzüntümüz, artık kavga edemiyoruz! Ah ah eskiden ne güzel kavgalar ederdik, şimdi birbirimizi özlüyoruz, o yüzden kavga yok.

Sizinki nedir: Çocukların beynini de merak etmek mi?

-Evet öyle. Zihin okumayı seviyorum. Bugün, internete olan bağımlılığımızın altında da, diğerlerinin zihnini okumaktan kaçmanın yattığını düşünüyorum. İnternet karşısında kişi, ne öğretmenini ne arkadaşını tanıyor. Başka birinin zihnini çözmesi gerekmiyor.

Kendi zihnini çözmeye çalışıyordur belki…

-Beyin, şu üç şeyi yapmak üzere kodlanmıştır: Gerçeği algılamak, kendini algılamak ve diğerlerini algılamak. Ve zannettiğimizin aksine, insan homo sapiens’ten değil, sapiens sapiens’ten gelişmiştir. Yani ‘farkında olduğunun farkına varmak’… Şöyle izah edeyim: Her kurt köpeğini evcilleştiremezsiniz, ancak sizin bakışlarınızı takip eden köpeği evcilleştirebilirsiniz. Bir balinayı eğitebilirsiniz ama evcilleştiremezsiniz. Çünkü o sizin beyninizi takip edemez. Ben diğer beyinleri takip etmekten keyif alıyorum. Hele çocuksa. Çok mu konuştum, susayım mı?

Hayır hayır, müthişsiniz! İlgi ve şaşkınlıkla dinliyorum. Sizin gibi kaç tane var bu ülkede?

-Bilmiyorum, ilgilenmiyorum, ben sadece kendimle uğraşıyorum. Kendimi methetmek için de anlatmıyorum bunları. Özel bir insan olduğumu da söylemiyorum. Ben böyleyim, biraz farklı.

Siz Robert Kolej’de okurken de mi farklıydınız?

-Tabii tabii, her şeyi merak eden bir çocuktum.

O okulda öğrendiğiniz en önemli şey nedir?

-Amerikan eğitimi çocuğu kalıba sokmaz. Yapmamız gereken de budur: “Soru sormasına izin ver. Serbest bırak ve izle. Asla şekle sokma.”

Siz çok güçlü bir kişiliksiniz, maniple eden bir anne  olmadınız mı?

-Hayır, sadece çok seven bir anne oldum. Çok dokundum, hep dokundum. Bu serginin açılışına gelmeyi kabul etmemin nedeni de, teması: “Dokunmak”. Dokunmamın hayattaki en önemli şeylerden biri olduğuna inanıyorum. Eğer beni buraya çağırmasalardı, beni bir gün bir elektrik direğine çıkmış, “Dokunmak çok önemlidir!” diye bağırırken bulacaklarına eminim!

SABIHA-PAKTUNA-KESKIN-1

Tamam çocuğa müdahale etmemek gerekiyor ama ben mesela boyama yaparken Alya’ya “Keşke dışarı taşırmasan…” filan dediğimi fark ediyorum. Yapmamam mı lazım?

-Evet, yapmamak gerekiyor. O sizi gözler ve öyle öğrenir. Öğüt, geçerli değildir. Geçerli olsaydı 120 bin yıldır buradayız, 120 bin yılda, bütün insanlığın mum olmuş olması lazımdı.

Peki, sınırı nerede çekeceğim? Korkunç kıyafetlerle dışarı çıkmak istiyor bazen…

-Bırakın çıksın. Siz de çocuğunuzu takip edin, davranışlarını izleyin. Bir filin doğumunu izlediniz mi? Müthiştir. O kocaman fil, yavrusunu ayağa kaldırdıktan sonra yürür, ama bir bebek fil nasıl yürüyebilecekse öyle. Ve bebeğinin kendisini taklit etmesini sağlar.

YKH-4-2İşe giderken kızıma çakıltaşı bırakıyordum

Mutlu bir çocuk büyütmenin olmazsa olmaz şartları neler?

– 0-3 yaşı söyleyeyim mi? Tek bir kelime: Emniyet. Çocuk, kendini güvende hissetmeli. 0-3 yaşın oyuncağını söyleyeyim mi? Mimikleriniz ve jestleriniz: “Neredeymiş benim bebeğim? Gel babası gel, bir, biir, biiir…” Bu tür sevgi sözcükleri sarf etmek. Ve dokunmak çok önemli. Bebek, 10 buçukuncu günden itibaren anne karnında sıvılara dokunarak kendi motor sistemini geliştirir. Orada dokunma duygusunu hissedemiyorsa, gelişemez.

Hamileyken de babanın annenin karnına dokunmasını hisseder mi?

-Tabii tabii…

Peki, bir çocuğa hiç dokunulmazsa ne olur?

-Fena olur. Sevgiyle dokunulan çocuğun zihni gelişir, etrafı açılır. Zekanın ve zihnin gelişmesi için kitabi bilgi değil, inceleme ve araştırma kabiliyetini öğretmek gerekir. Bu da dokunmakla, sevgiyle sağlanır.

PRIMA

Bir çocuğa gereğinden fazla dokunmak zarar verir mi? Hani sürekli anne-çocuk yapış yapış…

-Çok güzel bir şey bu. Ama tabii dikkat etmek lazım çocuğu sıkabilir de. Oğlum kız arkadaşıyla geldiğinde, ona çok dokunmamam lazım.

İdeal olanı ne?

-İçinizden geldiği gibi davranmak.

İçime sokmak istiyorsam çocuğumu...

-Sokun…

Çalışmıyorsak, çocuğumuza sürekli dokunabilme şansımız var. Ama çalışıyorsak…

-Ben kadın çalışmalı diyorum. Çünkü bizler de kendi üretken dönemimizi yaşamalıyız. Benim beynimin içi durdurulamaz, bunu tabii ki yaşayacağım, tabii ki çalışacağım, kendimi gerçekleştireceğim ama çocuğuma da dokunacağım. Ben mesela işe giderken kızıma bir çakıltaşı bırakırdım her sabah. “Bu benim” derdim, “Beni temsil ediyor”. Çünkü onu beraber bulmuştuk, kimseye göstermiyorduk, aramızda bir sırdı, cebine koyuyordum. Geldiğimde ilk iş, kızım taşı gösteriyordu, “Bak burada, hiç yanımdan ayırmadım”. Oğlumla da bir bağ çubuğumuz vardı. Aslında bu doğada da var, çocuk battaniye emiyor, annesinin tülbentini emiyor. Orada bir duyu daha var, özellikle de 0-3 yaşta çok önemli: Koku. Kokunuzla kalın. Bazen çocuklarımız bir oyuncaklarına bağımlı olur, o oyuncağı yıkamaya, temizlemeye çalışırız. Yapmayın, onu kokusuyla, dokusuyla bırakın. Bu dünyayı çaktırmadan kadınlar yönetiyor

Biz yokken bakıcı ya da ona bakan kişi daha çok “dokunan” oluyor. O zaman “anne” o mu oluyor?

-Biraz öyle maalesef. Yıkayan, temizleyen, besleyen ve uyutan çok önemli. Ben 0-3 bebeklerinin ailelerine “Aynı odada uyuyunuz” derim. Ama seks yine devam etmeli. Cinsellik için başka odalara taşınınız.

Bazen şöyle örneklere rastlıyorum, kendi işinin patronu, 2 yaşından sonra da devam etse çok bir şey kaçırmayacak. Ama ne oluyor, çocuk 3 aylıkken bırakıp, haldır haldır işe gidiyor. Bu doğru mu, değil mi?

-Bu tür şeylerin doğrusu yanlışı yok. O, onun üretken beyninin sonucudur. Hem gidebilir hem evde kalabilir. Ben de yaşadım böyle bir şeyi. Kızım 3 yaşındayken Amerika’ya gittim, 4 yaşına kadar yoktum. Tam bir yıl. Ama bir sürü dokunmatik şeyler bıraktım.

Offff bir yıl çok uzun bir süre…

-Evet ama mecburdum gitmeye. Babası sağ olsun, her şeyiyle ilgilendi. Ben de daha önce anlattığım gibi beni temsil eden objeler bıraktım. Giderken farkında olmadan demişim ki: “Senin saçlarının uzadığını göremeyeceğim!” Ve çocuk, bir yıl boyunca saçını kestirmemiş. Keselim demişler, ciyak ciyak bağırmış: “Annem gelmeden asla!” Tabii ki çok sancılı tarafları var ama yapılabiliyor.

Bir gün derse ki, “Sen beni bir yıl bıraktın”…

-Bugünler için derim. Çocuk da canlı ama anne de canlı. Anne de kendini gerçekleştirmek zorunda, çocuk da. Bunları yapacak ama aynı zamanda yavrusuna en az zarar vermenin yollarını da arayacak. Kadın olmak zor ama çok güzel bir şey. Ve ben bu dünyayı kadınların yönettiğine eminim. Fakat burada ince bir şey var tabii, erkekler de dahil her şeyi biz yönetiyoruz ama çaktırmıyoruz.

Yorum Bırak