Sadece oyunculukta değil, annelikte de kahraman

Dikkat… Dikkat!
Bugün 17 Kasım Dünya Prematüre Günü.
Dünyada ve Türkiye’de bugün, prematüre bebekler ve sorunlarıyla ilgili farkındalık yaratılmaya çalışılıyor. Çünkü zannettiğimizden çok daha yaygın.
.
Ülkemizde, her 10 bebekten biri, prematüre olarak doğuyor!!!
.
Aileler için duygusal yükü çok ağır. Özellikle anneler, bu süreçte inanılmaz mücadeleler veriyor. Yaşadıkları psikolojik zorluklar bi yana, haftalarca hastanede, ayaklarını yere basmadan yatıyorlar! Tek arzuları, bebeklerini sağlıklı bir şekilde dünyaya getirebilmek. Ama tabii yaşadıkları endişenin, korkunun haddi hesabı yok, yaptıkları fedakarlıkların da… İşte o annelerden biri de hepimizin çok sevdiği, usta oyuncu Ayça Bingöl.
.
Çok güçlü bir kadın, güçlü bir anne o…
.
Hamileliğinin 21. haftasında sahnede oyun oynarken suyu geliyor. Hastane gidiyor. Gidiş o gidiş… Kızlarına kavuşabilmek için tam 13 hafta bir daha yataktan çıkamıyor! O kadar ki o dönem babasını kaybediyor, cenazesine de gidemiyor. ‘İçinde olduğum koşulları bilseydi babam, ‘Asla gelme! Sakın kalkma ayağa!’ derdi. Bundan çok eminim ve kalbim rahat’ diyor.
.
Kızları hayata tutunabilsin diye her şeyi yapmış.
Hayran olmamak, saygı duymamak, alkışlamamak mümkün değil!!!
Şimdi 7 yaşında olan ikizleri Aylin ve Leyla’yla, mutlu sonla biten bi direnme hikayesi onunkisi.
.
Bugüne kadar açık ve ayrıntılı anlatmadığı bu konuyu, prematüre annelerine destek vermek için anlatıyor:
‘Hamileliği boyunca ayağa kalkamadan yatan anne adaylarının, yoğun bakımda yatan bebeğine süt sağan yeni annelerin yüreğine su serpsin isterim yaşadıklarım. O yüzden anlatmaya karar verdim’ diyor.
.
El Bebek Gül Bebek Derneği ve Yataş iş birliğiyle hayata geçen “Uykunun Mucizesi ile Büyüyen Mini Kahramanlar” projesi kapsamında ulaşabildiği kadar anneye ulaşabilmek istiyor. Bingöl’ü tebrik ediyorum, sorularıma da bu kadar açık cevap verdiği için teşekkür ediyorum.

O BİR PREMATÜRE ANNESİ!

Müthiş bir oyuncusun! Tiyatro ustasısın. Çok yetenekli, çok başarılı ve çok güzelsin. Ödüllüsün. En iyi kadın oyuncularımızdan birisin. Dublaj ustasısın. Sesinle de can verebiliyorsun. Ama o bakışların… Onlar, öldürücü işte! Konuşmadan, sadece bakarak da oynayabiliyorsun. Gerçekten dört dörtlük bir oyuncusun. Seninle gurur duyuyoruz. Sadece oyunculukta değil, annelikte de kahramansın! Şu an ikizlerin, Aylin ve Leyla 7 yaşında, ikisi de çok sağlıklı, dünya şahanesi… Ama sen, bir prematüre annesisin! Bugün de Dünya Prematüre Günü. Bu konuda da müthiş bir rol modelsin…
-Öncelikle tüm övgülerin için teşekkür ederim.

Övgü değil, gerçek! Azı var, çoğu yok… Şimdi o günlere geri dönelim…
-Dönelim peki. Prematüre annesi olmak gerçekten çok zor bir duygusal yük! Her açıdan zor…

Bugüne kadar pek açık ve ayrıntılı anlatmadın sen bu konuyu…

-Evet. Sonra düşündüm; benzer durumları yaşayan anne adayları ve bebekler için bir umut hikâyesi aslında bizimki… Mutlu sonla biten bir direnme hikâyesi… Hamileliği boyunca ayağa kalkamadan yatan anne adaylarının, yoğun bakımda yatan bebeğine süt sağan yeni annelerin yüreğine su serpsin isterim yaşadıklarım. O yüzden anlatmaya karar verdim.

Nasıl başladı her şey?
-Hamileliğim 21. haftasında sahnede suyum geldi! Oyunun bitmesine 15 dakika vardı galiba, yine de bitirdim oyunu. Anlamadım önce ciddi bir durum olduğunu, hiç kondurmadım yani. Çevremin baskısıyla doktorum Aytun Aktan’ı aradım. Kendisi ve Prof. Dr. Mustafa Bahçeci en büyük kahramanlarım hayatta. Anlatırken bile gözlerim doluyor… “Hemen hastaneye bekliyoruz!” dediler. Gittim. Acil müdahaleler yapıldı ve beni doğuma kadar, bir daha ayağa kalkmamak üzere hastaneye yatırdılar! Bu kadar hızlı oldu…

“Bebeklerini kaybedebilirsin, yatman gerekiyor!” dediler mi?
-Dediler tabii. İş çok ciddiydi. “Sebebini bilmediğimiz ağır bir enfeksiyon var vücudunda” dediler. Hala da soru işareti: Enfeksiyon mu keseyi açtı ve su geldi? Yoksa önce kesede bir sızıntı vardı da sonra mı enfeksiyon başladı? Hamilelik bir mucize, bazen kimse bilemiyor içerde olanları… 72 saatin çok kritik olduğunu, doğum başlarsa bebekleri kaybedeceğimizi söylediler… Sonraki 72 saatiyse pek hatırlamıyorum.

Hastanede odasında ne kadar kaldın?
-13 hafta boyunca mücadeleci kızlarımla birlikte yattık o yatakta.

Arada dolaşıp, tekrar yatmak mı? Yoksa hiç yere basmamak üzerine yatmak mı?
-Hiç kalkmak yok, hiç, hiç…! 28. haftaya girdiğimde hafif oturmalı tekerlekli sandalyem vardı, arada bir onunla hava almaya çıkıyordum. Yere 33. haftada bastım ilk kez. Akıl sağlığım için 5 gün eve gönderdiler o hafta, aaahhh yeniden doğmuş gibi olmuştum hastane odasından çıkınca…

Bu inanılmaz zor bir şey! Bir hastane odasında 21. haftadan 34. haftaya kadar yatıyorsun. Tam 13 hafta! Ve bebeklerini, eline sağlıklı alıp almayacağını bile bilmiyorsun…
-Aynen öyle! Belirsizlik, insanın tahammülünü çok zorlayan bir durum. Kimse sevmez belirsizliği, bilmek isteriz ne olacak, nasıl olacak, ne zaman olacak? Hele hayati bir konuda bunu yaşamak o kadar zordu ki… Tavanlara bakarak, çaresizce zamanın akıp gitmesini beklemek…

Onların hayatı, sana bağlı… Kalkmamana, yere basmamana… Bu, ne kadar ağır bir sorumluluk…
-Evet. Şimdi geriye dönüp bakınca çok şaşırıyorum, inanamıyorum nasıl yaptığıma… Ama işte başına gelince yapıyorsun… O zaman da çok söylemişim, “Hangi anne yapmaz ki bunu!” diye. Doğru. Yapan o kadar çok anne adayı var ki, şaşarsınız…

Her şeyi doğru yapsan da… Sağlıklı doğmama ihtimalleri var… Çok ağır bir travma…
-Haklısın ve o travmanın nasıl üstesinden geldim bilmiyorum. Geldim mi, onu da bilmiyorum. Hayatta kalma güdüsü, hayata getirme güdüsü… Tüm insanlık, binlerce yıldır yaşanan milyonlarca şeyin nasıl üstesinden geliyorsa, öyle üstesinden geldim galiba…

İraden ve gücün, seni de şaşırttı mı? Nasıl açıklıyorsun? “Kadının gücü” dedikleri şey bu mu? Çünkü istesen ayağını yere basabilirdin…
-İnatçıyımdır, dirençliyimdir, görev insanıyımdır, çok normal olduğum söylenemez! Ama bu kadarı beni de şaşırttı… “Kadının gücü” diyebiliriz. Kadının, atalarından taşıdığı dirayet genleri belki de…

O dönem -başın sağ olsun- babanı kaybediyorsun. Aylin ve Leyla hayata tutunabilsin diye babanın cenazesine bile gidemiyorsun. Öyle mi?
-Evet, babamı kaybettim o günlerde. Cenazeye gidemedim ama kendimce vedalaştım onunla. İçinde olduğum koşulları bilseydi babam, ‘Asla gelme! Sakın! Kalkma ayağa!’ derdi. Bundan çok eminim ve kalbim rahat. Zor olan; yasımı, çoook sonralara saklayıp, tutmaktı.

Sence tüm bu zorlukların üstesinden bir erkek gelebilir miydi?
-Cevabım net: Hayır!

Prematüre annelere tavsiyen ne olur?
-Tavsiye vermeyi ve almayı pek sevmem. Sonuçta hepimiz kendi hikâyemizi yaşıyoruz, kendi yolumuzda… Prematüre annesinin en ulaşılabilir olması gereken yer, yeni doğan yoğun bakım ünitesidir. Tüm süreç, hekimlere ve yoğun bakım hemşirelerine güven duyarak, aklıselim bir şekilde yönetilebilmeli tüm aile tarafından. Benim çocuklarım kuvözde kalmadılar, solunum sıkıntıları olmadı şükür, ama çok fazla anneyle temasım oldu bunu yaşayan. Sosyal destek ağlarına ve babaya büyük ihtiyaç duyulduğunu söyleyebilirim. Yalnız olmadıklarını hissetmeleri ve profesyonel yardım istemekten çekinmemeleri gerek.

SOSYAL DESTEK AĞI ÇOK ÖNEMLİ HATTA EN ÖNEMLİ ŞEY!

Ailen, dostların, arkadaşların seni hiç yalnız bırakmamış, öyle mi? Sosyal destek ağı ne kadar önemli?
-Çok önemli! Hatta en önemli şey! Benim ve çocuklarımın sağlıklı bir halde o hastaneden çıkmasının en büyük sebebi başta canım doktorlarım, güzel hemşirelerim, bir gece bile benim yanımdan ayrılmayan Ali’m, annem, kardeşim, tüm ailem, tüm dostlarım ve tüm arkadaşlarım…

Hastane odasını, eve mi çevirdiler senin için?
-Aynen öyle yaptılar! Yeni yıl geldi, odayı süslediler neşe için… Doğum günüm oldu, bir asansör deli arkadaşım gelip sürpriz parti yaptı… Kızarmış ekmek seviyorum diye ekmek kızartma makinesi getirdi biri… Başucuma şifa taşları dizen oldu mesela… Saçlarım acayip karışmıştı, biri bütün gün saçımı taradı… Ve daha bir sürü şey… Bunları okurken gülümseyecek o kişiler, biliyorum. Hiçbirinin hakkını ödeyemem. Ve tüm bunların karşısında çoğu zaman dünyanın en sinirli, en huysuz, en hırçın, en ağlak, hiçbir şeyi beğenmeyen, her şeye söylenen bir kadın vardı. Hastanenin diyetisyeni beni başhekime şikâyet etmiş! “Gitmem ben o kadının odasına” demiş. Yatışımın 8. haftasıydı sanırım. Zavallı kadını nasıl delirttiysem…

Yine de kendini şanslı hissediyor musun?
-Hem de nasıl! Kızlar doğduklarında yoğun bakım ünitesine girmediler. Çünkü en çok onlar direndi. Amazonlarım benim… Eksilen sularını yerine koydular bol bol çiş yaparak, hiç susuz kalmadılar anne karnında. En çok onlar mücadele etti, dünyaya gelmek için… Ben yardımcı olmaya çalıştım… Hep bir suçluluk duygusu var ya bu analığın içinde. En çok ona üzülürüm. Mutlu, neşeli, keyifli bir hamilelik yaşayamadım, çocuklarım da bundan etkilendi diye. Prematüre bebek olmanın zorluğu buralarda başlıyor işte, anne karnında. Doğum ile birlikte seferber oluyorsun o küçücük bebeği nasıl rahat ettiririm, eksiklerini kapatırım, büyütürüm diye…

Kaç kilo doğdular?
-Küçücük doğdular! 43 santim! 1800 gr ve 2000 gr olarak. O andan itibaren de devreye, çocuk yoğun bakım uzmanı doktorumuz, canımız Gülnihal Şarman girdi. Bizi eğitti, öğretti, neler yapmamız gerektiğini tek tek anlattı. Bez ve kıyafet konusunda zorlandık çünkü ürünler kısıtlıydı. Öğrendiğimiz en önemli şeyler şunlardı: Vücut ısılarını koruyamıyorlar çünkü yağ tabakaları yok. “Giydirin ve mutlaka kundaklayın! Sıkıştırın onları anne karnında gibi!” Süt sağ Ayça ve uyusunlar, yedir, değiştir, uyut… Kimse kolay olduğunu söylememişti ama bu kadar da zor olmamalıydı… Ayça delirmek üzereydi!!!

Anne sütü ve uykunun önemi prematürelerde daha mı fazla?
-Tabii ki. Süt hemen gelmedi ama… 3 saatte bir sağarak becerdik onu da. Memeyi emecek güçleri yoktu, anne sütünü biberonla veriyorduk. Yesinler ve uyusunlar, yesinler ve uyusunlar…

Nasıl bir düzen kurdunuz?
-Dönüşümlü bakıyorduk Ali, ben, annem, kardeşim. “Normal bebek kilosuna gelene kadar evinize kimse girmeyecek!” dedi hoca, “Bağışıklık sistemleri çok zayıf…” 40 güne yakın ziyaretçi de kabul edemedik. Yardımcıdan da destek alamadık. Çok zordu ama hikâye mutlu sonla bitti! Özellikle yoğun bakım ünitesine süt taşıyan anneler, size sesleniyorum… Bilin ki, o küçücük bedenler bizlerden daha güçlü ve savaşmaya çok hevesliler!

El Bebek Gül Bebek Derneği’yle yolun nasıl keşişti?
-El Bebek Gül Bebek Derneği beni buldu. Tanıştık ve çok sevdik birbirimizi. Gerçekten müthiş kadınlar! Kader ortaklığı var orada çalışan bütün annelerde… Neye ihtiyaç var, ne zaman ihtiyaç var, neler yapılabilir herkesten iyi biliyorlar ve harika işler yapıyorlar. En büyük destekçileriyim. Özellikle ihtiyaç sahibi ailelerin yanında oluyorlar, hem madden hem manen…

Yataş Bedding’in desteği çok değerli. Onların sayesinde yoğun bakım ünitelerine verilecek ürünler de… Ne diyeceksin bu konuda?
-Yataş Bedding’e binlerce teşekkür. El Bebek Gül Bebek Derneği’ne yaptıkları maddi bağışın yanı sıra, yoğun bakım ünitelerine, prematüre bebeklerin gelişimi için gerekli olan uykunun en etkin şekilde sağlanması için bağışladıkları ürünler, bebeklerin hayata tutunmasına destek olacak. Bu iş birliğinin, gelişerek devam etmesinin de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Kuvözde kalan tüm minik kahramanlar, hepimiz buradayız… Sizin için, daha iyi bir dünya için!!!

Yorum Bırak