Bizimki karşısındakini yok etmeye programlanmış bir aşktı
Semih Çalışkan, adını daha çoook duyacağımız parlak bir adam.
İzzet Çapa’yla birlikte çalışıyor.
ÇapaMarka’nın beyin takımından. Boğaziçili. Gerçi dokuz yılda bitirmiş ama olsun. O arada hep yazmış, çizmiş dergilerde, reklam ajanslarında. İlk romanı DexPlus’tan çıktı, değişik bir aşk hikâyesi.
Daha doğrusu, intikam hikâyesi.
Kendisinden büyük bir kadına âşık oluyor, sürekli aldatılıyor, büyük acılar çekiyor, ayrıldıktan sonra da sosyal medyada kendine ‘1barfilozofu’ ismiyle hesap açıyor.
Sinan’dan bir Okan yaratıyor.
Ve eski sevgilisini, Okan’a, yani kendisine yeniden âşık ediyor.
Sonra da uğruna büyük acılar çektiği kadının, kendisi için artık bir şey ifade etmediğini görünce bu sefer kesin olarak ayrılıyor.
Ve intikamını almış oluyor!
Bu arada kitap, sürpriz bir finalle bitiyor. Sinan karakteri yeniden âşık oluyor ama bu sefer bir kadına değil, erkeğe…
Semih Çalışkan, bir girişimci-yazar örneği.
Çünkü o sadece bir hikâye kurup roman yazmadı.
Gerisini de planladı. Bir süre sonra bu hikâyeyi bir film olarak, dizi olarak görürseniz şaşırmayın. Çünkü o sadece hayal kurmuyor, hayata geçirmek için de uğraşıyor.
Kitabın kapağını ‘Grinin Elli Tonu’ndan American Horror Story’ye birçok Hollywood yapımının afişlerine imzasını atmış Emrah Yücel’den rica ediyor, o da kırmıyor, yapıyor.
Gupse Özay’la da bu kitabın kısa filmlerini çekiyor. Gecenin bir yarısı, hayatında üç kere gördüğü Gupse Özay’ı heyecan içinde arıyor, o da, “Senin kitabın benim kitabımdır, manyak mısın, ne zaman istersen çekeriz” diyor.
Dahası Gupse, senaryoyu düzeltip oynanabilecek hale getiriyor.
Çekimler sırasında, gerçekçi olsun diye Şebnem’i oynayan Gupse, yazara öyle bir tokat atıyor ki, Semih kendini yataktan yere düşmüş buluyor. Gupse, ilk kez bu genç yazar için dram oynuyor!
Bu kısa filmler, bu hafta içi
YouTube kanalından
yayımlanmaya başlayacak…
Bitmedi…
Kitabın bir de soundtrack’i olacak, Gripin grubundan haber bekliyor. Kim bilir belki çok yakın bir zamanda Gripin’in sesinden bu öykünün şarkısını da dinleriz…
Sizi, Semih Çalışkan’la baş başa bırakıyorum…
Semih Çalışkan, ‘Bir Bar Filozofu’ diye roman yazdın, ortalığı karıştırdın. Kimsin sen?
– ÇapaMarka Entertainment Group’un CEO’suyum. Altı yıldır İzzet Çapa’yla çalışıyorum. Boğaziçi Üniversitesi’ne kimya okumak, bilim adamı olmak amacıyla girdim. Dokuz yılda anca bitirebildim! Okulun demirbaş listesine geçmek üzereyken mezun oldum. Okurken bir sürü dergide ve reklam ajansında çalıştım. Anladım ki, kafam kimyadan daha çok yazı çizi işlerine basıyormuş. Artık kimyayla tek bağlantım yıllarca organik kimyada detaylıca işlediğimiz alkol…
Peki bar filozofluğuna geçişin nasıl oldu?
-“Kötü eş, insanı filozof yapar” derler ya, benimki de o hesap! Hayatta iyi insanların olabileceğine inandığım yıllardan birinde âşık oldum ve eşekten düşmüşe döndüm. Sonra da hayatım değişti…
Romanda anlatılan o büyük aşk gerçek mi? O aldatmalar, ev basmalar, krizler…
– Maalesef öyle! Şebnem de, Sinan da, hikâye de yüzde 90 gerçek. Finalini biraz kurguladım. Ama hikâye asla hayal ürünü içermiyor…
Hadi o zaman dalalım hikâyeye. Şebnem’le ne zaman, nasıl tanıştın?
– Bir kimya fabrikasında staja başladım, orada tanıştık. Üretim müdürüydü. Ben 24’tüm, o 28. Önce arkadaş olduk, sonra âşık…
Nasıl bir aşktı sizinki?
– Farklı, karşısındakini yok etmeye programlanmış bir aşk! Biz birbirimizi değil, ayrılmayı severdik. En mutlu anımızda bile, “Bu sefer bitti!” dedirtecek bir neden bulurduk. Ve her seferinde, “Bu sefer gerçekten bitti!” derdik ama bitmezdi!
Peki arkadaşlık nasıl aşka dönüştü?
– Şirketteki sigara molalarında. Her sigarada biraz daha yakınlaştık. Önce arkadaş-kankaydık. Ne olduysa ‘Issız Adam’ın vizyona girmesiyle oldu. Birlikte art arda yedi gün boyunca o filme gittik. Bir gece, bu tuhaf kıza âşık olduğumu anladım. Zaten o geceden sonra da beraber yaşamaya başladık. İlk altı ay her şey mükemmeldi. Ayaklarımla yer arasında en az 30 santim vardı.
Peki her şey bu kadar iyiydi de, bu kadın seni neden aldatıyordu?
– Ah bir bilsem, ben de yıllarca bunu merak ettim. “Neden” sorusunun beynimi becerdiği o kadar çok gece oldu ki. Herhalde gönlü çok genişti, bizim aşkımıza yeterli metrekareyi bir türlü ayıramadı.
Nasıl öğrendin seni aldattığını?
– Öğrenmek ne kelime, o kadar çok oldu ki, artık ezberlemiştim! Kaşlarının havaya kalkışından ve daha hızlı konuşmasından yalan söylediğini anlıyordum. Ama bir yandan da yanılmış olmak istiyordum. Mesajlar, mail’ler, telefon faturaları gibi kanıtlar da hislerime eklenince, kendimi aldatacak halim kalmadı. Ben, “Bir insan nasıl aldatılır”ın ayaklı kanıtıydım!
Bir erkek, ihanet karşısında ne hisseder?
– Kadın-erkek fark etmez, bana göre ihanet insan kalbinde aynı etkiyi yaratıyor. Saçma sapan, boktan, iğrenç, şerefsiz bir his işte! Ciğerlerini patlata patlata küfürler ettirecek kadar büyük bir öfkeyi de yanında getiriyor. Aslında kızdığın o değil, kendin! İşte bu yüzden de o fırtına, kasırgaya dönüşüyor. “Bir gerizekâlının hayatımın içine bu kadar etmesine nasıl izin verdim” diyorsun, “Nasıl oldu da ömrümün sonuna kadar onunla beraber olacağıma inandım” diyorsun, “Bunlar, sadece masallarda olur” diyorsun. Diyorsun da diyorsun… İhanetin yan etkilerinden biri de güvensizlik. Çok hassas bir kumaşın bir yerden delindiğini düşün. O delik illaki büyüyecek… Büyüdü de…
Peki sonra ne oldu?
– Bizim sonramızın olmadığını anladığımda, tamamen saçma bir kısırdöngüye girdik. Deli gibi kavgalar edip, ağza alınmayacak sözler söylememize rağmen dayanamayıp tekrar başa sarıyorduk. Ama her yeni barışmamızda mutlu olma katsayımız biraz daha azalıyordu. Birlikte olduğumuz süreden çok daha uzun bir süreyi onu unutmak için harcadım.
Seni bu kadar üzen bir kadından intikam almak istedin mi?
– Evet, istedim. Ama intikam planı yapmadım. Her zaman olduğu gibi hayat en büyük intikamı aldı. Takipçi sayım bir gün 50 bin olursa, “Bana bunları yaşatan o….u Şebnem!” diye yazıp Twitter’da onu mention’layacaktım. Böyle salakça bir hayalim vardı. Sonra da o hesabı silecektim.
Peki ‘1BarFilozofu’ adında Twitter hesabı açmak nereden aklına geldi?
– Öyle esti birden. Çünkü rahat rahat istediğimi yazmak, gerektiğinde küfredip içimi rahatlatmak istedim. Bu bahsettiğim de Twitter’ın ilk zamanlarıydı. Birdenbire takipçilerim artmaya başladı…
O hesabı 40 binlere, 50 binlere nasıl yükselttin?
– “Takip edeni takip ederim” klişesini ilk kullananlardanım. Bir yerden sonra yazdıklarımı insanlar kendi hayatlarıyla bağdaştırıp RT’lemeye başladı. Gerisi de kendiliğinden geldi. Ve kadere bak ki, yazdıklarım Şebnem’in de ilgisini çekti…
Nasıl yani?
– Benim tweet’lerimi RT’leyen arkadaşlarından gördü @1BarFilozofu’nu… Bir gece takip etmeye başladı. O takip edince, ben de onu ettim. Sonra da o beni Bar Filozofu Okan zannettiği için, bana DM’den yürümeye başladı!
ONU MAYMUN ETTİM!
Sen onun ilgisini çekebilmek için özel bir şeyler yaptın mı?
– Hiçbir şey yapmadım valla, o zaten hep başka ilişkiler aradığı için takıldı. Benimle yazışmaya başlayınca, ben de onu konuşturmaya çalıştım…
Amacın neydi?
– Bana beni anlatmasını istiyordum. O, Okan’la yazıştığını sanıyordu, ben eski sevgilisi Sinan’ı anlatmasını istiyordum. Onunla ilişkilerini, onu nasıl aldattığını, aldatırken neler hissettiğini, ne numaralar çektiğini… Ben Sinan’dan Okan’ı yarattım. Eski sevgilimi, olmayan bir adama âşık ettirdim. Onu maymun ettim. Bu da benim intikamımdı. Her anında da zevk aldım.
E peki nasıl yaptın da kızı inandırdın?
– Eee o da benim marifetim! Onu, New York’ta yaşayan, buraya kitap yazmak için kısa süreliğine geri dönen Okan adında bir terapist olduğuma inandırdım. Terapist olduğumu öğrenince, hemen dertlerini anlatmaya başladı.
Ne kadar sürdü bu oyun?
– Beş-altı ay kadar. Gecelerce sabahlara kadar konuştuk. Sonunda Okan’a âşık oldu. Yani benden kaçarken, yine bana âşık oldu! Bütün dertlerini anlattı, benden yardım istedi. Ben de ona, gerçek aşkın ne olduğunu anlatmaya çalıştım. İçinde kaybolduğu, uğrunda bütün hayallerini yitirdiği bedenden çıkıp, gerçek aşkı öğrenmesini istiyordum. Yeniden, tertemiz bir aşk yaşayabilmesi için geçmişteki aşk borçlarını temizlemesi gerektiğini söyledim. Bunun için de Sinan’dan helallik alması lazımdı. Bunun üzerine Şebnem, Sinan’ı aradı…
Eeeee?
– E’si hayatta tanıdığım en zeki kadınlardan biri olmasına rağmen benim onu tufaya getirdiğimi anlayamadı. Zaten biz tekrar görüşmeye başladıktan sonra, bir arkadaşımdan ona Okan olarak cevap vermesini rica ettim. Bu sayede hiç şüphelenmedi bile. Zaman içinde de, ona karşı bir şey hissetmediğimi anladım. Fakat artık kendimi iyi hissediyordum! Yaşadığım bu olaylar, aslında benim yıllardır hayalini kurduğum kitabı artık yazmam gerektiğinin işaretiydi. Hep güzel bir hikâye arıyordum, işte sonunda bulmuştum!
Bütün bunlar kitabın satması için bir kurgu olamaz değil mi?
– Valla kurgu olmasını ben de çok isterdim. En azından onları yaşayıp acı çekmemiş olurdum ama ne yazık ki hepsi gerçek!
BİR ERKEĞİ GAY YAPAN ACI DEĞİL, AŞK!
Bu kadar sarsıcı bir aşk-intikam hikâyesi en az onun kadar şoke edici bir sonla bitiyor! Kitabının sonunda biz öğreniyoruz ki, Sinan’ın yeni sevgilisi, hani şu 100 maddeye uyan bir erkek… Bu nasıl olur?
– Valla bal gibi olur! Aşk, aşktır, insan bir kadına da âşık olur, erkeğe de. Kitap boyunca aslında anlatmak istediğim şey aşkın şekilsizliği. Sinan’ın Şebnem’e anlatmak istediği de buydu aslında. Herkes, içindeki aşkı karşısındakine yansıtır. Sinan da Mustafa’ya yansıttı. Ben aşkta cinsiyete inanmıyorum!
Bir kadının çektirdiği acı, bir adamı gay yapar mı? Böyle bir sonuç çıkarmak gerekiyor mu bu kitaptan?
– Yok ya, acıdan bir erkeğin gay olabileceğini düşünmüyorum. Olsa olsa aşktır onu gay yapan!
O DA BANA BUNLARI YAŞATIRKEN İZİN ALMADI
Bu hikâyeyi yazmak için Şebnem’den izin almadım, çünkü o da bana bunları yaşatırken benden izin almadı. Ben sadece yaşadıklarımın yazılabilecek kısımlarını içimden geldiği gibi yazdım. Çok daha beterini yazabilirdim! Benim yaşadıklarımın hakları da bendedir diye düşünüyorum…