10 yıl boyunca Independent Gazetesi’nde gazetecilik yaptı…
Ardından edebiyat dünyasına sıçradı.
‘Senden Önce Ben’ üçlemesini yazdı ve hızla tüm dünyanın tanıdığı bir isme dönüştü.
Evet, Jojo Moyes’ten söz ediyorum.
New York Times’ın en çok satanlar listesine üç kitabıyla birden giren, kitapları 40’tan fazla dile çevrilen, Almanya’da 46 hafta boyunca birinciliğini koruyan Moyes’ın şimdiden klasikleşen üçlemesinin sonuncusu ‘Sonsuza Dek Sen’ Türkiye’de de yayınlandı.
Moyes, özellikle de sürekli acı çeken ve olumlu anlamda bir gelişmeye dair umudun olmadığı insanların yaşamlarını sonlandırma noktasında söz hakkı sahibi olmalarına saygıyla yaklaşıyor. Ötanazi hakkını savunuyor. Ben de sordum…
– 10 yıl boyunca The Independent’ta çalıştınız. Sıkı bir gazeteciydiniz, sonra roman yazmaya karar verdiniz? Neden?
Çünkü kitap yazma tutkum daha ağır bastı! Gazeteciyken de kitap yazma girişimlerim oldu. Ama hiçbiri basılmaya uygun kitaplar değildi. Sonra basılmaya değer kitaplar yazmaya karar verdim!
– Gazetecilik yetmedi mi?
Mesleğimi gerçekten çok seviyordum fakat çocuğum dünyaya geldikten sonra şu gerçeğin farkına vardım: Küçük bir çocuğa sahip olmakla gazetecilik yapmak arasında denge kurmak hayli zordu! Eskisi kadar rahat haber peşinde koşamıyordum. O yüzden kitap yazmak üzerine kafa yormaya başladım. Mesleği bıraktım, kendimi sadece yazıya verdim…
– Peki bu kadar dünya çapında bir yazar olabileceğinizi tahmin etmiş miydiniz?
Asla! Hâlâ bir şaka gibi geliyor…
– “Edebiyatın Puccini’si olmak istiyorum” demişsiniz. Neden Mozart değil, Verdi değil Puccini? Puccini’yi sizin için vazgeçilmez kılan ne?
Aslında o ağzımdan kaçan bir söz gibiydi. Bir temenni. Puccini’yi çok seviyorum. Bence müthiş bir müzisyen. İnsanda yarattığı o yoğun duygu durumuna âşığım. Kitaplarımla ben de öyle bir etki yaratmak istiyorum.
– Siz edebiyatta nereye konulmak istiyorsunuz? Ardınızdan neler yazılsın istiyorsunuz?
O kadar ileriye yönelik bir düşüncem hiçbir zaman olmadı! Eğer insanları mutlu edebiliyorsam, eğlendirmeyi başarıyorsam ve iyi bir insan olduğum hissini yaratabiliyorsam… Tamamdır. İşimi iyi yapıyorum demektir.
Bu da bana yeter!
– Tüm dünyada çok satan ‘Senden Önce Ben’ serisinin ilham kaynağı neydi? Yani nereden esti böyle seri yazmak fikri…
Radyoda dinlediğim bir haberdi. Bir kaza sonrasında elleri ve kolları felç olan genç bir adam, ailesinden yardımlı intihar merkezine götürülme ricasında bulunmuştu. Bu hikâyeyi uzun süre aklımdan çıkaramadım. Ailesinin, neden bu ricayı yerine getirmediğini anlamamıştım. Cevaplaması kolay şeyler üzerine yazmayı sevmiyorum ben. Bu mesele de zor bir mesele. Yoruma açık, tartışmaya açık. O zamanlar benim ailemde de buna benzer bir olay yaşanmaktaydı. Hal böyle olunca bu hikâye, yazmak istediğim bir şeye dönüştü…
KİTAPLA SENARYO ÇOK FARKLI
– ‘Senden Önce Ben’in senaryosunu da yazdınız. Film senaryosu yazmakla roman yazmak arasındaki fark ne?
Senaryo yazmak çok daha teknik bir iş. Her sahne, size karakterle ilgili bir şey söylüyor ya da belli bir taslak üzerinden ilerleniyor. O yüzden, kitap yazarken ki bakışınızdan tamamen başka bir bakışla hareket etmeniz gerekiyor. Diğer yandan, zaman meseleleri yüzünden pek çok şeyin önceden kısaltılması ve hikâyeniz için neyin daha önemli olduğunu anlamanız gerekiyor. Kitap yazmakla senaryo yazmak çok farklı disiplinler.
ELİF ŞAFAK ÇOK İYİ YAZAR BÜYÜK BİR HAYRANIYIM
– Türkiye desem bana ilk ne dersiniz?
Yemek! Londra’da Türk nüfusunun da yoğun olduğu bir bölgede yaşamıştım ve çevremde birbirinden leziz ekmek ve yemeklerin olduğu pek çok restoran vardı.
– Hangi Türk yazarları tanıyorsunuz? Seviyorsunuz?
Elif Şafak’ın büyük bir hayranıyım. Çok iyi bir yazar olduğunu düşünüyorum.
– Yazma alışkanlıklarınız neler?
Gece geç saatlerde ya da sabahları iyi yazabiliyorum. Yazarken çok fazla kahve içiyorum.
– Bütün bir hayat boyunca etkilendiğiniz kitaplar ya da yazarlar kimler?
Bunun cevabı son zamanlarda okuduğum insanlara bağlı biraz, dönem dönem değişebiliyor. Fakat yine de George R.R. Martin, Nora Ephron, Kate Atkinson, Jane Austen’ın yazdığı her şeyi seviyorum diyebilirim.
– Kadın karakterleriniz neden genelde sıradan, taşrada yaşayan kadınlar ve sıradan işler yapıyorlar?
Çünkü etrafımda gördüğüm hayatlara dair bir şeyler yazmak istiyorum. Onlar da para kazanma konusunda endişeleri olan ve çok çalışan sade, sıradan insanlar. Para, modern edebiyatta çok fazla yazılmıyor gibi gözüküyor ama tanıdığım herkes bunun hakkında düşünüyor. Onsuz nasıl hayatta kalacağımızı ya da daha fazlasını nasıl yapabileceğimizi düşünüyoruz.
EN KISA ZAMANDA TÜRKİYE’YE GELİYORUM
– Suriyeli Mülteci çocuklara yardım eden bir yapıya katıldınız. Suriye’de yaşananlar için ne düşünüyorsunuz?
Büyük bir trajedi olduğunu düşünüyorum. Çocuklar ve ebeveynler için güvenli bir ülkede yaşadığım için ne kadar şanslı olduğumu biliyorum. Dünya liderlerinin bu çatışmayı dindirmek noktasında bir şeyler yapmalarını diliyorum. Ama yakın gelecekte bu mümkün görünmüyor!
– Hiç geldiniz mi ülkemize? Türkiye’yle ilgili ilginç bir anınız ya da gözleminiz var mı?
Hiç gelmedim, ama en yakın zamanda gelmek istiyorum.
LÜKS ARABALARIM YOK ÖZEL ŞOFÖRÜM YOK
– Ünsüz bir gazeteciyken, ünlü bir yazar oldunuz. Hayatınız ne kadar değişti?
Dışarıdan baktığınızda, değişen pek bir şey yok. Biraz daha büyük bir evde yaşamaya başladım ama hâlâ aynı semtteyim. Çocuklarım aynı okula devam ediyorlar, öncekiyle aynı şeyleri yapmaya devam ediyorum. Öncekine göre daha fazla seyahat eder oldum ve biraz daha yoğunum. Ama özel şoförümün, lüks arabalarımın olması gibi bir durum yok!
– ‘Senden Önce Ben’ serisinde iki çok karmaşık ve kırılgan konu var: Kuadripleji ve ötanaziye yardım. Ailenizde de böyle bir hikâye olduğunu söylediniz…
Evet. Ailemden biri, ayrıca bir arkadaşım hayatta kalabilmek için 24 saat bakıma ihtiyaç duyuyor. Tüm bu meselelerle boğuştuğum bir seri oldu bu aslında.
– Dünyanın birçok yerinde ötanazi yasak, sizce bir gün yasal olacak mı?
Bu sorunun cevabını bilmiyorum. İsviçre’de ve Amerika’nın belli bölgelerinde yasal. Ama tabii ilaç teknolojisinde, insanları hayatta tutmaya yönelik gelişmeler sürdükçe tekrar tekrar tartışılan bir konu olmaya devam edeceği kesin…
– İnsanın kendi hayatına son verme hakkı normal değil mi?
Ben özellikle de sürekli acı çeken ve olumlu anlamda bir gelişmeye dair umudun olmadığı insanların yaşamlarını sonlandırmak noktasında söz hakkı sahibi olmalarının anlaşılır olduğu düşüncesindeyim.
– Siz şu noktadan bakıyorsunuz: Acı çeken biri, neden daha fazla acı çekmeye devam etsin?
Aynen öyle!