İnsan, Sumru Yavrucuk’la konuşmaya doyamıyor. Beni oyunculuğu ayrı etkiliyor, 12 yaşındaki bir erkek çocuğunun “koruyucu annesi” olması ayrı etkiliyor.
“Sadece kan bağıyla değil, kalp bağıyla da anne olabilirsiniz!” demesi ayrı etkiliyor. Sağır ve dilsizlerin işaret diline hâkim olması ayrı etkiliyor. 10 yıl onlarla çalışmış, onlara yönetmenlik yapmış, hatta ödül kazanmışlar sahneledikleri bir oyunla. Ne dediğini bilen, her şeyin farkında bir kadın Sumru Yavrucuk. Bence mesleğinin zirvesini yaşıyor. Pazar günü başlayan röportaj, bugün de devam ediyor.
‘Annem’ bu cuma vizyona giriyor. Filmi izleyenlerde nasıl bir tortu kalsın istersin?
– Film bittiğinde, izleyende bir sarılma hissi uyansın isterim. Hani şair diyor ya, “Siz geniş zamanlar umuyordunuz…” Öyle umdukları zamanı, hemen yaşasınlar isterim. Çünkü zannettiğimiz kadar geniş zamanlarımız yok!
Meslekteki en önemli dönüm noktan ne?
– İlk sahneye çıktığımda replikleri unuttum. Ama bayağı bayağı unuttum! Felaketti… Bu, benim için çok ciddi bir dönüm noktası oldu. Sonra hayatım boyunca bir daha asla unutmadım.
Şimdi repliklere nasıl çalışıyorsun…
– Örgü ören biri, kaç ilmek attığını bilemez ya, ben de kaç bin kere bir kelimeyi tekrar ettiğimi artık bilmiyorum. Yaptığım işin, ancak inanç, sabır ve inatla sürdürülebilir olduğunu düşünüyorum. Ve hakkını vermeye çalışıyorum.
SAĞIR VE DİLSİZLERİN İŞARET DİLİNE HÂKİM OYUNCU
Sen, sağır ve dilsizlerin kullandığı işaret dili olan Gestuno’ya da hâkim bir konuşmacı ve oyuncusun. Bu nereden çıktı?
– İstanbul Devlet Tiyatrosu’na ilk girdiğim zamanlar, bol bol figüranlık yaptım. Hiçbir şey kolay olmuyor hayatta. Kimse, size bir şeyi altın tepside sunmuyor. O ilk yıllar genelde sözsüz roller oynuyordum. Ancak bir başrol oyuncusu rahatsızlandığı zaman filan, sahneye iteleniyordum. İşte o dönemlerde, bir gün tiyatronun ilan panosunda gözüme işitme engellilerin yardım isteği ilişti. “Neden olmasın?” dedim. Öyle başladım. Gönüllü olarak on yıla yakın bir süre, işitme engellilerle birlikte çalıştım, yönetmenlik yaptım onlara, tabii onların işaret dilini de öğrendim. Müthiş bir tecrübeydi. Hayat boyu yaptığım en iyi şeylerden biri. İnan beni en az konservatuvar kadar eğitti.
Evet, hatta onlarla beraber sahnelediğiniz bir oyunla ‘en iyi yönetmen’ ödülünü almışsın…
– Aynen öyle! O ödülün, meslek hayatımda çok özel bir yeri var. Benim sanat hayatımın, “işaret fişeği” gibi bir şey oldu…
Başka pek çok ödülün de var. “Ödül” ne ifade ediyor senin için?
– Bir tür onaylanma tabii. Ama ben “ödül”den çok, “alkış”ı seviyorum. Benim için en büyük ödül, sahnede olmaya devam etmek…
KAN KUSUP ‘KIZILCIK ŞERBETİ İÇTİM’ DİYEN KADINLAR YOK ARTIK
Bu ülkede kadınlara karşı şiddetin artması konusunda ne düşünüyorsun? “Kadın kıyımı” mı yaşanıyor?
m Ne yazık ki öyle! Felaket bir tablo. Çok çok üzücü. Şiddet hep vardı. Eskiden, kan kusup “Kızılcık şerbeti içtim” diye sessizleşen, sabrıyla kendi hayatını sınayan kadınlar, artık bunun bir “tabu” olmadığını biliyor. Kadınların sesleri daha yüksek çıkmaya başladığı için de şiddet daha fazla duyulur oldu! Burada devlete düşen görev, kadınların yanında olmak. Sesleri çıktığında, seslerinin duyulduğunu bilmek istiyor kadınlar. Bu güveni istiyoruz. Acil olarak “hafifletici nedenler”, “iyi hal” ve benzeri mazeretlere sığınmadan cezaların ağırlaştırılması gerektiğini düşünüyorum. Ki… Bu kadın kıyımı artık son bulsun!
50 SENENİN DENEYİMİYLE OYNAMAK BİR AYRICALIK
50’den sonra kadın oyuncuların hayatı zorlaşıyor mu?
– Nereden bakıldığına bağlı… Ben, 50 senenin deneyimiyle oynamanın ayrıcalığını yaşadığımı düşünüyorum. Benim için hayat zorlaşmadı. Her yaşta oynanacak rol vardır. Benim çalışmam için proje beklememe gerek kalmıyor, ben proje yaratmaya çalışıyorum. Rolü arayan, bulan, dönüştüren bir yerde duruyorum. Bunu kaybetmemek için de çok çalışıyorum. Ama her kadın oyuncu benim kadar şanslı olamıyor maalesef! Sistem hep kadınların aleyhine işliyor…