Şebnem Burcuoğlu son kitabıyla bize yeniden mahalle sıcaklığını yaşatıyor… Bu kitap yazın kitabı olacak filmi de yapılacak
Yine yapmış yapacağını!
Elinizden bırakamayacağınız, sıcacık, sevgi dolu, çok komik bir kitap yazmış.
Özlediğimiz Yeşilçam romantizmini hatırlatan, evlere şenlik yan karakterleriyle bir aşk üçgenini merkeze alan romantik bir mahalle komedisi.
Bana bayram hediyesi oldu, umarım size de olur, siz de keyifle okursunuz.
‘Süreya Kuaför Salonu’ Şebnem Burcuoğlu’nun beşinci kitabı.
Zaten oldum olası iyi gözlemci, bu sefer iyice döktürmüş.
Benim için, o bir gündelik hayat filozofu.
Bu kitabın da, tıpkı diğerleri gibi, sinema filmi olacağından hiç şüphem yok.
Kitabın da, yazarın da yolu açık olsun…
Sizin de bayramınız şimdiden kutlu olsun!
Yıllar geçiyor, ben hep seninle röportaj yapıyorum. Ama sen hâlâ kendine sevgili yapamıyorsun. Neden?
– E şimdi seni gecenin bir yarısı taa Hindistan’dan arayıp “Ayşeee çok tatlı bir çocukla tanıştım!!!” diye anlatmama değecek biri olmalıydı… Ki…
Yoksa yaptın mı kendine bir sevgili?
– Eveeeet… Çok şahane bir çocukla tanıştım! En yakın zamanda seni de tanıştıracağım.
Yaşasın çok sevindim! Kızmadın di mi böyle damdan düşer gibi sorduğuma? Çok yaratıcı buluyorum seni, çok da seviyorum, o yüzden böyle soruyorum. Kafandaki adamı mı bulamıyordun, yoksa senin erkek çıtan mı yüksek?
– Kızmak mı? Yok ya, bayılıyorum senin sorularına! Ben de ilişkilerle ilgili yazıyorum, ona buna akıl veriyorum ama bunun sebebi konuya aşırı hâkim olmam filan değil, sadece gözlem yapabilmem. Şimdiye dek öğrendiğim tek bir şey varsa, o da kafamızdaki ideal erkeğin dış dünyada yaşamadığıdır! Zaten adı üzerinde, adam kafamızda! Geçen gün eşinle ilgili çok güzel bir yazı paylaşmıştın Instagram’da, “Beni olduğum gibi kabul etti” demiştin, bu çok önemli işte. İyi kalpli olsun, çalışkan olsun. Bunlar temel. Temeli sağlam olsun…
Tatile her zaman gideriz vakit varken ailece bir arada olmalı
Önümüz bayram, senin için ne ifade ediyor?
– Keşke babaannem, dedem yaşasaydı da bayramın ilk gününü yine piknik yaparak geçirseydik. Mekân, Antalya’daki Topçam Orman’ı… Bir köşede hamak, diğer köşede kavurma, sepette ıspanaklı börek… Sanırım bayram denince hep bu resim gelecek gözümün önüne.
Ne güzel tarif ettin, gözümde canlandı. Bayramlar artık arkaik kalmış bir adet mi?
– Geçtiğimiz şeker bayramında, Bodrum’da bir dükkânda dolanırken içeriye dünya tatlısı iki küçük çocuk girdi, hepimizin bayramını kutladı ve “Şeker var mı?” diye sordu. Yoktu işte, hiçbirimizde şeker yoktu. Nasıl fena oldu içim…
Senin mendilli, rugan pabuçlu, bayram elbiseli hikâyelerin var mı?
– Olmaz mı? Mendilde şeker, zarfta harçlık, baş ucumda rugan ayakkabı bulmak için gün sayıyordum resmen.
Ailece kutlamak yerine herkesin fırsat bilip vınlamasını üzücü buluyor musun?
– Aile büyüklerimiz bir arada tutuyor bizleri. Onlar aramızdan ayrıldığı zaman bir yandan üzülüyor, bir yandan da kendimizi daha özgür hissediyoruz ama bence sadece başlarda. Sonra büyük bir boşluk oluyor. Tatile her zaman gideriz ancak vakit varken, sağlıklıyken ailece bir arada olmanın değeri ölçülemez.
Instagram hesabımıza bakınca, kalabalık dünyamızda aşırı eğleniyormuşuz gibi duruyoruz ama kendi adıma konuşayım, giderek daha izole, daha yalnız hissediyorum kendimi.
Almodovar üzerine master tezi yaptı
Sen ne yapacaksın bu bayram?
– Annem ve babamla İstanbul’da, evimizde bayram yemeği yiyeceğim. İtiraf ediyorum, hâlâ zarfta harçlık alıyorum. Biz çekirdek aile olduğumuz ve büyüklerimizden bir tek anneannem sağ olduğu için toplanmamız daha kolay. Bir araya gelmekten daha özel bir şey de yok.
Senin hem eğlenceli hem de sıkı bir hikâyen var. Fransa’da okudun, hep başarılıydın ama sadece akademik bir tip değilsin, dans birinciliğin de var. Kurumsal iletişim müdürlüğü yaptın, yıllarca Milliyet’te çalıştın. İspanyol yönetmen Pedro Almodovar üzerine master tezi yazdın. Sonra birden birden ‘Kocan Kadar Konuş’un yazarı olarak çıktın karşımıza. Müthiş ilgi gördü. Ezgi Mola’nın başrolünü oynadığı kitapların iki sinema filmi oldu. Ardından başka kitaplar ve hep başarı geldi. Sen bir şeylerin formülünü çözmüş bir kadın mısın?
– Yok ya. Benim için doğru kelime, çözmekten çok ‘aramak’. Bir şeyleri çözmek deyince dünyanın sırrını keşfetmiş ve son nefesine dek köşesinde rahatça oturacak biri geliyor gözümün önüne. Ki bu benim tam zıttım bir karakter. Mesela ‘Süreya Kuaför Salonu’ benim beşinci kitabım ama her kitapta hikâyemi daha da deşiyorum, daha fazla kişiye önden okutuyorum, hepsinin eleştirilerini alıyorum. Öyle ki yazdığımın tümünü siliyorum bazen. Sırf bir öncekinden bir adım daha ileriye gidebilmek için… Kendim için söyleyebileceğim şey: “Çalışkan, meraklı ve sürekli arayışta olan bir insanım.”
Nasıl oluyor da insanları yakalıyorsun…
– İnsanlara değer veriyorum. Konuşurken gözlerinin içine bakıyorum. Anlattıklarını dinliyorum. Karşımdaki de bana böyle yaklaşsa, beni bir şekilde yakalıyor.
Üçüncü kitap ‘Şekerfare’, biraz senin hikâyen sanki… Öyle mi?
– ‘Şekerfare’nin baş kahramanı Şükran, bir senaryo yazıp onu da bir film şirketine satarak hızlıca ünlü ve zengin olmak istiyor. Benim iki romanım da film oldu, evet çıkış noktası benziyor ama orada vermek istediğim mesaj bambaşkaydı. ‘Kocan Kadar Konuş’ diye bir kitap yazdı, hedefi on ikiden vurdu değil! Çok uykusuz gece, çok işten kovulma, ailemi karşıma alma, reddedilme, ağlama krizi yaşadım o kitaba gelene kadar. Sanma ki şimdi de hayatım süper, mücadele eskisinden de sert devam ediyor. Beş yıldır tek başıma, yılmadan çalışıyorum, kitap sattı sattı, satmadı geçmiş olsun. ‘Şekerfare’ gerçekten emek vermeden, kafana, yeteneğine yatırım yapmadan elde edeceğin her şeyin sabun köpüğü gibi uçucu olduğunu anlatan bir hikâye. Her çıkışın bir inişi var. Başımıza hep güzel şeyler gelecek değil, ama biz altyapımızı öyle bir kuvvetlendirmeliyiz ki, o fırtınalardan az hasarla çıkıp yola devam edebilelim.
Sen Ege’yi istiyorsun da Ege de seni istiyor mu?
Dördüncü kitabın ‘Çevrimdışı Aşk’ınsa konusuna bayılmıştım. İstanbul’da Ege’ye yerleşmekle ilgili tatlı tatlı dalganı geçiyordun. Gündelik yaşam sosyoloğu musun?
– “Bu İstanbul’dan gına geldi, Ege’ye yerleşsek de kendi domates, salatalığımızı yetiştirsek?” ‘Çevrimdışı Aşk’ı yazmaya etrafımda dönen bu konuşmalar sebebiyle karar vermiştim. “Tamam, sen Ege’yi istiyorsun da Ege de seni istiyor mu dostum? Öyle kolay değil bu işler!” diyerek, kitabın başkahramanı telefonu eline yapışık, sosyal medya uzmanı, plaza kuşu Kumru’yu Datça’ya gönderdim. Sosyolog muyum? Hayır, ben sadece meraklı bir kız çocuğuyum.
Gözlemlerini, tespitlerini kitap yapıp bize mi satıyorsun?
– Güncel konularla ilgili yazmayı seviyorum ve sanırım tercihim hep bu yönde olacak.
Aslında bize bir tür ayna tutuyorsun…
– En başta kendime. Yazdığım her kitap, kendimle bir yüzleşme aslında. Kitabı tamamladığımda içimden bir parça özgürleşiyor sanki.
Ben yüzde yüz bir şehir insanıyım
Peki o kitaptaki kahramanın gibi köyde yaşayan bir adamla evlenir miydin mesela?
– ‘Çevrimdışı Aşk’ı yazmadan önce büyük şehirden köye yerleşen çok sayıda beyaz yakalıyla sohbet ettim. Bu kitabı yazmasaydım, “Tabii evlenirdim yahu!” diye atıp tutabilirdim ama araştırmalarım gösterdi ki, ben yüzde yüz bir şehir insanıyım! Mehmet gelse ya İstanbul’a?
Evlendin, üç ay sonra boşandın. Geçen röportajda beni savsakladın, nedenini söylemedin. Şimdi söylesene… Şiddetli geçimsizlik mi?
– Ay hiç sevmediğim şey varsa o da geçmişi konuşmak, ben hep ileriye bakanlardanım. Bak, sevgilimi tanıştıracağım diyorum sana!
BİR ERKEK KARAKTERİN AĞZINDAN İLK KEZ YAZDIM
Şebnem Burcoğlu’nun yeni sormanı ‘Süreya Kuaför Salonu’ Doğan Kitap’tan çıktı.
Gelelim olayın aslına, beşinci ve son kitabına; ‘Süreya Kuaför Salonu’na. Öncelikle tebrik ederim. Yazın sonunda çıktı ama yazın kitabı olmaya aday! Okumaya başladığımda ilk hissettiğim sıcacık, çok samimi ve çok özlediğimiz bir kitap olmasıydı. Biraz da özlediğimiz eski Yeşilçam filmlerini andırıyordu. Hadi bakalım söyle… Neden bir mahalle hikâyesi? Neden bir mahalle aşkı?
– Ayşe’m ben çok özledim o sıcacık duyguları. Instagram hesabımıza bakınca, kalabalık dünyamızda aşırı eğleniyormuşuz gibi duruyoruz ama kendi adıma konuşayım, giderek daha izole, daha yalnız hissediyorum kendimi. “Etrafımda bir-iki kişi olsun yeter!” diyorum. Konuştuğumuz o bayramlar, o samimi kalabalık, mahalle kuaförü, pencereden sarkıtılan sepetler… Özledim işte! O zamanlar her şey daha gerçekti sanki. Aşklar bile.
Senin ‘mahalle’de bulduğun ve bize sunduğun ne?
– Yan yana evlerde doğdukları andan itibaren başlayan dostluklar, ölümüne aşklar, dobra kadınlar, gerekirse ceketini alıp giden erkekler, en zor durumda bile el ele vermek… Yeşilçam filmleri kalbimize nasıl dokunuyorsa öyle işte…
Mekân olarak İstanbul’un belki de en kozmopolit semtini, Kurtuluş’u seçmenin özel bir sebebi var mı?
– Altı ay önce Bomonti’ye taşındım. ‘Çevremizi tanıyalım’ turu yaparken, ilk defa Kurtuluş’a düştü yolum. Profiterol hastasıyım ben. “Kurtuluş’taki Nazar Pastanesi’ninki yıkılıyor” dediler, gittim yedim, olamaz böyle bir şey! Hemen Nazar’ın yanındaki Doktor’un Yeri’ne oturdum kendime bir çay söyledim, esnafla muhabbete başladım ve bingo! Yirmi bardak çayın sonunda kalp çarpıntısı yaşarken dedim, “‘Süreya Kuaför Salonu’ kesinlikle bir Kurtuluş semti kitabı olmalı!”
Cemal Süreya göndermesi ne oluyor? Adam Cemal, kadınlar Feza ve Süreya…
– Bu kitap, diğer dördünden çok farklı. Diğerlerinde hikâyemi bir kadın kahramanın ağzından anlatıyordum. Bundaysa iki kadın, bir erkek hikâyeyi anlatıyor. Evet, erkek kahraman yazdım bu sefer. Hem de bir mahalle delikanlısı; Cemal. Bu delikanlının hayatının aşkı ise Süreyya. Öylesine seviyorlar ki birbirlerini, Cemal Süreya efsanesi oluyorlar mahallede. Feza ise Süreyya ile Cemal’in en yakın arkadaşı. Bu ikisinin evlenmesini beklerken Süreyya keskin bir U dönüşü yaparak zengin bir adamla evleniyor. Mahalle şok tabii…
Sonra mahalleye dönüşü muhteşem oluyor! O geçen süre zarfında Cemal, arkadaşı Feza ile evlenmiş oluyor. Hadi bakalım… Gel de çık işin içiden. Sonunu açık etmeyelim, okuyanlar görsün. Mahalledeki bütün karakterler muhteşem ve filmlik! Sen yine sinematografik düşünerek mi yazdın?
– Hem film izlemeyi hem de kitap okumayı çok sevdiğimden böyle bir tarz çıkıyor sanırım.
Bence kesin film olacak. Süreyya’yı Feza’yı ve Cemal’i kimler oynamalı?
– Süreyya ve Feza son derece güçlü, gururlu ve kararlı kadın karakterler. Cemal ise delikanlılığının yanısıra büyüdüğünün ve yaş aldıkça hayatın ona bir şey öğrettiğinin ayırdına varan sıradışı bir adam. Sürprizli karakterler, mesela Süreyya deyince Serenay Sarıkaya geldi gözümün önüne…
Boşanmak bir ömür sürer evlenmek bir dakika
Zengin insanların dünyasına ait anlattıklarına da çok güldüm. Ama hiç mi alçakgönüllü, samimi zengin yok? Samimilik, hep fakirliğin tekelinde mi?
– Zenginliği nasıl elde ettiğine bağlı bu. Hazmedilmiş bir zenginliğin yapıtaşı alçakgönüllülük zaten. Benim kitapta yazdığım zenginler sonradan görme… Eh, sonradan görünce de biraz sıkıntılı oluyor.
Kitaptaki boşanma sorunsalına da bayağı güldüm. Çok mu tanık oldun sen bu hallere? Sen boşanırken de başına geldi mi?
– Benim anlatacağım heyecanlı bir şeyim yok. Ama etrafımdaki uzun ve karmaşık boşanmalara baktıkça, “Acaba karşındaki insanı seyahatte, yemekte falan değil de boşanırken mi tanıyorsun?” diye düşünmedim değil. Millet evlenmek için aylarca, yıllarca düşünüyor da… Halbuki boşanmak bir ömür sürer, evlenmek bir dakika!
Şimdi hayatının sence neresindesin? Daha neler yapmak istiyorsun? Bu kadar yazıp çizip çalışıyorsun…
– Geçenlerde biri, “Oğlaklar yaş aldıkça gençleşir ve sakinleşir” dedi. Canım benim, inşallah! Burcu oğlak, yükseleni oğlak biri olarak diyebilirim ki vaziyetim şudur: “Durmak yok, yola devam!” Benim şu anda iki isteğim var Ayşe’ciğim. İlki, televizyon programı yapmak. Böyle doğal, içimden geldiği gibi sohbet edelim istiyorum ekranda. Ve sevdiğim insanla bir çocuğumuz olsun istiyorum.
Harikaymış, bütün kalbimle olmasını diliyorum. Kitabın girişinde Cemal Süreya’dan alıntı var, ‘Hayat kısa, kuşlar uçuyor’ diye. Ne demek senin için bu? Hayat bitmeden ve kuşlar uçup gitmeden ne yapmalıyız?
– Hayat o kadar kısa ve yapacak o kadar çok şey var ki… Bazen hayal kurarken yoruluyorum yemin ederim. O kuşlar da biziz bence. Uçmalıyız, hep uçmalıyız!
Cemal yıllarca aşk acısı çektiği Süreya’yı mı yıllarca arkadaşlık ettiği Feza’yı mı seçecek?
Feza, Süreyya ve Cemal doğduklarından beri çok yakın arkadaşlar. İstanbul’un Kurtuluş semtinde, mahalleliyle mutlu mesut yaşıyorlar. Cemal, güzeller güzeli Süreyya’ya âşık ve bütün mahalle onların aşkına hayran. Fakat bir gün Süreyya’ya bu aşk yetmiyor ve çok zengin bir adama kaçıp, herkesle ilişkisini kesiyor. Yıllar geçiyor. Feza Süreyya’nın hem aklı biraz gidik annesine bakarken hem de onun Süreya Kuaför Salonu’nu işletirken, Cemal de oto tamircilik işini büyütüyor.
Bir gün Cemal karar veriyor ve can dostu, akıllı ama asabi Feza’ya evlenme teklif ediyor. Feza çok şaşırsa da, aslında mutlu olup kabul ediyor fakat mutluluğu, tam 11 yıl sonra, kocası tarafından aldıtılan Süreyya’nın mahalleye geri dönmesiyle tuz buz oluyor! Bu üç karakter geçmişleriyle yüzleşirken, Feza ve Süreyya, annelerinin de aynı erkeğe âşık olduğunu öğreniyorlar.
Romanın tabii ki sizinle paylaşmayacağım sonunda bakalım Cemal kimi sececek? Yıllarca aşk acısı çektiği Süreyya’yı mı, yıllarca arkadaşlık ettiği Feza’yı mı?