Tek başına motosikletle dünya turu… Bugüne kadar 40 ülke gezdi

İşte ben böyle kadınlara bayılıyorum!!!!❤️Hayalinin peşinden giden, hiç bi engel tanımayan CESUR kadınlara💪 Mutlaka mutlaka takip edin…
.
Gülşah Merve Yüksel,
tek başına motosikletle dünya turuna çıkan özgür, tutkulu, şahaneee bir ruh💕30 yaşında ve 40 ülke gezdi. Gezmeye de devam ediyoooo✨
.
O aslında, zihinsel engelliler öğretmeni. Babası lisedeyken, Sevgililer Günü’nde, ona sarı bi scooter hediye ediyor. Motosiklet aşkı işte böyle başlıyor. Önce Türkiye’yi sonra Avrupa’yı geziyor. Şimdi de dünya turunda… Arkasında büyük bir destekçi yok, düşünebiliyor musunuz bi sponsoru bile yok, bi ekip yok, kameralar yok… Çok çok sınırlı bütçesi ve tutkusuyla yollarda🔥
.
Ben İstanbul’a uğradığında yakaladım, röportaj yaptımm. Sonra İran’a geçti, ardından Pakistan’a…. Şimdi Hindistan’a geçmeye hazırlanıyor. Merakla takip ediyorum maceralarını… ve onunla çok gurur duyuyorum👏 

Bi başına çıktığı bu yolculuğu, ‘delilik’ olarak görmüyor. “Bence en büyük delilik, bulunduğun ortamdan mutlu olmadığın halde, onu değiştirmek için bir şey yapmamak… Hayallerinin peşinden koşmamak…” diyor. Çok da haklı!⭐️
.
Motosikletle, Orta Asya’nın tamamını keşfeden Gülşah; Gürcistan, Rusya, Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Moğolistan gibi ülkeleri aşıp, “Ben yapıyorum, siz de yapabilirsiniz!” mesajını veriyor. Yollarda, İstabul’da harcadığından daha az harcıyor, kamp yapıyor, insanların evlerinde misafir oluyor ve dünyayı, farklı kültürleri keşfediyor, hepimize de ilham veriyor.
.

Çıktığı bu dünya turu; onun kendi sınırlarını keşfetmesini, korkularını aşmasını sağlamış. Vee harika anılar biriktirmesini… 

Gülşah’la uzun bir röportaj gerçekleştirdik… Lütfen okuyun ve müthiş kadını tanıyın. Lafı fazla uzatmadan, sözü cesaretiyle ilham veren bu şahane kadına bırakıyorum.
.
Gülşah’ın dünya turunu tamamlamak için desteğe ihtiyacı var. Instagram ve YouTube’dan paylaşımlar yapıyor. Ona destek olmak için takip edebilirsinizzzz. Edin. Keşke onu destekleyebilecek kurumlar da olsa. Çünkü bu genç kadın şahane bi rol model. Ve dibine kadar sahici!!!!

Gülşah ya… İnanılmazsın! Cesursun, öncüsün, özgürsün ve müthiş bir rol modelsin… En önemlisi sahicisin! Proje değil, gerçeksin…
-Çok teşekkür ederim, ne güzel bunları sizden duymak…

Tek başına, motosikletle dünya turuna çıktın. Arkanda bir ekip yok. Seni görüntüleyen yok. Kameralar yok. Kısıtlı bir bütçen var. Doğru dürüst bir sponsorun bile yok. Şimdiden 40 ülke gezdin. Ve hala yollardasın. Bu macera nasıl başladı?
– İstanbul’da sıkışmış kalmıştım. Hayat pahalılığı da cabası. Her gün, birbirinin aynıydı. Keyif almadan yaşıyordum, daha doğrusu, ben yaşadığımı hissedemiyordum. Gençtim, hayallerim vardı ama peşinden gidemiyordum. “Bu böyle olmayacak hadi Gülşah!” dedim.

BÜTÜN MESELE KONFOR ALANINDAN DIŞARIYA ÇIKMAYI GÖZE ALMAK

Kendi sınırlarını zorlamak istedin…
-Aynen öyle! Ama tabii kolay olmuyor. Kimse “Hadi git kızım, ben sana sponsor olurum!” demiyor. Ünlü değilim, insanların çok tanıdığı biri değilim. Birkaç kuruma gittim, elçiliklere yazdım. Nitekim tüm kapılar, tek tek yüzüme kapandı. Sonra düşündüm, “Ben yaparım ya… Kimse destek olmasa da yaparım!” Ve yollara düştüm… Mesele, konfor alanından dışarıya çıkmayı göze almak… Küçük bir motosikletim vardı, sattım, üzerine de kredi çektim. Yola uygun bir motosiklet seçtim. Artık hazırdım. Beni 2-3 ay idare edecek bir bütçem de vardı. Evim, bundan böyle motorumdu. İki üç parça kıyafetimi ve diğer gerekenleri motosikletimin çantasına özenle yerleştirdim. Ve yeni hayatıma “hoş geldin” dedim…


Delilik mi, ne bu?

-Yooo. Bence en büyük delilik, bulunduğun ortamdan mutlu olmadığın halde, onu değiştirmek için bir şey yapmamak… Hayallerinin peşinden koşmamak… Kısacık hayatlarımızda, mutlu olmadan, yeni insanlar tanımadan, kendimizi bile keşfedemeden bir gün daha, bir gün daha yaşamak… Bir türlü adım atamamak…

Peki sen neyi kanıtlamaya çalışıyorsun?
-Annemin de sürekli sorduğu bir soru bu… Mücadelem kendimle. Ben, bize öğretilen düzenin dışında bir hayat kurabileceğimizi, bulunduğumuz ortamın çok ötesinde, dünyanın bizim “evimiz” olduğunu düşünüyorum. Ve o dünyayı tanımak istiyorum. Kadını-erkeği yok bu işin. Konfor alanlarımızdan çıkmamız gerekiyor. Çıktığımız anda, hayat bize yeni kapılar açıyor. Net bilgi.

Hiç korkmuyor musun?

-Başlarda korktum tabii. Kaskın içerisinde nefesimin nasıl kesilecek gibi olduğunu bir ben bilirim. Ama kat ettiğim her kilometrede, korkum azaldı. Korkuların da bize öğretilen şeyler olduğunu fark ettiğimde, korkularımdan uzaklaştım. Neler neler demediler ki… “Orta Asya’ya gitme Gülşah! Çok tehlikeli!” Ama tanıştığım her insan, gülümseyen her çocuğun yüzü, korkularımın uçup gitmesine sağladı. Kimseye şans vermeden, ön yargılı bir şekilde yaklaşırsak, korkarız tabii. Ben korkmamayı öğrendim. Öğretilmiş bu duyguyu, zihnimden sildim. Bilinmezlik, insanı korkutuyor. Ben bakış açımı değiştirdim, o bilinmezlikte neler yaşayacağımı, heyecanla beklemeye başladım. O zaman korku- morku kalmıyor!

Daha önce Türkiye’nin tamamını ve Avrupa’yı motosikletle gezmişsin…
-Evet. 13 yaşından beri motosiklet kullanıyorum. Motosiklet ehliyeti aldığımdan beri de motosikletimle seyahat ediyorum. Motosiklet demek, benim için özgürlük demek. Keşfetmek demek, dünyanın dört bir yanından insanlarla tanışmak, onların mutluluklarına, üzüntülerine ortak olmak demek. Öyle harika bir şey ki hem sosyalleşiyorsunuz hem yalnızlığınızdan da keyif almayı öğreniyorsunuz. Bu öğreti de bana dünyanın kucağını açtı.

İlk seyahatini nereye yaptın?

– 18 yaşında Antalya’ya gittim. Navigasyonum yoktu, bilgim yoktu. Gitmem, 23 saatimi aldı. Uyumak için yol kenarında kamp yaptığım da oldu, tabelaları kaybedip, kendimi bambaşka yerlerde bulduğum da… O seyahat için 10 günlüğüne evden ayrılıp, tam 1 ay sonra döndüm. Her şeyin başlangıcı işte o seyahat oldu! Bir sene sonra yani 19 yaşında, 2 ay süren bir Türkiye turuna çıktım. Amacım kadın cinayetlerine dikkat çekmekti. Samsun’dan Doğubayazıt’a, Şırnak’tan Antalya’ya, Çanakkale’den Van’a kadar Türkiye’nin her şehrinde motosiklet kullandım. Kadın dernekleri ile de konuştum. Ne kadar kamuoyu yaratabildim bilmiyorum. Ama bir şeyler yapmak, sesimizi duyurmak, haklarımızı anlatmak istiyordum.

Sonraki sene?
– Bu sefer, Avrupa’yı keşfetmek için yollara düştüm. Motosiklet ve seyahat zehri bulaşmıştı bir kere. Duramıyordum. Kışları birikim yapıyor, sonra yollara düşüyordum. Yunanistan’dan çıkıp, önce Adriyatik kıyılarını gezdim, ardından İtalya, İsviçre, Almanya, Danimarka… Ve kıtanın sonuna geldim. Yol bitti. Kuzey’de araçla gidilecek son nokta Norveç Nordkapp’a kadar gittim. Geri dönüş ise Finlandiya, Baltık ülkeleri üzerinden Polonya Romanya derken 3 ay sürdü. Yağmur yağdığı için ağlayan, teknik bilgisi olmayan küçük bir kız çocuğuydum o zamanlar. Ama yine de yaptım. Üstelik tüm bunları İngilizce bilmeden başardım.

Şaka?

-Yooo. İnsanlarla iletişim kurmak için ille de dil bilmeniz gerekmiyor. Pratik biriyseniz halledebiliyorsunuz. Afrika kıtasında Fas’ı gezdim. Geçen sene ise; insanlara ellerindekilerin kıymetini bilmeyi birazcık da olsa gösterebilmek için tüm Avrupa’yı scooter’ımla gezdim…

Neden böyle bir şey yaptın?
-İnsanların hayalleri çok büyük çünkü! “Seyahate uygun bir motosikletim olsun” dedikleri anda, 300-400 bin bütçe ayırmaları gerektiğini düşünüyorlar. Oteller günlük 80-90 dolar, yeme içme maliyetini de hesapladıklarında, “Beni aşar!” deyip, vazgeçiyorlar. Ben de bunun aksini kanıtlamak istedim. Ben o seyahatimde; 3 ay boyunca çadırda kaldım, yemeğimi de kendim yaptım. Çok küçük bir scooter ile paramın tamamını seyahate ayırarak, muhteşem yerler gördüm. Vazgeçmek en kolayı. O ilk adımı atmak zor. Zor ama imkansız değil, ben yaptım. Onlar da yapabilir…

Gelelim dünya turuna…

-Orta Asya’nın tamamını keşfettim. Gürcistan, Rusya, Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Moğolistan… Çoğu kişi, “Ben asla yapamam!” der. Ama denemeden der. Kendine sınırlar oluşturur, kesip atar. Deneyimlemek için de çaba sarf etmez. Oysa, o kadar keyifli ki doğa ile baş başa kalmak.

Kendimize sınırları koyan biziz aslında… Sen bunu mu anlatmaya çalışıyorsun…
-Aynen öyle! Ben dünya turunda kendi sınırlarımı keşfederken, aslında o sınırları hep delip geçtim. Motosikletle toprak yol, bozuk yol tecrübem yoktu mesela. Hep kaçmıştım. “Yapamam” diyordum. Afganistan sınırında, 4500 metrede, vazgeçmeden düşüp, kalkarak ve her kalktığımda daha da güçlü olarak o sınırı aştım. Tek çocuk olmanın şımarıklığı ve konforu içerisinde büyümüş olmama rağmen, düştüğümde nazlanacak kimsem olmadığı için canım yanmasına rağmen devam ettim. Ve o sınırları tek tek aştım. Keşfetmekle gelen başarma duygusu; o korkuların ve sınırların aslında çoğunlukla salakça ön yargıdan ibaret olduğunu fark etmenizi sağlıyor.

Harikasın valla! Bir gününü anlat bize…
– Bulunduğum coğrafyalar, çok iyi planlama yapmayı gerektiriyor. Güne, çok erken başlıyorum, sabah 6’da. Ana rotam belli olsa da kalacağım yerleri, yolda market olup olmadığını, benzin alabileceğim yerleri kontrol ediyorum. 3 aydır aynı motosiklet kıyafetlerini giyiyorum. Her hafta düzenli bir şekilde makine bulursam makinede, bulamazsam elimde yıkamaya çalışıyorum. Motosikletimin etrafında 2 tur atıyorum; bir yağ sıkıntısı, bir aksilik olup olmadığını kontrol ediyorum. Kaldığım yerlerin ev sahipleriyle vedalaşıp, kocaman sarılıyorum. Sonra yola çıkıyorum. İlk hedefim, depom dolu bile olsa benzini doldurmak oluyor. Veee önceden hazırladığım noktalarda, mola vererek devam ediyorum. Gün içerisinde yemek yemiyorum. Çünkü karnım tok olduğunda, ağırlık çöküyor ve devam etmekte zorlanıyorum.

Her gün kaç kilometre yol yapıyorsun?
-Değişiyor. Bazen günde 2-3 saat sürüyorum; bir şehre varıp o şehri keşfediyorum. Bazen 100 kilometre 8-9 saat sürüyor. Uyumak için bulduğum yerde, bayılıp kalıyorum. Eğer şehre vardıysam; şehri geziyorum. Beğendiysem 4-5 gün kalıyorum. Bazen şehre varamıyorum. Bir evin kapısını çalıyorum ya da bir yerlerde kamp yapıyorum. Akşamları seyahatimin bütçesi için video yapmaya başlıyorum. 3-4 saatimi alıyor gün boyu çektiklerimi montajlamak.

KONAKLAMA İÇİN MAKSİMUM 20 DOLAR AYIRIYORUM

Günde ne kadar para harcıyorsun?
– Konaklama için maksimum 20 dolar ayırıyorum. “Ben bu pislikte uyuyamam!” dediğim yerlerde de kaldım, muhteşem yerlerde de… Otel tercih etmiyorum artık. Küçük moteller, misafirhaneler… Bazen yolda tanıştığım insanlar beni davet ediyor evlerine, misafirleri oluyorum. Benzin, yeme içme… Orta Asya’da maliyetimi düşüren en önemli kalemler oldu. Yol boyunca kaybettiğim kablolar, kırılan elektronik eşyalar, motosikletin bakımıyla birlikte, günlük bütçemi 35 dolarlara düşürdüm. Ki bu İstanbul’da kendi düzenimde yaşamamın maliyetinden daha düşük. Ev kirası, mutfak masrafı, birkaç akşam yemeği dediğimde bunun çok üstünde param gidiyordu ve keyif almıyordum.

Peki ne yiyorsun, içiyorsun?
-Yemek bulamadığım çok gün oldu. Marketten aldığım hazır çorbalarla da beslendim, bisküviyle de. Evine misafir olduğum insanlarla bir ekmeği de paylaştım. Gerçekten ekmeği paylaştık. Yoktu çünkü. Olmaması onların ayıbı değildi. Tacikistan’da savaştan etkilenen insanların, su bulamayışlarına da tanık oldum. Gittiğim marketlerde, koladan şekere kadar her şey vardı ama su yoktu. Düşünebiliyor musunuz? İnsanın temel ihtiyacı sudan söz ediyoruz. Ama bazı yerlerde yok. Hadi ben geçiciydim orada, seyahat ediyordum… Peki onlar? Hala aklım almıyor. İnsanların evinde kaldığımda gerçek samimiyeti, misafirperverliği gördüm. O yüzden konaklamada artık buz gibi otelleri değil, insanların kendi kapılarını açtığı yerleri tercih ediyorum.

SİBİRYA’DAN KIRGIZİSTAN’A, ÖZBEKİSTAN’DAN KAZAKİSTAN’A KADAR HER YERDE TÜRKÇE İLE SORUN YAŞAMADAN SEYAHAT EDEBİLMEK MÜMKÜN

Peki dil meselesi sorun olmuyor mu? Bütün bu iletişimi, İngilizce ya da başka bir yabancı dil bilmeden nasıl yapıyorsun?
-Dil benim için hiçbir zaman sorun olmadı. Tüm iletişimin enerji ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Bir de hepimizin eliminin altında her türlü teknoloji var. Güzel enerji ile gerçekten telefondan yazdığınız bir mesajla bile duygunuzu, mutluluğunuzu hissettirebilmek çok kolay. Dil, gerçekten seyahat etmek için problem değil. Evet bilsem çok daha rahat olur, daha çok insanla iletişim kurabilirim. Ama şimdiye kadar sorun olmadı. Öğrenirim belki. Neden olmasın?

Orta Asya’da Türkçe konuşmuşsundur…
-Evet. Sibirya’dan Kırgızistan’a, Özbekistan’dan Kazakistan’a kadar her yerde, Türkçe ile sorun yaşamadan seyahat edebilmek mümkün. Bunun verdiği gurur ise anlatılamayacak kadar büyük. Birbirimizden bu kadar uzak kalmışken, aynı dili paylaşıyor olmak..

Avrupa’yla Asya’nın farkı ne?
-Avrupa’da çok güzel yemekler yiyip, harika manzaralar görebilir. Hiçbir sorun yaşamadan, medeniyetin içerisinde kaybolup; çok keyifli anlar biriktirmek mümkün. Yıllarca orada seyahat ettim. Sicilya’da muhteşem bir gün batımıyla şarap içip, Yunanistan tavernalarındaki akşamlarda eğlenip, İsviçre’nin doğasına saatlerce bakıp hayran olduğum zamanlar oldu. “Ne güzeldi be!” diyip 2 gün sonra unuttum. Hikayem olmadı, paylaşacağım, anlatacağım anılarım olmadı. Tekrar söylüyorum; muhteşemdi. Ama eksik bir şey vardı. Ama Asya başka… Zorlu coğrafya şartlarının verdiği mücadele ile oluşan hikayeler var. İnsanlar yaşanan zorluklar ile birbirine sarılmış durumda. Ve seyahat eden biri, onlar için çok değerli. Bir de ben bir Türk kadını olarak, değerliyim onlar için… Aynı topraklardan geliyoruz. Aynı tarihi paylaştık.

Kim bilir neler yaşamışsındır…
-Valla yazsam kitap olur! Kazakistan sınırında, önümde nasıl geçeceğimi bilmediğim 300 kilometre toprak bir yol vardı. Orada, işitme engelli bir çocuğun desteğini asla unutamam. Düşmemden korkmuş. Telefonunu uzattı. Rusçadan çevrilmiş bir yazı: “İşitme engelliyim. Önümüzdeki yol çok bozuk. Sana bir şey olmasından korkuyorum. Eğer izin verirsen, rahatsız etmeden arkadan arabayla takip etmek istiyorum..’’ O yol, 8 saat sürdü. Hava 38 dereceydi. Suyum bitti, arabadan soğuk su getirdi, benzinim bitti, destek oldu. Çölün ortasında durduk, dinlendim, arkadaş olduk. Hiç tanımadığım biri, beni düşündü. Hayatımdan endişe etti. Hiçbir çıkarı olmadan bana yardım etti. Böyle bir şeyi daha önce hiç yaşamadım. Avrupa’da yaşayabilmeme imkan yok. Afganistan sınırınına giderken, Tacikistan’da düştüm. Hemen biri koştu geldi. Bir şişe suyla. Motosikleti kaldırdık devam ettim. Bunun gibi tonla hikaye anlatabilirim. Defalarca kalacak yer bulamadım, rastgele bir kapı çaldım. Hiç tanımadığım insanlarla bir sıcak çorbayı paylaştım. Medeniyet dediğimiz şeyin biz Avrupa’da olduğunu sanıyoruz, iki kıtayı da gezmiş biri olarak söyleyebilirim ki gerçek medeniyet ve insanlık Asya’da…

Peki güzel Gülşah, “Yollarda başıma bir şey gelir” diye hiç mi korkmuyorsun? Barış mesajı vermek için otostop çekerek, ülkeleri gezen Pippa Bacca’nın öldürüldüğü bir dünyada yaşıyoruz…
-Yıllar önce Pippa için yollara düşmüş bir kadın olsam da benim insanlara karşı samimiyetim ve güvenim hep çok yüksek oldu. Bunu bir korku haline hiç getirmedim. Evet, bir kadın olarak temkinli olmak zorundayım. Ama ön yargıyla yaklaştığım herkesten, inanılmaz iyilikler ve misafirperverlik gördüm. Dolayısıyla o korkularım bitti…

Kendini koruyacak bir şeyler var mı yanında… Ne bilim çakı makı? Ya da biber gazı?
-Yola çıkmadan önce, bunların hepsini aldım yanıma. Kendimi savunacak bir şeye ihtiyacım olacağını düşünüyordum. Ama bunları taşıdığım için artık kendimden utanıyorum. Ön yargı ile yaklaştığım her yerde, insanlar bana kol kanat gerdi. Biber gazını birkaç hafta sonra attım. Çakım ise kamplarda domates doğramak için falan… Çantamın bir yerlerinde. Nerede olduğunu dahi bilmiyorum. Kendini korumanın bu coğrafyada en önemli yolu; samimiyet ve güler yüz.

En başa dönelim motosiklete olan ilgin nasıl başladı?
-Babam bir motosiklet kullanıcısı. Dedem de motosikletli polisti. Bizde aile geleneği! Hiç arabamız olmadı. Her yere motosikletle gidip geldik. Liseye geçtiğim kış, tek çocuk olmanın da verdiği şımarıklıkla “motosiklet istiyorum” diye tutturdum. Babam, Sevgililer Günü’ne denk gelen hafta; sapsarı, çiçekli küçücük bir scooter aldı bana. Ehliyetim olmadığı için sadece bahçede kullanabiliyordum. Annem hep tepkili oldu motora. Ona, motosikletle ne kadar mutlu olduğumu hissetirmeye çalıştım, çalışıyorum hala..

ZİHİNSEL ENGELLİLER ÖĞRETMENİYİM

Eğitimin peki? Ne okudun?
-Hep öğretmen olmak istedim. Bizim zamanımızda öğretmenlik kutsal bir meslekti. Saygı duyardık. Minnet duygumuz vardı. Artık öğretmenlerimize teşekkür etmeyi de unuttuk. Daha değerli yerlerde olmaları gerekiyor bence. Öğretmenliği seçtim. Lisansımı Maltepe Üniversitesi Zihin Engelliler Öğretmenliği bölümünde tamamladım. Bir arkadaşımın oğlu otizmliydi, bugüne kadar da pek çok otizimli çocukla çalıştım. Mesleğimi çok seviyorum.

BÜYÜK DESTEKÇİM YOK, ÜNLÜ BİRİ DEĞİLİM. VARLIKLI DA DEĞİLİM. BÜTÇE KONUSU ZORLUYOR. ÇOK AZ PARALARLA İDARE EDİYORUM. HEM YOLLARDAYIM HEM DE SÜREKLİ SOSYAL MEDYA İÇİN İÇERİK ÜRETMEM GEREKİYOR

Büyük sponsorların da yok. Masraflarını nasıl karşılıyorsun?
-Motosikletimin servisi gibi konularda Aprilia beni destekliyor. Onlara teşekkür borçluyum. Transfer işleri en zor kısmı, Allah’tan biraz destek bulabildim. Ama bütçe konusunda tabi ki sürekli çalışmam gerekiyor. Ünlü biri değilim. Varlıklı da değilim. Az paralarla idare ediyorum. Hem yollardayım hem de sürekli sosyal medya için içerik üretmem gerekiyor. Tek başıma olduğum için çek, montajla, internet bul, yükle… Kolay olmuyor. Bu seyahate devam edebilmek için bütçe ihtiyacını karşılayabilmem gerekiyor. Sürekli videolar çekip, internet bulup yüklemeye ve seyahatimi sosyal medya ile desteklemeye çalışıyorum. Şu an tam istediğim şekilde gitmese de iyi olacağına inanıyorum. Çünkü emek harcıyorum ve hiçbir emeğin karşılıksız kalmayacağını biliyorum.

MOTORUN BAKIMINI KENDİM YAPIYORUMOJELERİMDEN VE BAKIMLI ELLERİMDEN VAZGEÇİP, HER ŞEYİ TAMİR ETMEYİ ÖĞRENDİM


Motorun bakımı nasıl oluyor?
-Kendim yapmayı öğrendim. Ojelerimden ve bakımlı ellerimden vazgeçip, her şeyi tamir etmeyi çözdüm. Şu ana kadar her yerde, servis imkanı da bulabildim. Seyahate başlamadan önce bunlar beni çok korkutuyordu. Ama her zaman güzel kapılar açılıyor önüme. Ve her sıkıştığımda destek bulabiliyorum.

Ya arızalanırsa… O zaman ne olacak?

-Eğer lastiğim patlarsa, bir şey kırılırsa; mekanik bir şey olursa, elimden geleni fazlasıyla yapmaya çalışırım. Ama elektronik bir arızayla karşılaşırsam, ne yaparım ben de bilmiyorum. Ama yolculuğun tanıştırdığı insanlar sayesinde, arayacağım bir sürü telefon numarası oluyor. Bence bir arıza durumunda, çaresiz kaldığımda, onu da organize ederim diye düşünüyorum.

Hiç kaza geçirdin mi?
– 2021’de, bir araç sürücüsünün kontrolsüzce kavşaktan çıkması sonucunda ağır bir kaza geçirdim. Neredeyse tüm vücudumda kırıklar oluştu; belden boyuna kadar. Ama tutkumdan vazgeçmedim. Ertesi sene Avrupa seyahatine çıktım hemen. Dünya turunda da defalarca düştüm. İlk düştüğümde, kuma saplandım. Birinin gelip, bana yardım etmesini bekledim. Saatler sürdü ama sonunda biri beni gördü. Motosikleti kaldırdık ve yola devam ettim. Canım yanıyordu ama devam etmek zorundaydım.

Sağlık sigortan filan var mı?

-Siz söyleyince, bu eksikliğin farkına vardım. Yaptırmadım. Aklıma dahi gelmedi. Ama geçtiğim coğrafyalarda ev bulmak bile zorken; sağlık sigortasını kullabileceğim hastane olur mu düşünmüyor değilim. Ama sanırım şart. Bilemedim.

En tehlikeli ülke hangisiydi?
-Kendimi şu ana kadar tehlikede hissettiğim tek bir yer olmadı. Coğrafyanın tehlikeli olduğu Pamir Dağları ve Wakhan Koridoru’ydu. O da yolların zorluğundan. Düşsem ölürdüm. Düşmedim… Uzaktan bakınca Afganistan sınırı çok tehlikeli diye düşünüyor insan. Ama askeri bölgelerde, özel izinlerle gezdiğim için en güvenli yerler haline geliyor.

Maceralarını sosyal medyada paylaşıyorsun. Nasıl dönüşler alıyorsun? Çok sıkı takipçilerin var… Onlarla nasıl bir gönül bağı var aranızda?

-Uzaktayken anlamıyordum. Yorumları okuyordum sadece. Türkiye’ye 10 günlüğüne geri döndüğümde fark ettim ki birçok ailenin kızı haline gelmişim. Meğer insanlar bu seyahate ortak olmuş, benimle birlikte gezip öğreniyor, aç kaldığımı söylediğimde, onların da canı yemek istemiyor, düştüğümde onların da canı yanıyormuş. Bu çok özel bir duygu. Tek başıma seyahat etsem de bu hikâyeye ortak olan birçok insanın olması, daha güçlü durmamı sağlıyor. O yüzden üzüldüğüm, sevindiğim her anı paylaşmaya çalışıyorum.

“Türkiye’den geliyorum” deyince insanların tepkisi ne oluyor?
-Türk motosiklet kullanıcıları ya da gezginler maalesef ki Orta Asya’yı pek keşfetmiyor, Avrupa’yı tercih ediyorlar. Bu bölgeye motosikletle gelen Türk sayısı, bir elin parmağını geçmez. Üzülüyorum bu duruma. Çünkü bu bölgede tarihimiz var, insanların misafirperverliği ve güler yüzü var. Ziyaret eden insan sayısı da az olunca, bir Türk gördüklerindeki heyecan, yüzlerine yansıyor. Bana sarılıyorlar. Duygulanıyorlar. “Sen tek başına oradan nasıl geldin?” “Bir şeye ihtiyacın var mı, bizimle kalabilirsin” diyorlar… Ben misafirperverliği Orta Asya’da yaşadım. Ve bu kültürü tanıma fırsatım olduğu için de çok mutluyum.

TARİHİ İPEK YOLU MUHTEŞEMDİ! KESİNLİKLE 3 AY BOYUNCA TARİHE YOLCULUK YAPTIM


Tarihi İpek Yolu’nu motosikletle geçmek nasıl bir histi?
-2000 yıl öncesinde kervanların, atlarla develerle geçtiği o bölgede seyahat etmek müthiş bir histi. 50 derecenin altında motosiklet kullanmaya zorlanırken; ticaret için insanların o yollarda yükleriyle nasıl yol aldıklarını düşündüm sürekli. Kızılkum Çölü’nün ortasında, kum fırtınasına yakalandığımda, ne yapacağımı bilemediğim. Ama tarih bana güç verdi. Kervanların uğrak noktası olan Hiva’da, Buhara’da, Semerkant’ta mola verdiğimde, tarihin ne kadar iyi korunduğunu görünce inanılmaz mutlu oldum. İpek Yolu zorlu bir rota. Çöl geçişi, şehirler arası mesafelerin uzak oluşu çok iyi planlamalar gerektiriyor. Benzinden yiyeceğe kadar stoklu gitmelisiniz. Sırt çantamdaki su hayatımı kurtardı. Günde 7-8 litre su içip, kana kana susadığımı hatırlıyorum. Ben, yollar nispeten iyiyken, çölün ortasında zorlanırken, o insanların bir tarihi değiştirmelerini, Çin’den gelen ipekleri Avrupa’ya nasıl taşıdıklarını; zamanla kültürlerin, dillerin, dinlerin nasıl taşındığını hayal dahi edemiyorum. 3 ay boyunca, kesinlikle tarihe yolculuk yaptım

Bugüne kadar en çok etkilendiğin yer neresiydi?
-Kırgızistan. Tek kelime ile 30 senelik hayatımın en güzel 3 gününü yaşattı bana. 2000 metrede bulunan Son Göl’üne ulaşmak için 4-5 gün boyunca motosiklet kullandım. Asfalt olmayan yollarda; muhteşem bir coğrafyada hiçliğin ortasındaydım. Çayırlarda, çimlerin üzerinde; yol dahi olmayan yerlerde sürerek göle ulaştığım. Orada ise insan eliyle mahvetmediğimiz, bina olmayan, yapılaşma ya da hiçbir tesis bulunmayan bir göl ile karşılaştım. Sadece göçebe bir hayat süren Kırgızların çadırları, atları, çocukları vardı. Ve bacası tüten 4-5 tane çadır… Bir tanesinin yanına gittim ve kalmak istediğimi söyledim. Dinara, Türkçe biliyordu. 2 tane elmas gibi çocuğu vardı. 3 gün boyunca o aile ile zaman geçirdim. Zaman durmuştu orda. Güneşin doğuşu ile hayata başlıyor, inekleri ve atları sağıyorduk. Çocuklar sonsuz çayırlarda oyunlar oynuyor, hiç ağlamıyorlardı. Oyuncakları yoktu. Doğa, onların eviydi. Ve birbirleriyle çok kaliteli zamanlar geçiriyorlardı. Dinara, Türkiye’den geldiğim için Türk yemekleri yapıyordu bana, sohbet ediyorduk. Çarşafları ve tüm kıyafetleri elinde leğende yıkıyor, duş için sobanın içerisinde su ısıtıyordu. Ve tuvalet yoktu. Çukurlar vardı. Doldukça yerleri değiştiriliyordu. Yatak yoktu. Çadıra şilte serip üzerinde yatılıyordu.
İnternet, telefon, sosyal medya yoktu, sohbet ediliyordu. Yazın ortasında gündüz 15, gece ise -7 derece olan havada, sohbetlerimizle ısındığımız, birbirimize sarıldığımız muhteşem 3 gün geçirdim. Dünyayı mahfetmeden, düzeni bozmadan da yaşamak mümkün. Orada gördüm.

Kore ve Japonya’ya da gitme planlamışsın. Neden olmadı?
-Hedefim, Orta Asya’yı bitirip, Kore ve Japonya’ya, ardından motosikletimi Kamboçya’ya gönderip, Asya’yı keşfetmekti. Bu bölgede seyahat eden kişi sayısı çok az olduğu için doğru bilgileri edinebilmek zor oluyor. Olmayan İngilizcem ile araştırmaya başladım. Pandemiden sonra Japonya’ya Rusya’dan geçişler iptal edilmiş. Ama Vladivostok Rusya’dan, Kore Busan’a giden bir feribot bulabilmiştim. Fiyat aldım; her şeyi anlattım. Tamamdı. Yola çıktım. Moğolistan’a yaklaşırken, tekrar iletişime geçmeye çalıştım. Fiyatın 3 katına çıktığını (2800 dolar) olduğunu ve feribot iptal olursa, paramın iade edilmeyeceğinden söylediler. Ardından Rusya tarafı ile görüştüm ve anlamadığım bir şekilde iletişim kesildi. Moğolistan’da sıkışıp kalmıştım. Bir çok kanal denedim ama olamadı. Tabii ki dünya turu hayalimden vazgeçmeyecektim. Kore’den Kamboçya ve ardında Endonezya, Avustralya, Güney Amerika için rota seçeneklerime baktım. “Kuzeyden olmazsa, güneyden gideceksin Gülşah!” dedim. Ve rotamı İran- Pakistan- Hindistan üzerinden Kamboçya’ya geçmeye çevirdim. Hala yollardayım. Deniyorum.

Vize ve bürokratik işler mi en zoru?

-Evet, en yıpratıcı olan maalesef bu konular. Orta Asya’da vize ile ilgili derdim yoktu. Kore ve Japonya’ya geçsem, Avustralya’ya kadar vize ile uğraşmayacaktım. Ama Kore iptal olunca; bir sürü duvar ile karşılaştım. Moğolistan üzerinden Çin’i geçip, Laos’a ulaşabilirdim. Çin’den vize alamadım. Turistik vize vermiyorlar. Çalışma vizesiyle de motosikletle seyahat edemiyorum gibi şeyler var. Hindistan, Pakistan vizelerini aldım. Ama Afganistan’dan vize alamadım. Tehlikeli olduğundan bahsettiler. Vermediler. İran’da deneyeceğim. Güney Asya ülkelerine ulaşıp dünya turuna devam edebilmem için Hindistan’dan sonra Myanmar’ı geçmem gerekiyor; savaş olduğu için geçişime izin verilmiyor. Gibi gibi. Seyahatin en zor kısmı bu. Motosikleti her ülke almıyor, bazı ülkelerde tek sürmek mümkün değil, rehbere ihtiyaç var. Rehber ücretleri günlük 1200 dolar vs vs.. Ama ben pes etmem!

Bu yolculuğun sana kattığı en önemli şey nedir?
-Mücadele etmeyi öğrendim. Daha güçlü oldum. Bir sorunla karşılaştığımda eskiden pes eder, “Olmadıysa vardır bir hayır” der, seçenekleri kovalamazdım. Artık pes etmiyorum. Seçenek arıyorum, üretiyorum, yoksa var ediyorum. Sevinçlerimizin, öfkelerimizin hatta korkularımızın ne kadar küçük olduğunu öğrendim. Hepsi gelip geçiyor. Kaskın içinde, ilk günlerde, heyecandan ve korkudan kesilen nefesim, artık mutluluk saçıyor. İstediğimiz bir kıyafeti alamıyor, yemek lezzetli değil diye huysuzluk çıkarabiliyoruz. Kilo aldım, saçımın rengi istediğim gibi olmadı, tırnağım kırıldı… O kadar küçük şeyleri kendimize dert ediyoruz ki… İnsanlar savaşla, yoklukla, hiçlikle, coğrafya ile uğraşıyor. Ama mutlular.

İnsanlara kendi hayallerini gerçekleştirme konusunda ne tavsiye edersin?
-Tüm hikâye, konfor alanından uzaklaşmakla başlıyor. Bu hayatı seçmek istediğimde, bunu karşılayacak param yoktu. Nasıl ödeyeceğimi bilmeden kredi çektim. Ve ilk adımı attım. O ilk adımdan sonra, tüm kapılar açılmaya başladı. Şu anda, 30 yaşında, 40 ülke ve yüzlerce şehir görmüş, binlerce insan tanımış biri olarak çok rahat bir şekilde söyleyebilirim ki tek konu: Gerçekten istemek! Bahane üretmeden, ön yargısız bir şekilde sadece istemek. Gerçekten isteyince ve o ilk adımı atınca, tüm hikaye kendiliğinden oluşuyor. Bundan 6 ay önce bir kafede otururken, “Ben motosikletimle dünya turuna çıkacağım” dediğimde, “Hadi ordan, olmaz o iş!” diyen herkes, seyahatimin 3. ayında bu hikâyeye ortak oldu. Ben hiç vazgeçmedim. Onların söylediği olumsuz şeylerin, hayallerime engel olmasına izin vermedim. Kalbim neyi isterse, onu seçtim. Ve bugüne kadar hep güzel seçimler yaptı. Kalbime güveniyorum. O yüzden, “Yapamazsın, olmaz!” diyenlere n’olur kulak asmayın. Bir şeyi gerçekten istiyorsanız, kendinize ve kalbinize güvenin, o adımı atın!

Biz sana nasıl destek olabiliriz?
-Benim için en büyük motivasyon, hikayemin insanlara cesaret vermesi. Eğer bir kişinin bile, hayallerine giden yolda, ilk adımı atmaları için ilham verebilirsem ne mutlu bana!

Yorum Bırak