Hey! Şahane bir bayram olsun hepinize!
Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim. Önümüz de seçim… Yaşayacağımız her şeyin ülkemiz açısından hayırlı olmasını dilerim.
Bugün bayram ama aynı zamanda “o gün”. Kadın girişimcileri yazdığım gün. Bugün konuğum Janset Bilgin. Beni Saffet Emre Tonguç tanıştırdı onunla. Şahane bir kadın ve bence çok yaratıcı şeyler tasarlıyor. Evet, bir takı tasarımcısının hikâyesini okuyacaksınız bugün. Ona, “Hikâyeni, notlar halinde yazsana” dedim, aslında onunla röportaj yapabilmek için bilgi istedim. Ama yazdıkları o kadar güzel ki röportajı boş verdim, virgülüne dokunmadan sizinle paylaşıyorum…
Janset’in hayat mottosu: “Tutkun kadarsın!”
Buna ben de inanıyorum.
Tutku duyduğunuz işleri ve hobileri yapmanız, tutku duyduğunuz insanlarla bir arada olmanız dileğiyle ben kaçıyorum ve sizi Janset Bilgin’le baş başa bırakıyorum…
O kadar çok seviyorum ki takı yapmayı, ellerim acıyor, gözlerim yanıyor bazen ama umurumda değil.
Çünkü iyi geliyor, hep iyi geldi.
“Dönüştürmek” şahane bir şey. “Tasarım” diyorlar. Ama ben dönüştürüyorum. O beni iyileştiriyor ve ben daha çok yapıyorum…
Niye başladım biliyor musun bu işe?
Kendimi bildim bileli çizdim ben. Kıyafet çizdim, ayakkabı çizdim. Her küçük kız gibi işte. Annemin takılarını bozdum, dizdim falan.
Ama hikâye başka…
ANNEMLE BABAMI 3 AY İÇERİSİNDE KAYBETTİM
Annemle babam 3 ay içerisinde gitti…
Birbirinin ardından…
Ve ben kalakaldım.
Öyle bir derin boşluk ki asla dolmuyor!
Bir yandan rehberlik yapıyorum o ara. Ama yetmiyor. Bir dala tutunmam lazımdı, arkadaştan, aşktan, paradan başka bir şey…
Böyle başladı işte. O gün bugün takı yapıyorum ben. Beni iyileştirdi. Boşlukları doldurdu. Satmak falan umurumda değildi hiç…
Şu hayatta düzeltemediğim ne varsa, onaramadığım hangi kırgınlığım varsa, tezgâhımda iyileştim ben.
DÜNYANIN SABRI VAR BENDE, BU İŞ ÖĞRETTİ
Sana bir şey diyeyim mi, dünyanın sabrı var bende.
Bu iş öğretti bana bunu… Sakinleştirdi.
Bir metal parçasına şekil vermek, o tozu yutmak var ya! Anlatamam sana oradaki tatmini.
Olmayınca, bir daha, bir daha…
Dünyanın en önemli işini yapmıyorum ben ama beni ben yaptı bu iş.
Her şey malzeme bana…
Eski bir anahtar, mühür, kumaş parçası, ahşap, hırdavat… Ama gümüş, gözümün nuru. Sevdiğim taşlar var ama en çok kendi topladığım taşlara bayılıyorum. Kusurlu olsun daha iyi. Makineden çıkmış gibi hatasız olan hiçbir şey ilgimi çekmiyor. Sahici değil çünkü.
İnsan her işte gerçek, samimi hikâyelerle güzelleşiyor, gelişiyor. Bana öyle oldu.
SEDEF KABAŞ, BABASIYLA TANIŞTIRDI BENİ
Günlerden bir gün yolum Galata’ya düştü. O dönem rehberlik yapmaya devam ediyorum, takılarımı da akşamları evdeki tezgâhımda yapıyorum. Ha bu arada sevgili Sedef Kabaş aldı beni rahmetli babası Mehmet Kabaş’ın Asmalımescit’teki atölyesine götürdü.
Müthiş bir usta! Ona ve Sedef’e her gün şükran duyuyorum. Rehber olmama rağmen, İstanbul’un bu tarafını pek de tanımazdım o yıllarda. Cadde kızıydım bildiğin. Suadiye’deydi evim. Ama aklım buralara kaymaya başladı işte yavaş yavaş.
Ve kendimi Galata’da buldum. Tam sekiz yıl önce. Önce evi taşıdım. Sonra benim eski tezgâh da geldi oraya. Ve bir cesaret ilk küçük atölyemi burada açtım. Hemen evin altında, hatta yarısı yerin altında! Birkaç ay sonra Amerikalı bir çift içeri girdi. Fotoğraflar, muhabbet falan derken bilgilerimi aldılar, gittiler.
NEW YORK TıMES’A HABER OLDU TASARIMLARIM
Ayşe! Aylar sonra bir mail geldi anacığım! Bunlar benim hikâyemi New York Times‘ta yayınlamışlar ya… Düşüp bayılıyordum!
Hayat çok acayip. Tura çıkıyorum, gezdirdiğim Amerikalılar bana benim adresi gösterip, “Bizi buraya götür” diyorlar. “E burası benim” diyorum. Bu sefer onlar bayılıyor! “You gotta be kidding”ler havada uçuşuyor…
Sonra bu küçük atölyeye sığamadım. Ve bir alt sokakta, şimdiki yerime taşındım. Daha doğrusu taşındık. Tatarbeyi Sokak. Menteşe atölyesiydi burası. Hakan’la tuttuk burayı. Şu hayatta en güvendiğim, en sevdiğim, aynı zamanda en kızdığım, en boğmak istediğim insandır kendisi. Galata’nın arka sokaklarında, Hakan ve ben bir tasarım dükkânı açtık. O mobilyalar yaptı, eski parçalar topladı, yeniledi. Ben takılarıma devam ettim. Ve turlara…
Herkes bize deli gözüyle baktı, “Üç ayda kapatırsınız” bile dediler. Ama öyle sevdik ki burayı 2-3 yıl direndik. Hiç para kazanmadık. Ben turlardan kazandığımı, Hakan da kendi birikimini kullandı. Sonra Hakan’la vedalaştık. İş anlamında. Yoksa ölene kadar bırakamayız biz birbirimizi. Öyle bir arkadaşlık.
E fakat kaldım mı ben bir başıma?
SAĞLAM ARKADAŞLAR HOOOP KALDIRIVERİR İNSANI AYAĞA!
Turizm desen, o da bitti o vakit…
Asla kapatmak istemiyorum burayı. Turlarım yok, sokakta insan yok. Tam o dönem. Esas hikâye şimdi geliyor!
Şu hayatta pek çok şanssızlık, dibi görme falan yaşamışımdır herkes gibi. Fakat öyle sağlam arkadaşlarım var ki hop kaldırıverirler ayağa. Biz beş kız birlikte büyüdük. Kardeşten öte. Bir de isim taktık bize: “Biberon”
Süt kardeşi gibi işte. Berrin onlardan biri. Dedi ki, “Jans kapatma, cafe ilave edelim dükkâna. Ben sana yardım ederim”.
Önce evden getirdik her şeyi. Tabak çanak. Mini fırın, kap kacak. Benim atölyemi düzenledik. Ha bu arada ismini değiştirdik: “Biberon Cafe and Crafts” oldu adımız. Yavaş yavaş düzen kuruldu. İlk aylarda para alamadık kimseden. Ama öyle tatlıydı ki herkes, ödemenin bir yolunu buldular.
Berrin mutfağa geçti, ben takıların başına. Yakında 3 sene olacak Berrin’le bu maceraya başlayalı. Bunu söyleyince kızıyor ama o sadece benim için burada. Ortaklığı yanlış anladı bence! Asla para almıyor, arada kolye falan veriyorum. Bir de dünyanın en lezzetli browni’sini yapıyor!
ARTIK İMKÂNSIZ DEMEK HAYATA İHANET GİBİ GELİYOR
Bu üç sene içinde bizim sokağa üç yeni cafe, bir çikolata dükkânı, fırın, cam atölyesi, seramik atölyesi açıldı.
Tatarbeyi Sokak, artık rengârenk bir yer oldu. Yakında bir festival de olacak. Sokak şenlikleri olacak. Herkes dükkânının önünü çiçeklendiriyor. Bisikletlerimiz, scooter’larımız var. Arada toplaştığımız teraslarımız var.
Sokak seviyorum ben. Müzik olsun, sanat olsun, dans olsun. Galata-Tatarbeyi Sokak böyle şenlikli bir yer olmaya başladı. Bak takılarımı anlatacaktım ballandıra ballandıra, mevzu nereye geldi…
Artık, herhangi bir durumda “imkânsız” demek, hayata ihanet gibi geliyor. Halime baksana, çikolata ve kahve kokuları arasında takı yapıyorum artık ben! Hem de İstanbul’un en tatlı sokaklarından birinde. İşte böyle…