O, ilklere imza atmış değerli bir hoca… Türkiye ve dünyada 6 binden fazla hastayı takip ve tedavi etmiş, birçok ilke imza atmış biri… Hocaların hocası Profesör Murat Tuncer… Organ nakli konusunda duayen. Artık bilgilerini bir dernek çatısı altında toplayıp bu işin Türkiye’deki neferi olmak istiyor. İstanbul’un da organ naklinde ‘merkez’ olmasını hedefliyor. Ve genç doktorların bu konuda daha da bilgilendirilmesine çalışıyor. Ama en önemlisi, toplumda organ bağışı konusunda bir bilinç yaratılması, yanlış inanışların bertaraf edilmesi için çook büyük adımlar atıyor. Hoca’yı buldum konuştum, bu röportaj salı da devam edecek.
Hocam, ‘İstanbul Organ Nakli Derneği’ni kurdunuz. Bu ülkenin insanlarına, organ bekleyen, şifa arayan herkese hayırlı uğurlu olsun.
– Teşekkürler.
Biz organ bağışı konusunda sınıfta kalmış bir ülke miyiz?
– Evet, ne yazık ki öyleyiz! 20 yıldır hep Türk insanını duyarlılığa davet ediyoruz. Televizyon programlarında, orada burada bu meselenin hayati olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. “Organ bağışını artırmamız gerekiyor” diyoruz ama yeterli olmuyor. Bir türlü ciddi bir farkındalık yaratamıyoruz. Avrupa Birliği bundan tam 10 yıl önce yaptı ve kadavradan nakil oranlarında ciddi artış sağladı. Demek ki bu, organizasyonla, eğitimle olabilecek bir şey. Ama biz yapamadık. Ben hekimlere de kızıyorum.
Yılda 10 bin kişi ölmesin artık yazıktır, günahtır
Neden?
– İnsanların kalbine girmek gerekiyor, demek ki biz giremiyoruz. Çuvaldızı kendimize de batırıyorum. Biz hekimlerde, sağlık profesyonellerinde de suç var, demek ki anlatamıyoruz. Düşünebiliyor musunuz, Türkiye’de 70 bin civarında diyaliz hastası var. Peki organ bekleme listesinde kaç hasta var? 22 bin. Bu ne demek? 50 bin hasta, organ nakli olmak için sıraya girmiyor bile. Ücretsiz olduğu halde. İkinci bir hayata kavuşabileceği halde. Neden? Çünkü sistemin adil olduğuna inanmıyor, çünkü güvenmiyor, çünkü umutsuz. İnsanların organlarını bağışlayabileceklerine de inanmıyor. Birilerinin bu hasta insanlara umut vermesi, ikna etmesi gerekiyor. Organ nakliyle hayatlarının kurtulacağına inandırması gerekiyor. Çünkü gerçek bu. Çözüm, kurtuluş organ naklinde. İşte İstanbul Organ Nakli Derneği’nin kuruluş amacı bu. İstanbul’dan başlayarak organ nakliyle ilgili ülkemizdeki yanlış algıyı, anlayışı değiştirmek istiyoruz. Bu kaderi kırmak istiyoruz!
Organ bulamadığı için günde kaç kişi hayatını kaybediyor?
– En büyük üzüntülerimizden biri bu! Sağlık Bakanlığı verilerine göre geçen yıl tam 10 bin hasta kaybettik. 10 bin! Çok yüksek bir rakam bu. Günde 26 kişi ölüyor demek. Bir savaşta bu kadar insan ölmez! Biz savaşta da değiliz. İspanya’da, İsviçre’de insanlar bu tür sebeplerden hayatını kaybetmezken neden Türk insanı etsin?
Yakınlarımıza cömert, tanımadıklarımıza uzağız
“Benden olana, aileme, çocuğuma, anama, babama yakınlarıma canım feda. Tanımadığım birine kusura bakma” mı diyoruz?
– Ne yazık ki öyle. Yakınlarına bağışlama konusunda dünyada en üst sıralarda yer alırken, tanımadığımız insanlara organ verme konusunda hiç de cömert değiliz. Listenin en alt sıralarına iniyoruz. Gene aynı sonuca geliyoruz. Demek ki bu işi doğru anlatamıyoruz. Eğitim ve bilgi eksikliği var. İlkokuldan itibaren çok ciddi bir bilinç yaratmak gerekiyor. İnsanların organ vermemek için arkasına saklandıkları gerekçeleri bir bir çürütmemiz gerekiyor.
Peki organ vermenin dinen yasak olduğu meselesine ne diyeceksiniz? Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı, “Organ nakli caizdir” dediği halde insanlar dini gerekçeler öne sürüyor…
– Cehalet dışında başka bir şeyle açıklayamıyorum. Kuran-ı Kerim’in Maide suresinin 32’nci ayeti var. Orada diyor ki, “Kim, bir insana hayat verirse, tüm insanlığa hayat vermiş kadar sevap bulur!” Ben bunu araştırdım. Tevrat’ta da aynı şey var. Virgülü virgülüne. İncil’de de var. Budizm’de de var. Yani hiçbir din organ bağışlamaya engel değil. Ne canlıdan alınmasına karşı ne de kadavradan.
Yeniden dirilince, böbreksiz dirilmek mi istemiyorlar? Böyle mi düşünüyorlar!
– Herhalde öyle. Ama cehalet burada işte! Çünkü bütün dinler diyor ki, “Esas olan ruhtur. Sizin bu dünyada yapabileceğiniz en büyük şey de iyiliktir. İyiliklerin en büyüğü de insan hayatı kurtarmaktır!”
Bağışçılar daha sağlıklı ve uzun yaşıyor
Diyanet’in, hükümetin bu konuda büyük çaplı kampanyalar hazırlaması, insanları ikna etmesi gerekmiyor mu?
– Bence gerekiyor.
Siz onların işini de yapmak zorunda kalıyorsunuz…
– Hepimizin görevi, devletimize yardımcı olmak. Bu derneğin kuruluş amaçlarından bir tanesi de özel sektör ve devlet birlikteliğini sağlayıp devletimizi belli konularda harekete geçirmek. Güçlerimizi birleştirip artık gerçekten bu kaderi değiştirmek istiyoruz. Yılda 10 bin kişi ölmesin artık, yazıktır, günahtır!
Kafa karıştıran konulardan biri de organ nakli olanın çok da fazla yaşamadığı söylentisi.
– Kesinlikle şehir efsanesidir! Hatta palavra! Amerika’da yapılmış bir çalışma var. Böbrek verenle ikiz kardeşlerini kıyaslamışlar. Böbrek veren, ikiz kardeşlerinden daha uzun yaşamış. Bunun temel sebebi de şu: Organ verenler kendilerine daha iyi bakıyorlar. 20 yıldır böbrek vericilerimiz, altı ayda bir bize kontrole gelir. Şekerden tansiyona kadar bütün gelişmeleri kontrol altındadır. Kendilerine de iyi baktıkları için sağlıklıdırlar. Hastalara “Nakil olmayın, olursanız kanser olursunuz!” diyen bile var. Külliyen yalan. Organ nakli hastalarındaki kanser oranı, toplumun diğer kesiminden farklı değil. Ben hastalarıma şunu söylüyorum, “Tabii ki birtakım kötü niyetli insanlar olacak. Ama lütfen onlara kulak asmayın. Yaşıtlarınızdan eksiğiniz yok fazlanız var! Allah’ın verdiği ömrü de sonuna kadar yaşayacaksınız!”
Bir de insanların kaçırılıp organlarının çalındığı haberlerine maruz kalıyoruz.
– Tabii ki bu da doğru değil! Bilgi kirliliği. Şimdi tam ismini hatırlamıyorum, Robin Cook olabilir, onun yazdığı birkaç kitapta böyle kurgu sahne vardı. Oradan yapılan alıntılar dünyaya yayıldı ve gerçekmiş gibi aktarıldı. Oysa senaryo… Dünyada bu şekilde bir tane bile polis raporu yok!
Sabah küvette böbreksiz uyanmak şehir efsanesi
Yani biri sabah uyanıyor, kendini bir küvette buluyor, bedeninde dikişler var. Kaçırılmış ve organı alınmış… Olamaz mı böyle bir şey?
– Olamaz! Çünkü bu iş inanılmaz bir organizasyon. Bir organ nakli ameliyatına girince, sahnede bizi görüyorsunuz. Ama aslında bizim arkamızda çalışan 40’a yakın insan var. Bir sistem var. İlaçlar var. Bunu bir otelde, banyo küvetinde filan yapmak mümkün değil. Bunlar şehir efsaneleri. Aslı astarı olmayan bilimkurgu senaryoları. Ve yazık ki bizim işimizi zorlaştıran şeyler. Bu tür haberlerin iyi niyetle yayıldığını düşünmüyorum. Çünkü insanlar bu tür korkular sebebiyle organ vermekten çekiniyorlar. Bunların doğru olmadığını anlatmamız gerekiyor. Bir de bu işlerin adaletli ilerlediğini de gösterebilmemiz gerekiyor.
Nasıl yani?
– Mesela “Kadavradan nakilde acaba torpil var mı?” deniyor. Ben hemen söyleyeyim: Kesinlikle yok! Bir kere öyle bir bilgisayar sistemi var ki, doktor elini bile süremiyor. Bize sıradan hasta isimleri geliyor. Antalya’da birlikte çalıştığım değerli hocam, Prof. Alper Demirtaş’ın öz yeğeni tam dört yıl organ bekledi. İşin başında ben vardım. Alper Hoca bir gün olsun gelip “Ya Murat, yeğenim de var sırada, bir şey yapabilir miyiz?” demedi. Bu işte torpil işlemez!
Ama ülkede her alanda o kadar çok yamuk, o kadar çok torpil var ki artık herkes her yerde olduğunu düşünüyor.
– Sizi temin ederim, organ bağışında, naklinde yok. Tamamen Sağlık Bakanlığı’nın bilgisayarından gelen verilere bağlıyız. Bir hastayı elediğimiz zaman da, hasta hakkında sebebine dair rapor düzenlemek zorundayız.
KADINLAR ORGAN NAKLİ KONUSUNDA ÇOK DAHA CESUR!
Bugüne kadar Türkiye ve dünyada 6 binden fazla hastayı takip ve tedavi ettim.
Neredeyse tüm meslek hayatım boyunca organ nakli konusunda çalıştım. Bunca yıllık hekimlik deneyimimden edindiğim sonuç şudur: Kadınlar bu konuda çok daha cömert ve cesur.
Çapraz nakillerde eşlerine böbrek verenler genelde kadınlar oluyor.
Ameliyat günü kararını değiştiren erkeklere rastladım. Yine de kimseyi yargılamıyoruz.
Ama kadınların daha cesur olduğunu söylemeden de edemiyoruz.
TÜRKİYE’DE ORGAN NAKLİ MAFYASI DİYE BİR ŞEY YOK!
Siz ‘organ nakli mafyası’ diye bir şey yok diyorsunuz.
– Yok, evet.
Ama biz mesela Uğur Dündar’ın yaptığı haberleri okuduk…
– Her topluluktan olduğu gibi, cerrahlar içinden de kötü bir örnek çıkabilir. Ama bu bütün topluluğu bağlamaz. Oradaki olay da şu: Hastalar, hani denize düşen yılana sarılır misali, bir an önce iyileşmeye çalışıyorlar. Birtakım çaresiz, fakir insanlar da var. İnsanlık dışı olan, hem hasta olanların hem de o gariban ve parasız insanların duygularını kullanıp aracılık yapanlar. Yani hastadan yüklü miktarda parayı alıp ihtiyacı olan vericiye azıcık para verip bundan rant sağlamaya çalışanlar. Böyle insanlar var, yakalanıyorlar da… Onları yok edecek, aracıları, saha elemanlarını sahneden silecek sistemler üzerinde çalışıyoruz. Derneğimizin kuruluş amaçlarından biri de bu.
Bir zamanlar nakillerin merkezi Antalya’ydı…
– Artık İstanbul. Geçen yıl Türkiye’deki nakillerin yüzde 65’i İstanbul’da oldu. Ama sayı ya da kalitede iyi olmamız, ülkedeki sorunu çözmeye yetmiyor. Bir teknik direktör düşünün, sadece A takımındaki insanları eğitiyor ama genç takımdakilere hiç bakmıyor. Hatalardan biri de bu.
Büyük hocaların bilgilerini aktarmama gibi durumları mı oluyor?
– Zaman zaman olabiliyor, bu da yanlış tabii. Hacettepe’de talebeyken, organ naklinin başındaki hocamız böbrek yetmezliği nedeniyle nakil oldu. Demek ki büyük hocaların da iyi genç cerrahlara ve nefrologlara ihtiyacı oluyor. O yüzden yetiştirmek zorundayız. Ülkeyi ileri götürecek olan da bu bilgi aktarımı.